Site rengi

Tasarım

Bugünün Geleceği O Günden Belliydi

27.11.2024
214
A+
A-

Dr. Mustafa Şahbaz

İngiltere’den başlayarak kâğıt üzerine damlamış yağ lekesi gibi tüm Avrupa’yı ve Kuzey Amerika’yı kaplayan burjuva devrimlerinin en görkemlisi hiç şüphe yok ki 1789 Fransız Devrimi’ydi.

Devrim öncesi Fransa’sında kralın etrafında kümelenmiş iki toplumsal tabaka olan Asiller-Soylular (Noblesse) ile Din Adamlarının-Kilisenin (Clergé) mutlak egemenliği vardı. H. Kıvılcımlı Usta’nın deyimiyle Din Derebeyleri ile Dünya Derebeylerinin diktatörlüğünde yaşıyordu Fransız Halkı. Burjuvalar dahil toplumun diğer tüm bileşenleri; işçiler, köylüler, zanaatkar ve esnaflar ise yönetilen kesimi oluşturuyordu. Bunlara da Tiers État yani Üçüncü Tabaka deniyordu.

Fransa’da Burjuvazi, Tiers État’yı peşine takarak kendisini iktidara getirecek olan devrimini başardı. 1789 Fransız Devrimi’yle burjuvazi, amacına ulaşmış iktidarı ele geçirmişti. Bu zamandan sonra artık burjuvazi devrim istemez oldu. Karşıdevrimcileşti.

Kapitalizmle birlikte iki modern sınıf ortaya çıkmıştı:

Biri Burjuvaziydi. Devrimini yapmıştı.

Diğeri sayıca burjuvazinin yüzlerce, binlerce katı olan İşçi Sınıfıydı, Proletaryaydı.

Burjuvazi iktidarı almış, amacına ulaşmıştı. Onun amacı, kendi ekonomik sistemi olan Kapitalizmi hâkim kılmak ve kendi siyasetini yürütmekti; kapitalist düzeni kurarak kilisenin ve asillerin ve onları temsil eden krallığın vesayetinden kurtulmuş olarak kayıtsız şartsız kendi iktidarını kurmak, gönlünce kâr etmekti.

Ama İşçi Sınıfı için durum farklıydı. İşçi Sınıfı, Burjuva Demokratik Devrimle yetinmiyordu. Çünkü Feodal düzendeki sömürü sistemi bu devrimle ortadan kalkmış ama yerine Kapitalist sömürü sistemi geçmişti. Oysa İşçi Sınıfı; sömürüsüz bir düzene, Sınıfsız Topluma geçmek, sömürüyü tümden ortadan kaldırmak, kendi sırtından elde edilen artıdeğere sahip çıkmak istiyordu. Kısacası Devrim istiyordu. Nitekim burjuvazinin bu iktidara gelişinin üzerinden çok uzun bir zaman geçmeden Avrupa’da 1830 ve 1848 Devrimleri patlak verdi. Özellikle 1848 Devrimleri İşçi Sınıfının taleplerinin iyice belirleyici olduğu Devrimlerdi. Fakat bu Devrim girişimleri, İşçi Sınıfının henüz Ekonomik, İdeolojik ve Politik bakımdan tam örgütlü olmadığı bir zamanda gerçekleştikleri için başarısızlıkla sonuçlandı. Bilimsel Sosyalizmin rehberliğinde bir örgütlenmeden henüz mahrum oldukları için başarılı olamadılar. Ama burjuvazinin artık gericileştiğini; devrim istemediğini somut bir biçimde ortaya koydular.

Hele 1871 Paris Komünü dünyada ilk Sosyalist Toplum kurma denemesi oldu. Bu Proletarya için yepyeni ufuklar açarken burjuvazi için ölüm çanlarının çalması demek oldu ve o yüzden Paris Komünü’nün üzerine öylesine bir yüklendi ki Burjuva iktidar, bu devrimi yıkabilmek için bir yıl önce Paris’i kuşatıp teslim olmaya mecbur eden Alman gericiliğiyle işbirliği etmekte bile bir dakika, bir saniye tereddüt etmedi. Ve Paris’te Devrimci Halkın kanı sel olup aktı.

