Yurt Gerçekleri Karşısında Bir Toplu İş Sözleşmesinin Düşündürdükleri (III)
Hikmet Kıvılcımlı
Hikmet Kıvılcımlı’nın bu incelemesi, “Türkiye İdeal Mensucat İşçileri Sendikası” Yayınları arasında 1964 yılında yayımlanmıştır.
İncelemenin bundan önceki bölümlerini son iki sayımızda yayımlamıştık. Üçüncü bölümünü yayımlıyoruz.
Birinci Uyarı
Türkiye’de 27 Mayıs Devrimi’ne gelinceye kadar işçi hareketi olarak işçi hareketinin her biçimine iyi gözle bakılmıyordu. 27 Mayıs Devrimi’nin getirdiği “Sosyal Devlet” anlamı, Sayın Gürsel’in Türkiye’de Sosyalist bir parti gereği ve önemi üzerine yapılmış bildirilerinden sonra Anayasaya girdi.
Bu genel sözlerin Türkiye Toplumu içindeki anlamına ve uygulanımına İşçi Sınıfımızdan başkasının sahip çıkmadığı, bugün safları arasında 294 bin 697 işçiyi örgütlü Türk-insan olarak toplamış TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ile bir yol daha ispat edilmiş bulunuyor. Bugün Türkiye’de, şanlı Türk Ordusu dışında 300 bin Türk’ü kapsayacak bir devlet kadroları, bir de TÜRK-İŞ vardır. Sivil, asker, resmi kadrolar dışında; ne köylü ne esnaf ne aydın hele ne de işveren sosyal sınıf ve zümrelerimiz içinden hiçbirisi İşçi Sınıfımızın milyonluk örgütlenme amacını ve çabasını gösterememekle, 27 Mayısçıların ve Sayın Gürsel’in öngörüsüne hak verdirmiş bulunuyor. İşveren sendikaları birkaç 100 kişiyi, Ticaret-Sanayi-Ziraat odaları ve birlikleri birkaç 1000 kişiyi güç geçerlerken, İşçi Sendikaları şimdiden 500.000 kişiyi, yarım milyon Türk İşçisini, demek iki buçuk milyon işçi nüfusunu örgütlemiş, yurt ve milli kalkınma hizmeti, insanlık ideali uğruna yöneltmiştir. Türkiye nüfusunun 10 kişide 1 kişisi şimdiden işçi örgütleri içinde alınyazısı birliğine ermiştir. Türk-İş’in yakın amacı 1 milyon üye bulunduğuna göre, 27 Mayıs ülkücüleri pek yakında Türk Milletinin 5 kişide 1 kişisini aziz amaçları yönünde tek saf olmuş görecekler, demektir.[1]
Bu basit rakam, sayının nicelikçe kesin ve yalınlığı, ister istemez, gene daha bugünden Türk Milletini, bir avuç insanın yığınlara dayanamadığı için çırpındığı birçok çıkmazlardan kurtaracak yeni nitelikler getirmiştir. Şimdiye dek, azınlığın azınlığı işverenlerin üstü kapalı tekellerinde kaldığı için verimsiz kalmış birçok toplumsal örgütler ve davranışlar, artık İşçi Sınıfı önünde tarafsız görünmedikçe ulusal ve uluslararası ölçüde etkili olamayacaklarını iyice anlamışa benzemektedirler
Bakanlar Kurulu Türkiye’nin en büyük Siyasi kuruludur. Onunla gizli açık temas mutlak surette işverenlerin tekelinde idi. Ve bu iş hep sessizce, milletin göz önünden uzakta yapılıyordu. Bakanlar Kurulu ile gizli açık değinme Siyaset idi. 27 Mayıs’tan beri, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, gerekince, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Siyasi partilere halkın “Direnme Gücü”nü hatırlatmıştır, gerekince işverenler gibi Bakanlar Kurulu ile toplantı yapmış ve siyasi sonuçlu kararlara varmıştır.
