Hikmet Kıvılcımlı – Strateji ve Taktik: Stratejik ve Taktik Örgütler
Derleniş Yayınları’ndan yakında çıkacak “Dev-Genç Seminerleri” Kitabından:
Sevgi ve Saygıdeğer Genç Arkadaşlarım,
Bugünkü konumuz Strateji ve Taktik deyimlerinin açıklanması üzerine olacak.
Bir yıl süreden beri sol kanadın üzerinde en çok durduğu bu iki terim, biliyorsunuz, askerlikten alınmadır. Askerlik orduların savaşıdır. Sosyal problemler de, genellikle, sosyal sınıfların savaşı sayıldığı için, epey sonraları, klasik Bilimsel Sosyalizmin bir ülkede büyük başarı ve zafer kazandığı günlerden epeyce sonra, başarının daha çok askercil savaşlar biçiminde oluşundan ötürü, o ateşin içinden geçen kimi bilimsel sosyalistler, sosyal savaşın da daha kolay anlaşılması için, bu Strateji ve Taktik terimlerini kullandılar. Ve bunun üzerine de epeyce açıklamalar yapıldı.
Yalnız şunu hatırlatmak isterim: Yeryüzünde Proletarya Sosyalizminin zaferi, ilk büyük sonucu aldıktan sonra oldu bunlar. Onun için, strateji ve taktik deyimleri üzerinde, yani tabu sözlermiş gibi fazla kasılmak, bence pek gerekmese doğrudur. Çünkü, uygulamada sık sık gördüğümüz gibi, bu terimler sırf olayların iyi açıklanması ve iyi uygulanması için konuldukları halde, birçok karışıklıklara, anlam-kavram karışıklıklarına ve ondan ötürü de birçok uygulama karışıklıklarına neden oluyorlar.
O bakımdan, bu iki terimi önce özetleyelim ve bu özetten -ki çoğunuzun bu özeti de bildiğinize kaniyim, biliyorsunuz muhakkak- uygulamaya nasıl geçileceği üzerinde daha çok durmamız gerekecektir.
Strateji, biliyorsunuz, Grekçeden alınmadır. Eski Türkçede buna “Sevk-ül Ceyş” derlerdi. Orduların güdümü anlamına gelir.
Taktik de gene bir Yönetim anlamına gelen Grekçe sözcükten gelir.
Bu iki deyimden birisi; çarpışan orduların, iki taraf çarpışan ordularının cephelerde yerlerini alması demektir. Cepheye kadar güçlerin hareket edip cephedeki yerlerini alışları “Sevk-ül Ceyş” yahut Strateji adını alıyor.
Stratejinin bir Planı vardır, bir de Güdümü.
Strateji Planı, hangi amaç için bir savaş yapılıyor, önce onu tespit eder. Sonra, bu savaşa hangi güçler, nasıl katılacak, onları düzene kor. Ondan sonra da, bu düzenin ışığı altında, Strateji Uygulamasını, Strateji Güdümü’nü yapar.
Şu halde, önce Strateji Planı deyince neyin anlaşıldığını bir daha özetleyelim. Askercil savaştan örnek alırsak, bir ülkede ordular var. Bunların bir kısmı Özgüç olarak cephenin ön safına gider, askerlikte. Bir kısmı da Yedek Güçler olarak onun çevresinde cepheye hazır bir durumda bekletilir ve düzenlenir.
Sosyal alanda strateji dendi mi, onun özgücü: Bilimsel Sosyalizm açısından, biliyorsunuz, daima İşçi Sınıfı sayılır. Klasik Bilimsel Sosyalizm için Stratejik Özgüç İşçi Sınıfıdır. Stratejinin amacı dediğimiz, planda birinci safhayı [evreyi] tutan, alınacak hedef ve sonuç hangi aşamada olursa olsun, Sosyalizm için her zaman özgüç hep İşçi Sınıfı olmuştur, Proletarya olmuştur.