19’uncu Yüzyıl sonu 20’nci Yüzyıl’ın başına gelindiğinde Kapitalizm artık rekabetçi kapitalist dönemini geçmiş Tekelci Kapitalizm dönemine yani Lenin’in deyimiyle “Kapitalizmin en yüksek aşaması olan Emperyalist” aşamaya geçmişti. Bir işkolunda var olan Kapitalist sayısı daha doğrusu şirket sayısı 20’li rakamlara indiğinde artık o işkolunda rekabet biter. Kapitalistler bir araya gelerek aralarında anlaşırlar; tröstler, karteller oluştururlar. Böylece o işkolunu tamamen ele geçirirler; Tekel oluştururlar ve Sanayi, Ticaret ve Mali Sermayenin en irileri ile Büyük Toprak ve Emlak Sahiplerinin bir araya gelip domuz topu olmasıyla; banka kubbesi altında buluşmasıyla biricik Finans-Kapital, kısaca Tekelci Sermaye doğmuş oldu. Bu tarihten sonra burjuvazinin hiçbir ülkede Devrim yapmak isteyecek, devrimi başarabilecek bir barutu kalmadı. Artık Burjuva Demokratik Devrimini yapmak da İşçi Sınıfına, Proletaryaya kalmıştı.

Burjuva Demokratik Devrimi dediğimiz şey neydi?

Feodal düzenin yıkılması; yerine kimi yerde Meşrutiyet biçiminde, kimi yerde Cumhuriyet biçiminde demokratik devletlerin kurulmasıydı. Tabiî burada bir yanılgıya düşmemek gerekiyor: Adı her ne kadar Demokratik Devrim olsa da özü itibariyle bu devrimler Burjuva Demokratik Devrimlerdir ve Lenin’in dahiyane söyleyişiyle; Burjuva Demokrasisi de özünde Burjuva Diktatörlüğüdür. Feodalizmde iktidarda olan Antika sınıflar yani Asiller ve Kilise iktidardan devrilmiştir; onların iktidarı yıkılmıştır, diktatörlükleri sonlandırılmıştır ama yerine kurulan gene halk açısından yeni bir diktatörlüktür. Burjuva diktatörlüğüdür. Bu burjuva diktatörlüğüne karşı İşçi Sınıfının mücadelesi 1830, 1848 Devrim dalgalarını, 1871 Paris Komünü’nü yaratmış; 1905 Rus Devrimi ise net bir şekilde artık devrimci sınıfın İşçi Sınıfı olduğunu, toplumu dönüştürecek devrimlerin motorunun İşçi Sınıfı olduğunu kesince kanıtlamıştır. 1917 Büyük Ekim Devrimi ise bu gerçeği kanıtlamanın da ötesine geçmiş; dünyada ilk kez başarılı bir şekilde Proletaryanın öncülüğünde dünyanın altıda birinde sömürüsüz topluma, Sosyalist topluma geçişi gerçekleştirmiştir.

Büyük Ekim Devrimi ile Rus Çarlığı yıkılmış; yerine Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulmuştu. Tüm Emperyalist dünya, bu yeni düzeni yıkmak için bütün gücüyle yüklendi. Buna rağmen Devrim, dahili ve harici bütün gericileri yenerek Sosyalist Toplumu gerçekleştirmeyi başardı.

O günkü Rusya ve Sovyetler Birliği’ni oluşturan Cumhuriyetlerin (bildiğimiz gibi SSCB 16 cumhuriyetten oluşuyordu) nüfuslarının %80’den fazlası kırsal kesimde yaşıyordu. Yani köylü toplumlardı. Bu toplumlarda Burjuva Demokratik Devrimin yapacağı dönüşümleri (örneğin Toprak Reformunu) gerçekleştirmek de gene İşçi Sınıfı öncülüğünde gerçekleşen Demokratik Halk Devrimine kalıyordu. Bu devrimin adı, içeriği Burjuva Demokratik Devrimi olsa da halk tarafından gerçekleştirildiği için artık Halk Demokratik Devrimiydi-Demokratik Halk Devrimiydi ve kesintisiz bir biçimde Sosyalist Devrime geçişi sağlayacaktı. Şüphe yok ki bu, dünyada yepyeni muazzam bir dönüşüm anlamına geliyordu.