Birinci efsane böylece sönmektedir.
Düne kadar dış ilişkiler gibi uluslararası değinmeler ve örgütlenmeler, işverenlerin imtiyazı [ayrıcalığı] idi. Özel sermaye: adı üstünde, sırf kişi girişkinliğini kışkırtan, Hitler’in bile; “İçlerinde satın alınmayacak kişi yoktur”, dediği oligarşik kişilerin, kişi çıkarı güden aygıtı iken, her türlü dış ilişkilerde onun aracılığı ve öncülüğü milletimizin yararını tek sağlayıcı biliniyordu; bu toprağın elbirliği ile kalkınmasından başka çıkar düşünmesine fiilen imkân bulunmayan işçilerimizin dışarıya, Türk-İş raporunun deyimiyle; “Pencereden bakması” bile, eski zaman kaoslarının “Namus” anlayışlarını andırırca- kuşku ve dehşetle karşılanıyordu. Bugün adlarını duymadığımız AİD, İCFTU, İLO, EPA (OECD), İTSGBS vb. gibi adları iyi-saatte-olsunları andıran hep yabancı örgütlerle harıl harıl ilişkiye geçmiş Türkiye işçi temsilcileri ve Türk-İş normal karşılanıyor. O yabancı örgütlerden çoğu: “Amerikan Milletlerarası Kalkınma Örgütü”, “Milletlerarası İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü”, “Milletlerarası Çalışma Örgütü” gibi cihan siyasetinde belirli geniş roller oynayan, tümüyle siyasi örgütlerdir. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun bu örgütlerle değinmesi şöyle dursun, onlarla alışveriş işbirliğine kalkışıp onlardan milyonlarla lira para alması, bir bakıma Türkiye İşçi Sınıfının uluslararası politikaya (Türk-İş raporunda belirtildiği gibi) “Pencereden bakmak”la kalmayıp, “Kapıdan içeriye girmesi” demektir. Çünkü işçilerimizin dünyadaki benzerleri ve işçi örgütleri ile buluşmalarında İşverenlerden daha az yurtsever düşmeleri gerekmeyeceği ortaya çıkmıştır. Gerçek yurtseverlik ve milliyetçiliğin hiç de bir işveren işi ve uzmanlığı olmadığı her gün biraz daha iyi anlaşılıyor.
Gene işverenlerin uydurdukları ikinci efsane de böylece sönmüştür.
Adını ister koyalım, ister koymayalım: çocuk doğmuştur, büyümüştür, delikanlı olmuştur. Kendini bilmez birçok “Aydın” kuruntuları da ölmüştür. İşçi delikanlı düne kadar, yok yere İşveren adlı “vasi”nin[2] hacri [kısıtlaması] altına sokulmak isteniyordu. İşveren vasi, çokbilmişçe, “aklı ermez” saydığı işçi çocuğu işyerine kapatıp dilediği gibi işlemekte “Haklı” çıkıyordu. İşçinin ağzına beğendiği bulamacı mama olarak tıkıyordu. Bugün işçi delikanlı, uslu akıllıca Sendika kaşığı ile Toplu sözleşme çatalını eline almış, bir yerini keser diye bir türlü eline verilmeyen Grev bıçağını da masanın üstüne koymuştur. Milletin ve kendisinin önüne “çocuk maması” diye “kaz bulamacı” konulmasını istemiyor. Türkiye toplumunda İşçi Sınıfının arka safa itilmesiyle, bütün can alıcı problemlerin, hele geri kalmış ülke kördüğümlerinin çözülemeyeceğini duruşu, oturuşu ile bile ortaya koymuş bulunuyor. Türkiye’de henüz en “tecrübeli” yöneticiler “çıkmaz”da olmanın kararsızlığı ile şekil mi daha önemli, yoksa öziç, “muhteva” mı kaygısında. İşçi Sınıfımızın şekli kurulmuş: “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu”. Öziçi de Beşinci Genel Kurul Raporlarında sunuluyor:
Planlamaya göre pahalılık her yıl yüzde 4,6 ila 7 artmakta. Bu taksitli enflasyondur. “Eğer fiyatlarda son aylarda o kadar yükseliş görülüyorsa, bu dış borç yükünü tehlikeli şekilde arttırmak ve döviz mevcudunu tüketmek pahasına geniş çapta ithalat yapabilmesi ve psikolojik faktörlerin istikrar lehine işlemesi sayesinde mümkün olmuştur.”, diyor. “İstihlâk [Tüketim] malları ithali kısılmalı”, “Dış ticaret yoluyla döviz ve vergi kaçakçılığı önlenmeli”, diyor. Yatırımda Devlet Sektörü: “İsraflı, verimsiz çalışmalarının cezasını, düşük ücret ödeyerek” İşçilere çektirmemeli; Özel Sektör “Fazla kapasite (aşırı kâr, vurgun) yaratılan işkollarında, (makina yerine lüks eşya çıkararak) işsizliğe ve düşük ücretler ödenmesine yol açabilir”, diyor. Plancılıkta: “Zevâhiri kurtarmaktan başka bir gaye gütmeyen iki günlük (Danışma Toplantısı’ndan beri Türk işçisi planlama faaliyetinden ve plan tatbikatından habersiz bırakılmıştır”, diyor. Ortak Pazara gelince: “Kalkınmamızı ve sanayileşmemizi engellemeyecek, bilakis kolaylaştıracak” olmalı; “Hazırlık devresinde işçi hakları pamuk ipliğine bağlanmıştır… Sanayileşmeyi feda edip bir tarım ülkesi kalmaya rıza göstermekle kalınamaz”, diyor.
“Aklı ermez” işçilerin benimsedikleri bu düşünceler açıktan açığa Anayasanın koyduğu “Sosyal Adalet”i kolluyor. Bin yıllık sosyal ve politik güdücü sınıflarımız, tüccarlarımızla ağalarımız ise, 27 Mayıs’ı istavroz çıkararak çelmelemek için “Adalet” perdesi ardında gizleniyorlar. TÜRK-İŞ böyle kritik bir durumda 5’inci kongresine giriyor. Kimi Sosyal, kimi Kişisel: sahnede herkes “Adaletçi” geçiniyor. Adalet, kendi eksiğini görmekle başlar. Bir kişi, bir sınıf ve bir millet gibi TÜRK-İŞ de ilkin kendi nefsinde Adaleti gerçekleştirirse, Türkiye’de Sosyal Adaleti korumaya güç kuvvet buluyor. Kendi nefsinde yapılacak en büyük adalet: Söz ile İşin birbirini tutmasıdır.
Türk-İş, ekonomi politikamızı eleştirirken şöyle diyor: “Günü kurtarmaktan başka hedef gütmeyen geçici tedbirlere artık itibar etmemeli.”
Hükümete çevrilen bu kocaman öğüt; günün adamı olmaktan kaçınmak, kişiye güç gelse de, Tarihsel görev için tek şarttır. Türk-İş’in 5’inci Kongresi, yurdumuzun biricik umudu ve ışığı İşçi Sınıfımızın tarihsel görevini en merkeziyetli örgüt olarak kitaptan hayata geçirmeye çağrılıdır. Türk-İş, bakanlara çektiği bildiride, şu sözünü anıyor: “Dost acı söyler!” Onun için “Tatlı söz”lerimizi uzatmayalım.
Bundan sonraki uyarılarımızda, TÜRK-İŞ’in en gerçek dostu olduğumuzu candan yürekten belirtmeye çalışacağız.
Türkiye İşçi Sendikaları 5’inci Kurultayı[3], İşçi Sınıfımıza mutlu ve kutlu olsun.