Örneğin, amaç Demokratik Devrim ise, orada da özgüç İşçi Sınıfıdır. Onun ardından gelen Sosyalizm Devriminde ise, gene özgüç İşçi Sınıfı olur. Ondan sonra, Sosyalizmin zaferinden sonra gelen üçüncü bir aşama biliyoruz, Sosyalizmin Temellerinin daha sağlama oturtulması, orada da gene İşçi Sınıfı özgüçtür.
O halde, güçler bahsinde, stratejik güçler konusu ele alındığı zaman, özgüç: Bizim anladığımız ölçüde, daima, hangi aşamada olursak olalım, İşçi Sınıfından ibarettir. Onun dışında bir özgüç tasavvur edilemez.
Özgüçten sonra Yedek Güçler gelir. Ve stratejinin en önemli plan değişiklikleri, aşamaya göre olan değişiklikleri, bu yedek güçlerin kullanımında derlenir, toplanır. Yedek güçler aşamaya göre değişir.
Klasik Sosyalizmin gelişiminde Demokratik Devrim konu iken, yani eski müstebit [zorba] saltanatlar yahut onların desteği olan derebeyi kalıntıları ve derebeylik alaşağı edilirken, özgüç İşçi Sınıfı, yedek güç, başlıca büyük yedek güç de Köylülük adını alır. Ve orada köylülük, büyük bir yığın olarak, yekpare bir bütün gibi konulur.
Bu aşama başarı ile sonuçlandıktan sonra gelen Sosyalist Devrim aşamasında özgüç gene İşçi Sınıfıdır. Fakat bu sefer Köylünün Fakir Tabakasıyla İşçi Sınıfı arasında bir ittifak yapılır. Yani, birinci, Demokratik Devrimde Köylülüğün bütünü ile İşçi Sınıfının elbirliği-ittifakı konudur. İkinci evrede daha ziyade Köylülüğün Fakir Tabakası ve Yarı-Proleterler dediğimiz insanlar bulunur.
Üçüncü aşamaya geldi mi, stratejik devrim yani Sosyalizmin Temellerinin Sağlanmasına ulaşıldı mı, orada Özgüç olan İşçi Sınıfı ile ondan önceki devrimlerin geniş ölçüde adeta yarattığı diyebileceğimiz, büyük Orta Köylülük yığınları yeniden İşçi Sınıfının savaşında müttefiki olur.
Bu üç kanalın da, bu üç aşamanın da amaçlarını daha söylerken özetlemiş olduk. Demokratik Devrimde amaç: Derebeyliğin kaldırılması… Bunun için burjuvazinin, hangi ülkede ise bu demokratik devrim, orada burjuvazi dediğimiz kapitalist sınıfının dahi tecrit edilmesi konu olur. Bu tecridin karşısında İşçi Sınıfı ile Köylülük bütünüyle ittifak eder.
İkinci aşamada, Sosyalizm aşamasında: İşçi Sınıfı ile Köylülüğün Fakir Fukarası ittifak ederler. Burada tecrit edilecek, daha ziyade küçükburjuva ütopik sosyalizmleri diyebileceğimiz devrimci sosyalistler, yahut burjuva sosyalistleri vb. gibi parlamentarizmi fazlaca abartıp bütün problemi orada sayan teşekküllerdir [örgütlerdir]. Ve bu sefer kapitalizm, kapitalist sınıfı iktidardan düşer.
Bu, stratejinin üç aşaması, bildiğimiz klasik üç aşamasındaki planıdır, söylediğimiz birkaç söz.
Bütün bu her üç plan sırasında da Strateji Güdümü diye bir davranış konudur. Strateji Güdümünde bir formül vardır: “Karşıt güçlerin en yaralanabilir yerine, devrimci güçlerin en ağır basanını, en kritik anda yığın yapmak”, biçiminde özetlenir.
Yani dört eleman bulunuyor bu deyim içinde. Önce stratejiden maksat, stratejinin güdümünde birinci göz önünde tutulacak şey; devrimci güçlerin, hasım, karşıt taraf güçlerinin en zayıf oldukları noktasına yöneltilmesi. Fakat bu yönetişte en ağır basan, en önemli güçleri orada, en kritik zamanda teksif etmek, yoğunlaştırmak. Sonra bu yoğunlaşan güçleri maksima amaca doğru taktik davranışlarla ulaştırmak.
