Site rengi

Tasarım

Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti: Dün, Bugün, Yarın

22.09.2017
810
A+
A-

Aziz Nesin’in bir sözünü hatırlıyoruz: “Bir sosyalist ülkeye gidip de şaşırmayan sosyalist görmedim.”

Doğruluk payı yüksek bir sözdü. Çünkü uygulanan sosyalizm, kitaplarda yazılanlara veya teoriye benzemiyordu. Belki yaşanan gerçekler, emperyalist baskı, tabiî en önemlisi sosyalist doğruları uygulayamamak, bu ülkelere giden sosyalistleri şaşırtıyordu. Bizce Aziz Nesin bir sosyalist değildi ama onu bile şaşırtmıştı sosyalist ülkelerin gerçekleri.

Şimdi önümüzde bir kapalı kutu var: Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC). Emperyalist baskı ve saldırılara karşı kendisini titizlikle koruyan bir ülke. Son günlerde balistik füze denemeleriyle emperyalizmi çıldırtan bir ülke. Bütün emperyalist tehditlere karşı cesurca yoluna devam eden bir ülke. Bu dik duruşuyla antiemperyalist tüm kesimlerin ister istemez takdirini toplayan bir ülke.

Üstelik yoğun emperyalist karşı propagandaya rağmen bu onurlu duruşunu sürdürüyor KDHC. Batı basınında hemen her gün KDHC ile ilgili yapılan yalan haberler, kara propaganda, kandırmacalar diz boyu… Etkili de oluyor. Çünkü gerçeği bilip de duyuran yok neredeyse. KDHC’nin ise bu kara propagandaya karşı koyması yeterli olamıyor. Bu kara propaganda sonucunda şöyle bir hava oluşuyor: KDHC çok yoksul, kıtlık içinde bir ülke; sapık, yarı deli bir lider tarafından yönetiliyor; insanlar baskı altında; düzenden hoşnut olmamalarına rağmen ses çıkaramıyor; tam bir diktatörlük, başka deyişle totaliter bir yönetim söz konusu vb.

(Bu arada emperyalizmin totaliter ve otoriter yönetim kavramlarına da değinelim: Emperyalizm, kendi yandaşı olmayan, özellikle de antiemperyalist bir çizgide bağımsızlıklarını sürdüren ülke yönetimlerini totaliterlikle suçlar. İşte KDHC, Küba, Venezuela, Suriye, kısa süre önce Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi yönetimleri gibi… Oysa, tümüyle kendi çizgisindeki diktatörlüklere ses çıkarmazlar, olsa olsa “otoriter” derler. Bugünkü Suudi Arabistan, Katar, irili ufaklı diğer Arap devletçikleri, Afrika diktatörlükleri, daha pek çok gerici faşist yönetim emperyalizme göre otoriterdir.)

Bu kara propagandanın etkisiyle olsa gerek, KDHC’yi ziyaret eden kişilerde Aziz Nesin’in söylediklerinin tam tersi görülüyor. KDHC konusunda bir önyargı oluşmuş durumda… Ama KDHC’ye gidip de gerçekleri gördüğünde şaşırmayan da yok neredeyse. Tabiî, objektif bir gözle izleyip aynı objektiflikte gördüklerini aktaranlar için böyle…

 

Gazeteci, sosyalizmin başarısını anlayamıyor

Ağustos ayı başında Hürriyet Gazetesi’nde Savaş Özbey adlı gazetecinin KDHC üzerine bir haberi yayımlandı (Dünyanın Bittiği Yerde Beş Gün, 6 Ağustos 2017).

Yazının başlığı bile dünyada yaratılan önyargıyı taşıyor. Ama genel olarak Hür Basın’da yer alan en objektif KDHC yazılarından birisi diyebiliriz. Ve bu yüzden olsa gerek, Hürriyet internet sitesinde yaklaşık 1 saat kadar manşette olan bu yazı, hemen kaldırıldı ve ana sayfada görünmez oldu. Bu yönüyle de önemli bir yazı olduğu anlaşılıyor.

