Site rengi

Tasarım

AKP hanedanlığının metal yorgunluğu ve bir diktatörün çöküş hikâyesi

06.07.2019
924
A+
A-

Hiçbir şey yoktan var olmaz…

Bir çocuk yüreğinin olanca temizliğiyle bağırdı:

 “Her şey çok güzel olacak!”

Yükselen bu çığlıkta Berkin’in, Ali İsmail’in ve devlet zoruyla katledilen tüm çocuklarımızın bizi terk etmeyen umudu gizliydi sanki. Ve o gün doğamayacağı sanılan güneş, maviliği unutulan deniz yeniden benlikleri sararken özgürlüğe kanat çırpan binlerce martı havalandı İstanbul semalarına.

İzmir, Ankara derken tüm yurda yayıldı harelerce özgürlük şarkıları.

31 Mart seçimleri, aydınlığın AKP karanlığını boğmasıydı sandıklara. Köşe başlarını tutmuş hainden, hırsızdan, ahlâksızdan, yobazdan halkın intikam almasıydı. Vurgunculuğa, talana teslim edilmiş İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki büyük yolsuzluklara karşı halk, hırsızlar çetesini adayları olan Binali nezdinde cezalandırmıştı.

Ne olduysa o zaman oldu işte. Ülkeyi sürekli tehdit ve şiddet sarmalına mahkûm eden Erdoğan’ı bu kez halk İzmir ve Ankara’dan sonra İstanbul’da da tahtından edince yıkıcı irade için veda zamanı gelmişti. Çevirdiği binbir çeşit katakullilerle bugüne kadar girdiği her seçimi kendi hanesine yazdıran Erdoğan için İstanbul seçimleri asla kaybedilemezdi. YSK eliyle hukuk kuralları bir kez daha ayaklar altına alınıp adalet terazisi bozuldu. 31 Mart’ta açık ara farkla yenilen AKP için çanlar çalmaya başlayınca tarihe geçecek o gerçeklik dışı ifade ile kaybettikleri seçimi YSK’ye baskı kurarak 23 Haziran’da yenileme kararı aldırdılar.

AKP’nin seçim işlerinden sorumlu memuru Ali İhsan Yavuz; “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik”, türünde hiçbir mantıksal temele dayanmayan açıklamasıyla siyaset tarihimize adını “altın harflerle” yazdırmayı başardı. Mizah dergisine konu olabilecek gelişmelerin ardı arkası kesilmedi. Eğer siz bu topraklarda yaşıyorsanız bugün tüm bu olanlara şaşırmıyorsunuz aslında. Çünkü biz epeydir halkımızın gerçeklikle bağının koparıldığı olağanüstü fantastik olaylar yaşıyoruz ardı ardına. YSK’nin sarayın kölesi olmuş 7 hakimi de 250 sayfalık uydurma gerekçelerle dolu “gerekçesiz  kararları” doğrultusunda adaleti paçavra kağıt gibi buruşturup bir köşeye attılar.

Karar: İstanbul seçimleri 23 Haziran’da yenilenecekti!

AKP’nin çöküşünü hızlandıran süreç böyle gelişti. Anlamadıkları bir şey vardı oysa. Adaletin terazisi hassastır. Uydurma kararlarla sonunuzu geciktirebilirsiniz ama asla durduramazsınız. Öyle de oldu. 23 Haziran’da Ortaçağ kalıntılarına cevap çok büyüktü. İktidar yandaşlarıyla demokrasiyi savunanlar arasındaki uçurum artık 800 binlerle karşılık bulan dev bir yarığa dönüştü.

Artık, AKP’giller için sonun başlangıcında geriye sayım başlamıştı.

 

Tayyip İstanbul’da neyi kaybetti?

Varlığım, AKP Bekasına armağan olmasın!

Türkiye’yi seçimden seçime sokup Bahçeli’sinden Perinçek’e kadar muhalefet görüntülü siyasicikleri yedeğine alan Erdoğan, 24 Haziran İstanbul seçimlerinde bu kadroya bir de Öcalan’ı ekleyiverdi. Ancak tüm bu siyaseten atılmış taklalar Kaçak Saraylı’nın düşüşünü engelleyemedi. Erdoğan İstanbul’da neyi, nerede yanlış yapmıştı da bir kere değil iki kere yenilgiye uğramıştı. “Zillet “ adını verdiği millet onu bir anda “illete” çevirmişti. Aslında soruyu, neyi doğru yapıyor? diye sorsak daha anlamlı olur ama biz AKP’giller’in çöküşlerini hazırlayan azgın politikalarının köşe taşlarını anlatmaya çalışalım.

Önce adaleti sildiler vicdanlardan. Hak arama adresi olan mahkemeleri AKP’nin hukuk bürolarına çevirerek insanlardaki adalete olan güven duygularını yok ettiler. Adalete güven azaldıkça, iktidarı elinde tutan zalimin de zulmü arttı.