Demek Strateji deyince, bir daha özetlersek, önce her sosyal aşamanın asıl amaç olarak kendisi tespit edilir (saptanır diyorsunuz galiba). Bu amaca göre güçler, sosyal güçler, vurucu güçler, özgüç ve yedek güç olarak düzene konup bu güçler arasında, özgüçle yedek güçler arasında, o güçlerin cephede yerleştirilmeleri, yani bir nevi yer alışları biçimi tespit edilir. İttifak mı yapılacak, yoksa başka bir şey mi, o tespit edilir. Ondan sonra da stratejik güdüm başlar. Bu güçler hasmın en zayıf noktasına, en kritik anda, en büyük ağır basıcı biçimiyle yoğunlaştırmak şeklinde konulur. Strateji deyince aşağı yukarı bunlar akla geliyor.
Bunu benim size, işte, bizim İstiklal Savaşı’nda bir askercil örnekten konu ederek açıklamam daha doğru olacak, daha anlaşılır olacak.
Yunan Cephesi diye bir cephe var. Stratejide, bu cephe önünde Kuvayimilliyeci devrimcilerimiz önce amaçlarını tespit ettiler: Düşmanı denize dökmek, amaç buydu. Yani Anadolu toprağından atmak. Bu amaca göre, strateji planının bu amacına göre vurucu güçleri ele aldılar. Bu vurucu güçler özellikle cepheye sevk edilecekti, biliyorsunuz.
Dumlupınar Savaşı olurken hangi yollar tutuldu ve nasıl uygulandı?
Hepiniz az çok Milli Kurtuluş Savaşı’nın askercil hikâyelerini okurken görmüşsünüzdür. Mütemadiyen [sürekli olarak], cephenin kuzey tarafını, yani sağ kanadını Türk Ordusu’nun adeta boş bırakmayı göze alarak, asıl vurulacak yer, yani düşmanın en zayıf, en yaralanabilir noktası Afyon tarafı olduğu için, vurucu kuvvetlerin en büyüğü Afyon etrafında toplandı. Ve oradan, tabiî düşmanın da elden geldiği kadar hiçbir şey fark etmemesi için gereken tedbirler alınmak suretiyle taarruza [saldırıya] geçildi.
Sosyal savaşlarda da buna benzer stratejik davranışlar düşünülebilir.
Yalnız, bu strateji konusu konulurken, sosyal savaşların gelişiminde, bazı noktalar ihmal ediliyor. Plan deyince, sosyal gelişimin bütün aşamaları göz önünde tutulur ve bu aşamalara belirli isimler verilir. Örneğin Demokratik Devrim aşaması, bütün sosyal politika örgütlerinde, yani partilerde Minima Program diye anılır. Sosyalizm aşaması da Maksima Program diye anılır.
Son zamanda, bu iki deyim yerine başka başka terimler kullanılmaya başlandı. Bunlar, görebildiğim kadarıyla, zihinleri aydınlatmaktan çok, biraz daha terminoloji gürültüsü şeklinde karıştırmaya doğru da gidebiliyorlar.
Sonra, Devrim deyince, devrimin birinci problemi doğrudan doğruya İktidar mevkii problemidir. Devrimin herhangi bir slogan yahut herhangi bir başka elemanı birinci önemi kazanmaz. Bu nokta da, çok defa strateji tartışmaları yapılırken gözden kaçırılıyor. O zaman, devrimin adeta ruhu zedelenmiş gibi bir halle karşılaşıyoruz.
Bunun açıklamaları üzerinde arkadaşlar muhakkak sorular açacaklar. Sırası geldi mi birkaç kelime daha konuşabiliriz.
Şu halde Strateji, askercil kıyaslama ile daima açıklama yaptığımıza göre: Harptir [Savaştır], askerlikteki harbin karşılığıdır. Taktik ise, bu harbin içindeki küçük muharebelerdir.
