Kapitalizm-Din Devleti-Sosyalizm
Mustafa Şahbaz
Kapitalizm öncesi toplumlar, ümmete dayanan din devletleriydi. Batılı anlamda genelleyip Feodal toplumlar demek adettendir. Fakat dünyanın her yerinde ve her toplumda Avrupa Feodalizmi bire bir yaşanmıyordu. Kimi toplumlar daha Orta Barbarlık Konağında, Göçebe-Sınıfsız Toplumda yaşıyorlardı. Kapitalizmin şafağında, Yukarı Barbarlıktan orijinal bir Medeniyet kurarak sınıflı toplum aşamasına geçilecek ne Coğrafya ne de Toplum artık kalmamıştı yeryüzünde. O yüzden Hz. Muhammed, çağını aşan bir öngörüyle; “Ben hatem-ül-enbiyayım” yani “son peygamberim”, demişti. Ve son orijinal medeniyet İslam Medeniyeti oldu. İslamiyet sonrası görülen Tarihsel Devrimler hep Orta Barbar Toplumların Medeniyete girişi biçiminde oldu. Orta Barbarlar kokmuş, çürümüş medeniyetleri bir vuruşta yıkıyorlar fakat orijinal bir medeniyet kuracak kadar gelişemedikleri yani Yukarı Barbarlık Konağına geçip orijinal bir Medeniyet kurmak için gereken kurumları geliştiremedikleri için, yıktıkları-fethettikleri Medeniyetin içine girince o Medeniyet tarafından fethediliyorlardı. Ancak o Medeniyeti rönesansa (yeniden diriltime) uğratabiliyorlardı. Buna Hikmet Kıvılcımlı Usta, Tarihsel Devrim diyor, bildiğimiz gibi. Bu Tarihsel Devrimi gerçekleştiren Orta Barbar (Göçebe) Toplum, kısa sürede kendisi de medenileşiyor, yani sınıflı topluma dönüşüyor; zamanla yozlaşıp çürüyor ve yeni bir Barbar Akını gelip kendilerini yıkana dek bu çürümüşlük içinde toplumlar debeleniyordu.
Ve 15’inci Yüzyıl sonu 16’ncı Yüzyıl başlarında ilk olarak İngiltere’de insanlık yeni bir konağa atladı. Bu kez Tarihsel Devrim değil, Sosyal Devrim hayata geçti. Hikmet Kıvılcımlı’nın söylemiyle:
“En az 300 yıldan (günümüzde 360 yıldan – M. Şahbaz.) beri Tarihsel Devrim (Bir Medeniyetin körü körüne ve toptan yıkılması) gidişi durmuştur. Modern İngiliz devrimiyle birlikte, insanlık bir aşama daha hayvanlıktan kesince kurtulmuş: SOSYAL DEVRİMLER (Bir Medeniyet yıkılacağına, bir Sosyal Sınıf tahakkümünün yıkılıp gitmesi) çağı açılmıştır.” (Tarih-Devrim-Sosyalizm, s. 16)
Ve kapitalizmin doğuşundan daha 500 yıl geçmeden insanlık yeni bir konağa atlamıştır: Sosyalizm Konağına. Önce 1781 Paris Komünü’yle insanlık kısa ömürlü de olsa Modern Komünizme adım atmış; 1917’de ise Büyük Ekim Devrimi’yle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurarak, Bilimsel Sosyalizmin rehberliğinde, Bilimsel Sosyalist bir düzen kurmuştur.