Gazeteci, şaşkınlığını belirterek başlıyor yazısına:

“Gezegenin en dışa kapalı, en merak edilen ülkesi. Dünya nükleer krizle çalkalanırken beş gün beş gece oradaydım. Kuzeyinden güneyine, başkent Pyongyang’dan antik başkent Kaesong’a kadar bütün ülkeyi gezdim. Yabancılara verilen izinleri zorladım; yerel lokantalarda yiyip halk pazarlarını gezdim. Düğünlere katılıp, halkla temas kurdum. Dünyanın en silahlı sınırı denilen Kuzey-Güney Kore hududuna gittim; resmi yetkililerle konuştum. Ulusal orkestranın senfoni konserini dinleyip Zafer Günü kutlamalarını izledim. Bugüne kadar bildiklerimle gördüklerimi kıyaslayınca çok şaşırdım. Burası ‘son duvar’ın arkası.” (Hürriyet, 6 Ağustos 2017, http://www.hurriyet.com.tr/dunyanin-bittigi-yerde-bes-gun-40541245)

Süre kısa ama gazeteci bu kısa süre içinde hemen tüm Kore’yi dolaşmış, toplumsal yaşamı incelemiş, yetkililerle bile görüşmüş. Yani bilgiler uydurma değil. Ve “Bugüne kadar bildiklerimle gördüklerimi kıyaslayınca çok şaşırdım” diyor.

Gazeteci, önce uçaktan Kore topraklarını görünce kıtlık yalanına değiniyor:

“Uçağın penceresinden, altımızda akıp giden yemyeşil Kuzey Kore topraklarını seyrediyorum. Ormanlık dağlardan artakalan düzlükler, başıbozuk akarsular ve ip gibi yollarla bölünmüş. Yolların kenarlarına yine ip gibi yerleşimler serpiştirilmiş. Bulabildikleri her yeri ekmiş gibiler. Bu kadar verimli bir ülke nasıl kıtlık yaşar, akıl alır gibi değil.” (agy.)

Buradan biz hem yeşilin korunduğunu, hem de tarımsal üretimin yüksek olduğunu anlıyoruz. Ama gazetecinin kafasında kara propagandaya dayalı eski bilgiler var. Şöyle devam ediyor:

“Uçağın ekranlarında ordu korosunun konseri yayımlanıyor. Devrim marşları… Ama marştan çok, Japon çizgi filmlerinin çocukça müziklerini andırıyor.

“Bütün sevimliliklerine rağmen bu marşlar aklıma uçağa binmeden önce okuduğum son şeyi, Uluslararası Af Örgütü’nün, dünyanın bu en kapalı ve totaliter ülkesi hakkında yayımladığı 2016-17 raporunu getiriyor. Anlatılanlar şunlar:

“Kıtlık yüzünden 138 kişinin hayatını kaybettiği ve hükümetin bir yandan açlığa karşı yardım talebinde bulunurken diğer yandan nükleer silah ve füze denemelerinden geri kalmadığı Kuzey Kore…” (agy.)

Gazeteci ne yazık ki, Uluslararası Af Örgütü’nün de bir emperyalist örgüt olduğunun farkında değil. Emperyalizmin, böyle kendisinden bağımsız gibi duran ama ipleri kendi ellerinde olan pek çok örgütü vardır. Uluslararası Af Örgütü de bunların başında gelir. Ama aslında yazar, böylesine ekili alanı olan bir ülke insanlarının aç kalamayacağını, daha önceki bilgilerinin yalan olduğunu ima ediyor.

İlk izlenimleri aktarmaya devam ediyor gazeteci:

“Sokaklarda insanlar güleç ve mutlu görünüyor demeye kalmadan asıl büyük kafa karışıklığı: Önümüzde bütün görkemiyle Pyongyang yükselmeye başlıyor. Gökdelenler, dev spor ve kültür kompleksleri, meydanlar, köprüler, parklar, heykeller… Gördüğüm 40’a yakın ülke içinde Pyongyang en temiz yer. Geniş ve düzenli cadde ve sokaklarda yürüyen; bisiklete binen; banklarda oturup etrafı seyreden insanlar… Lüks değil üstleri başları ama tertemiz. Kadınların çoğunda şemsiye var. Meğer bu ülkede beyaz cildin daha makbul olmasındanmış.”