Büyük Ekim Devrimi

Anadolu Devrimi Kardeşliği

Büyük Ekim Devrimi, bildiğimiz gibi, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası gerçekleşmişti. Ve sosyalist bir devrim olduğu için emperyalist gericilik tarafından boğulmak istenmişti.

Osmanlı İmparatorluğu ise Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bir bakıma sebebini oluşturuyordu. Bilindiği gibi savaşın sebeplerinden en önemlisi, Osmanlı’nın nasıl pay edileceği meselesiydi. Bu mesele de Sevr Antlaşması gereğince emperyalistler tarafından sonuca bağlanmıştı. Osmanlı’dan arta kalan Anadolu ve Rumeli de Sevr Antlaşması’yla paylaşılmış; Emperyalist jargonda “Şark Meselesi” olarak adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu’nun ortadan kaldırılması ve paylaşılması tümüyle gerçekleştirilmiş oluyordu.

Ama bu sömürge girişimine Türk ve Kürt Halkı, Mustafa Kemal’in dilinden gereken cevabı vermişti:

“Geldikleri gibi gidecekler!”di.

Ekim Devrimi sonrası Sovyetler’e saldıran emperyalist âlem, Anadolu’ya da saldırmıştı. Yani düşman ortaktı. Bu denklemden Sovyetler’le Anadolu Devrimi’nin ittifakı doğdu.

Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli’de doğan bu devrimci dalganın, çökkün Osmanlı’nın küllerinden doğan bu dirilişin kime karşı olduğunu şöyle belirliyordu:

“Biz, istiklalimizi emin bulundurabilmek için heyet-i umumiyemizce (hepimiz), heyet-i milliyemizce (tüm ulus olarak) bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyet-i milliyece (bütün ulusça) mücahedeyi (savaşmayı) caiz (gerekli) gören bir mesleği takip eden insanlarız…”

Büyük Ekim Devrimi Proletaryanın önderliğinde yürürken, Anadolu’daki devrim Burjuvazinin önderliğinde yürüyordu. Her ne kadar devrime önderlik eden Mustafa Kemal ve silah arkadaşları sınıf olarak burjuva kökenli değildilerse de izledikleri yol, kurmak istedikleri düzen, burjuva düzeni yani kapitalist toplum düzeniydi. Türkiye’nin Batı’nın gittiği yoldan yani kapitalist yoldan giderek çağdaş uygarlık seviyesini yakalayacağına inanan Mustafa Kemal ve arkadaşları, burjuva önderliği benimsemişlerdi. Sovyetler’den büyük destek almalarına rağmen, Lenin’in de çok doğru bir şekilde tespit ettiği gibi, Mustafa Kemal sosyalist bir lider değildi. Antiemperyalist olmasına rağmen hatta kendi söylemiyle; “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşıyoruz”, demesine rağmen tutulan yol, kapitalizme varmaktan başka bir sonuç veremezdi. Nitekim Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyini yakalayabilmesi için gerekli kurumlardan biri olarak gördüğü bankacılık sektöründe İş Bankası’nı örgütlemek ihtiyacını duymuştur. 1924’te Celal Bayar önderliğinde kurulan İş Bankası’nın kurucuları Modern Parababaları ile Antika Tefeci-Bezirgânlar ve Toprak Ağalarıdır.

Kurtuluş Savaşı’yla Yenilen Modern ve Antika Gericilik Üstyapıda Ezilmiş Görünse de

Altyapıda (Ekonomide)Baştacı Edilmiştir

Yukarıda da belirttiğimiz gibi kapitalizmde üretim sürecinde doğrudan yani dolaysız şekilde rol alan iki sınıf vardır: Burjuvazi ve Proletarya. Her devrim, kapitalizm çağında bu iki sınıftan birine dayanmak zorundadır. Kurtuluş Savaşı’nın liderleri ne yazık ki tarihsel bir zorunluluk olarak ya da Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların, sınıf ilişkilerinin determinizmi gereği burjuva toplum düzeninden yana tercih koydular.

Nitekim İş Bankası’nın kuruluşunu izleyen süreçte uygulanan ekonomik uygulamalarda, kapitalizmin tek yaratıcı tarafı olan rekabetçi kapitalizm yasaklanmış; bunun doğal sonucu tekelciliğin desteklenmesi olmuştur. Böylece daha Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak Tekelci Sermaye Türkiye’ye hâkim olmaya başlamıştır.