Altın Çağ: İnsanlığın unutamadığı çağ
İnsanlık, sınıflı topluma girişle birlikte alt sınıflarda ve üst sınıflarda bir çürümeye uğramıştır. Bu çürümüşlüğe karşı duyduğu tepkiyle yüz binlerce yıl içinde yaşadığı sınıfsız topluma hep özlem duymuştur. O çağa “Altın Çağ” adını vererek hep dile getirmiş ve o çağa olan özlemini hiçbir zaman yitirmemiştir. Köleci düzende yaşarken de, Feodal düzende yaşarken de, Kapitalist düzende yaşarken de bu özlemini hayata geçirmeyi hayal etmiştir. Bu hayal, kapitalizm sonrasında Ütopik Sosyalizm yani Hayalci Sosyalizm biçiminde somutlaşmıştır. Fakat Marks-Engels Ustalar, insanlığın bu özlemini bilimsel temellere oturtmuşlar; Bilimsel Sosyalizmi (Marksizmi) kurmuşlardır. İnsanlığın nasıl kaçınılamaz bir biçimde Sosyalizme, oradan da gerçek sınıfsız toplum olan Komünizme geçeceğini bilimsel olarak insanlığın önüne koymuşlardır. İnsanlık, sınıfsız toplum olan İlkel Komünal Toplumdan yine sınıfsız toplum olan Modern Komünizme kaçınılmazca geçecektir. (Geriye düşüşler bizi yanıltmasın. Sosyalist Kamp’ın yıkılmış olması, Sosyalizmin insanlığın özlemi olmaktan çıktığı anlamına gelmez. Nitekim Latin Amerika’da insanlık solcuları, sosyalistleri iktidarlara taşımakta fakat Bilimsel Sosyalizmi (Marksizm-Leninizmi) tam olarak bilince çıkaramayan, çıkarsa da kararlıca uygulama cesaretini ve becerisini gösteremeyen liderler nedeniyle, 1917 Ekim Devrimi çapında dünyayı sarsacak Sosyalist Devrimler olamamaktadır. Ama Sosyalizm isteği katmerlenerek gelişmektedir. Er geç yolunu bulacaktır bu halklar ve dünyanın diğer kıta halkları.)
Ortaçağ’dan çıkamamak
Yazımızın başlığını “Kapitalizm-Din Devleti-Sosyalizm” diye belirledik. Oysaki tarihsel sıralamaya-gidişe göre; “Din Devleti (Feodalizm)-Kapitalizm-Sosyalizm” biçiminde olmalıydı başlığımız. Fakat Kıvılcımlı Usta’nın deyimiyle; “Kadim Tarihte ‘Ortaçağ’lar Çoktur.” Bizim gibi Ortaçağ’dan tamamen çıkıp kapitalizmin tam anlamıyla kurum ve kuruluşlarıyla yürüdüğü bir düzene geçememiş toplumlarda, bir diğer deyişle Tefeci-Bezirgân Sermayeyi tamamen ortadan kaldıramamış toplumlarda, Tarihin akışı geriye gidişler, din devletine-feodalizme doğru gidişler biçimini alabilir. Yani adeta kapitalizmden geriye feodalizme geçiliyormuş izlenimi doğar.
Bizde silme Tefeci-Bezirgân Sermaye temsilcisi olan Tayyipgiller iktidarının 20 yıl boyunca yaptıkları her şey, Kuvayimilliye’nin (Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın) hayata geçirdiği Burjuva Devrimini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Afganistan’daki Taliban benzeri bir din devleti kurmaktır. Ağızlarından düşürmedikleri ama içini doldurmaya da cesaret etmedikleri “dava”ları budur. Tayyip’in AKP’den ayrılanlar için sık sık kullandığı “davaya ihanet ettiler” sözünün anlamı da budur. Yani demek istiyor ki, biz din devleti kurmak için hep birlikte yola çıktık. Bunu “dava” belledik. Hazır ABD-İngiltere-İsrail de ağzımıza tükürdü; bizi iktidar yaptı. Artık amaca bu kadar yaklaşmışken bana biat etmeyerek AKP’den ayrılanlar, bu kutsal davamıza (cihadımıza) ihanet ettiler.