“Bunları görünce otele kapanmak yerine insana karışmak isteği geliyor içimden. Otelden önce biraz yürüyüş yapmaya karar veriyoruz ve direksiyonu Pyongyang’ı ikiye ayıran Taedong Nehri kıyısına kırıyoruz.

“Kuzey Koreliler bu nehre Boğaziçi muamelesi yapıyor. Her iki yanını rekreasyon alanlarıyla donatmışlar, çocuklar aileleriyle çocuk parklarında, gençler gıcır gıcır spor tesislerinde basketbol, voleybol oynuyor. İnsanlar güleç ve mutlu görünüyor.

“Yabancı olduğunuz hemen göze batıyor. Herkes sizinle göz göze gelmeye çalışıyor; geldiğinizde önce tereddütle gülümsüyor; siz cevap verirseniz çok mutlu olup başını öne eğerek daha belirgin gülüyor. Hele bir de dokunmaya görün: Çok hoşlarına gidiyor; o zaman sadece kendileri değil, etrafta kim var kim yok gülmekten kırılıyor…” (agy.)

Bizim bu yazılanlardan gördüğümüz, insanların mutlu olduğu, sıcaklığı, yoksunluk içinde olmadığı, ülkenin bayındır olduğu gibi bilgiler. Ve anladığımız da sosyalizmin eşitlikçiliği, insana verdiği önem, insanın temizliği ve sıcaklığı…

Ve gazeteci emperyalizmin vahşeti karşısında sosyalizmin başarısına hayranlığını açığa vuruyor:

“Akşam yemeğine hazırlanmak için otele gidiyoruz. Yolda yemeği yiyeceğimiz asansörlü ultralüks nehir gemisini gösteriyorlar. Bizim Boğaz turlarının yanında Titanic gibi.

“Otelin 22’nci katındaki odama vardığımda kafa karışıklığım artık had safhada: Pencereden dışarı bakıyorum. Nehrin iki yakası boyunca bir Dubai uzanıyor. Kore Savaşı’nda bu şehre 400 bin bomba atılmış. Tam da şehrin o zamanki nüfusu. Adam başına bir bomba demek! Şehir yerle yeksan olmuş. Peki yerle yeksan olan ne? Berlin mi? Yooo, zaten çeltik tarlası… Yani bu Dubai’nin altında petrol ya da teknoloji yerine kan, ter ve gözyaşı yatıyor.

“Kafamda 40 soru, 40’ının da kuyruğu birbirine değmiyor. Azıcık kömür ve bronz dışında hiçbir şeyi olmayan bu fakir halk böyle bir başkenti nasıl yükseltti? Bunca kültür sarayını, görkemli anıtları, modern müzeleri, 150 bin kişilik dünyanın en büyük stadyumunu nasıl yaptılar? Dünyanın başka yerlerinde iflas eden sosyalizm, burada niçin hâlâ ayakta?

“Peki biz, yani dünyanın geri kalanı… Neden burayı hep başka türlü hayal ettik? İşte Pyongyang karşımızda. Nerede bahsedilen o fakirlik, açlık, mutsuzluk?” (agy.)

Gazeteci, sosyalizmin başarısını anlayamıyor. Öyle ya, sosyalist ülkeler 1990’dan başlayarak birer birer yıkıldı. Oysa o hasta sosyalizm bile pek çok bakımdan başarılıydı. Özellikle ideolojik bakımdan büyük eksikliklerinin olmasına rağmen, dağılan tüm sosyalist ülkelerde sağlıkta, eğitimde belli bir standart tutturulmuştu; bu hizmetler parasızdı, ulaşım sorunu çözülmüştü, belki lüks tüketim yoktu ama aç ve açık da yoktu, evsizler de yoktu, konut sorunu çözülmüştü, işsizler de yoktu vb.

