Dünya Çocuk Hakları Günü, sınıfsal içeriğinden bağımsız düşünülemez!
Bursa’dan bir yoldaş…
Bugün Dünya Çocuk Hakları Günü… Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmesiyle birlikte 20 Kasım da tüm dünya genelinde Dünya Çocuk Hakları Günü olarak kutlanmaya başlandı. Adı geçen Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi, Türkiye 14 Eylül 1990 tarihinde kabul edip 2 Ekim 1995’te uygulamaya başlamıştır.
Bu evrensel anlaşmayla birlikte çocuk hakları da yasalarca tanınmaya başladı. Bugünün amaçları arasında çocuk haklarını tekrar bilince çıkarmak ve bu haklara ulaşamayan çocuklar hakkında farkındalık oluşturmak gibi ulvi amaçlar vardır.
18 yaşın altındaki her bireyi çocuk olarak tanımlayan sözleşmede en temel değerler, ayrım gözetmeme, çocuğun yararının gözetilmesi, yaşama ve gelişme ve son olarak da katılım olarak yer almaktadır. Biraz daha ayrıntıya girelim ve sözleşmedeki bu çocuk haklarına bakalım:
Bir isme ve vatandaşlığa sahip olma ve bunu koruma hakkı, yaşama ve gelişme hakkı, sağlık hizmetlerine erişim hakkı, eğitime erişim hakkı, insana yakışır bir yaşam standardına erişim hakkı, eğlence, dinlenme ve kültürel etkinlikler için zamana sahip olma hakkı, istismar ve ihmalden korunma hakkı, uyuşturucu bağımlılığından korunma hakkı, ekonomik sömürüden korunma hakkı, ifade özgürlüğü hakkı, düşünce özgürlüğü hakkı, ana–babanın rolü ve sorumluluğu, bunun ihmal edildiği durumlarda ise devletin rolü ve sorumluluğu.
Aslında yukarıda sıraladığımız haklar kanunen, insani ve ahlaki olarak dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu evrensel haklardır. Zaten eğitim, sağlık, yaşama, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi hakların hepsi de evrensel değil midir?
Dolayısıyla sayılan bu çocuk haklarının, insan hakları kavramının içinde ele alınması gereken bir konu olduğunu belirtelim. İnsan haklarına da sınıfsal temelde baktığımız için çocuk haklarına da sınıfsal temelde bakmalıyız. Bugün, dünyanın birçok yerinde var olan insan hakları ihlalleri, ne yazık ki çocuk boyutunda daha geniş kapsamlı ve büyüyerek artmaktadır.
Çocuklar yetişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik, davranış ve psikolojik özelliklere sahiptir. Ayrıca sürekli büyüme ve gelişme göstermektedirler. Bu gerçeğin bilince çıkarılması gerekir. Dahası çocukların bakımının da bir toplum sorunu olduğunu ve bilimsel yaklaşımlarla herkesin bu sorumluluğu yüklenmesi gerektiğini unutmamalıyız.
Covid 19’un acı bilançosunu yaşamak zorunda bıraktırıldığımız günlerdeyiz. Dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları ve doğal olarak da Türkiye işçi sınıfı başta gelmek üzere emekçi halkımız açlık, yoksulluk, işsizlik cehenneminde yanmaktadır. AB-D emperyalistleri ve onların yerli işbirlikçisi hükümetler tarafından uygulanan talan, vurgun ve sömürü politikaları doğrultusunda saydığımız toplum kesimleri inim inim inlemektedir. Nasıl inlemesin ki?
Şu habere hep birlikte bakalım.
“2020’nin başında dünya çapında tahminen 700 milyon insanın aşırı yoksulluğa mahkum olduğu hesaplanıyordu.
Dünya Bankası verileri yıl sonuna kadar 88 milyon ila 115 milyon kişinin daha aşırı yoksulluğa sürükleneceğini öngörüyor ve bu rakamın 2021 yılına kadar 150 milyona ulaşması bekleniyor.
Dünya Bankası tarafından yayınlanan, 2020 Yoksulluk ve Paylaşılan Refah Raporu’na göre, 2020 sonunda, dünya çapında 88 ila 115 milyon kişi daha aşırı yoksulluğa sürüklenecek.