Oysa Kurtuluş Savaşı’mızın başarılması iki düşman yenilerek sağlanmıştı. Bunlardan birisi dış düşmandı, Emperyalizmdi yani Türkiye’yi sömürgesi haline getirmek isteyen Tekelci Kapitalizmdi. Diğeri ise iç düşman yani Saltanat ve Hilafet şeklinde en üst mertebede kendini gösteren Derebeylikti. Bu derebeyliğin temelini de Toprak Ağalığı ve Tefeci-Bezirgân Sermaye oluşturuyordu. Ama Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlandıktan sonra kuzu (Türkiye) yeniden kurda (Modern ve Antika Parababalarına) teslim ediliyordu.

Kurtuluş Savaşı’mız daha yolun başındayken Türkiye’ye gelip Kurtuluş Savaşı’nda yer almak isteyen; Ekim Devrimi tarzında Türkiye’yi sömürüsüz bir topluma dönüştürecek bir devrimi gerçekleştirmek için yola çıkan TKP’nin yöneticileri Mustafa Suphi ve 15’leri Karadeniz’in derin sularında boğarak öldürmüş; en büyük günahını işlemişti. Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında örgütlenen Türkiye Cumhuriyeti’nde İşçi Sınıfının önderliğinde halkın etkin olmasının, taleplerinin siyasi planda dövüştürülmesinin önü kapatılmıştı böylece. Yani Türkiye, dikensiz gül bahçesi yapılmak istenmişti Parababaları için.

Kuvayimilliye önderleri, Türkiye’nin sorunlarının İşçi Sınıfı yönünden çözülmesini Türkiye’de sosyalist bir düzenin kurulmasını tâ baştan istemediler, bunu engellediler. Bir taraftan Sovyetler’le en yakın ilişkileri sürdürürken bir taraftan da antikomünist uygulamalar yürüttüler. Cumhuriyet kurulduktan sonra da sınıf esasına dayanan örgütlenmeleri yasak ederek ne İşçi Sınıfının bir partisinin kurulmasına ne de sendikaların örgütlenmesine müsaade edildi ve gizli Türkiye Komünist Partisi, sürekli polisin izlemesi altında tevkifatlara uğratılarak, her başını çıkardığında ezilerek yok edilmek istendi. Bu tutumun zirvesi de Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’ya uygulanan zulümdür. Kendisi tam 22,5 yılını Türkiye’nin (kendi deyimiyle); “yarı derebeyi zindanlarında” geçirmiştir.

Bu süreçte iyice palazlanmış olan Finans Kapitalistler, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Sovyetler’den uzaklaşmak, dünya çapında oluşan sosyal uyanıştan, sosyalizme duyulan sempatiden korunmak istedi. Kurtuluşu ABD Emperyalizminin kollarına atılmakta aradı. Egemen sınıflar, 1946’dan itibaren Milli Şef İnönü’ye ABD’ye yanaşması için baskılar uyguladı. Bunlardan biri Köy Enstitülerinin kapatılması oldu, bildiğimiz gibi. İnönü zamanında başlayarak Amerika’ya doğru dümeni kıran Parababaları, 1950’de ABD destekli has partileri Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle amaçlarına ulaştılar. Demokrat Parti Türkiye’yi Amerika’nın yarısömürgesi konumuna soktu, bildiğimiz gibi. Amerika’nın himayesine girmek, onun NATO’suna dahil olmak için Kore’ye asker bile gönderdi Menderes Hükümeti. Hem de Meclisin onayından bile geçirmeye gerek görmeksizin.

 

ABD Emperyalizmi ve Onun Yerli Sadık Şürekası (Ortakları)

Lenin’in netçe belirttiği gibi emperyalizm bir ülkeye girince en gerici sınıflarla ittifak kurar.

Türkiye’deki en gerici sınıflar kimlerdi?

Yerli Modern Finans-Kapitalistler yani Parababaları ve onların müttefiki Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye.