Adamlar zaman zaman ağızlarından da kaçırıyorlar zaten:
“Hürriyet’ten Tülay Demir’e konuşan [Mahir] Ünal, ‘Kongre, gündemin çok hareketli ve değişken olduğu bir döneme denk geldi. Peki bu kongreden neler bekleniyor? Yeni yol haritası belirlendi mi’ sorusuna şu yanıtı verdi: ‘Bu kongre, 2023’ün başlangıcı… Yani biz bu kongredeki kadrolarla 2023 seçimlerine gideceğiz, bu kadrolarla Cumhuriyet’in 100’üncü yılını karşılayacağız ve ikinci büyük yürüyüşümüze başlayacağız. 19 yıl boyunca sağlıkta, ulaşımda, bilişimde, eğitimde, özetle her alanda Türkiye’yi 2023’e hazırladık. Şimdi bize diyorlar ki ‘19 sene oldu, 20 sene oldu…’ Biz de onlara diyoruz ki ‘Biz daha yeni başlıyoruz’ Bugüne kadar yaptığımız her şey aslında hazırlıktı. 24 Mart yeni ve büyük bir yolculuğun başlangıcı.” (https://www.diken.com.tr/akp-19-yildir-hazirlik-yapiyormus-asil-simdi-basliyoruz/)
Bağlamından koparmış olmamak için Mahir Ünal’ın bu konuda söylediklerinin tamamını aktardık. Fakat dolgu amaçlı kullandığı, “19 yıl boyunca sağlıkta, ulaşımda, bilişimde, eğitimde, özetle her alanda Türkiye’yi 2023’e hazırladık.”, cümlesi bizi aldatmasın. Çünkü bu alanlarda gerçek bir başarıdan söz etmek mümkün değildir. Sağlığın durumu meydanda… Eğitimde durumun vahametini ise zaman zaman kendileri de dile getiriyorlar. Ulaşımda ise gösterişleriyle göz boyayan dolar garantili köprüler, otoyollar yaptılar. Kendi yarattıkları Parababalarına halkı soydurmaktan başka bir şey olmayan bu yatırımlar, bilimin gösterdiği tarzda yürütülseydi bu harcadıkları kaynaklarla yaptıklarının üç, belki beş misli karayolu, demiryolu yapılırdı. Ama kendileri açısından başarılı olmak adına bir şey varsa o da bu yirmi yılda Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni Din Devletine dönüştürmedeki başarılarıdır. Yani bu konuda “hazırlık”larını tamamladılar. Dolayısıyla Mahir Ünal’ın konuşmasında asıl önemli olan; “Bugüne kadar yaptığımız her şey aslında hazırlıktı. 24 Mart yeni ve büyük bir yolculuğun başlangıcı.”, cümlesidir. Ve onların bu cümleden ne kastettikleri ise “dava”mız dedikleri şeydir. Yani Din Devleti kurma hayalleridir.
Zaten Reiz’leri ne demişti?
“AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, KKTC ziyareti öncesi yaptığı açıklamada “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erdoganin-turkiyenin-talibanin-inanciyla-alakali-ters-bir-yani-yok-sozlerine-tepki-yagdi-seriat-devleti-mi-olduk-1854110)
Tayyip’in bu sedasına Taliban’dan aksiseda gelmekte gecikmedi:
Tayyip’in yukarıdaki konuşmasından hemen sonra; “Taliban sözcüsünden yeni açıklama geldi. Sözcü, ‘Türkiye bizim kardeşimiz, inanca dayalı pek çok ortak noktamız var’ ifadelerini kullanarak, Türkiye ile de iyi ilişkiler içinde olmayı arzu ettiklerini dile getirdi.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erdogan-talibanla-ters-yanimiz-yok-demisti-talibandan-yeni-aciklama-1854211)
Ne der halkımız?
“Hacı hacıyı Mekke’de, derviş dervişi tekkede bulur.”
Afganistan demişken…
Afganistan’da 1978 yılında Devrimci Partilerin inisiyatifinde askeri bir devrimle sosyalist bir düzen kuruldu. Öylesine ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıla yaklaşan tarihinde hep söyleyegeldiği fakat bir türlü gerçekleştiremediği Toprak Reformu bile gerçekleştirildi, bu devrimle. Kadın-erkek eşitliği anayasal güvence altına alındı vb.
Fakat su uyumuş, düşman uyumamıştı. ABD, Sovyetlerin etkisiyle Sosyalizme geçecek ya da geçmek girişiminde bulunacak ülkeleri hizaya getirmek için var etmişti, Sovyetlerin güneyinde yer alan Müslüman ülkelerde “Yeşil Kuşak Projesi”ni. Düğmeye basıldı. “Mücahit” adı takılan Ortaçağcı güçler silahlandırılıp ayaklandırıldı. Komşu Pakistan’daki gerici ABD kuklası, Halkçı Pakistan Başbakanı Zülfikâr Ali Butto’nun katili Ziya Ül Hak hizmet için alesta bekliyordu. Pakistan rejimi, coğrafi şartlardan ve komşu ülke olmanın avantajlarından yararlanarak, gerici güruhlara ABD uzmanları denetiminde askeri eğitim ve donatım desteği sağladı. Buna ABD’nin yanı sıra tüm Batılı Emperyalistlerin silah sevkiyatı ve siyasi desteği eklendi. Ve başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfezin petrol zengini Ortaçağcı rejimlerinin petro-dolarları da bu desteklerle bir araya gelince ve buna Afganistan’ın acımasız coğrafyasının gerici çetelere sağladığı olanaklar da eklenince, bu gerici hareket giderek büyüdü.
