Site rengi

Tasarım

Afrika’daki Politik Devrimler nereye kadar gider?

08.09.2023
712
A+
A-

Fransız Emperyalist Haydudunun yüzyıllar boyunca yaklaşık üçte birini tahakküm altında tuttuğu Afrika’dan peş peşe olumlu, sevindirici haberler geliyor. Başta Fransa olmak üzere ABD-AB Emperyalistleri tarafından iktidar koltuğuna oturtulmuş halk düşmanları; bizdeki Jöntürk Geleneğini ruhunda taşıyan, çoğunluğu genç, Tam Bağımsızlıkçı askerler tarafından alaşağı ediliyor, kara kıtanın özellikle batısında son dönemlerde çilekeş Afrika Halklarının coşkuyla kucakladığı Politik Devrimler patlak veriyor. Batı Afrika’da özellikle Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun ardından Gabon’da 30 Ağustos’ta gerçekleşen ve 56 yıllık Bongo Hanedanlığına son veren Politik Devrim, kıtadaki ilerici hareketlerin Orta Afrika’ya doğru da yayıldığını gösteriyor.

Afrika’da cereyan eden bu ilerici hareketler, yüzyıllardır devam eden ezilmişliğin biriktirdiği öfkenin bir patlaması niteliğindedir. İngiltere’den İspanya’ya, Portekiz’den Belçika’ya, Almanya’dan Hollanda’ya kadar çok sayıda Batılı Emperyalist Haydut Devlet tarafından iliklerine kadar sömürülen, yarattıkları bütün değerlere el konulan, emperyalist canavarların körüklediği iç savaşlarda kitlesel şekilde katledilen Afrika Halkları, artık kaybedecek bir şeylerinin olmadığını net biçimde görüyor. Batı Afrika’daki bazı ülkelerde başını gençlerin çektiği askerler, halktaki bu tepkiyi çok iyi bildikleri, dolayısıyla halklarının kendilerini destekleyeceklerini açık bir şekilde gördükleri için emperyalizm uşağı, halk düşmanı diktatörleri alaşağı etmek üzere harekete geçmekte çekince göstermiyorlar.

Yukarıda altını çizdiğimiz gibi Afrika Halklarında biriken öfke, temelsiz bir öfke değildir. Sadece Fransa’nın yaklaşık 500 yıldır kıtadaki varlığına bakmak, bu öfkenin ne kadar doğal ve haklı olduğunu anlamaya yeter.

Fransa’nın Afrika’daki varlığı 16’ncı Yüzyıl’a kadar dayanmaktadır. Kuzey Afrika’da Cezayir ve Fas ile Batı ve Orta Afrika’da Moritanya, Senegal, Gine, Mali, Fildişi Sahili, Benin, Nijer, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon, Kamerun, Cibuti ve Madagaskar gibi ülkeleri kapsayan geniş bölgeyi yüzyıllar boyunca sömürge tahakkümünde tutan Fransa, bölge halklarını yük hayvanları gibi kullanmış, zengin doğal kaynaklara sahip bölgeden çıkarılan tüm değerleri yağmalamıştır.

Fransa, Açık Sömürgecilik Döneminden Yarısömürgecilik Dönemine geçişle birlikte bölgedeki insanlık dışı tahakkümünü günümüzde de sürdürmektedir. Bu günlerde Fransız Emperyalizmine cepheden karşı duruş sergileyen Mali’yle ilgili bir örnek, bu tahakkümün boyutlarını ve daha düne kadar devam ettiğini gözler önüne sermektedir:

Fransa, 2 bin 436 tonluk altın rezerviyle dünyada en fazla altın rezervine sahip 4’üncü ülke durumundadır. Fakat Fransa’nın ulusal sınırları içinde bir tane bile altın madeni bulunmamaktadır. Bu günlerde bölgede Fransa’ya meydan okuyan Mali’de tam 860 altın madeni bulunmaktadır ve bu madenlerden yılda yaklaşık 50 ton altın çıkarılmaktadır.

Peki, Mali’nin ulusal altın rezervi var mıdır?

Yoktur. Evet, yanlış okumadınız, sınırları dahilinde 860 altın madeni bulunan Mali’nin devlet bankalarında altın rezervi yoktur. Çünkü Fransız Emperyalist Haydutları, canları pahasına madenlerin derinliklerine inerek altın çıkaran Mali Halkının elinden bütün altınları çalmakta, kendi emperyalist anavatanına götürmektedir. Bu durum sadece Mali ve sadece bölgedeki altın madeni için geçerli değildir. Fransız Emperyalist Canavarı, tahakkümü altındaki tüm bölgelerdeki bütün doğal zenginliklere aynı şekilde el koymaktadır.

