İşçi katliamlarının, işsizliğin, sömürünün sorumlusu hep aynı
Bildiğimiz gibi 13 Mayıs’ta Soma’daki çok büyük bir facia yaşandı. Resmi rakamlara göre tam 301 işçi kardeşimiz Soma Madencilik AŞ’ye ait Eynez kömür ocağında hayatını kaybetti. Bu, dünya çapında çok büyük, ülkemiz için ise en büyük maden faciasıydı.
Katliamın üzerinden geçen 5 aylık süre içerisinde kimi gelişmeler yaşandı yaşanmasına ama o da işçilerin aleyhine sonuçlar verdi kısa vadede.
Neydi gelişmeler?
Tayyipgiller iktidarı, çıkardığı Torba Yasa içine koyduğu maddelerle, madencilik sektörüne ilişkin “iyileştirme”ler yaptı. Bu kaçınamayacakları bir durumdu. Çünkü katliam ve bu katliamda işverenin suçu çok açıktı. Diğer maden işverenleri de aynı durumdalardı. Üstelik de bu katliamda birinci derecede suçlulardan biri de hükümetti. O da çok açıktı. O yüzden de tepkileri azaltmak, suçlarını gizlemek, Somalı işçiler başta olmak üzere madenlerde ve benzeri işlerde çalışan işçilerde biriken, büyüyen öfkeyi yatıştırmak için bu manevraya ihtiyaçları vardı. Dolayısıyla yeraltında çalışan işçilerin çalışma saatlerini, emeklilik gün sayılarını azalttı, bu işkolunda çalışan işçilere asgari ücretin iki katından az ücret verilemeyeceğini hükme bağladı.
Ancak hiç beklenmedik bir durum oldu: Maden işverenleri, özellikle Zonguldak bölgesindeki 4 bin işçinin çalıştığı 22 maden işvereni, Torba Yasayla getirilen maddi yükleri karşılayamayacaklarını söyleyerek madenleri kapattılar. Ve işçileri işten çıkardılar. Yani Torba Yasayla yeni ve olumlu çalışma koşullarına, daha iyi ücret olanaklarına kavuştuklarını düşünerek sevinmeye başlayan işçilerin sevinçleri kursaklarında kaldı. Hatta daha fazlası oldu: bir anda İşsiz kaldılar! Ve işçiler yasayla getirilen haklarından bile vazgeçmeye razı olarak işyerlerinin açılmasını istediler, eylemler koydular. Yürüyüşler, basın açıklamaları yaptılar, işverenlerini desteklediler… Yani Torba Yasayla birlikte işverenler işçileri, sıtmayı göstererek ölüme razı ediyorlardı. Torba Yasa öncesi işçiler az bir ücret de olsa, sonunda ölüm de olsa evlerine bir lokma ekmek götürüyorlardı… Oysa şimdi… Şimdi ne yapacaklardı? Açılan okullar, yaklaşan kış ve işsizlik… İşçilerin sıtmaya razı olmaktan başka yapabilecekleri bir şey var mıydı?..
İnsanı bile bile ölüme götüren düzen: kapitalizm
Milliyet Gazetesi’nin 23 Eylül tarihli konuyla ilgili haberinde bir işçi kardeşimiz, Soner Bayraktar şöyle söylüyor:
“(…) Valilik önünde eylem yaparken konuştuğumuz Bayraktar, “Benim 1 çocuğum var. Çıkışımızı verdiklerinde utançtan ne diyeceğimi bilemediğimden eve gidemedim. Kalktık buraya geldik” sözleriyle yaşadıklarını anlatmaya başladı. Bu sırada gözleri dolan Bayraktar, cümlesini zorlukla tamamladı: “Soma’da 300 kişi öldü, burada 4 bin kişinin mezarı kazıldı.” Bayraktar’ın gözlerinin dolması ile asılı kalan “Peki şimdi ne yapacaksınız” sorumuza yanıt ise yanındaki arkadaşı Sait Çoloğlu’ndan geldi: “Göçe çıkacağız. Soma’ya gideceğiz. Yapacak başka bir şey yok.”
Göçe… Soma’ya… 401’inci, 501’inci olmaya…
İşte düzen bu düzen! Bu rezil, bu insanlık dışı, bu insanı aşağılayan, bu insanı bile bile ölüme götüren düzen: Kapitalizm, Sınıflı Toplum!
Ve bakın, maden ocağı sahibi ve Zonguldak Ticaret Odası Başkanı Salih Demir diyor ki:
“(…) Soma’daki gibi kömürü devlet alsın biz işçiye asgari ücretin 2 değil, 2,5 kat fazlasını verelim.”