Afgan Devrimcileri, 1979 yılında Sovyetler Birliği’ni davet etmek zorunda kaldılar. Sovyetler Birliği, enternasyonalist bir görev olarak bu çağrıya uydu. Fakat teknolojide ve üretimde geri kalmış olmaktan dolayı bu görevi başarıyla yerine getiremedi. Ve Gorbaçov’un ihaneti sonrası koca Sosyalist Kamp 1991’de çökünce, emperyalistler ve onların örgütlediği Ortaçağcı gerici güruhlar için gün doğmuş oldu. Her türlü yardımdan mahrum ve tüm dünya gericiliği karşısında bir başına kalmış devrimciler, tüm dünyadan her türlü siyasi, askeri, mali destek alan gericilere karşı 4 yıla yakın direndi. Ama güç dengesi o kadar bozulmuştu ki, bu ülkede tarihin çarkı emperyalistler tarafından geriye çevrilebildi. Bırakalım Kapitalizmi, Sosyalizme ulaşmış bir halkı, eli silahlı Ortaçağcılar, Ortaçağ’ın karanlık dünyasına, kendi anlayışlarına göre belirledikleri bir şeriat düzenine mahkûm ettiler.
Her dini gericilikte en büyük bedel hep Kadınlara çıkarılır. Burada da farklı olmadı. Önce kadınların tüm kazanımları budandı. Erkeğin kölesi konumuna sokuldu. Yanında bir erkek akrabası olmadan sokağa çıkması yasaklandı. Bir kuş kafesinin aydınlığından bile mahrum, bir kuşun kafesteki tutsaklığından bile beter bir tutsaklık demek olan burkalara girmek zorunda bırakıldı kadınlar. Evlerinin dışında doğayı çıplak gözle görmeleri bile yasak kılındı, insanlığın yarısı olan kadınlara. Analara, kızkardeşlere, kız evlatlara…
İşte bizimkilerin “dava” dedikleri şey budur.
Laiklik yoksa din savaşları kaçınılmazdır
Kaldı ki, zulüm bununla da kalmadı.
Dini tarikatların hepsinin iddiası şudur: Gerçek Müslüman biziz, diğer tüm anlayışlar, tarikatlar küfre sapmışlardır. Bu yoldan çıkmışların, bizim inancımıza uymaları sağlanmalı, bu olamıyorsa yok edilmelidirler.
Bunun sonucu olarak ülkede hâkim duruma gelmiş olan gerici gruplar arasında iktidar savaşı başladı. “Mücahit” denilen Ortaçağcı gericiler birbirine girdi. Ülke kan gölüne döndü.
Halk bu durumdan o kadar bizar olmuştu ki, Pakistan’daki Peşaver Medreselerinde yetişmiş, sayıları yüzbinlerle ölçülen, Pentagon’un belirlediği dinci eğitimle yetişmiş Taliban (Öğrenciler), bu kaosa son vermek için piyasaya çıkarıldı. Ve çok kısa bir zamanda tüm ülkede yönetimi ele geçirdi, Taliban. Ama halk için, özellikle de kadınlar için değişen bir şey yoktu. Hatta gelen gideni aratıyordu. Çünkü 21’nci Yüzyıl’da Ortaçağ anlayışıyla bir toplum tasarlamaya kalkışırsanız sonucu önceden bellidir: Öncelikle kendi kadınlarınızı kaybedersiniz; kadınları kaybetmek, tüm toplumu kaybetmektir; sonra da ülkenizi kaybedersiniz: Ülkenizi emperyalistlerin at koşturduğu sömürge statüsüne itersiniz.
İşte bizimkiler de “dava” diyerek bu düzene öykünüyorlar. Böyle anlatılınca insana bir korku filmi izliyormuş hissi veriyor. Ama ne yazık ki, gerçeklik budur. Tayyipgiller’in koşar adım ABD Emperyalizminin emrinde Suriye’ye dalmaları, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) daha açarak söylersek “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık” (İngilizce: Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa) Eşbaşkanı olarak ABD’nin projesini hayata geçirmek istemeleri, hep ABD bize de yol versin, biz de “dava”mızı hayata geçirelim arzusundandır.
