Site rengi

Tasarım

“Dört Yanım Puşt Zulası”!

27.11.2024
176
A+
A-

Hüseyin Ali

Böyle der devrimci şairimiz Ahmet Arif bir şiirinde.Çevremizde sinsi hainler hep olmuştur, olacaktır. Kaçınılmaz… Hele de günümüzde…

Ama bu boyuttaki hainliğin kökleri İkinci Emperyalist Savaş günlerine kadar gider.İkinci Emperyalist Savaş’ta emperyalizm Hitler Faşizmi’ni Sovyetler Birliği’ne yönlendirdi.  Sovyetler Birliği Hitler Faşizmi’ni yenerek insanlığın önünü açtı. Ne var ki bu kanlı yok edici savaşta, Sovyetler Birliği maddi kayıpları bir yana 27 milyon insanını kaybetti.

Emperyalizmin başlıca amacı sosyalizmi dünya üzerinden silmekti. Bu yüzden Hitler’i Sovyetler’e yönlendirmişti. Bu savaşta Sovyetler’in  Stalingrad Zaferi (Şubat 1943) bir dönüm noktası oldu.Bu zaferle birlikte Alman doğu cephesinde inisiyatif Sovyet Ordusu’na geçti ve bunu başka zaferler izledi. Doğu cephesinde Almanların toparlanma ihtimali kalmamıştı.Bu gidişi gören emperyalizm, Hitler Faşizmi’ne karşı alel acele Normandiya Çıkarması’nıbaşlattı (Haziran 1944).

Aynı yıllarda Amerikan Emperyalizmi savaş sonrasında dünya egemenliği için çalışmalara başlamıştı. Başkan Roosevelt 1944’te, savaş sonrasındaki “operasyonlar” için “Central Intelligence Service” (Merkezi İstihbarat Servisi)adlı örgütün kurulmasına karar verir. Roosevelt’ten sonraki Başkan Truman döneminde, Ocak 1946’da Merkezi İstihbarat Otoritesi (Central Intelligence Authority) kurulur. Bunun “operasyonel” dalı, ileride Central Intelligence Agency, CIA) adını alacak olan Central Intelligence Group’tur. Bu süreç sonucunda, Temmuz 1947’de dünya halklarının başbelası, baş terörist organizasyonCIA resmen kurulur.

Amerikan Emperyalizmi bir yandan da eş zamanlı olarak ekonomik ve askeri örgütlenmelere gitti. Temmuz 1944’te dünya halklarını cendereye alan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası kuruldu. Truman Doktrini, Marshall Yardımıgibi taktik girişimler veYeşil Kuşak gibi stratejilerle Sovyetler Birliği’ni kuşatmaya çalıştı. Nisan 1949’da dünya halklarını tehdit organizasyonu,NATO kuruldu.

Amerikan Emperyalizmi bu örgütlenmelerle yetinmedi. Bir de sivil vakıf ağları kurdu. Oysa bu vakıf ağları CIA ile içli dışlıydı ve izlerini kaybettiriyorlardı. Gayet masum, demokratik, barışcıl, kültürel, topluma yararlı, “kar amacı gütmeyen”,masum(!) vakıf görünümündelerdi. Bu vakıf örgütlenmeleriyle tüm dünyada Amerikan yanlısı görüşleri el altından, hatta ABD karşıtı, “sol” görüşlü insanlar (genellikle aydınlar) tarafından yaydılar.

Vakıflar CIA paralarını hibe ediyor veya sözde projelerkarşılığı yerel uşaklara dağıtıyordu.Böylece bir “yumuşak güç” oluşturularak bir tür psikolojik harekaty yürütülüyordu. Bunun adına da önce “Kamu Diplomasisi” (Public Diplomacy), daha sonra Reagan döneminde“Proje Demokrasisi” (Project Democracy)dediler.

Proje Demokrasisi günümüzde de tam gaz sürdürülüyor. Polonya’da, Romanya’da, Sırbistan’da, Gürcistan’da, Ukrayna’da yaşanan “turuncu devrimler”de bu vakıfların büyük payı var. Ülkemizde de öyle… Odatv’nin “Amerikan vakfı Türkiye’de hangi medyaya ne para verdi… Rekor 476 bin dolar ile Medyascope” başlığını taşıyan 21 Temmuz 2021 tarihli haberini okuyalım:

“Türkiye’de kritik kuruluşların ABD merkezli vakıf olan Chrest Foundation’dan yüz binlerce dolarlık hibe aldığı ortaya çıktı. Bu kuruluşların başında gazeteci Ruşen Çakır’ın kurduğu Medyascope adlı haber sitesinin olması dikkat çekti.

