“Hırsızlar İmparator”luğunda Bağımsız-Tarafsız-Adil Yargı olmaz
Ne olur?
İktidarın hukuk bürolarına dönüştürülmüş yargı olur.
Bu yargıda; bağımsızlık, tarafsızlık, adalet yoktur.
Bu yargıda; delil toplamak ya da toplanan delilleri hukuki nitelemeye tabi tutarak kararlar vermek, gerekirse yeni delillere ulaşmak gibi temel yargılama görevlerini yerine getirmek gibi bir anlayış da yoktur.
Bu yargıda; Burjuva Hukukunun temel ilkelerinden olan “hukukun üstünlüğü” ve“kanunlar hiyerarşisi” gibi ilkeler hiç yoktur.
Bugün günümüzde, bundan yaklaşık 250 yıl önce Cesare Beccaria tarafından sorulan; “Ulusların yasalarını imtiyazlarıyla büyük oranda belirleyen soyluların suçları hangi yasalarla cezalandırılacak?” sorusunu defalarca haklı çıkartan uygulamalar yaşamaktayız.
Özellikle son dört yıldır, yani 12 Eylül 2010 Referandumundan sonra ülkemizde; Kuvvetler Ayrılığı da kalmamıştır. Yasama da yürütme de yargı da tek bir kişide, Tayyip’te toplanmıştır.
Bir başka anlatımla; artık ülkemizde Meclis, Bakanlar Kurulu, mahkemelerin ezici çoğunluğu birer formalitedir. Tayyip’in ağzından ne çıkarsa Bakanlar Kurulunda karara, Mecliste yasaya dönüşmektedir. Bu durum Tayyip başbakanken de böyleydi, devlet başkanı seçildikten sonra da aynen devam etmektedir.
Çok gerilere gitmeden birkaç örnek verirsek;
2012 yılının başında MİT Müsteşarı Hakan Fidan savcılarca ifadeye çağrıldı, ucunun kendisine kadar uzanacağını görün Tayyip efendinin bir talimatıyla, MİT Yasası bir günde değiştirildi. Daha doğrusu bir günde bile değil, 12,5 saat aralıksız devam eden Meclis görüşmeleri sonunda sabaha karşı yasa kabul edilerek; “MİT Müsteşarı hakkında soruşturma yapabilmek için Başbakan’dan izin alma” kuralı getirildi.
2013 yılının sonunda 17-25 Aralık Operasyonları ile TC tarihinin gelmiş geçmiş en büyük rüşvet, vurgun ve hırsızlık operasyonu yapıldı. Başta Tayyip ve çocuklarının, Bakanların, bakan çocuklarının, banka müdürlerinin, belediye başkanlarının, müteahhitlerin, yer aldığı hırsızlar şebekesi yakalandı. Bir kısmı tutuklandı. Burada da iş Tayyip’e kadar uzanacakken ve yine Tayyip’in talimatıyla; “ihtiyaca binaen” yasalar çıkarttılar.
2014 yılının Şubat ayında çıkarttıkları 5’inci yargı paketi ile, aramaları zorlaştırarak “somut delil” şartına bağladılar. Dinleme, izleme ve teknik takip, malvarlığına el koyma kararları için Ağır Ceza Mahkemesindeki üç hâkimin oy birliği koşulunu getirdiler.
İlk bakışta adil ve demokratik gibi görünseler de esasında bu kuralların Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’nun boyutlanmasını engelleme amaçlı olduğu çok açıktı. Nitekim soruşturma savcılarının da görevden alınmalarıyla Rüşvet Operasyonunu sonuçsuz bıraktılar. Tutuklananlar tahliye edildiler. Geçtiğimiz günlerde de aklı başından hiçbir hukukçunun kabul etmeyeceği, okuduğu asgari hukuk bilgisine ihanet etmeyen ve mesleğe başlarken ettiği yemine sadık kalan hiçbir savcının veremeyeceği bir takipsizlik kararıyla Rüşvet operasyonu kapatılmış oldu.
Bunun arkasından bu hırsızlara “haksız tutuklama” nedeniyle bir de tazminat öderlerse şaşırmayız.
