Direnenler mutlaka kazanır
Daima direnenler ve savaşanlar kazanır. Bu matematiksel bir kesinliktir. Ki yaşadığımız son olaylar bunu bir kez daha doğrulamaktadır. Bundan önce böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır.
Konumuz Suriye. Bildiğimiz gibi, ABD Emperyalistleri, “bin devletli dünya” planları doğrultusunda oluşturdukları projeleri hayata geçirmek için dünyanın dörtbir tarafında karışıklıklar çıkarıyorlar. Ortadoğu’da, Afrika’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Asya’da halkları birbirine düşürüyorlar. Aynı devlet içinde yaşayan halklar arasına kan davaları sokuyorlar ve oraları milliyetler, mezhepler temelinde bölüyorlar. Bir tek devletten (örneğin Yugoslavya’dan) 7 devlet çıkarıyorlar. Ve bu amaçlarına ulaşmak için de her yolu mubah sayıyorlar. Hiçbir ahlaki değer taşımıyorlar. Milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, milyonlarca göçmen onların umurlarında bile olmuyor. Yeter ki amaçlarına ulaşabilsinler, vurgun ve sömürü düzenleri kesintiye uğramaksızın devam etsin. Kârlarına kâr katsınlar ve dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini kendi çıkarları için kullansınlar. Bu dünyada cenneti yaşasınlar. Bütün çabaları bu. Halkların yaşadıkları acılar, gezegenimizin karşılaştığı tehlikeler umurlarında olmuyor. İnsana düşman oldukları gibi, doğaya, çevreye, hayvana da düşmanlar.
İşte bu aşağılık işleri yapabilmek için de dediğimiz gibi projeler üretiyorlar. Ülkemizi de ilgilendiren projelerden bir tanesi de “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” ya da “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP)”. Bu projeyi hayata geçirebilmek için önce Afganistan’dan işe başladılar.
Sonra Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ı işgal ederek, milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına, sakat kalmasına, eşlerin eşsiz, çocukların babasız, ana babaların evlatsız kalmalarına neden oldular. Milyonlarca göçmen de cabası… Ve nihayetinde Irak’ı filen 3’e böldüler.
Derken sıra Libya’ya geldi. Kaddafi liderliğindeki Libya iktidarını devirerek, Libya’yı da tekrar bir aşiret devletleri haline getirdiler. Hangi aşiret hangi bölgede güçlüyse orada bir aşiret devleti kuruldu. Artık Libya’da merkezi bir hükümet yok. Savaşlar ve katliamlar söz konusu.
Libya’dan sonra sıra Suriye’ye geldi. Suriye de şimdi kan revan içinde. Ülkenin üçte biri IŞİD, ÖSO vb. şeriatçı, sapık, insanlıktan nasibini almamış örgütlerin denetiminde. Bir örgüt bitiyor yeni bir örgüt doğuyor. Ama hepsinin amacı aynı: Yurtsever, halksever Beşşar Esad iktidarını yıkmak, Suriye’yi en az üçe bölmek ve AB-D Emperyalistlerinin aşağılık planlarının hayata geçirilmesini sağlamak. Bundan başka bir şey değil yaptıkları. Ve şu an için de belli oranda başarılı oldular bu planlarında. Suriye fiilen üçe bölünmüş durumda.
Irak ve Libya orduları AB-D Emperyalistlerinin ve Ortaçağcı güçlerin saldırıları karşısında kısa sürede devre dışı kaldılar. Savaş yeteneklerini yitirdiler. Komutanlarının bir kısmı, belki birçoğu saf değiştirerek, liderlerini ve halklarını satarak emperyalistler ve işbirlikçilerin safına geçtiler. Ve sonuçça bu ülkeler yenildiler. Ülkelerinin paramparça olmasına engel olamadılar. Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi, AB-D Emperyalistleri ve işbirlikçiler tarafından katledildiler. Lidersiz ve ordusuz kalan halk da çaresizliğe düştü, gerilla savaşı verse de başarılı olamadı. Şu an için yenilmiş durumdalar.
Ancak, Suriye’de tüm bu planları bozan ve bozacak olan bir durum var: AB-D Emperyalistleri, bilumum Ortaçağcı güçlerin ve Kürt hareketinin çabalarına rağmen Beşşar Esad Yönetimi ayakta! Direnmeye ve kazanmaya devam ediyor!
Suriye lideri Beşşar Esad saldırılar başladığı andan itibaren moralini yitirmedi, halkına ve ordusuna sahip çıktı. AB-D Emperyalistleri karşısında hiç esnemedi. Başlangıçta, saldırının yoğunluğu, şiddeti ve çeşitliliği yüzünden askeri olarak bocalasa da kısa sürede toparlandı, savaşa uyum sağladı ve saldırılar sonucu terk etmek zorunda kaldığı bölgeleri, şehirleri, kasabaları geri aldı. Almaya da devam ediyor. Ve Suriye Ordusu şu anda geniş bir saldırı hazırlığında.
Bütün bu süreçlerde bölgenin bir parçası olan ülkemiz ise bildiğimiz gibi Tayyipgiller tarafından AB-D Emperyalistleri ve Ortaçağcı gericiler safına aktif olarak sürüldü. Irak’ta ABD Emperyalistleri İncirlik, Pirinçlik vb. askeri üslerini, İskenderun Limanını kullandılar.