Kore Halkı, emperyalizmin vahşi tahribatına rağmen, hiçbir doğal zenginliği olmamasına rağmen, bu başarıyı göstermişti. Bu başarı sosyalizmin doğasında vardır. Kitlelerin bilinçlendirilmesi, harekete geçirilmesi, organizasyonu ve planlı ekonomi. KDHC’nin yaptığı da bu…

Emperyalist vahşet mi? Gazeteci yukarıda belirtti. “Pyongyang’da kişi başına bir bomba” diyerek. Ama dahası da var:

“Japonya’nın 1945’te yenilip 2. Dünya Savaşı’ndan çekilmesine kadar devam eden bu süreç, 1.5 milyon Korelinin öldürüldüğü, ülkenin bütün kaynaklarının tüketildiği, içinde altın var mı diye antik kralların mezarlarının bile havaya uçurulduğu bir dönem olarak anlatılıyor. 60 bin kadın sadece Japon ordusunun cinsel ihtiyaçları için alıkonmuş.” (agy.)

Demek ki, Kore Halkı, Japon ve Amerikan Emperyalistlerini kovmakla kalmıyor, emperyalistlerin yarattığı yıkımı da onarıyor. Hem de sürekli savaş durumu ve emperyalist ablukaya rağmen… Bu sosyalizmin inkâr edilemez başarısıdır.

Bütün bunları biz devrimciler, sosyalistler söylemiyoruz. İşte gözünde emperyalistlerin gözlüğüyle bakınan ama mesleği gereği gerçekleri de ifade etmek zorunda olan bir namuslu diyebileceğimiz gazeteci yazıyor.

Ya Kim’ler, denecek.

Evet. Böyle bir sorun var gibi görünüyor. KDHC, kurulalı beri Kim Sülalesi tarafından yönetiliyor. Ve bu da doğal olarak emperyalizm tarafından kullanılıyor. Bugün KDHC Başkanı durumundaki Kim Jong Un, emperyalizm tarafından deli, kaçık, çeşitli kötü alışkanlıkları olan birisi gibi gösteriliyor. Ama bu da bir yanıltmaca… Savaş Özbey, yazısını bitirirken buna da değiniyor:

“Kim Jong-Un, iktidara 2011’de, 26 yaşında geldi. Ondan ‘General’ diye bahsediyorlar. İsviçre’de okudu. Batı kültüründen etkilenmemesi için, okuldan kalan zamanını Kuzey Koreli yetkililerin gözetiminde geçirdi.

“Onu tanıyan arkadaşlarına göre şampanyaya, lüks otomobillere, video oyunlarına, spor giyime ve basketbola düşkün.

“(…)

“Kuzey Kore’nin onun yönetiminde yaptığı nükleer füze denemeleri başta ABD, Japonya, Çin olmak üzere bütün dünyayı rahatsız ediyor. Ama o, füze denemelerine “Amerikalı p.çlere” diyerek devam ediyor.

“Birçok analiste göre Kim Jong-Un son derece tehlikeli bir deli. Deliliği, doktorların bilebileceği bir iş. Bir gazeteci olarak benim şahit olduğum, gözlemlerimden söyleyebileceğimse, hiç de aptal olmadığı.” (agy.)

KDHC’nin Kim’ler tarafından yönetilmesi, büyük ölçüde halkın büyük önderleri Kim İl Sung’a olan güvenleri, sadakatleri ve minnet borcuna dayanıyor gibi. Kim İl Sung 1994’te öldüğünde, neredeyse tüm Kore Halkı, gözlerinden sicim gibi yaşlar dökerek ağlamış ve Hür Basın bunu “baskıdan ağlıyorlar” şeklinde kara propaganda aracı haline getirmişti. Bu konuda da ağlayanların samimi olduğunu vurguluyor Savaş Özbey.

“Ölümünde yayımlanan, halkın feveran halindeki ağlama sahnelerinin tamamen gerçek olduğunu Kuzey Kore’ye gidince anlıyorsunuz. Kim İl-Sung’un öldüğü kabul edilmiyor, kendisinden hâlâ “Başkanımız” olarak söz ediliyor.” (agy.)