İkinci Uyarı
Türk-İş’in Örgüt İşleri
Türk-İş’in “Teşkilâtı [Örgütü] Merkezileştirmek” sözü güzeldir. O sözün işe çevrilmesi nasıl olacak?
Türkiye İşçi Sınıfının örgütlenme çabası en az 150 yıldır sürer. Bu olayı Türk-İş raporcuları şöyle özetliyorlar:
“Türk sendikacılığı 1947 yılında kabul edilen Sendikalar Kanunu ile gerçek örgütlenme devresine girmiş ve bu örgütlenme konusunun yurdumuz için yeni oluşu, işin başlangıcında ideolojik sebepler yüzünden kurulmuş ve milli ihtiyaca cevap vermeyen örgütlenme hareketlerinin maalesef mevcut oluşu yüzünden gerçek fonksiyonunu gösterememiştir.” (Rapor, s. 77)
Raporcular kendilerinden önce “Mevcut” dedikleri işçi örgütünü neden “esef verici: maalesef” buluyorlar?
Kendilerine 2000 lira maaşlı makamları canlarını dişlerine takıp hazırladıkları için mi? Yoksa dünyanın kendileri ile başladığı mı anlatılmak isteniyor?
Bu son amaç, Türkiye İşçi Sınıfının acı tarihini yok eder mi bilmiyoruz, ama o Tarihin bugünkü basamağına tünemişleri yüceltmez, cüceleştirir gibimize geliyor. En eski Doğu saltanatlarının hepsinde yaygın olan şu Tarihi kendisiyle başlatmak, çıktığı yumurtanın kabuğunu beğenmemek antikalığı, Modern İşçi Sınıfımıza iftira olurdu. Çetrefil cümleye bir daha bakıyoruz, esefle karşılanan şey: “İdeolojik sebepler yüzünden kurulmuş örgütler” imiş. Bu açıklama bir Türk işçisi için büsbütün içinden çıkılmaz kalıyor. Sendikaları baskı değil, ideoloji engellemiş!
İnsanın bütün hayvanlardan farkı, tek farkı: yapacağı her işi önce kafasında tasarlamasıdır. Bu tasarlamaya “Fikir” denir. Frenkçe fikir sözü “İde”dir, derli toplu fikirlere “İdeoloji” adı verilir. Bu bakımdan “İdeolojik sebepler yüzünden” kurulamamış bir örgüt, insan örgütü sayılamaz. Türk-İş, fikirsiz, kafasız, ideolojisiz bir kurul mudur? İnanılmaz öyle şeye… Türk-İş, 1 Kasım 1962 yılından beri “Bünyesinde bir araştırma bürosu” kurup, nice bilim yiğitlerine 130 bin lira yolluk, 131 bin lira demirbaş, 381 bin lira ücret, 481 bin lira masraflar ödüyor. Hiç değilse işverenler önünde gülünç düşmemek için, ne demek istediğini daha kara cümlesi düzgün kişilere yazdıramaz mıydı? Cahilliğin kimseye, hele İşçi Sınıfına hiç lüzumu yok.
Fikri bırakıp, gelelim davranışa. Türk-İş’in kendisi bilindiği gibi, yukarıdan etkiyle yahut zorla doğmadı. İşçi Sınıfımızın her türlü baskı ve engeller ile kıvrandığı İkinci Cihan Savaşı sonunda, aşağıdan yukarıya doğru gelişmeler sonucu Bursa’da baş başa vermiş birkaç sendikacının girişkinliği üzerine 31 Temmuz 1952 günü kendiliğinden kuruldu. Onun için geç ve güç de olsa oldu ve Türkiye toplum hayatında kolay kolay geri alınamaz, unutulamaz kaldı. Bu uzun, boğazlanırca tarihli kendiliğinden doğumlu örgütün davranışları nasıl olmalıdır? Sütten ağzı yanmışın yoğurdu üflemesinde bile, doğuş gerçeklerine uygun bulunmalarıdır. Yukarıdan atan, zor kullanan efendilik taslamamalıdır.