Nasıl mı?

Soma’da iş cinayetine kurban giden 301 madencinin kanı henüz ellerinde kurumamışken en üst düzey şirket yetkilisinden siyasi temsilcilere kadar mahkemelerden ödül gibi cezalar verilerek bir bir beraat ettirildiğinde…

Yıllarca ortaklık ettikleri ve koyunlarında besledikleri FETÖ dinci yapılanmasını bahane ederek hayata geçirdikleri 15 Temmuz Ganimet Paylaşımı Savaşı’ndan sonra binlerce kişiyi vatan haini-terörist ilan ederek önce işinden sonra da özgürlüğünden edip cezaevine doldurduklarında, bu örgütün asıl siyasi suçlularının kendileri olduklarını gizledikleri zaman…

11 yaşındaki Rabia Naz Vatan’ın ölümünün kaza değil bir cinayet olduğunu ortaya çıkarmaya çalışan babasını akıl hastanesine yatırmaya çalışıp dosyaya gizlilik kararı koydurduktan sonra, TBMM’de verilen araştırma önergesini reddederek cinayeti örtbas etmek istediklerinde…

Öcalan’ın basın sözcülüğünü yapıp kardeşini TRT ekranlarına çıkaranlar; “çocuklar ölmesin, barış gelsin”, diyen Ayşe Öğretmeni cezaevine koyduğunda…

Ulaştırma Bakanlığı yaptığı sırada meydana gelen hızlı tren kazasında hiçbir sorumluluk almadığı gibi; “Ulaşım benim işim hiç de mütevazı olmayacağım. İstanbul’un ulaşım sorununu ben çözeceğim”, diyen birini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterdiklerinde…

Bu ve buna benzer toplumun vicdanını yaralayan sayısız olay karşısında;

Hak ve adalet mücadelesi veren kim varsa nefret diliyle önce vatan haini ilan edilip haklarında toplumsal linç kampanyaları oluşturuldu. Bu da yetmedi AKP’ye oy vermeyen herkes Kaçak Saraylı diktatörün bitmez tükenmez zalimane hırsının kurbanı oldu.

Kaçak Saray’da oturan muktedirin;

Gezi İsyanı sırasında;  “camide içki içtiler” , Kabataş’ta; “başörtülü bacımızı taciz ettiler” türünden kan dondurucu yalanlarına bu yıl da 8 Mart’ta İstanbul’da meydanlara çıkan kadınlara yönelik; “ezanı ıslıkla protesto ediyorlar”, iftiralarını attığında…

Kamu malı hırsızlığının devasa boyutlara ulaştığı, bir avuç zenginin lüks ve şatafat içinde yaşarken halkı işsizlik ve açlık cehennemine terk eden AKP’li hırsız tayfasının, Reislerinin de katıldığı açık hava Teravih Namazını siyasi şova çevirdiklerinde…

Öcalan’ı devreye sokarak oyların Binali’ye verilmesine yönelik mektubun kamuoyuna duyurulup çirkin algı operasyonları tezgâhlandığında…

Mısır’ın, ABD destekli şeriatçı devrik Cumhurbaşkanı Mursi’nin ölümünü siyasi malzeme yapıp -ki bu yobaz zat kadın haklarına düşman biri olarak ülkesinde 9 yaşındaki kızlarla evlenilebilir önerisini sunan, kadınların boşanma haklarını elinden almaya çalışan, bir erkek ölen eşiyle 6 saat içinde cinsel ilişkiye girebilir türünden insanlık dışı sapık fetvalar veren Ortaçağcı bir zihniyete sahipti- “23 Haziran’da İstanbul için oyunuzu Sisi’ye mi Binali’ye mi vereceksiniz?” diye dehşet verici çağrılarda bulunduğunda (kendi sonunun da BOP çerçevesinde Amerikan tertibiyle işbaşına getirilmiş emperyalistlerin oyuncağı dinci Mursi gibi olacağını unutarak)…

AKP faşizmi elle tutulur, gözle görülür hale çoktan gelmişti. Vicdanlarda kanayan yara daha da büyüdü, kabına sığmaz oldu.

Kaçak ve Haram Saray’da oturan Muktedirin tahtı sallanmaya başladı. İşte bu yüzden 23 Haziran’a gelince siyasi ikballeri uğruna yapamayacakları iş, söyleyemeyecekleri yalan, istismar edemeyecekleri değer tanımayan bu gözü dönmüş ortaçağ madrabazlarına;

Halk “Yeter Artık!” dedi.

 

Beka balonunun patlaması

Ekonomik iflasın eşiğine getirdikleri ülkeyi hukuksuzluk cehennemine çevirdikleri yetmiyormuş gibi, kirli ve çürümüş düzenlerini devam ettirmek adına yasadışı işlerini örtbas etmek, hırsızlık ve ahlâksızlıklarını gizlemek için dinin kutsal değerlerine saldırmaya başladılar. Bu yolda ezan, cami, bayrak temalı kocaman bir “Beka Masalı” uydurdular.