Kim İl-Sung, Kurucu Başkan. Büyük devrimci. Ölünce oğlu Kim Jong İl Başkanlık görevini üstleniyor. O da 2011’de ölünce yerine Kim İl Sung’un torunu Kim Jong Un başkan oluyor.

Koreliler 19’uncu Yüzyıl’ın sonlarından beri emperyalizmden çok çekmişler. Antiemperyalist mücadelede ise hep Kim ailesi ön planda olmuş. On Dokuzuncu Yüzyıl’ın sonlarında Fransız, Amerikan ve Japon Emperyalistleri direngen halk hareketleriyle kovulmuşlar. Ama 20’nci Yüzyıl’ın başlarında Japon Emperyalistleri, kapitalizmöncesi gerici sınıflarla ittifak yaparak egemenliklerini kurmuşlar.

Japon emperyalistlerine karşı ilk örgütlü hareket, Kim İl Sung’un babası Kim Hyong Jik tarafından başlatılıyor. Kim Hyong Jik, 1917’de Pyongyang’da Kore Ulusal Birlik adlı direniş örgütünü kuran kişi; 1926’da ölünce mücadeleyi henüz 15 yaşındaki oğlu Kim İl Sung üstleniyor.

Kim İl Sung da Japon Emperyalistlerine karşı amansız bir örgütlü mücadele başlatıyor. Ekim Devrimi, kuşkusuz Kore antiemperyalist direniş hareketini de etkiliyor. Antiemperyalist, antifeodal ve sosyalist mücadele Kim İl Sung’un önderliğinde birleşiyor. Mücadele, Kore Devrimci Ordusu, Anti-Japon Halk Gerilla Ordusu, Komünist Gençlik Birliği,  Anavatanın Restorasyonu Birliği adlı direniş cephesi gibi örgütlenmelerle gittikçe yükseliyor. İkinci Emperyalist Savaş sonrasında, 1945 Ekiminde Kuzey Kore Komünist Partisi Merkezi Organizasyon Komitesi kurulur, 1946’da Kuzey Kore Komünist Partisi, Yeni Demokratik Parti ile birleşerek Kuzey Kore İşçi Partisi’ni oluşturur, 1949’da Kuzey ve Güney Kore İşçi Partileri birleşerek tüm Kore halkına hitap eden Kore İşçi Partisi’ni kurarlar.

Bu Sosyalist Kore’nin inşası için yeni bir adımdır. Tüm Kore’de halk komiteleri kurulur. Kuzey Kore’de demokratik reform hareketleri hızla başlatılır. Nisan 1948’de Kim İl Sung, kuzey ve güneydeki tüm siyasi partilerin ve kamu örgütlerinin temsilcilerini toplar. Kore’de bulunan Sovyet ve ABD askerlerinin Kore’yi terk etmesi istenir. Ancak güneyde ABD Emperyalizmi boş durmaz. Birleşmiş Milletler’de düzmece bir Kore Komisyonu kurdurur. Bu komisyonun gözetiminde güneyde düzmece bir seçim yaptırır (Mayıs 1948). Böylece kukla gerici-faşist bir yönetim kurar. Kore’nin bölünmesini oldubittiye getirmeye çalışır bir bakıma… Buna cevap olarak, Kim İl Sung’un önerisiyle tüm Kore’de Yüksek Halk Meclisi seçimleri yapılır (Ağustos 1948). Kuzeyde seçmenlerin % 99.97’si, güneyde ise gerici yönetimin baskısına rağmen % 77.52’si seçime katılır. Meclis Eylül 1948’de ilk toplantısını yapar ve tüm Kore’yi temsil eden 572 vekil tarafından Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti kurulur.

Amerikan Emperyalizmi güneyin de gidebileceğini hesap ederek Haziran 1950’de Güney Kore’yi işgal eder. Kore Hak Ordusu, tüm yoksunluklara ve çöküntüye rağmen bu Amerikan işgaline karşı direnir ve şımarık “yenilemez”(!) Amerikan Ordusu’nu geriletir. ABD her kilometrekare başına 18 bomba atarak Kuzey Kore’yi yıkıntıya çevirir. Savaş 1950-1953 arasında acımasızca sürer ve ateşkes anlaşmasıyla sonuçlanır.