Yerli Finans-Kapitalistler, 30-40 aileden oluşan ve sayıları 300-500 kişiden ibaret olan kapitalist sınıfının içindeki azınlığın azınlığı bir zümreydi. Bu zümre tek başına iktidar olamaz ve iktidarda kalamazdı. Tabanını en ücra köye kadar yayabilmek, kitleleri peşine takabilmek için altı bin yıldır Anadolu’ya gelmiş ve yerleşmiş olan Tefeci-Bezirgân Sermaye ile ittifak kurmak zorundaydı. Tefeci-Bezirgânlar, sayıları 3000-5000 arasında olan ve üretimle hiçbir ilgisi olmayan, 6000 yıldan beri Anadolu insanının kanını emen asalak bir Antika sınıfı oluşturuyorlardı. Tefeci-Bezirgân Sermayenin gücü ise; ideolojisinden, halkın dini duygularını sömürme, onları Allah’la aldatma becerisinden, yeteneğinden geliyordu. Tefeci-Bezirgân Sermayenin ideolojisi belliydi, Ümmetçilikti. Ulus nedir bilmeyen, ulusal değer nedir bilmeyen bir sınıftı bu Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı. Finans-Kapitalistler ise kozmopolittiler; onlar için de gene ulus çıkarlarının ve sınırların hiçbir önemi yoktu. O yüzden tüm mazlum ülkelere örnek olmuş Ulusal Kurtuluş mücadelesi vererek emperyalistlerin boyunduruğuna girmeyi reddetmiş ülkemizi ve halkımızı, ABD Emperyalizmine peşkeş çekmekte hiçbir beis görmedi bu gerici sınıflar.

Bu iki ulusal değerden yoksun Modern ve Antika sınıf, domuz topu gibi bir araya geldiler; 1946’da Demokrat Parti’yi kurdular. Ve ABD tarafından 1950’de ezici bir üstünlükle iktidara taşındılar.

ABD güdümlü ve yerli Finans-Kapital önderliğindeki bu gerici iktidarın yürütülebilmesi için sırtını Tefeci-Bezirgân Sermaye örgütlerine dayaması gerekiyordu. Tefeci-Bezirgân Sermayenin dayandığı örgütler ise Ortaçağ’ın ümmetçilik konağında çakılıp kalmış tarikatlar, cemaatler, tekkeler, zaviyeler idi. Dolayısıyla bunların önü tamamen açıldı; örgütlenmeleri için her türlü imkân sunuldu. Yürürlükte olan Devrim Yasaları yok sayılarak teşvik edildi bu gericilik yatağı örgütler. Çünkü Amerika böyle istiyordu. Sovyetler’i güneyinden kuşatan bir set oluşturmak için Dinci Gericilik ABD için bulunmaz bir fırsat yaratıyordu. İslam ülkelerinden oluşan Yeşil Kuşak Projesi’nin gönüllü piyonlarıydı bu Ortaçağcı gerici örgütler.

Geçmişte “Tahkikat Komisyonu”, Günümüzde “Etki Ajanlığı Yasası”

 Demokrat Parti zamanında Cumhuriyet’in kurucusu Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Atatürk’ten sonra onun ikinci başkanı olan Milli Şef lakaplı İsmet İnönü’yü ortadan kaldırma girişimleri yürütüldü. Ordu’nun, üniversitenin ilerici tutum ve davranışlarını ortadan kaldırılmak için her türlü girişimde bulunuldu. Öylesine ki muhalefetin sesini tamamen kısmak, iktidara dokunan hiçbir muhalif sesin çıkmamasını sağlamak için tamamen DP milletvekillerinden oluşan, adına Tahkikat Komisyonu denen bir komisyon kurdular.

Bu komisyonun amacı, CHP’nin ve bir kısım basının yıkıcı faaliyetlerini araştırmaktı. Fakat araştırma işin kılıfıydı. Asıl amaç, DP iktidarına karşı olan her türlü muhalefeti sindirmek ve susturmaktı. Komisyona verilen yetkiler ve bu yetkilere dayanarak komisyonun aldığı kararlar, o zaman yürürlükte olan 1924 Anayasasına ve Meclis İçtüzüğüne de aykırıydı. Bugün AKP’nin çıkarmak istediği “Etki Ajanlığı Yasası” da aynı amaca yöneliktir. Ve aynı şekilde Anayasaya da, yasalara da, evrensel değerlere de aykırıdır.