Yani?
Soma’da devlet, çıkarılan kömürün tamamına alım garantisi veriyor.
Niye?
Çünkü oradaki işverenler Tayyipgiller’in çıkar ve suç ortakları da ondan…
İşveren bu. 2 değil, 2,5 katını verir mi?
Şimdi böyle söylüyor ama asla vermez! Elinden gelse hiç vermez. Bir halk deyimimiz vardır: El kesesinden cömertlik etmek. Bunlarınki de o hesap. Devlet bize versin biz de ondan bir kırıntıyı işçiye verelim, demek istiyorlar. Kapitalizmin işleyiş kuralı gereği, kapitalistin kârı işçinin yarattığı emeğinden çalınan artıdeğerden oluşur. Ve kârın tek kaynağı budur. Yani mecbur kalmadıkça işverenler İşçi Sınıfına hiçbir şey vermek istemezler. Keşke işçileri hiç ücret vermeden çalıştırabilsek, diye düşünürler… Bildiğimiz gibi Türkiye’de işçilerin büyük çoğunluğu zorunlu geçimini sağlamaya yetecek olan ama bunu hiçbir zaman sağlayamayan asgari ücretin bile altında çalışmaktadırlar.
Tüm işverenler bunu sağlamak için her türlü oyunu oynar, her türlü yalanı söyler, her türlü numarayı yapar. Sadece bizim ülkemizde değil, tüm dünyadaki işverenler bunu ister, bunu yapar.
Niye?
Çünkü bu düzenin adı Kapitalizm. Kapitalizm insanın insanı soymasına, sömürmesine, zulmetmesine dayanır. İşverenler açısından kâr, daha çok kâr, daha çok kâr elde etmeye dayanır. Sistemin kendisi bunu zorlar. Çünkü en çok kârı elde eden kazanır, diğerleri batar. Kim, hangi işveren işçinin işgücünü, alınterini daha çok sömürürse o daha çok kazanır, daha çok kâr eder. Sistem bunu ister, bunu zorlar. Yani tek tek işverenlerin elinde değildir başka bir şey yapabilmek; işçilere bir kuruş daha fazla ücret vermek… Hiçbirisi bunu yapmaz-yapamaz…
Bilirkişi raporuyla Soma’nın katilleri tescillendi
Tam bunlar yaşanırken, Soma Katliamı’na ilişkin yeni gelişmeler yaşandı. Katliamdan sonra açılan soruşturma çerçevesinde iki kez madene giren bilirkişiler, Temmuz ayındaki incelemeleri sonucu hazırladıkları son raporlarını geçtiğimiz günlerde mahkemeye sundular.
Alanında uzman bilirkişiler (3 profesör, 1 iş güvenliği uzmanı) tarafından hazırlanan ve birinci rapora göre daha ayrıntılı olan 126 sayfalık raporun, tüm konularda devleti ve işvereni suçlu bulduğu ortaya çıktı. Daha doğrusu maden ocağının kayıtları gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş. Milliyet Gazetesi’nin 21 ve 22 Eylül tarihli sayılarındaki Meriç Tafolar imzalı haberdeki sadece başlıkları vermekle yetiniyoruz:
“Bilirkişinin 2. Raporu, işçilerin tüm iddialarını doğruladı
“Sadece işçiler suçsuz çıktı!
“(…) işletme işçileri fazla üretim için çalışmaya zorla”mış,
“2. rapor daha ayrıntılı
“Kayıtlar sağlıksız
“3 yıl önce kömür üretimi tamamlanmış
“Kanun uygulanmamış
“Sensörler faciayı adeta haykırmış
“Sınır aşılmış
“Anormal sıcaklık göz ardı edilmiş”
Daha ne olsun?
Katliamın olması için her şey varmış!
Gördüğümüz gibi (raporda da bir kez daha söylendiği gibi) “Suçlular Hep Aynı”:
İşverenler: Gürkan’lar, Torunlar…
Ve onların siyasi plandaki uşakları: Demirel’ler, Özal’lar, Çiller’ler, Tayyipgiller…
Ve onların maaşlı bürokratları, uzmanları…
Dün ve bugün bunlar… Ya yarın?..
Ama bir yere kadar! İlanihaye değil! Sonsuza kadar değil! Sürgit değil!
Sabır taşının çatladığı, onların (İşçi Sınıfımızın) o ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları ana kadar!
And olsun ki o ana kadar!
ONLAR
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların maceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların maceraları vardır.
Demir,
Kömür
Ve şeker
Ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
Nazım Hikmet