Seçim meydanlarında boğazlarına kadar batmış ve kirlenmiş düzenlerini bu tür yalanlarla aklamaya çalıştılarsa da, ne kadar düzenbaz ve yanardöner oldukları kendiliğinden ortaya saçıldı. Bir gün önce söylediklerini ertesi gün yalanlamaktan çekinmediler. ABD-AB Emperyalizminin kuklaları olarak bir gün milliyetçi, bir gün Apocu, bir gün Avrasyacı, bir gün Amerikancı rolünü oynarken, hepsinin üstünü Ümmetçilik sosu ile iyice sulandırdılar. Bir bakmışsınız devletin başı AKP’ye oy vermeyenlerin hepsini terörist ilan ederken milliyetçi pozlarına bürünüyor ama yine aynı zat ertesi gün Apo’nun mektubunu yayınlatıp Apocu olabiliyor. Yani nabza göre şerbet vermek deyimi bunlar için söylenmiş olsa gerek. Bugüne kadar giymedikleri gömlek, dönmedikleri söz kalmadı.

Gerçekte uşaklık yaptıkları büyük patronlarına ise asla ihanet etmediler. Halkın dini ve milli duygularını bu yolda istismar ederek 17 yıldır ülkeyi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen Muaviye-Yezid dincilerinin devamcıları için, artık giyecekleri hiçbir gömlek acı sonlarına engel olamayacak.

Kurdukları korku imparatorluğu kendi elleriyle yıkılmaya başladı. Meydanlardan herkese hakaretler yağdıran tek adam, saray bataklığında gittikçe yalnızlaşıp boğuluyor. Haktan ve adaletten uzak güce dayalı AKP piramidinin temeli; “Her şey çok güzel olacak.”, sloganını dillendiren 16 yaşındaki Berkay’la temelinden sarsıldı ve Reis altında can çekişiyor şimdilerde.

Halkın en demokratik ve yasal hakkı olan seçme özgürlüğünün gasp edildiği 31 Mart’taki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde yurttaşın iradesine ipotek koyanlar, halka karşı devletin resmi ajansı olan AA ve YSK ortaklığında örgütlü suç işlemişlerdir. İstanbul’u yıllardır rant çetelerine peşkeş çekenler için içine girilmeyecek kılık, dönülmeyecek söz yoktur bu ihanet yolunda.

Varlıklarını bu kirli düzene borçlu olanlar işte böylesine Beka masallarına muhtaç durumdalar. Erdoğan’ın gücü arttıkça baskı ve zulmünün artmasında yatan tek sebep kurdukları “Hırsızlar İmparatorluğunun” altında kalma korkusudur.

Ülkenin kamusal varlıklarını satarak ve yağmalayarak elde ettikleri servet öylesine büyük ki, nüfusun en zengin yüzde 1’i, ülke servetinin yüzde 54’üne sahip durumda. Yüzde bir azınlığın servet içinde yüzdüğü bir ülkede, milyonlarca insan evine götürecek bir ekmek bulamıyor. 2018’de yayımlanan OECD Raporuna göre son 10 yılda gelir dağılımı bozulan ülkelerin başında Türkiye geliyor.

Raporun bir çarpıcı yanı ise OECD ülkeleri içinde işçinin en fazla çalıştığı yer yine bizim ülkemiz. Rapora göre haftada 60 saatten fazla çalıştırılan işçilerin bizdeki oranı yüzde 20,6.

Servetin nasıl elde edildiğini gösteren bu ayrıntılara bakarak, AKP’nin makyajının İstanbul seçimlerinde nasıl döküldüğü; gerçek yüzlerinin nasıl açığa çıktığı ortada. Ülkeyi ekonomik iflasın eşiğine getirenler için gerçek beka kendi siyasal geleceklerini teminat altına almak anlamı taşıyor. Çıkardıkları tüm gürültü ve patırtılar siyasi ikballerinin tehlikeye düşeceği endişesi yaşadıklarından.

“Her büyük servetin altında büyük bir suç yatar.”, diyen Balzac ne kadar haklı bir tespitte bulunmuş.

Camileri siyasi arenaya çevirip ezan ve Kur’an’ı istismar edenler, bugün “Allah” ile aldattıkları halktan çok büyük bir tokat yediler. Her türlü haramı yemekten çekinmeyen firavun düzenine halkın geziden sonraki ikinci büyük darbesi İstanbul seçimleri oldu. Asıl “AKP zilletinden kurtulmak”  bugünün en vazgeçilmez beka problemidir.

Bunun yolu da, 2. Kurtuluş Savaşı vererek Demokratik Halk İktidarını kurmaktan geçiyor.

Ankara’dan Bir Yoldaş