13 maddeden oluşan Tahkikat Komisyonu Yasasının önemli maddelerini aktarmakla yetinelim:

***

MADDE 1- Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenleri ve naib olarak vazifelendirecekleri tali encümenler; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Askeri Muhakeme Usulü Kanunu, Basın Kanunu ile diğer kanunlarda Cumhuriyet Müddeiumumisine, sorgu hâkimine, sulh hâkimine ve askeri adli amirlere tanınmış olan bilcümle hak ve selahiyetleri haizdir.

MADDE 2- Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenleri:

  1. Tahkikatın selametle cereyanını temin maksadıyla her türlü neşriyatın yasak edilmesine,
  2. Neşir yasağına riayet edilmemesi halinde mevkute veya gayrimevkutenin tabı veya tevziinin men’ine,
  3. Mevkute veya gayrimevkutenin toplatılmasına, mevkutenin neşriyatının tatiline veya matbaanın kapatılmasına,

ç. Tahkikat için lüzumlu görülen veya sübut vasıtalarından olan her türlü evrak, vesika veya eşyanın zaptına,

  1. Siyasi mahiyet arzeden toplantı, hareket, gösteri ve emsali faaliyetler hakkında tedbir ve karar almaya,
  2. Tahkikatın selametle intacı için lüzumlu göreceği bilcümle tedbir ve kararları ittihaz etmeye ve Hükümetin bütün vasıtalarından istifade eylemeye,

Dahi selahiyetlidir.

MADDE 5- Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenlerinin yaptığı tahkikat gizlidir. Bu gizliliğe riayet etmeyenler veya malumatlarına müracaat suretiyle yahut sair suretlerle muttali oldukları tahkikatla ilgili hususları veya hadiseleri ifşa edenler altı aydan bir seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.

MADDE 9- Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenlerince ittihaz olunan karar veya tedbirler kati olup aleyhine itiraz olunamaz.

MADDE 10- Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenleri tarafından yapılmış olan tahkikat ilk tahkikat mahiyetindedir.

***

Amaç O Gün de, Bugün de Bellidir

Tüm üyeleri hiçbir hukuki yetkileri ve donanımları olmayan DP milletvekillerinden oluşan bu Komisyonun aldığı kararlar, temyizi mümkün olmamak üzere kesin kararlar oluyordu. Böylece süreç içinde CHP’yi de tamamen kapatarak Türkiye’yi tam anlamıyla bir ABD sömürgesine dönüştürüp sonsuza kadar iktidarlarını sürdürme hayallerine kapıldılar.

Tahkikat Komisyonunun kurulması ve diktatörlüğe giden uygulamalara başkaldıran üniversite gençliğinin 27-28 Nisan Eylemlerinin kanla bastırılması, bardağı taşıran son damlalar oldu. Tahkikat Komisyonu Yasası 28 Nisan 1960’ta Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. 27 Mayıs 1960’ta yani yasanın yayımlanıp yürürlüğe girmesinden 29 gün sonra, Ordu Gençliği bir Politik Devrim gerçekleştirerek DP iktidarını alaşağı etti. Bugün AKP eliyle kurulmakta olan Faşist Din Devletine benzer gidişata Jöntürk Gelenekli Ordu Gençliği “Dur!” dedi.

Kaldı ki DP’nin tek uygulaması Tahkikat Komisyonu da değildi. Örneğin, bugün Tayyipgiller’in dile getirdiği “İç Cepheyi Kuvvetlendirme” demagojisi gibi, DP de o zamanlar bir “Vatan Cephesi” örgütlenmesi yürütüyordu. Her gün devlet radyosundan “Vatan Cephesi”ne kaydolanların isimleri anons ediliyordu. Millet; “Vatan Cephesi”ne kaydolanlar ve olmayanlar biçiminde ayrıştırılıyordu.

Günümüzde ABD devşirmesi Tayyipgiller’in yaptıklarıyla, ABD’nin eski devşirmeleri Menderesgiller’in yaptıklarının benzerliğinin sebebi aynı amaç doğrultusunda çalışmalarından kaynaklanır. O amaç ise Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ABD’nin yarısömürgesi Faşist Din Devletine dönüştürmektir.