Bu arzularını sosyal medyadan, dinci tv kanallarından, radyolardan, gazetelerden ve hatta cami mimberlerinden pervasızca dile getirmekteler. Anayasasında hâlâ laik olduğu dile getirilen bir ülkede adım adım Faşist Din Devletini örgütlemeye çalışıyorlar. İşte M. Ünal’ın dile getirdiği “hazırlık” bu “dava”yı gerçekleştirmek için yapılan 19 yıllık yığınaktır.
Örneğin Ankara Melike Hatun Camii İmamı olarak bilinen Halil Konakçı, insanları fazla ürkütmemek için “burka” diyemedikleri için “tesettür diye yuvarladıkları tarzda giyinmeyen kadınlarımız için ne diyor?
“Bak sokaklar ne hale geldi! Kasap dükkanı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık.” (https://tele1.com.tr/seriatci-imam-kadinlari-hedef-aldi-sokaklar-kasap-dukkani-gibi-et-gormekten-icimiz-disimiza-cikiyor-666270/)
Bu Ortaçağcının ilk vukuatı da değilmiş. Bakın daha önce hilafet-din devleti arzusunu nasıl dile getiriyor:
“İmam Halil Konakçı daha önce de Bursa’da Mihraplı Camisi’nde verdiği vaazda Sezen Aksu’yu hedef alıp hilafet çağrısı yapmıştı. Konakçı, ‘O sahip olsaydı başımızda, o makam hâlâ başımızda olsaydı ne başörtüsüne ne çarşafa ne sarığa ne minareye ne ezana kimse konuşamazdı. Biz o makamı geri istiyoruz arkadaş. İslâm adına istiyoruz’ ifadelerini kullanmıştı.” (agy.)
CHP milletvekili Gürsel Tekin, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda şu şık tepkiyi veriyor:
“Hoca, seni hayallerinin ülkesine kavuşturacağım. Kabil’e tek gidiş uçak biletin benden. Bavulunu topla hemen rüyana kavuş. Laik Cumhuriyet’in ekmeğini yeme. Tam istediğin hayatı yaşa.” (https://tele1.com.tr/gursel-tekinden-seriatci-imama-yanit-kabile-tek-gidis-ucak-biletin-benden-667501/)
Cevap şık ama yetersiz. O adamın hayalini kurduğu düzen tamam bu da… Adam bugün Afganistan’a gitse zındık diye üç gün sonra belki idam edilir. İdamdan kurtuldu diyelim, Taliban yöneticilerinin hizmetkârı olur en fazla. Oysa o efendi olarak yer alacağı bir düzen tasarlıyor. Yani kendisi efendi olacak, kendisinden olmayanların yaşama hakkı bile olmayacak; kadınlar ise erkeğin (yani kendisinin) dört duvar arasına hapsedilmiş hizmetkârı ya da cariyesi olacak. Adamın “dava”sı bu!
Şaka gibi ama adamların dünyası bu!
Baştan beri bunu anlamak için âlim olmak gerekmiyordu. Namuslu, vatanını ve halkını seven bir kişi olmak yetiyordu. Ama vatana, halka ve Tarihin akışına ihanet etmemiş olmak gerekiyordu. “Yetmez ama evet!” diyenlere şimdi “dava”cılar nanik yapıyor: “Şimdiye kadar yaptıklarımız “hazırlık”tı ama yetmez!”
Allah’la aldatmak nelere kadir
Bildiğimiz gibi; “Allah’la aldatmak” sözü Kur’an’a aittir. Bu sözün tamamı ise şudur.
“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Lokman Suresi 33, Diyanet İşleri Meali-Yeni)
“Allah’ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında da sizi aldattı.” (Hadid Sûresi 14, Diyanet İşleri Meali-Yeni)
“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır-5, Diyanet İşleri Meali.)
Alıntıları hep Diyanet İşleri Meali’nden yaptık. Çünkü Diyanet’in insanları nasıl Allah’la aldattığını bizzat kendi Meallerinden örneklemek istedik.
Alıntılara dönersek:
Demek ki insanları “Allah’la aldatan” şeytandır. Kur’an’ın net hükmü budur.
Pekiyi insanları Allah’la aldatan insanlar nedir?
