Yargıda yeni gerizler patlıyor
Av. Tacettin Çolak
Her şey 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan sonra yüksek yargının ele geçirilmesiyle birlikte başladı.
Esasen ondan önce de vardı, ancak bu kadar ayağa düşmemişti.
FETO yargısı döneminde hukukun temel ilkeleri hiçe sayılarak, senaryosu CIA-Mossad tarafından yazılan operasyonlarla başta ordu olmak üzere, üniversiteleri, bilim insanlarını, dürüst namuslu gazetecileri susturdular.
Yargıda liyakat dönemine hepten son verdiler.
Hâkimlik, savcılık mesleğine giriş sınavında kişiler kaç puan alırsa alsın, mülakat dedikleri yandaş seçme mekanizması içinde elenerek, hukuk bilgisi-mesleki kıdemi yeterli olmayanlar önemli yerlere yerleştirildiler.
15 Temmuz ganimet paylaşım savaşından sonra ise iyice gemi azıya alarak, AKP’nin çeşitli kadrolarında görev yapan avukatları bir-iki aylık göstermelik staj eğitiminden geçirerek hâkim-savcı yaptılar.
Sadece AKP kadrolarıyla yetinmediler, çeşitli cemaatlere-tarikatlara, koalisyon ortağı partilere kontenjanlar ayırarak; adliyelere hukuki yetkinliği olmayan militan kadroları yerleştirdiler.
Hal böyle olunca da yargıda; ideolojik bağımlılıkla, hatır-gönül ilişkileriyle ve hatta rüşvetle iş yapmak sıradanlaştı, kanıksandı.
Şu anda mahkeme kürsülerinde, usulüne uygun iddianame hazırlayamayan, doğru dürüst karar yazamayan hâkim-savcılardan geçilmiyor.
Kurulan FETO borsalarının, rüşvet alırken yakalanan yargı görevlilerinin, cezası kesinleşmiş mafya babalarının tahliye edilmesinin ve daha birçok usulsüz ilişkilerin deşifre edildiği kitaplar bile yayınlandı, biliyorsunuz.
Yargıdaki böylesine çürüme örnekleri çoğaldıkça bağımsız ve tarafsız olması ve öyle de görünmesi zorunlu olan yargı mekanizmasından fersah fersah uzaklaşıldı.
Öyle ki, 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği ile getirilen Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK)’nin 13 üyesinden tamamı Tayyip Erdoğan tarafından belirlenmektedir. (Kurul Başkanı Adalet Bakanı, Kurulun Başkan Vekili Bakan Yardımcısı, kalan 11 üyenin 4’ünü Tayyip Erdoğan atıyor, 7’si de Mecliste seçiliyor(mu). AKP-MHP çoğunluğunun olduğu Meclisteki muhalefet partileri de kendilerine verilen birer üyelik sus payı ile bu durumu hazmetmekteler. Görüldüğü gibi HSK’nin bütün yapısı siyaset kurumunun emrine verilmiştir.
Öyle olunca da Yargıtay dışında dualı Adli Yıl Açılışlarının önü açıldı. Siyasilerin karşısında ayağa kalkan, cübbesinin önünü düğmelemeye yeltenen tipler türedi.
Herkesin birbirini kolladığı, açığını aradığı bu rezil ortamda yeni yeni gerizler patlamaya devam etti, ediyor.
Bunlardan ilki İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın “mektubu” diye yansıtılan, ancak özünde ihbar ve şikâyetler içeren yazısıdır. Başsavcının geçmişine baktığımızda AKP iktidarı ile uyumlu çalışan birisi.
Sahteliği kanıtlanamayan telefon tapeleri ortadayken 17-25 Aralık vurgun ve hırsızlık operasyonunu kapatan kişi.
Başsavcının; “İstanbul Anadolu Adliyesi’nde para karşılığında erişim engeli getirildiği, uyuşturucu şüphelilerinin ve bahis çetesi mensuplarının serbest bırakıldığı”na dair iddiası önemlidir.
Ancak yeni değildir.
Geçmişte de siyasilerden gelen “rica” ya da “talimat”larla karar verenleri gördük. Kesinleşmiş cezası olan mafya mensuplarının tahliye edildiğini, uyuşturucu kaçakçılarının “rica” üzerine serbest bırakıldığını biliyoruz.
Fakat Başsavcının, haklarında önemli ihbarlarda bulunduğu Komisyon Başkanı Bekir Altun ve Sulh Ceza Hakimi Sidar Demiroğlu da kendisi hakkında başka iddialarda bulunmaktalar. Yani karşılıklı mektuplar uçuşup gidiyor ve herkes birbiri hakkında şimdiye kadar sakladığı kirli çamaşırları ortaya saçıyor.
Tekil olayların hiçbir önemi yok bizim için. Ama adliyede kimin kimler hakkında fırsat kolladığını göstermesi bakımından önemlidir.
Ya da bu deşifrasyon malumun ilamı oldu…
Ama asıl bomba haber; Tolga Şardan’ın önemli bir gazetecilik başarısı göstererek T24’de deşifre ettiği MİT’in Tayyip Erdoğan’a aylar önce sunduğu “yargı raporu”dur.
Raporda en dikkat çeken bölüm; son beş-altı yıldır büyük kentlerdeki skandal kararlar, iş ve işlemlerin ve bu işleri yapan yargı mensuplarının isimlerinin İsmail Uçar’ın “mektubu”ndan 1,5 ay önce Tayyip Erdoğan’ın önüne konulması.