27 Mayıs Politik Devrimi’ni yapan Genç Subaylar da Jöntürk Gelenekli (Sınıfsız Devrimci) insanlardı. Kuvayimilliyeci öncülleri gibi davrandılar. Toplumun sınıf ilişki-çelişkilerinden bağımsız olarak, yalnızca üstyapı düzenlemeleriyle toplumu çağdaşlaştırabileceklerine, gericiliği yok edebileceklerine inandılar. Hatta bu konuda Kuvayimilliyeci öncüllerinin gerisine düştüler. Mustafa Kemal ve arkadaşları Bağımsızlıkçıydılar. Mustafa Kemal bunu veciz bir biçimde; “Bağımsızlık benim karakterimdir”, diyerek dile getirmişti. Oysa 27 Mayısçılar daha iktidara geldikleri gün radyodan iktidara el koyduklarını duyurdukları bildirilerinde; “NATO’ya bağlıyız”, diyorlardı. “NATO’ya bağlılık” ABD’nin yarısömürgesi olmak anlamına geliyordu. Ama onlarda bu gerçeği kavrayacak sınıfsal bakış yoktu.

Böylece 27 Mayısçılar da aynı hatayı tekrarladılar. Üstyapıda bazı hukuki, kültürel düzenlemeler yapmakla yetindiler. Halkçılıkları, Emperyalizme ve Feodalizme tam karşı olmayla; sömürüyü ortadan kaldıracak Sosyalizmle taçlanmayınca bir saman alevi olmaktan öteye geçemediler.

27 Mayıs Politik Devrimi, bir kez daha kanıtladı ki, sınıflarüstü olmak yanılgısına düşen her davranış, her hareket, eninde sonunda egemen sınıfın değirmenine su taşımak olur. Öyle de oldu.

ABD devşirmesi Morrison Süleyman nam Süleyman Demirel’e “Çoban Sülü” yaftası takılarak; partisi Adalet Partisi’nin ise amblemi bir ön ayağı yukarıya-öne kalkmış kırat biçiminde (halkımızın Demokrat Parti’ye yakıştırdığı Demir Kırat adıyla) yerlileştirilip popülarize edilerek piyasaya sürüldü.

Her Finans-Kapital politikacısı gibi yürek fukarası Demirel de açıktan; biz Demokrat Parti’nin devamıyız, diyemiyordu. “Gözlerime bakın, ne demek istediğimi anlarsınız”, diyerek kitleleri oy davarı biçiminde kullanmayı beceriyordu. O da bir ABD devşirmesi olarak görevini yerine getiriyor; NATO’ya, Süper-NATO’ya sadakatle bağlı davranıyordu.

Kontrgerilla partisi MHP’yi koalisyona alıyor, bu partinin siyasi cinayetler işlemesinin ve yargılanmamasının her türlü altyapısını sağlıyordu. Kendisine MHP’nin cinayetleri sorulduğunda da; “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz”, diyerek pıfkırıyordu.

Tabiî Demirel, Molla Necmettin’in partisini de koalisyonlarına alarak Dinci gericiliğin de örgütlenmesini devlet olanaklarıyla desteklemekten geri kalmıyordu.

İşte bugün Tayyipgiller’in geldiği Faşist Din Devleti inşa aşamasına, bu sözünü ettiğimiz gerici sınıfların (Finans-Kapitalistler ile Tefeci-Bezirgânlar) iktidarlarının siyasi liderlerinin yıllar boyu döşediği yollardan yürünerek gelindi.

  1. Kıvılcımlı Usta’nın sözüyle bağlarsak: “Sınıflar Savaşını Yasaklamak Vatana İhanettir.”

Ve Cumhuriyet Tarihi boyunca iktidarlar tarafından bu ihanet kesintisiz olarak sürdürülmüştür. İçine sürüklendiğimiz Yüzyılın Felaketi AKP İktidarı, kendileri için açılmış bu yollardan yürüyerek gelmiştir.

Ama umutsuzluğa yer yoktur.

Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı vermiş ve başarıya ulaştırmış Türk ve Kürt Halkları, İşçi Sınıfı öncülüğünde örgütlenerek verecekleri İkinci Kurtuluş Savaşı’yla bu sömürgen sınıfları, ağababaları ABD ve AB Emperyalistleriyle birlikte bir daha gelmemek üzere kovacaktır. Demokratik Halk Devrimi’ni başararak sömürüsüz toplumsal düzenini, Sosyalizmi kuracaktır.