Nisan ve Ekim ayları arasında, günde 3,20 dolar (24,15 TL) sınırının altında yaşayan yeni yoksulların sayısı iki kattan fazla artarak, 242 ila 257 milyona yükseldi.
Günde 1.90 dolar (14,30 TL) sınırında yaşayan yoksul bireylerin % 63’ü ve 3.20 dolar hattında yaşayanların ise % 71’i Güney Asya’da yaşıyor.
“HASAR KALICI…”
Covid 19 salgınının, dünya ekonomisi üzerinde kalıcı izler bırakacağının altını çizen Brookings Enstitüsü’nden Homi Kharas’a göre, “2019 yılında toplam 650 milyon insanın aşırı yoksulluğa mahkum olduğu düşünülüyordu ve olası büyüme hareketleri göz önünde bulundurulduğunda, yoksulluk düzeyleri birçok ülkede istikrarlı bir şekilde azalma yolundaydı. Ancak bugün durum oldukça farklı… Uzun vadeli senaryo, yoksulluktaki artışın en az yarısının kalıcı olabileceğini gösteriyor…”
Dünya Gıda Programı (WFP), gıda güvensizliği ile karşı karşıya kalan insan sayısının, yeterli önlemler alınmadığı takdirde, salgının bir sonucu olarak ikiye katlanacağı konusunda uyarılarda bulunuyor. WFP’nin Baş Ekonomisti Arif Hüseyin, “COVID-19, halihazırda yaşama bir iplikle bağlı olan milyonlarca insan için potansiyel bir felakettir” diyerek, durumun ciddiyetine vurgu yapıyor.
EN ZENGİNLER DAHA DA ZENGİNLEŞTİ
Öte yandan, Covid-19 salgını, dünya servetlerinin önemli kısmını elinde bulunduran büyük patronlar katında aynı etkiyi yaratmış görünmüyor. Zira İsviçre bankası UBS tarafından hazırlanan bir rapora göre, en zengin % 1’e ait toplam servet, krizin tüm hızıyla sürdüğü Nisan’dan Temmuz’a kadar dörtte birden fazla (% 27,5) artış gösterdi.
Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, Mart ayından Haziran 2020’ye kadar servetini tahmini olarak 48 milyar dolar artırdı. Video konferans platformu Zoom ise 2,5 milyar doların üzerinde değer kazandı. Elon Musk’ın servetinde ise 17.2 milyar dolarlık bir artış görüldü. Diğer örneklerle birlikte rakamlar toplandığında, sadece ABD’deki milyarderlerin Covid-19 salgını süresince toplam net servetlerini 637 milyar dolar artırdıkları görülüyor. (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/covid-19un-karanlik-yuzu-dunya-bankasi-raporunda-1792276)
Görüldüğü üzere mesele tamamen sınıfsal. Bir avuç yabancı parababası ve onun yerli işbirlikçisi dünyanın yeraltı ve yerüstü tüm kaynaklarını her fırsatta kendi küplerini doldurmak için kullanıyor.
Yazımızda çocuk haklarına da sınıfsal temelde bakmamız gerektiğini söyledik. Doğal olarak yukarıdaki veriler ışığında böyle sınıflı, çürümüş ve kangrenleşmiş bir düzende yaşayan çocuklarımız da paylarını düşeni alacaktır. Aynı haberde şu gerçek de dile getiriliyor:
“Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, “Günün her saati dünya çapında 300 çocuk yetersiz beslenme nedeniyle ölüyor. Tüm çocuk ölümlerinin üçte birinden fazlasını teşkil eden bu neden yüzünden her yıl 2,6 milyon çocuk, henüz büyüyemeden yaşama veda ediyor.”
İşte o zaman çocuklarımızın en doğal insani haklarını ellerinden alan sistemin çarklarının nasıl döndüğünü ve bu çarkların dişlileri arasında yaşanan acı gerçeklikleri de iyi kavrarız. Nasıl unutabiliriz?