Türk-İş’in Yönetim Kurulu 3 kişidir. “Gelişmiş ülkelerde yapılan seyahatler ve incelenim sonunda” 17 Nisan 1962 günü, 3 kişilik bir “Örgüt Komisyonu” seçiliyor. Komisyon şu kararlara varıyor: “Tek Üst Teşekkül” olarak Türk-İş “İnisiyatif Sahibi”dir. “Bütün örgütlerimizin üzerinde ittifak ettikleri bir husus, komünizme karşı olmaları ve milli bir örgüt etrafında birleşmeleri gerektir.” “Sendikaları, tasarruf sandıkları hüviyetinden kurtararak gerçek hizmet kuruluşları” yapmalıdır.
Demek Türk-İş’in “İdeoloji”si zor yolu güden “Komünizme karşı” olmaktır. Kendisi, besbelli, “zor”un zıddı olan “Demokratik” yolu tutacak.
Şimdi, Sendikacıların hangi milli sendika etrafında birleşmeleri gerek?
Türk-İş, “Gerçek sendikacılığa uygun hareketi tespit edilen sendikaya sahip çıkacak.” Ve “Gerçek” sendikacılık vücut buluncaya kadar müdahalecilik hüviyeti” taşıyacak.
İki defa “Gerçek Sendikacılık” denen şey nasıl anlaşılacak?
Söylenmiyor.
Yanlış: Çünkü herkesin açıkça bilmesi gereken şey odur. Sonra, yapılacak “müdahalecilik” (işe karışmak) hangi yoldan olacak?
Demokrasi yolundan, bekliyorsunuz. Karşınıza şu karar çıkıyor: “Diğer teşekkülleri [örgütleri] milli teşekküller [örgütler] ile birleşmeye icbar etmesi ve bu icbar yollarına ait metotları tespit etmesi şarttır!” (Rapor, s. 80)
“İcbar”: zorlamaktır. Hani ya Türk-İş zor kullananlara karşı idi?
Böylece iş sözü tutmuyor. “İcbar metotları” işçiler arasında tepki yaratıyor. 15 Ocak 1962’de Temsilciler Meclisi toplanıyor. Sendikacılardan “Feragat”, “Olgunluk” isteyerek, ilk satırı (Menderes’in bile kolayca atamadığı) “Bölge Birlikleri”ne atıyor. “Uluslararası temas” adını verdiği etkiler altında, nispeten demokratik Birliklerin yerine, kendi mutlak emrinde tek memur kişilerden ibaret “Bölge Temsilcilikleri” emrine 16 Milli Sendika kurulmasını kararlaştırıyor. Asıl içyüzü açıklanmayan daha başka bir sürü nahoş “İcbar metotları” karşısında yeniden tepkiler fışkırıyor.
Hoşnutsuzluğun açık sebebi, 3 kişilik “Yürütme Kurulu”nun kendi koyduğu prensipleri kendisinin çiğnemesidir.
1- İşçi Sendikası işçilerce kurulur. Dışarıdan dayatmayla olmaz. İşçilerin kendi kendilerine “İcbar: Zorlama” değil “İkna” (İnandırma) metodu söker. Bir insanın kendisini zorlaması, bilinç yoluyla olduğu gibi, İşçi Sınıfının da bir zorunluluğa katlanması için, eğer yabancı bir zorba kuvvet araya girmemişse, işçi bilincini aydınlatma yolu tutulmalıdır. Ancak işçi bilincine seslenmeyi bilmeyenler yahut istemeyenler yabancı zorbalığa başvururlar. İcra [Yürütme] 3 kişisi bu gerçeği çiğnedikleri için hoşnutsuzluk yarattılar.