 

Vakfın kendi internet sitesinden açıkladığı listede Türkiye’den birçok kuruluş var. On binlerce dolarlık destek alan kurumlar arasında Anadolu Kültür Derneği, Hrant Dink Vakfı, Filmmor Kadın Kooperatifi, 140Journos, Mezopotamya Vakfı, IKSV, Serbestiyet, Hafıza Merkezi, Sivil Sayfalar, Sabancı Üniversitesi, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24, Mekanda Adalet Derneği, Mor Çatı Kadın Derneği, Ekonomi ve Dış Politikalar Merkezi (EDAM) ile TESEV, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı (TAPV), Yurttaşlık Derneği ve Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) bulunuyor.

Bu kuruluşlardan alınan “destek” miktarları şöyle:

  • Medyascope: $476,720
  • Serbestiyet: $ 49,995
  • 140Journos: $60,000
  • P24: $124,015

Destek alan kuruluşlar arasında en dikkat çekeni ise halen yayın hayatını aktif bir şekilde sürdüren gazeteci Ruşen Çakır’ın kurucusu olduğu Medyascope oldu. Yayın hayatına 2015 yılında başlayan kurum, derneğin açıkladığı kayıtlara göre Chrest Foundation’dan bir yıl sonra destek almaya başlıyor.

Medyascope’un 2016’dan 2020 yılına kadar aldığı toplam destek 476 bin 720 dolar olurken, bu rakamın güncel kur ile 4 milyon lirayı aştığı anlaşıldı.

 

Dernek tarafından tanımlanan “Desteğin” amacı ise partizan olmayan ana akım medya çalışmaları olarak belirtildi.”(https://www.odatv.com/siyaset/amerikan-vakfi-turkiyede-hangi-medyaya-ne-para-verdi-rekor-476-bin-dolar-ile-medyascope-217749).

Eskiden sağ siyasetçiler sol görüşlülere “kökü dışarıda” derlerdi. Aslında kendileri Amerikan uşaklığı yaptıklarından doğrudan kökleri dışarıdaydı. Günümüzde de öyle… Bu foncu medya ise hem ülkedeki gerici yönetime karşı görünüp sinsice destekleyerek, hem de Amerikan Emperyalizminin stratejik hedeflerinin propagandasını yaparak kökünün dışarıda olduğunu gösteriyordu. Sadece ortada elle tutulur kanıt yoktu. Böylece o kanıt da ortaya çıktı.

İngiliz kökenli Frances Stonor Saunders adlı gazeteci ve tarihçi yazarın 1999 yılında yayımlanan “Who Paid the Piper?: The CIA and Cultural Cold War” başlıklı kitabı 1999 yılındayayımlandı. Bu kitap “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı”adıyla 2016 yılında Türkçe yayımlandı. Kitabın girişinde Amerikan Emperyalizmi’nin “yumuşak güç” oluşturma süreci hakkında şunlar yazılı:

“Henüz yeni kurulmuş olan CIA, son derece geniş ve etkili bir ağ oluşturan istihbarat personelinden, siyasal strateji uzmanlarından, şirket kuruluşlarından, Amerika’nın “Ivy League” denen kalburüstü üniversitelerinin mezunlarının eski okul ilişkilerinden yararlanarak 1947’den itibaren bir “konsorsiyum” oluşturma işine girişti; bu konsorsiyumun iki görevinden biri dünyayı komünizm hastalığına karşı aşılamak ve Amerika’nın dış dünyadaki siyasal çıkarlarının korunmasını kolaylaştırmaktı. Sonuçta, görülmemiş derecede sıkı bağlarla birbirine bağlı insanlar, Teşkilat’In yanı sıra çalışarak şu düşünceyi yayma çabasına girdi: Dünyanın bir pax Americana’ya, yeni bir aydınlanma çağına ihtiyacı vardır ve bu çağ “Amerikan çağı” olacaktır.