Libya’da saldırıları yöneten NATO’nun merkez karargâhı İzmir oldu.
Yani Irak ve Libya’da katledilen milyonlarca masum insanın kanına bulanmıştır elleri Tayyipgiller’in. Sözde Müslüman olan Tayyipgiller, Müslümanların Hıristiyan AB-D Emperyalistlerince katledilmesine ortak oldular, işbirliği yaptılar.
Suriye’de ise topraklarımız Ortaçağcı gericilerin Suriye’ye geçiş noktası ve lojistik üssüne dönüştü. IŞİD, ÖSO vb. gerici örgütlerin, grupların merkezi haline getirildi. Onlara her türlü olanak sağlandı saldırılarını gerçekleştirebilmeleri için. İstanbul’dan, Gaziantep’e, Hatay’a kadar tüm şehirlerimiz bu sapıkların barınma, tedavi olma, saldırı örgütleme merkezlerine dönüştürüldü. Şimdi de “Eğit-Donat” planı gereğince Kırşehir’de binlerce gericinin askerî olarak eğitileceği (tabiî bu eğitimleri yüzlerce ABD askerleri verecek) kamp oluşturuldu.
Tayyipgiller saldırının, başlangıçta birkaç aylık bir zaman dilimi içinde biteceğini ve Şam’da, Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacaklarını düşünüyorlardı. Hayal ediyorlardı. Tayyipgiller’in şefi Tayyip aynen şöyle söylüyordu 5 Eylül 2012 tarihinde bu konuda:
“İnşallah en kısa zamanda Şam’a gidecek, kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde kardeşliğimiz için dua edeceğiz. O gün de yakın…”
Ancak o gün gelmedi. Gelmeyecek de. Tayyipgiller avuçlarını yalayacaklar.
Bu, bu kadar kesin mi?
Kesin.
Niye?
Çünkü her şeyden önce Beşşar Esad namuslu, yurtsever, halksever, yiğit bir insan. AB-D Emperyalistleri karşısında diz çökmedi, bocalamadı, taviz vermedi. Ve bu tutumunu bugün de aynı kararlılıkla sürdürüyor. Ve halkının yüzde 70’i Beşşar Esad’ın arkasında.
“Şam’da BBC’nin sorularını yanıtlayan Esad, IŞİD konusunda işbirliğine karşı olmasalar da Amerikalı yetkililerle görüşmeyeceğini belirtti.
“Beşşar Esad, “Çünkü onlar, kuklaları olmayan hiç kimseyle konuşmazlar. Şimdi bizim egemenliğimizde olduğu gibi uluslararası hukuku çiğnerler. Yani onlar bizle konuşmuyor, biz de onlarla konuşmuyoruz.” dedi.” (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2015/02/150210_esad_bbc)
İşte Beşşar Esad kukla olmayı kabul etmediği için yenilmeyecek.
Ki bu gerçekliği artık bütün Batılı Emperyalistler, buna ABD de dahil, kabul etmiş durumdalar. ABD Emperyalistleri IŞİD’in yaptığı canavarlıklar, insanlıkdışı uygulamalar ve soykırımlar sonucu, esas hedefin IŞİD olduğunu söyledi. Tayyipgiller’in esas hedefin B. Esad olması gerektiği yönündeki görüşlerine hiç itibar etmedi, dönüp bakmadı bile ve kendi programını hayata geçirdi. Tayyipgiller bu konuda da yanıldılar. Beklediklerini bulamadılar. Çünkü efendiler, Beşşar Esad’ın da söylediği gibi kuklalara itibar etmezler. Hiç kimse itibar etmez kuklalara. Onları sadece bir çöp gibi kullanırlar ve atarlar sonra. Hatta lağım deliğine süpürürler…
“Birleşmiş Milletler’in Suriye Temsilcisi Staffan de Mistura, Suriye’de herhangi bir çözümde Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın da yer alması gerektiğini söyledi. 17 Şubat’ta Suriye’de siyasi çözüm çabalarına dair BM Güvenlik Konseyi’ne bilgilendirecek raporunu sunmaya hazırlanan Mistura, değerlendirmesini Cuma günü Viyana’da Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz ile ortak basın toplantısı sırasında yaptı. Mistura, Esad’ın çözümün bir parçası olup olmayacağına ilişkin bir soruya “Esad halen Suriye’nin devlet başkanıdır, ortada bir hükümet var. Sonuçta Esad çözümün bir parçasıdır” dedi.” (Yurt Gazetesi, 17 Şubat 2015)
Gördüğümüz gibi Beşşar Esad ve Suriye Halkları kazandı. Başta AB-D Emperyalistleri ve Tayyipgiller olmak üzere tüm Ortaçağcılar yenildi.
Öyle ki Türkiye, yurtdışındaki tek toprak parçası olan ve Suriye’de bulunan Süleyman Şah Türbesini boşaltmak zorunda kaldı. Tayyipgiller, istedikleri kadar bozguna zafer havası çalsınlar. Orada da yenildiler.
Yukarıda da söylediğimiz gibi direnenler ve savaşanlar mutlaka ama mutlaka kazanırlar.
Kuklalar (bizim Tayyipgiller gibiler) ise lağım deliğine süpürülürler… Er ya da geç…
Tarih bunu böyle gösteriyor. Tarihin akışına kim karşı çıkabilir ki?..