Biliyorsunuz, gene Anadolu Kurtuluş Savaşı’nda: Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya, vb. muharebeleri oldu. Bunlar, asıl son zaferi sağlayan stratejik planın uygulanmasında zaman zaman kullanılmış taktiklerdir, taktik savaşlardır. Onun gibi, sosyal savaşlarda da taktik basamaklar ve taktik savaş biçimleri ve parolaları vardır. Bunlar daima taktik durumlara göre çok değişken olurlar.
Taktiğin de bir planı vardır ki, Strateji içinde Taktik diyebiliriz ona. Stratejik aşamanın zaman zaman güçler arasındaki denge bakımından birçok değişiklikleri olur. O zaman bakarsınız devrimci güç karşıt güçlerin baskısı altında gerilemek zorunda kalır. Bu gerileme sırasında, Ricat [Geri Çekilme] Taktiği diye askerlikte anılan taktik kullanılır. Fakat başka bir zamanda devrimci güçlerin ağır bastığı belirir. O zaman devrimci güçlerin kullanacağı taktik bunun tam tersi, Taarruz [Saldırı] Taktiği olur.
Binaenaleyh [bundan dolayı], taktiğin de strateji içinde zaman zaman işte negatifle pozitif gibi birbirine zıt görünen, ama birbirini tamamlayan biçimleri daima değişir. Ve o değişen biçimler içinde hiç şaşılmaksızın hangi biçimin neden gerektiği etrafında uzunca düşünmek başlıca hedef sayılır.
Stratejinin bu taarruz veya müdafaa [savunma] yahut ricat biçimleri uygulanırken, (ayrıntılarını sonra icap ederse izleriz), iki birbirine zıt görünen eleman önem kazanır. Birincisi (gerek ricat, gerek taarruz taktiği olsun, her ikisinde de) daima dikkat edilecek nokta: O sırada hangi halkaya önemle basmak, hangi momenti birinci derecede önermek gerekir, o aranır. Buna büyük ustalar, zinciri sürükleyecek halka adını vermişlerdir. Yani, zincir birçok halkalardan ibarettir, taktiğin de böyle birçok halkaları vardır fakat bütün gücümüzle asıl öyle bir halkasına asılmalıdır ki, o halka çekilince bütün zincir de arkasından sürüklenip gelsin, derler. Ki bu zaten diyalektiğin kritik momenti dediğimiz karakteristiktir.
Şu halde, taktikte en çok dikkat edilecek şey: Taktiğin ricat veya taarruz olduğuna [oluşuna] göre, her iki basamağın da bütünüyle sosyal gelişimi peşinden getirecek en önemli halkayı bulmak ve ona var gücü ile asılmak önemli sayılır. Fakat bu, işin biraz, tekrar gözden geçirince anlaşılacağı gibi, adeta sübjektif tarafı, yani devrimcilerin yapacakları taktik özellik sayılır. Oysa taktiğin bir ikinci kutbu vardır, o da yığınlarla ilişkisi…
Her taktik basamağın gerek mücadele, gerekse örgüt biçimleri ve sloganları, bizce yahut devrimciler tarafından önemli görülmekle yeteri kadar gerçekleşemez. Bu önemli sayılan halkanın yığınlar tarafından da tutulması, desteklenmesi önemlidir. Yani, eğer özgüç, yedek güçler ve hatta öncü güç öne sürülen taktik mücadele ve parola biçimlerini benimsemezse, istediğimiz kadar dâhiyane bir taktik plan kurmuş olalım, onun uygulanması eksik kalır, daha doğrusu başarısız kalmaya mahkûm olur. Mutlaka yığınların da o taktiğe uygun düşünce davranış düzeyine getirilmesi ve gelmiş bulunması önemlidir.
