Ve tarih 30 Ağustos 2019…
Prof. Dr. Özler Çakır
Tarih 30 Ağustos 2019. Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının önderliğinde, Emperyalist Yedi Düvele karşı bir mücadele destanı yazılarak kazanılmasının 97. yıldönümü.
30 Ağustos, onurun zaferinin bayramı;
30 Ağustos, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, son nefesini verene dek kazanılan bağımsızlık zaferinin bayramı;
30 Ağustos cesaret vatanını hiç terketmeyenlerin zaferinin bayramı; 30 Ağustos mazlumların zalimlere karşı verdiği mücadelenin, haklının zaferinin bayramı;
30 Ağustos, küllerimizden yeniden doğuşumuzun bayramı.
Kısacası 30 Ağustos, karanlıklar içinden doğan Cumhuriyet’imizi ve önemini bugün talan edildikçe, yitirdikçe iliklerimize kadar hissettiğimiz Cumhuriyet kazanımlarını müjdeleyen zaferin bayramı.
Bir zamanlar Vahdettin’lerin, Damat Ferit’lerin, Ortaçağcı din bezirgânlarının emperyalist canavarlara teslim ettiği bağımsızlığımızı; “Ya İstiklal Ya Ölüm!” şiarı ile savaşanların kanı, canı pahasına elde ettik.
Ne acıdır ki bugün ülkemiz, yeraltı-yerüstü zenginliklerimiz, bu soysuzların torunlarının işbirliğiyle yeniden ABD-AB Emperyalistlerince, yerli Parababalarınca talan edilmekte. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, üzerinde yaşadığımız toprakları vatan yaptılar, bunlar satıyorlar. Hangi birini sayalım ki! İşte 18 Ege Adamız, Kazdağları, Tank Palet Fabrikası…
Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Devrimcileri, bu vatanın dağına, taşına, yeşiline sahip çıktılar, güzel olanı korumaya, çoğaltmaya; çorak toprakları da gönendirmeye, yeşertmeye çalıştılar. İşte Atatürk Orman Çiftliği, Yalova’da bir çınar dalını kurtarmak için raylar üzerinden kaydırılan köşk, 1924 yılında çıkarılan “Türkiye Ormanlarının Bilimsel Yöntemlerle Yönetimi ve İşletilmesi Yasası”. Dahası var: İstanbul, Ankara ve İzmir’de kurulan Orman Fidanlıkları, 1937’de çıkarılan “Orman Kanunu”.
Bugün ise, ormanlarımız, yeşilliklerimiz, doğal güzelliklerimiz içindeki canlılarla birlikte yakılıyor, yok ediliyor. Doğamız ve Tarihimiz talan ediliyor. Yazmakla bitecek gibi değil. İşte Kaçak Saray ile yok edilen Atatürk Orman Çiftliği, Kuzey Ormanları, Cerattepe, ODTÜ Ormanı, içindeki canlılarla birlikte alevlere terkedilen Muğla-İzmir ormanları, insanlığın tarihsel mirası Hasankeyf…
Cumhuriyet Devrimcileri, Halkımızı Ortaçağ karanlığından çekip çıkarmaya çalıştılar, laik ve bilimsel eğitim için çok önemli hamleler yaptılar. İşte Öğretim Birliği Yasası, Harf Devrimi, Karma Eğitim, Köy Eğitmen Kursları, yoksul Anadolu topraklarına bilimin aydınlık meşalesini taşıyacak binlerce kadın-erkek halk önderi öğretmen yetiştiren Köy Enstitüleri.
Bugün ise ülkemiz yeniden Ortaçağ karanlığına gömülmekte. Yoksul-emekçi halkımızın, işçimizin, köylümüzün çocuklarına başka seçenek bırakmayarak, onları“dindar ve kindar” Ortaçağcı müridler olarak yetiştirmek üzere pıtrak gibi çoğaltılan İmam Hatipler, Tarikat-Cemaat yurtları-evleri. TÜRGEV’ler, ENSAR’lar, TÜGVA’lar, İHH’ler, İlim Yayma Vakıfları… Buralarda tacize ve tecavüze uğrayan, yapılanları onuruna yediremeyip intihar eden, hayatları sönen, yanan-yakılan çocuklar…
Cumhuriyet devrimcileri, Ortaçağcı gericiliğin en çok da kadınlarımızı boyunduruk altına aldığının bilincindeydiler. Bu nedenle özellikle kadınların eğitimine ve çalışma yaşamına katılabilmelerine özel önem verdiler. Kadını erkeğin namusu olmaya mahkûm ederek, kara peçenin arkasına gizleyen dinci gericiliğin prangasından kurtarmaya çabaladılar. Kadınların günlük yaşamda cinsiyetlerini gizlemediği modern giysiler giymelerini sağlayan uygulamalar gerçekleştirdiler. Onları çesitli meslek dallarında çalışabilmeleri için desteklediler. İşte ilk kadın pilot Sabiha Gökçen. Kamusal ve siyasi alanda da kadının yer alabilmesi için çeşitli düzenlemeler yaptılar ve1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan yasayı çıkardılar.
Ya bugün ne durumda kadınlarımız?
Ülkemiz Ortaçağcı gericiliğin bataklığına yeniden sürüklendikçe, kadın üzerindeki baskı, kadın düşmanlığı da giderek artıyor. Kadınımız yeniden onun özgürlüğünün değil, esaretinin simgesi olan kara çarşafın altına hapsediliyor. Kadının aşağılanması, kadın taciz ve tecavüzleri, kadına yönelik saldırılar ve şiddet, insanın kanını donduracak biçimde işlenen kadın cinayetleri, hemen her gün duyduğumuz olaylar haline geliyor. İşte ailesi tarafından diri diri gömülen Medine, hunharca katledilen, annesinin “çok acı çekmiştir kızım, keşke kurşunla öldürselerdi” sözleri belleklere kazınan Özgecan, kocası tarafından 10 yaşındaki kızın gözü önünde boğazı kesilen ve ölümle pençeleşirken kulaklarımızdan “Ölmek istemiyorum” haykırışı hiç silinmeyecek olan Emine Bulut. Gördüğü şiddet nedeniyle eşinden boşanmak istediği için doğum yaptığı hastanede kocası tarafından bıçaklanarak öldürülmek istenen Güldane, ayrı yaşadığı eşi tarafından sokak ortasında bıçaklanarak öldürülmek istenen Hafize…
Ve tarih 30 Ağustos 2019.
Dumlupınar Zaferi’nin 97. yıldönümünde şair Namık Kemal’in dizelerinde betimlediği gibi bugün yeniden “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini”. Ama umutsuzluğa yer yok! Mustafa Kemal’in 1921’de Meclis kürsüsünden seslendiği gibi
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.
Tıpkı Birinci Kurtuluşta olduğu gibi!
İşte “Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşı’mız” diyenler, Mustafa Kemal’in “Bağımsızlık Benim Karakterimdir” şiarını mücadele bayrağı edinenler, “Vatan Aşkını Söylemekten Korkar Hale Gelmektense Ölmek Yeğdir” inancıyla sömürü düzenine karşı savaş veren, ömrünün yirmi iki buçuk yılını Parababaları düzeninin zindanlarında geçiren Hikmet Kıvılcımlı’nın devamcıları, düşünce oğulları ve kızları.
İşte “Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!” inancıyla İkinci Kurtuluş Savaşı vermeye, onu sosyal kurtuluş ile taçlandırmaya, Halkın Demokratik İktidarını kurmaya and içenler: HKP’liler.