Yine aynı yöntemlerle, Alman Mahkemelerinin“yüzyılın dolandırıcılığı” dediği ve kararlarında “asıl ve güçlü bağlantılarının Türkiye’de olduğunu” belirttikleri Deniz Feneri Operasyonunu yürüten savcıları da görevden alarak, operasyonu olmamışa çevirdiler. Böylece temiz dini inanca sahip yurttaşların fitre, zekât gibi sadakalarını toplayarak elde ettikleri serveti kendi hesaplarına aktaran bu hırsızları da kurtarmış oldular.
Tabiî şimdilik…
Emekçi halkın alınterine el koyan bu hırsızlar yaptıklarının hesabını er geç verecekler. Demokratik Halk İktidarında zamanaşımı da işlemeyeceği için eninde sonunda bu hesap sorulacak kendilerinden.
Tayyipgiller’in yargı üzerindeki oyunları bunlarla sınırlı değil elbette.
Bunlardan en ibretlik olanları ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerine tehdit ve şantajla açıktan yapılan müdahale ile arama, yakalama, gözaltına alma, tutuklama vb. konularla ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)’deki keyfi değişikliklerdir.
Örneğin; Rüşvet Operasyonunun önünü kesmek için CMK’de sekiz ay önce yaptıkları yukarıda belirtilen değişikliklerden bugün vazgeçmiş durumdalar. Meclise sevk ettikleri yeni bir “Torba Kanun” teklifine göre; “makul şüphe” ile kişilerin üstlerinin, evlerinin, araçlarının, işyerlerinin aranmasına karar verilebilecek. Polise,“makul şüpheli” kişilere 24 saat önleme gözaltısı yapma ve savcılığa da bu süreyi 48 saat daha uzatma yetkisi verilecek. Avukatların dosyaya ulaşması engellenebilecek. Öyle ki, polisin biber gazından korunmak için maske takmak bile potansiyel suçlu olarak gözaltına alınma gerekçesi yapılacak.
Yine 12 Ekim’de yapılan HSYK seçimleri öncesinde Tayyipgiller tarafından yapılan; “desteklediğimiz grup seçimleri kazanamazsa seçimleri gayri meşru sayarız, bu durumda diğer planlarımızı hayata geçiririz” türünden onur kırıcı açıklamaları hâlâ belleklerdedir. Seçimlerde istedikleri sonucu alınca hakim ve savcılara vaat ettikleri 1155 TL rüşveti de bu “Torba “Kanun” teklifine koydular. Gerçekten onur kırıcı bir durum. Esasında bu rüşvetin geri çevrilmesi gerekmektedir.
Baştan beri anlatmaya çalıştığımız gibi, günümüzde hukuk; birbiri ile iktidar mücadelesi yürüten Ortaçağcıların rakibini alt etme aracı olarak kullanılmaktadır. Bundan yedi yıl önce, iktidarı paylaştıkları dönemde, antiemperyalist, ilerici, yurtsever, Mustafa Kemalci aydın ve askerleri tasfiye etmek için de hukuku kullandılar. Bundan sonra da kullanmaya devam edecekler. Tabiî bizler güçlenip, “dur bakalım” diyerek karşılarına dikilene kadar.
Sonuç olarak; Marks’ın da dediği gibi “bir toplum homojen olduğu sürece, tek bir sosyal etik yaratabilir ve dolayısıyla sosyal bir iradeye ve ortak bir sosyal yarara cevap veren hukuki ilişkiler kurabilir. Buna karşılık, çelişik çıkarların tahakküm için çarpıştıkları bir toplumda böyle bir şey mümkün değildir.”
Dolayısıyla, başta İşçi Sınıfımız olmak üzere tüm Emekçi Halkların İşsizlik ve Pahalılık Cehenneminde kavrulduğu, emek-sermaye çelişkisinin keskin bir şekilde hüküm sürdüğü, velhasıl ekonomik-sosyal-siyasal eşitsizliklerin istisna değil kural olduğu bizim gibi geri ülkelerde bu eşitsiz kuvvetler arasındaki “hukuk eşitliği” ancak daha güçlü olanın galibiyetini garanti edebilir (Monique-Roland Weyl – Gerçekte ve Eylemde Hukukun Payı).