2- İcraat [Uygulama], Sendikaları “Merkezileştirmek” uğruna idi. Uygulamada merkeziyet sözünü Türkiye ölçüsünde kendi kendine başarmış, işe çevirmiş sendikalar (Birlikler, Federasyonlar, Türkiye tipi Sendikalar) “Fesh” ediliyor, dağıtılıyordu. Örneğin: Yapı-İş olayların itişiyle, (işveren aynı Bayındırlık Bakanlığı olduğu ve işçiler aynı tip ve görevli bulundukları için) 4-5 bin yapı, 1271 enerji ve 10 bin yol inşaatı işçisi gibi yığınlarla 40 bin kadar üyeli bir Türk-İş kolu olmuştu. Yapı-İşçileri “yürütme” 3 kişisinin kara gözlerine âşık olmakta kusurlu görüldüğü için, o 40 bin kişi, birkaç bin kişilik 3 parçaya parçalandı. Yaratılan moral bozukluğu da caba kaldı. Hani ya amaç birilikti? Böylece İcra [Yürütme] 3 kişisi, gene kendi verdiği sözü işiyle çiğnediği için hoşnutsuzluk yarattı.
Siz misiniz anlaşamayan? Bu İcracılar [Yöneticiler], Milli Sendikalardan çağırılmış her üçünün ve bir büyük sendikanın katılmadığı bir “İhtilafları Uzlaştırma ve Giderme Komisyonu” topladılar. Temsilciler Meclisinin “Kafa-Kasa Birliği” şiarına uyarmış gibi, kendi yaptığı 16 sendikayı da 3 yılda 27 parçaya bölünmek üzere sözde “Merkezileştirdi”. Çalışma Bakanlığı da acele bir “iş yönetmeliği” ile bugün hepsi 34 tane olan Federasyon ve Türk Tipi Sendikaları 36 iş koluna parçalanmaya “icbar” etti, zorladı. Türk-İş acaba Avrupa (“İnceleme” seyahati ve Dolgun ücret göstererek avlanan sendikacı yerine militan halk çocuğu sendikacılara değer verse ve “icbar: zorlama” yolunu kendi eliyle selamlamasa idi, “Sosyalist” suçlaması ile şantajlanmaktan ürkmüş Çalışma Bakanlığı 16 Milli Sendikayı 36’ya parçalama yoluna gider miydi?
Demek, Milli, birleşmek sözü altında dağıtmak ve ülkücü sendikacı yerine ecnebi [yabancı] parasıyla tutulmuş emirber memur sendikacı tipini geçirmekmiş maksat. Zaten devletin belini büken aşırı memur kadrolarına bir sendika memur kadroculuğu ile tüy dikmek, o kadar vaaz edilen [öğütlenen] milli kalkınmayı baltalamaz mı?
Şimdi Türk-İş’in “İş Yönetmeliği”ne göre serdiği 36 işkolundaki Sendika durumu, hep o külah ve para kapma “İcbar” metodunun yürekler acısıdır.
Türk-İş’in oluşumunu “Tam” sözüyle mühürlediği Milli Sendika 36 işkolunda yalnız 6 tane [işkolu]: (3’üncüsü) Kömür, (4’üncüsü) Petrol, (6’ncısı) Şeker, (7’ncisi) Dokuma, (25’incisi) Demiryol, (36’ncısı) Savunma…
Dikkat edelim: Bu 6 koldan 4’ü (Kömür-Şeker-Demiryol-Savunma) Devlet babanın koludur. Nitekim söz dinleyen (1’inci sıradaki) Tarım işkolunda Devlet çiftlikleri, (8’inci sıradaki) Deri işkolunda Devlet işletmesi ağır basar.
Demek Türk-İş icracılarının “İcbar”ları [“Zorlama”ları] Devlet kanalından söküyor! Kendi kerametleri. Lütfen “icbar” [zorlama], “Satın alma” Komisyonculuğundan cayalım. Sonu gelmez.
Özel sektördeki ecnebi [yabancı] sermaye kaynaklı Petrolde: “ihtilaflı Batman Sendikasıyla, Türk-İş bünyesinde olmayan bir iki sendika daha mevcut”, diyor, Rapor.