CIA’nın oluşturduğu ve Henry Kissinger’ın deyimiyle “partizanlık ötesi bazı ilkeler adına bu ülkenin hizmetine kendilerini adamış olan aristokratlar”dan oluşan bu konsorsiyum Amerika’nın Soğuk Savaş Dönemi silahıydı, kültür alanında çok etkili olmuş bir silahtı. Savaş sonrası Avrupa’da, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeden bu gizli harekete adı bir şekilde karışmamış pek az yazar, şair, ressam, tarihçi, bilim adamı ya da eleştirmen vardı. Amerika’nın bu casusluk kurumu, yirmi yıldan uzun bir süre hiçbir engelle karşılaşmadan, kendini ele vermeden, Batı’da ve Batı için ifade özgürlüğü adına ön saflarda çarpışan kültürlü ve çok yetenekli insanlardan yararlandı. “İnsanların beyinlerini ele geçirme kavgası” olarak nitelenen Soğuk Savaş’ta kültürel silahlar hayli bol ve çeşitliydi; dergiler, kitaplar, konferanslar, seminerler, resim-heykel sergileri, konserler, ödüller.”(Parayı Verdi Düdüğü Çaldı, Doğan Kitapçılık, 2004, s. 13-14).

İkinci Emperyalist Savaş’tan hemen sonra başlayan bu süreç hızlanarak sürdü. Vakıfları CIA “fonluyor”, vakıflar da yerel uşakları fonluyordu. Ancak CIA karda yürüyüp izini belli etmeme ustalığını gösteriyordu. Kitapta başka bir pasajda şunlar yazılı:

“… 1964 Ağustosunda çok can sıkıcı bir şey oldu. Kongre üyesi Wright Patman, vergi bağışıklığı olan özel Amerikan vakıflarıyla ilgili bir Kongre araştırması yürütürken, birtakım vakıfların (‘Patman Sekizlisi’ olarak bilinen toplam sekiz vakfın) CIA’ya paravanlık ettiği bilgisi dışarıya sızdı: Gotham Vakfı, Michigan Fonu, Price Fonu, Edsel Fonu, Andrew Hamilton Fonu, Borden Tröstü, Beacon ve Kentfield fonları. Sızan bilgilere göre bu vakıflar birer posta kutusuydu, birer adresten başka bir şey değildi, CIA parasını almak ve parayı görünüşte yasal bir şekilde başka bir yere aktarmak üzere kurulmuşlardı. Söz konusu posta kutusuna para aktarıldıktan sonra ‘ikinci pas’a ya da ‘aktarma’ya sıra geliyordu: paravan vakıf, yasal etkinlikleriyle tanınan belli başlı bir vakfa ‘katkı’da bulunuyordu…

Yasal bir vakıf, CIA tarafından belirlenmiş alıcı bir örgüte bağışta bulunduğu zaman ‘üçüncü pas’ atılıyordu. Houston Post’un yönetmeni ve Hobby Vakfı’nın mütevelli heyeti üyesi William Hobby bunun nasıl işlediğini şöyle açıklıyordu: ‘Bize CIA’dan belli fonların aktarılacağı söyleniyordu. Daha sonra, sözgelimi XYZ örgütünden bir mektup alıyorduk, bizden para istiyorlardı. Biz de veriyorduk.’ Hiç soru sorulmuyordu. ‘(CIA)’nın ne yaptığını bildiğini düşünüyorduk’…

…Para CIA’dan geliyor, belli ara istasyonlardan – Gotham, Michigan, Andrew Hamilton, Borden, Price ve Kentfield vakıflarından, Patman Sekizlisi’nin altısından – geçerek Kaplan Vakfı’na aktarılıyordu. Kaplan Vakfı’nın başkanı ve kasadarı Jacob M. Kaplan’dı; hatırlanacağı gibi Kaplan 1956’da Allen Dulles’a (1953-1961 yılları arasında CIA Başkanı – H.A.) hizmete hazır olduğunu söylemişti.” (a.y., s. 383).

CIA, paravan vakıflar kurarak veya çoğunlukla kurdurarak izini kaybettirmeye çalıoşıyor ama kontrolü elinde tutuyordu.

Yukarıdaki Odatv haberi, bu yazılanlarla örtüşüyor. Odatv, medya uşaklarını fonlayan Chrest Vakfı’nı da araştırmış. Şu bilgileri veriyor:

“Chrest Vakfı, 1999 yılında gazeteci ve yazar Jeff Jensen ve Lou Anne King Jensen tarafından Teksas, Amerika’da kuruldu. Bağışçılık geleneği olan ailelerden gelen Jeff ve Lou Anne Jensen; ABD’de dezavantajlı çocuklar, diyabet araştırmaları ve sosyal girişimler gibi alanlara yönelik mali desteklerine 2001 yılında uluslararası bir boyut katarak Türkiye’deki STK’lara mali ve teknik destek vermeye başladı.