Bu nasıl olacaktır, deyince -ayrıntıları bir tarafa bırakırsak- elbet yığınlara devrimci örgütlerin bilinç vermeye çalışması ilk yapılacak davranış ve düşünce alanıdır. Yani Propaganda yapacağız, Tahrikât (Ajitasyon) yapılacak, Teşkilat [Örgütlenme] yapılacak, vb…
Yalnız, bütün bu taktik mücadele ve parolalarımızın yığınlarca benimsenmesi, bu yaptığımız davranış ve düşüncelerle sağlanamaz. Yığınların da bir yoğurt yiyişi vardır. Onlar daima, binlerce yıldan beri aldatılmış insanlardır. Gerek İşçi Sınıfı, gerek köylü yığınları, esnaflar ve bütün halk dediğimiz büyük yığınlar en az, hele bizim ülkemizde, 7 bin yıldan beri mütemadiyen [sürekli olarak] aldatılmıştır. En doğru düşünceli insanlar bile, dünyanın en mükemmel örgütü ile yığınlar önüne çıkıp da Ajitasyon ve Propaganda, hatta Örgüt Biçimleri teklif etmek suretiyle yolu aydınlatsalar, yığınlar bunu şöyle bir belki düşünce olarak doğru bulurlar, fakat tamamıyla benimsemek için, mutlaka onların da bu söylenenleri denemeden geçirmeleri gerekir.
İşte devrimci düşünce ve davranışın en büyük, en kritik karakteristiği burada gözükecektir. Biz yalnız nutuk çekmekle, yalnız propaganda yapmakla, yalnız birtakım örgütler kurmakla yetinip kalırsak, bu devrimci taktik olmaz. Çünkü yığınların o devrimci taktiğe uymaları için o devrimci taktiğin önerdiği problemleri dişine vurması, pratikte denemesi gereklidir. Şu halde devrimci taktiğin yönetimi, taktik yönetiminde ikinci önemli şey (birincisi o planı bizim devrimci bilince ulaştırmamız, yani en önemli halkayı seçmemiz vb. tarzında olduktan sonra) bu halkanın önemini, zinciri sürüklemenin gereğini yığınların da kendi tecrübeleriyle benimsemeleri başta gelen şart olur.
Şu halde Taktik Plan deyince: Taarruz mu, ricat mı, savunma mı hangi basamakta, strateji aşamasının hangi basamağında bulunulduğunu saptamak akla gelir. Taktik Yönetim dendi mi de: O basamağa en uygun mücadele biçim ve parolalarını seçtiğimiz sırada, onların da içinde, o mücadele biçimleri ve parolaları içinde bütünüyle olayları sürükleyecek, zinciri sürükleyecek halka biçiminde olan taktik elemanı seçip bulmak gerekir. Bu bir.
İkincisi, bu taktiğimizi yığınların da kendi denemeleriyle, her günkü hayatlarıyla, savaşa katılmalarıyla doğruluğuna inanarak benimsemeleri, taktiğin yerinde olduğunu ispatlar.
Strateji ve Taktik üzerine bu genel kaneva özeti hiç hatırdan çıkmaması gereken prensiplerimiz sayılır. Ondan sonra, bu prensiplerin uygulanmasına geçildi mi, artık genel sözlerden tamamen kurtulmak, her ülkenin kendi sosyal ilişkileri içine derinliğine inmek, oradaki ilişki ve çelişkileri en objektif, en somut biçimleriyle kavramak ve ona göre davranmak, düşünmek başlıca görev olur.
Daima hepimizin rahatsız olduğu biçimde, başka ülkelerin kitaplarında yazılmış strateji planları, strateji güdümleri yahut taktik planları, taktik güdümleri aynen, formüller olarak ezberlenilip de birbirimize tekrarlanmak suretiyle yapılan tartışma ve eleştiriler, ancak bir hazırlık, daha doğrusu bir çıraklık çağının alfabetik gelişmeleri sayılabilir. Asıl önemli olansa, bu alfabeyi ezberledikten sonra oturup onunla yazı yazmak anlamına gelen, kendi toplumunun, kendi sosyal sınıf ilişkileri ve sosyal anları (momentleri) ne ise onları doğru belirtip onlar üzerinde düşünce ve davranışımızı geliştirmektir.
Ben bu kadar söylemiş olayım. Arkadaşlarımdan, bu noktalarda evvela bir karanlık kalmış elbet birçok noktalar olabilir ve onların zihinlerinde düğümlenmiş bazı problemler olabilir, onları sorayım ve onları tartışarak konuyu daha açmaya çalışalım.