Herhalde insan kılığına girmiş Şeytan’dır. Ya da içine Şeytan kaçmış insandır.
Pekiyi günümüzde insanları Allah’la aldatanlar kimlerdir?
İşte bir örnek: Diyanet İşleri’ne; “Ticarette kâr haddi var mıdır?”, diye soruluyor. Verilen cevap:
“İslam dini, alım satım akitlerinde kesin bir kâr haddi koymamış, bunu piyasa şartlarına bırakmıştır. Konuyla ilgili olarak Allah Resûlü (s.a.s.), fiyatlar artmaya başladığında kendisinden bu duruma müdahale etmesi istendiğinde şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki, fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden herhangi birinin malına ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle o kimsenin hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem.” (Ebû Dâvud, İcâre, 15; Tirmizî, Bûyû’ 73) Ayrıca Hz. Peygamberin (s.a.s.), kendisine kurbanlık bir koyun satın alması için para verdiği Hakîm b. Hizâm’ın bir dinara satın aldığı koyunu iki dinara satıp, sonra bir dinara bir koyun satın almasını (diğer bir rivayette bir dinara satın aldığı iki koyundan birisini bir dinara satmasını) kınamamış, üstelik ona hayır duada bulunmuştur (Ebû Dâvûd, Büyû’, 28; Tirmizî, Büyû’, 34).
Fakihler de bundan hareketle kâr haddinin eşyadan eşyaya fark edebileceğini, bu sebeple de kesin bir takdir yapılamayacağını söylemişlerdir (Kâsânî, Bedâi’, V, 129). Bununla birlikte piyasada suistimaller olduğu, karaborsacıların devreye girerek halkı mağdur ettikleri, özellikle halkın zaruri ihtiyaçları sayılabilecek mallarda aşırı fiyat artışları yaşandığı durumlarda, kamu otoritesinin fiyatlara müdahale etme (narh koyma) yetkisi vardır (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 226). Aşırı fiyatın tespitinde ise bilirkişilerin günün piyasa şartları içerisindeki belirlemeleri esas alınır.” (https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/930/ticarette-kar-haddi-var-midir)
Bu fetvayı veren Diyanet İşleri Başkanlığının “Din İşleri Yüksek Kurulu”dur.
Gel ki haberi nerden verek?
Hz. Muhammed sağken bile Tefeci-Bezirgânlarla baş edememiştir. O öldükten sonra ise Tefeci-Bezirgân Sermaye hızla yol almış; Osman döneminde tohum atmış, Muaviye’nin saltanatıyla birlikte iyice kök salmış ve Muaviye oğlu Yezid’le Kerbela’da Hz. Muhammed’in en çok sevdiği torunu Hz. Hüseyin’i, hem de İslamiyet adına, 72 kişiden oluşan ailesi ve yoldaşlarıyla birlikte hunharca katletmiştir.
Burada da aynı şeyi görüyoruz:
“Konuyla ilgili olarak Allah Resûlü (s.a.s.), fiyatlar artmaya başladığında kendisinden bu duruma müdahale etmesi istendiğinde şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki, fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır.”, deniyor.
Yani Tefeci-Bezirgânlık önce bir hadis uyduruyor. Sonra da o hadisi kaynak göstererek kendi vurgununu meşru gösteriyor. Öyle ya Allah’ın elçisi böyle buyurmuşsa Tayyip’in Nass konusunda dediği gibi; “bize ne oluyor”. Bir koyunu iki dinara satıp bir dinarla bir koyun almasını yani yüzde yüz kâr etmesini meşru gösteriyor. Yani denilmek isteniyor ki Tefeci-Bezirgân Sermaye istediği fiyata alıp satabilir. Bunda dince bir sakınca yoktur. Biz Tefeci-Bezirgânları bu işimizden dolayı suçlamak dinen, günah değilse de, yanlıştır.
Pekiyi hani fiyatı Allah belirliyordu?
Sonra fakihler de (Kur’an’ı tefsir edenler yani Kur’an’ı en iyi bilip en iyi açıklayanlar da) ne diyormuş?