Türkiye ile ailece yaptıkları bir seyahat ve Mısır’da katıldığı bir uluslararası toplantı sonucunda tanışan Chrest Vakfı kurucusu ve başkanı Lou Anne King Jensen, vakfın mali desteklerini Türkiye’ye yönlendirme kararını şöyle açıklamaktadır:

“Vakfımızın kaynakları sınırlı olduğundan, var olan kaynakları birden çok ülkeye dağıtmak yerine tek ülke üzerinde yoğunlaşmanın daha etkili sonuçlar yaratacağını düşündük. Desteklerimizi tek bir ülkeye yönlendirerek ülkenin dinamiklerini daha iyi anlayabileceğimize, o ülkede yaşayanlarla daha yakın ilişkiler kuracağımıza ve toplum tarafından belirlenen sosyal hedeflere ulaşılmasına daha fazla katkı sağlayacağımıza inanıyoruz.”

Yapılan açıklamaya göre Chrest Vakfı Yönetim Kurulu, hibe almaya hak kazanan projeleri, proje bölgelerini yakından tanıyan Türk danışmanlarının desteği ile belirliyor. Hibe alan kuruluşların çalışmaları ve projelerin etkisi ise faaliyet raporları ve finansal raporlarla takip ediliyor. İzleme ve değerlendirme için kullanılan bir diğer yöntem ise, vakıf yetkililerinin yaptığı saha ziyaretleri olarak belirtiliyor.

Vakıf tüm bu süreçlerin ardından hibe desteğine karar veriyor.”

Kaynakları sınırlı, küçük bir vakıfmış! Bu yüzden tüm kaynaklarını tek bir ülkedeki uşakları fonlamakta kullanmışlar. O ülke de Türkiye, nedense(!)

Nedeni aslında apaçık: ABD Emperyalizminin Büyük Ortadoğu Planı için zemin hazırlamak. Kafaları bu plana yatkın hale getirmek. Ama sinsice…

Aslında CIA bu vakıfları öyle fazla sayıda ve öyle kolay kuruyor ki, ortalık karmakarışık oluyor. At izi it izine karışıyor. Bu konuda Parayı Verdi Düdüğü Çaldı adlı kitapta, eski bir gazeteci olup 1950’de CIA’nın Uluslararası Organizasyonlar Bölümü Başkanlığına getirilen Thomas Braden’den bir aktarma yer alıyor. CIA yöneticisi şöyle diyor:

“Vakıfların adlarını çeşitli amaçlarla kullanıyorduk ama vakıf yalnızca kağıt üzerinde vardı. New York’ta zengin ve tanınan birine gidiyorduk, ona ‘Bir vakıf kurmak istiyoruz’ diyorduk, ne yapmak istediğimizi anlatıyorduk, gizli tutulacağına dair şeref sözü verdiriyorduk, o da ‘tabii kurarım’ diyordu. Sonra onun adını taşıyan antetli mektup kağıdı bastırıyorduk, al sana bir vakıf. Gerçekten çok basit bir işti.” (a.y., s. 140).

 

Buna benzer şekilde ülkemizde cirit atan pek çok CIA vakfı var. Bunlardan biri de National Endowment for Democracy (NED, Demokrasi İçin Ulusal Bağış Vakfı). Bu vakfın CIA ile doğrudan bağı olduğu bilgisi ayyuka çıktı. Buna rağmen bizim uşaklar açık açık “nasiplenmeye” devam ediyorlar. NED’in de ülkemizde milyonlarca liralık para saçtığı biliniyor ama isimler gizli.

 

George Soros

Soros’un Açık Toplum Vakfı bir başkası. Soros’tan nasiplenenler şöyle listeleniyor: Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV), Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES), Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV), Açık Radyo, Açık Site, Bianet, Umut Vakfı, AÇEV, Tarih Vakfı, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Avrupa Hareketi, Toplum Gönüllüleri Vakfı, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, Teknoloji Yönetim Derneği, Sosyal Politika Forumu (Boğaziçi Üniversitesi), Ulaşılabilir Yaşam Derneği, Pozitif Yaşam Derneği, Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), Kadın Fonu, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kadın Yuttaş Ağı (KA-YA), Yaşamevi Kadın Dayanışma Derneği, Kadın Merkezi (KA-MER), Uçan Süpürge, Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER), Afete Karşı Sivil Koordinasyon (ASK), Medyakronik (2002’de kapanan bir internet sitesi). Bunlar bilinenler… Başka pek çok var ama gizli.