“Kendi milli birliğini çoktan başarmış Dokuma İşkolunda üyemiz olan 2’si lokal [yerel] 1 sendika kalmış.” Dokuma gibi, aidatını muntazam ödeyen Tütün-İçki Sendikaları da yarı Devlet, yarı Özel işkolu olup, Raporcuların kendilerinden çok önceleri “Maalesef mevcut” saydıkları işçi örgütleridir.
Demek, yalnız “Türk-İş’in ilk kurucuları”na değil, daha eski işçi örgütlerine de “Saygı ve Şükran” borcu unutulmamalıdır.
Geri kalan bütün işkollarında Türk-İş’in raporu birkaç sözcükle şu görüntüyü çiziyor:
İşkolu Durumu (Türk-İş Raporundan aynen yazıldığı gibi)
(2) Avcı, balıkçı : “Yok”
(5) Tütün, müskirat : “13 Müstakil Sendika”
(9) Ağaç : “Pek Yakında..”
(10) Kâğıt : “4 Sendika”
(11) Basın : “Maalesef..”
(12) Lastik : “İşçiler Henüz Mevcut Bulunmamakta” (?!)
(13) Ecza : “Gelişme Gösteremez”
(14) Toprak : “Muhtelif Federasyon, Milli Sendika, Mahalli Sendika”
(15) Cam : “Bâzı Huzursuzluk”
(16) Çimento : “İç İhtilâf”
(17) Metal : “Birleşme Teşebbüsü Netice Vermemiş”
(18) Gemi : “Gemi Liman Ayrı”
(19) Yapı : “Bünyesinde Parçalanmalar”
(20) Karayolları : “İhtilâf”
(21) Enerji : “Maalesef…”
(22) Ticaret : “Dağınıklık”
(23) Banka : “Bünyemizde Yok”
(24) Kara taşıt : “Ciddi Çalışma Gerek… 5 Lokal Sendika”
(26) Deniz “ : “Çok İhtilâf…”
(27) Hava “ : “Henüz Yok”
(28) Ardiye : “İki Milli Sendika İhtilafta”
(29) Haberleşme : “Gelişme İstidadı”
(30) Genel hizmet : “Kısa… Ümit…”
(31) Sağlık : “Maalesef”
(32) Otel, Lokanta : “Yapıdan Değil”
(33) Büro : “Beklemekte…”
(34) Çamaşır vs. : “Henüz Yok”
(35) Basın : “Birlik Yok”!
İşte yukarıdan buyurtma ve ayartma yoluyla yapılan “Zorla Güzellik” budur. Böyle bir bilanço önünde, Türk işçileri “İcbar” tabancasını alıp ne başkalarına, ne kendi kafalarına sıkmasınlar. İşçi bilinci ve erdemliği ile önce “İdeoloji” softalıklarını yensinler. Sendika, İlkçağ tapınağı, Osmanlı medresesi değil, Fikir Hürriyeti besleyen işçilerin toleransı en geniş sosyal okuludur. Kısa vadeli, günün adamlığı başarısı yerine davranışta demokrasi; bilinçle, inançla birleşme metodu, tek yaraşır, tek çıkar yoldur.
Doğru yola girilirse, yanlış hesap Bağdat’tan dönebilir. Çalışma Bakanlığının “İş Yönetmeliği” gökten inmemiştir. Ayrıca Türk-İş’in 27 parçasından daha esnektir. Örnek olarak, biz o yönetmeliğin bölümleri çerçevesinde, bütün Türkiye İşkollarının en çok 14 Kafa-Kasa birliği yapmış Milli Sendika içinde derlenip toplanabileceğini şöyle teklif ediyoruz:
- DOĞAL-İŞ : A- TARIM-İŞÇİK (1) (Bu sayılar yönetmeliğindir.)
B- AV-İŞÇİK (2) (Balık sünger, kara avı, vs.)