“Fakihler de bundan hareketle kâr haddinin eşyadan eşyaya fark edebileceğini, bu sebeple de kesin bir takdir yapılamayacağını söylemişlerdir (Kâsânî, Bedâi’, V, 129)”. Cümlenin sonuna kaynak da ekledin mi al sana sanki Allah’ın sözü…
1400 yıldır Tefeci-Bezirgân Sermaye bu manevralarla İslam âlemini haraca kesmiştir. Kan emici bir kene, bir yarasa gibi Müslüman Halklara musallat olmuş, onları hep bilimden ve bilinçten yoksun bırakarak tahakkümünü sürdürmüştür.
Reiz’leri de ne diyor: “Sabredin, şükredin.” Zaten öbür dünyada mükâfatlandırılacaklar da şükredenlerdir vb. vb…
Reiz’in hınk deyicisi Diyanet ne diyor?
Ey Müslümanlar, sakın fiyat artışlarından, enflasyondan, hayat pahalılığından dolayı Reiz’imizi suçlamayın. Bunları o değil, Allah yapıyor. Şikâyet de etmeyin zira Allah’ın yaptığına itiraz etmiş olursunuz. Maazallah dinden imandan çıkarsınız.
Şecaat arzederken
Bir de Nebati’miz var malum. O da (kendisi zaten bir felaket) bir başka felaketi, büyük bir başarıymış gibi sunuyor.
Ne diyor hazret?
“2002 yılında sadece 1 milyon haneye sosyal yardım hizmeti verilirken pandemi yardımları hariç tutulduğunda 2021 yılında 4,3 milyon ailemize ulaşılmıştır” (https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/nebatiden-dikkat-ceken-aciklama-devletten-yardim-alanlar-1-milyondan-1675671)
AKP’nin iktidara gelirken halkın gözüne serptiği kül neydi?
3Y ile mücadeleydi.
Bu 3Y ise; Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar idi.
Yolsuzluk ve Yasaklar konusuna burada girmeyelim.
Yoksullukla nasıl bir mücadele vermiş AKP 19 yılda?
Cevabı Nebati veriyor, hem de öğünerek:
Devletten yardım alan aile sayısını 1 milyondan 4,3 milyona çıkarmışlar.
Haydi bu rakamları doğru kabul edelim. Bunun neresiyle övünüyorsunuz?
Yoksulluğu ortadan kaldırmak iddiasıyla gelmişsiniz, yoksulluğu-çaresizliği dört kattan fazla büyütmüşsünüz.
Neden?
Çünkü istihdam yaratmadınız. Devlet olarak sanayi ve tarım yatırımları gerçekleştirmediniz. Tam tersine Kuvayimilliye yadigârı fabrikaları bir bir “babalar gibi sattı”nız. (Kemal Unakıtan’ın-Tayyip’in Abi diye hitap ettiği Maliye Bakanının sözüdür). Çünkü siz; “ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim” (Bizzat Tayyip’in sözüdür.) diyebilen bir anlayışın ürünüsünüz. Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcilerisiniz. Sizin için her şey Pazarda alınıp satılabilecek şeydir. Namus, ahlâk, dürüstlük; dahası vatan, millet de pazarlanacak metalardır, size göre. Çünkü siz ümmetçilik konağının artığı kişiliklersiniz. Vatan Millet kavramının henüz bilinmediği Ümmetçilik İdeolojisinin, Pentagon-CIA sosuna bulanmış; insanlarımıza kurtuluşa götürecek kadrolar bunlar denilerek yutturulmuş kurtlu ya da zehirli elma şekerisiniz.
Ama artık elma şekeri ısırıldı, kurt ya da zehir ayan beyan ortalığa saçıldı. Beşli, on beşli, otuzlu, kırklı çetelerinizle, evladü ayal, damat, hısım akraba, takım taklavatınızla tüm vurguncu avaneniz artık gizlenemez hale geldi.
Cici muhalefetin; “aman sokağa çıkmayın, provokasyon olur; iktidarın ekmeğine yağ sürersiniz” sinikliği, cesaretsizliği sizi aldatmasın. Halk artık burnundan soluyor.
Artık buraya kadar…
İnsanlığın Feodalizm-Kapitalizm-Sosyalizm gidişine yirmi yıllık takoz oldunuz.
Ama hepsi bu kadar…
İnsanlık iyi-doğru olanı dağarcığına alarak, kötü ve yanlış olanı ayıklayarak geleceğe yürüyor. Bu yürüyüşte sizin yeriniz ise Tarihin çöplüğüdür. Vesselam!..