 

İş sadece ABD vakıflarıyla kalmıyor. Emperyalist Kapitalist sistemin diğer ülkelerinin fonlaması da söz konusu. Örneğin İsveç’in İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (SIDA), böyle bir kuruluş. Basından edinilen bilgilere göre, bir medya kuruluşu olan Bianet bu kaynaktan 2007-2023 yılları arasında 335 milyon TL nasiplenmiş, 2024-2026 yıllarında da 67.5 milyon TL daha alacakmış.

İyi para! Neyin karşılığında? Vatana sinsice ihanet, diyebiliriz.

Bir başka nokta CIA vakıflarından nasiplenenlerin kimliği. Bunlar genellikle kendilerini “sol” gösteren liboş tayfası. Örneğin Chrest Vakfı’ndan iyi fonlanan Medyascope’a bakalım. Yöneticisi eski solcu, içeride yatmış bir “aydın”(!). Ruşen Çakır. Örneğin Bianet’in kurucusu İPS İletişim Vakfı’nın kurucusu sol görünüşlü liboş Nadire Mater, şimdi Proje Danışmanı olarak yer alıyor. Bu vakfın, dolayısıyla Bianet’in Genel Sekreteri ise ünlü Ertuğrul Kürkçü, 11’ler Kızıldere’de katledildiğinde sağ bulunan şahıs. İPS iletişim Vakfı’nın sayfasında kim oldukları hakkında şunlar yazılı:

“Vakıf, Türkiye’de medya dilinin ve ortamının dönüştürülmesi ve enformasyonun/içeriğin sermayeden ve devletten bağımsızlaşması hedefleri doğrultusunda bilginin yeniden üretilmesi ve dağıtılmasında toplumsal yararı, hak odaklılığı ve anadilde bilgi edinme hakkını temel alarak üç dilli (Türkçe, Kürtçe, İngilizce) bir medya aracı (bianet) odağında kurumsallaşan yapısıyla; haberi, kadın, çocuk ve cinsiyet kimlikleri, cinsel yönelimleri, etnik, ırksal, dinsel/mezhepsel, kültürel kimlikleriyle “ötekileştirilenler”in hakları ve mücadeleleri odağında kuran; başta ifade özgürlüğü, kadın, LGBTİ+ ve çocuk hakları olmak üzere tüm haklara yönelik ihlalleri, hakları sınırlayıcı ya da mevcut sınırların genişletilmesine dönük politika, yasal düzenleme ve uygulamaları izleyen; haberleştirerek toplumu bilgilendiren, arşiv oluşturan, raporlayan bir habercilik anlayışını uygulamaya ve yaygınlaştırmaya dönük editöryel üretim ve kapasite geliştirme çalışmaları yapar.” (https://www.haklaradestek.org/tr/sto/ips-iletisim-vakfi).

Böyle “sermayeden ve devletten bağımsız” gibi sunturlu laflarla “muhalif” görünüp, özellikle Kürt sorununu emperyalist çözüm yönünde kaşıdıkları açık. Öte yandan LGBTİ+ gibi yoz emperyalist kültürün ürünlerini de meşrulaştırıyorlar. Amaç emperyalist politikaları subliminal olarak kafalar işlemek.

CIA böylelerini neden fonlamasın?

 

Maalesef durum bu… İktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla, bilimcisiyle dört yanımız emperyalist uşaklarıyla sarılmış. Dört yanımız “puşt zulası”.

Yazımızı Ahmet Arif’in Ay Karanlık başlıklı şiirinin son bölümüyle tamamlayalım.

…Dört yanım puşt zulası,

Dost yüzlü,

Dost gülücüklü

Cıgaramdan yanar.

Alnım öperler,

Suskun, hayın, çıyansı.

Dört yanım puşt zulası,

Dönerim dönerim çıkmaz.

En leylim gecede ölesim tutmuş,

Etme gel,

Ay karanlık…

Ahmet Arif