- MADEN-İŞ : (3) (Yeraltı, yerüstü, yerden filiz çıkartma.)
- YAPI-İŞ : A- TOPRAK-İŞÇİK (14)
B- ÇİMENTO-İŞÇİK (16) (Seramik, vs.)
C- YAPI-İŞÇİK (19)
D- YOL-İŞÇİK (20) (Yol, köprü yapımı, tesviye, vs.)
E- ENERJİ-İŞÇİK (21)’in (baraj vs. inşaat kısmı.)
- BESİ-İŞ : A- BESİN-İŞÇİK ve ŞEKER-İŞÇİK (6) (Her gıda maddesi.)
B- İÇKİ-İŞ (Tütün, müskirat.)5
- KİMYA-İŞ : A- PETROL-İŞÇİK (4)
- KÂĞIT-İŞÇİK (10)
- PLÂSTİK-İŞÇİK (12) (Lastik vs. içinde.)
- ECZA-İŞÇİK (13) (Kimyevi madde, vs. içinde.)
- CAM-İŞÇİK (15) (aslında kimya işidir.)
- AGAÇ-İŞ : (9)
- DERİ-İŞ : (8)
- DOKU-İŞ : (7)
- METAL-İŞ : A- METAL-İŞÇİK (17) B- GEMİ-İŞÇİK (18) (Gemi inşaatı, vs.)
- TAŞIT-İŞ : A- KARAYOL-İŞÇİK (24) (Yapım, bakım değil: taşıt.)
B- DEMİRYOL-İŞÇİK (25)
C- DENİZYOL-İŞÇİK (26)
D- HAVAYOL-İŞÇİK (27)
E- ANTREPO-İŞÇİK (21) (Ardiye, Tahmil, tahliye vs.)
- BAKIM-İŞ : A-BARIN-İŞÇİK (32) (Otel, Lokanta vs.)
B- TEMİZ-İŞÇİK (34) (Çamaşır, ütü vs.)
C- SAĞLIK-İŞÇİK (31)
- BÜRO-İŞ : A- TERCİM-İŞÇİK (22) (Toptan, perakende ticaret.)
B- FİNANS-İŞÇİK (23) (Banka.)
C- YAZI-İŞÇİK (33) (Büro vs.)
- KÜLTÜR-İŞ : A- BASIM-İŞÇİK (11) (Matbaa, klişe vs.)
B- HABER-İŞÇİK (29) (Haberleşme, PTT, vs.)
C- BASIN-İŞÇİK (35) (Gazete.)
- GENEL-İŞ : A- SAVUN-İŞÇİK (36) (Milli savunma vs.)
B- KAMU-İŞÇİK (30) (Devlet ve Belediye memurları.)
C- BAYINDIR İŞÇİK (21)’in (İşletim alanı: Elektrik havagazı vs.)
Olumlu teklifimiz bu. Devlet baba makul adamdır. “İcbar” taşını biz kendimiz andırmazsak ona, dinler. Uzmanlığa bayılır: Yukarıki bölümleme ise, sendika görevi uzmanlığı bakımından uygundur.
Bir an için ne kadar kolay ve yağlı olursa olsun, Türk-İş, kendisine “Taktika” ve “İcbar” aklı veren “Köhne” kargaların kılavuzluğundan yeter ki başını kurtarsın. Gövde: İşçi Sınıfı, bu toprağın en sağlam biricik dayanağıdır.
[1] 1960 nüfus sayımına göre Türkiye nüfusu 27.754.820 kişidir. (K. Yolu)
[2] Vasi: Kendi malını idare edemeyecek durumda olan akılca hasta veya zayıf bir kimsenin, bir yetimin, küçük bir çocuğun malını yöneten kimse. (K. Yolu)
[3] TÜRK-İŞ 5’İnci Kongresi, 27 Ocak-2 Şubat 1964 tarihlerinde Bursa’da yapılmıştır.