Savaş sonucunda KDHC’nin açıklamasına göre Kore Halk Ordusu, 405.000’i Amerikan askeri olmak üzere 1.567.000 düşman askerini yok etmiş veya esir almış,  12.200 uçak, 3250 tank ve zırhlı araç, 13.000 kamyonu imha etmiş veya ele geçirmiştir. Bu sayıların ABD’nin II. Emperyalist Savaş’taki kayıplarının 2.7 katı olduğu belirtilmektedir  (http://www.korea-dpr.com/).

Bugün bu ateşkes anlaşması yürürlüktedir. Bir antlaşma sağlanamamıştır. Amerikan Emperyalizminin haksız uygulaması ortadadır. KDHC hukuken haklıdır. Bu hukuki durum Amerikan Emperyalizmini ürkütmektedir.

KDHC, daha sonra yıkımı onarmaya ve sosyalizmi kurmaya odaklanır. Bugün geldiği noktayı yukarıda gördük.

Şimdi Trump, KDHC’nin balistik füze denemeleri karşısında tehditler savurmaktadır. Ancak kuru laftan öteye gidemez. Çünkü, hiçbir haklılığı yoktur. Ayrıca, başlatacağı bir savaş Güney Kore’nin de “komünist” olmasıyla sonuçlanabilir. Ek olarak, KDHC bu türden saldırılara karşı hazırlıklıdır. Emperyalizmin gözü kesmez. Emperyalizmin karşısında örgütlü bir yurtsever güç varsa, emperyalizmin yenilgisi kaçınılmazdır. Birinci Emperyalist Savaş sonrasında Kurtuluş Savaşı’mız ve Sovyetler Birliği, İkinci Emperyalist Savaş sonrasında Çin Halk Cumhuriyeti ve Doğu Avrupa Sosyalist Ülkeleri, Kore Savaşı sonrasında KDHC, Vietnam Savaşı sonrasında Vietnam Halk Cumhuriyeti gibi…

Dolayısıyla, böyle bir savaşta KDHC Halkının eli armut toplamayacaktır. Savaş Özbey, yazısının bir yerinde şöyle yazıyor:

“Erkekler eğitim ve iş durumlarına göre üç-beş yıl arasında askerlik yapıyor. Sonra her yıl bir hafta askerlik bilgilerini güncellemek için yine askerlik yapmak zorunda. Bu da 23 milyonluk ülkenin 1 milyonluk ordusu olması demek. Sadece sınırda ve askeri bölgelerde değil; şehir içinde, şehirlerarası yollarda, parklarda yürüyüş, talim, eğitim yapan, marş söyleyerek dolaşan askerler görüyorsunuz. Ama askerin tek görevi savunma değil. İnşaat işlerinde, çiftçilikte, balıkçılıkta ve madencilikte de orduyu kullanıyorlar.” (Hürriyet, 6 Ağustos 2017)

Emperyalizmin böyle bir halkla başa çıkabilmesi zor. Bu yüzden yapabilecekleri, ekonomik yaptırımlar ve abluka dışında kuru gürültüdür. Nitekim KDHC, Trump’ın son tehdidinden sonra da füze denemesi yaptı ve emperyalistlerden cılız bir iki protesto lafından başka bir ses gelmedi.

Bu tehditlerin belki şöyle iyi bir yanı var. KDHC Halkını daha uyanık ve zinde tutuyor. Her an savaşmaya hazır bir halk. Emperyalizm böyle bir halka dişini geçiremez. Üstelik KDHC, baştan beri “kendi yağımızla kavrulalım” demiştir, kendi özgücüyle sosyalizmi inşa sürecinde başarıyla ilerlemektedir.

Kuzey ve Güney Kore eninde sonunda birleşmelidir ve birleşecektir de… Emperyalistlerin oyunu sonsuza kadar süremez. Yapılan hukuksuzluk ortadadır. Tüm emperyalist yalanlarına, oyunlarına, yaptırım, tehdit ve saldırılarına rağmen Kore Halkı bu hukuksuzluğa son verecektir.