Yani herkesin birbiriyle ilgili pek çok bilgiye sahip olduğu ve herkesin fırsat kolladığı besbelli. Örneğin anılan MİT raporuna rağmen Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK) tarafından Eylül ayında yayımlanması gereken “mazeret kararnamesi”nin açıklanmaması da masum değildir.
Yargı camiası içinde her biri birer suç unsuru olan bu gayrimeşru ilişkiler deşifre edildiği ve herkes birbiri hakkında bir şeyler söylediği ve hatta Adalet Bakanlığı tarafından “iddialarla ilgili müfettiş görevlendirildiği” açıklandığı halde herkes görevinin başında kalmaya devam ediyor.
“Soruşturmanın selameti” bakımından geçici de olsa işten el çektirilen yok.
Ama bu ilişkileri deşifre eden gazeteci anında derdest edilip tutuklanmakta.
Sonuç olarak; günümüz yargısı nerden bakarsanız elinizde kalıyor.
Bir Adalet Bakanı düşünün ki; Anayasa Mahkemesi’nce verilen bir ihlal kararını uygulamayarak, mahkeme başkanı imzalı yazı ile dosyayı Yargıtay’a gönderen ilk derece mahkemesine sahip çıkarken hukuku katlediyor.
Sanki AYM kararı yargı kararı değilmiş gibi; “yargı kararını bekleyeceğiz, oradan çıkacak karara da hepimiz saygı duyacağız”, diyor.
Yani AYM kararı işlerine gelmediği için Yargıtay’ın kararını bekleyelim diyor.
İyi de Anayasa yargısı, bireysel başvuru hakkı, Anayasa Mahkemesi kararlarının hiç mi önemi yok bunlar için?
İşlerine gelirse önemi var elbet…
Ama işlerine gelmezse “Anayasa Mahkemesinin verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” demekten çekinmezler.
Oysa Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin son fıkrasına eklenen; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” cümlesi bu iktidar tarafından 5170 sayılı yasanın 7’nci maddesiyle 07 Mayıs 2004 tarihinde eklenmiştir.
Yine 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun da bu iktidar tarafından 30 Mart 2011 tarihinde çıkartılmıştır. Anılan bu yasanın 50’nci maddesinin 2’inci fıkrasında; “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.” hükmü bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi Tayyipgiller, bizzat kendi çıkardıkları Anayasa ve yasa hükümlerine uymuyorlar.
Anayasanın 138’inci maddesindeki “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” kurallarıyla da bağlı saymıyorlar kendilerini.
Alışkın oldukları ısmarlama kararlar çıkmayınca bir anda hafakanlar basıyor.
Anayasa, yasa, kural dinlemiyorlar.
Bunlar da yargıdaki gerizlerdir.
HKP Genel Başkanı Sayın Nurullah Efe Ankut, üç ciltlik “KANUNSUZLAR” adlı kitabında bunların suçlarını tarihsel belge olarak yayımlamıştır.
Adliyelerdeki suçlarından dolayı da yargılanacaklar.
Bu kaçınılmaz sonla elbet karşılaşacaklar…
3 Kasım 2023
***
Not: Yazımızı yayımlanmak üzere 03 Kasım 2023 tarihinde teslim ettikten sonra Yargıtayın Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararını uygulamayarak ihlal yönünde oy kullanan AYM Üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması gündeme geldi. Tayyip’in talimatıyla AKP’lilerce hazırlandığı kesin olan Yargıtay kararında Anayasa falan tanınmadığı çok açık. Kararda geçen ifadelerin birçoğu daha önceden Adalet Bakanı tarafından çeşitli konuşmalarda kullanılanlar. Yine Tayyip’in danışmanlarının yaptığı paylaşımlar da aynı yönde.
Tayyip de “Biz taraf değil hakem konumundayız, Yargıtayın bir yüksek mahkeme olduğunu herhalde kimse inkar edemez”, diyerek çekinmeden Yargıtayın yanında saf tutuyor. Ama söze girerken de “taraf değiliz, hakemiz” diyerek milletin aklıyla alay etmekte. Anayasa Mahkemesi kendi lehine karar verdiğinde “bağımsız yargı vs.” vermediğinde ise “mahkeme anayasayı ihlal ediyor”, oluyor.
Yukarıda da söylediğimiz gibi bunların hepsi “Kanunsuzlar”.
Şimdiye kadar iktidarıyla ve muhalefetiyle bütün kurumları bitirdiler, içini boşalttılar, yasa, hak hukuk tanımadılar; şimdi de Anayasa ve yasal boşluklardan dem vuruyorlar. Bizzat kendileri 21 yıllık iktidarları süresince Anayasayı kevgire çevirdiler. Şimdi de Yargıtay-AYM arasında kasıtlı olarak çıkartılan sürtüşmeyi gerekçe gösterip yeni Anayasa değişikliklerini yedirmeyi düşünüyorlar.
Anayasanın 101’inci maddesine sahip çıkmayanların, diplomasız birisine “Sayın cumhurbaşkanım” diye hitap edenlerin, tamamen Laiklik savunusu yapan ve Laiklik karşıtı eylemlere önlemler alınmasını içeren 28 Şubat kararları davasında verilen beraat kararını bozdurup yaşlı komutanların zindanlarda ölüme terk edilmesine ses çıkarmayanların şimdilerde kahraman edasıyla boy göstermelerine de aldanmamak gerek.
Yargıda kriz ve geriz bitmedi bitmeyecek…