- 2011 yılında Samsun’un Tekkeköy İlçesi’nde evine ekmek götüremeyen işsiz babanın ve düzenli beslenemeyen annenin 5 aylıkken açlıktan ölen Kübra Bebeğini.
- Nasıl kulaklarımızdan çıksın acılı anne Necla Bakırcı’nın, “Sütüm yok. Çayla insanın sütü olur mu? İki günden beri tenceremde yemek yok. Komşularım bir tabak yemek getirecek de çocuklarım yiyecek.” sözleri?
- Nasıl unutabiliriz 2014 yılında şairin deyimiyle “Atom Çağında” babasının sırtında 16 kilometre boyunca cansız bedeni taşınan Muharrem Bebeği? Hatırlarsanız Van’ın Gürpınar İlçesi’ne bağlı Yalınca Köyü’nde karın kapattığı karla kaplı Çeli Mezrası’nda oturan Taş ailesi rahatsızlanan 3 yaşındaki çocukları Muharrem’i yolların kapalı olması nedeniyle hastaneye götürememiş sağlık ekipleri de karadan gelememişti. Yüreği acılı babanın taşıdığı cansız küçük bedenle beraber aslında bizim ölen insanlığımız da o karla kaplı toprağın altına verildi… Muharrem Bebeğin bir türlü düşmeyen ateşi aslında o gün bizlerin de yaşadığı bu sınıflı yeryüzü cehennemini biraz daha harlandırdı.
- Nasıl unutabiliriz Ensar Vakfı gibi gerici vakıf ve derneklerin yurtlarında tacize, tecavüze, istismara uğrayan küçücük bedenleri?
- Nasıl unutabiliriz ortadan kaybolduktan/kayboldurulduktan sonra vahşice bedenlerine kast edilen masum çocuklarımızı?
- Nasıl unutabiliriz çocuk yaşta yaşamdan koparılıp babası yaşta adamlarla evlendirilen kızlarımızı?
- Nasıl unutabiliriz ekonomik, dini vb. nedenlerle eğitimini yarıda bırakan çocuklarımızı?
- Nasıl unutabiliriz annesi ya da babasıyla çöplerde yiyecek arayan çocuklarımızı?
- Nasıl unutabiliriz depremlerde yürek burkan bir şekilde göçüğün altından çıkarılıp hayata bir parmağıyla sıkı sıkı tutunmaya çalışan çocuklarımızı?
- Nasıl unutabiliriz cezaevlerinde anneleriyle birlikte zorlu şartlarda mücadele eden çocuklarımızı?
- Nasıl unutabiliriz dünyanın farklı coğrafyalarında AB-D emperyalistleri ve onların yerli kuklalarının kendi kirli çıkarları için çıkardıkları savaşlarda ölen, yaralanan, sefalete ve açlığa mahkum bırakılan çocuklarımızı?
- Nasıl unutabiliriz emperyalist parabalarının ve onların taşeronlarının Suriye’de çıkardığı savaştan kaçan bir ailenin bebeği olan Aylan’ı? 2015 yılı idi…Henüz 3 yaşındaydı, cansız bedeni Muğla’nın Bodrum ilçesinde kıyıya vurduğunda…O gün Aylan Bebek’in kıyıya vuran cansız bedeniyle birlikte bir kez daha bizim de insanlığımız yitip gitti.
Biz Kurtuluş Partililer çocuklarımızın bu yaşadıklarının hiçbirini unutmuyoruz ve unutmayacağız. Türkiye Devriminin Önderi Ustamız HİKMET KIVILCIMLI’nın dediği gibi;
“Hangi ülkede hangi çocuğun kaç lokma ekmek yiyeceğine, servet sahiplerinin bir araya geldikleri kahvaltılarda ve yemeklerde karar verilir “
Ama bizler bu gerçekten yola çıkarak çocuklarımızın güneşin sofrasında istediği kadar lokma, istediği kadar yemek yiyebileceği günlerin er ya da geç gerçekleşeceğini biliyoruz ve bu uğurda mücadele etmeye devam edeceğiz. Ta ki yeryüzü sofrasında çocuklarımızın gülüşleri bizleri güneş gibi ısıtana kadar…