Afrika celladı Fransız Emperyalistleri sadece bölge halklarının zenginliklerine el koymakla yetinmemiştir. Bu emperyalist canavar, Birinci ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşlarında kendi ordusu için gerekli olan asker gücünün bir bölümünü Afrika’daki tahakküm bölgelerinden temin etmiş, yüzbinlerce Afrikalıyı kendi aşağılık emperyalist çıkarları uğruna öldürtmüştür. Fransız Emperyalistleri aynı zamanda bölgede körükledikleri iç savaşlarda ve bağımsızlık için başkaldıran bölge halklarına yönelik gerçekleştirdikleri katliamlarda milyonlarca masum insanın kanını dökmüşlerdir.

Müslüman Cezayir Halkının 1954 yılının sonlarından 1962 yılının başlarına kadar Fransız Emperyalizmine karşı verdiği bağımsızlık savaşında, bu alçaklar 1 milyondan fazla insanı katletmişlerdir.

1994 yılında insanlık tarihinin gördüğü en büyük soykırımlardan birine imza atan bu emperyalist cellat, Ruanda’da 800 bin masum insanın katledilmesine yol açmıştır.

Ve Fransa’nın eski Cumhurbaşkanlarından François Mitterand adlı alçak, 1998’de Le Figaro Gazetesi’ne verdiği bir demeçte, Fransa’nın bu ülkelerde işlediği insanlık suçlarıyla ilgili; “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil”, ifadelerini kullanarak Fransız Emperyalizminin mazlum dünya halklarına nasıl baktığını gözler önüne sermiştir.

Son dönemlerde Batı ve Orta Afrika’da gerçekleştirilen ilerici hareketler, işte bu hayâsızca, insanlık dışı sömürü ve zulme karşı yerden göğe kadar haklı bir isyanın tezahürleridir.

Bilindiği gibi Batı ve Orta Afrika ülkelerindeki bu ilerici hareketler, Rusya ve Çin tarafından açık bir biçimde desteklenmektedir. Rusya ve Çin, tıpkı BRICS’in genişletilerek üye ülke sayısının 11’e çıkarılması adımında olduğu gibi ABD-AB Emperyalistleriyle birlikte onların askeri, ekonomik, siyasi ve casusluk örgütlerinin Asya ve Afrika’daki etkisini kırmaya çalışmaktadır. Emperyalizme yeni geçmiş bu iki büyük gücün ajandalarında gizli hedeflerinin bulunması doğaldır. Dünya halkları, yeri geldiğinde, onlara karşı da mücadele edecektir. Ancak Rusya ve Çin, attıkları bu adımlarla, Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’ın çöküşüyle birlikte ortaya çıkan “Tek Kutuplu Dünya” düzeninin tekerine çomak sokmaktadır.

Bildiğimiz gibi ABD-AB Emperyalistleri ve onların kanlı terör örgütü NATO, bu Tek Kutuplu Dünya düzeninde 1991’den beri sadece Ortadoğu’da çıkardıkları savaşlarla, giriştikleri işgal harekâtlarıyla 11 milyon civarında masum Müslümanı katletmişlerdir. Dolayısıyla ABD ve AB gibi eski-kaşar emperyalist güçlerle Rusya ve Çin’in başını çektiği cephe arasındaki çelişki ve rekabet, dünya halklarının yararına sonuçlar doğurmaktadır. “Sonuçta Rusya ve Çin de emperyalist ülkeler, o halde Afrika’daki hareketleri desteklemek gerekmez”, şeklindeki metafizik ve tekdüze bir yaklaşım, günümüz dünyasının gerçekleriyle bağdaşmamaktadır.

Ancak Afrika’daki ilerici gelişmeleri sadece Rusya ve Çin’in açık desteğine bağlamak, insan faktörünü, İnsan Üretici Gücünü bütünüyle yok saymak demektir. Başta da belirttiğimiz gibi Batı Afrika’daki Politik Devrimlere imza atan liderlerin büyük çoğunluğu genç askerlerden oluşmaktadır ve bizdeki Jöntürk Geleneğinin temsilcilerine benzer bir motivasyona ve cesarete sahiplerdir. Örneğin Burkina Faso’nun 34 yaşındaki lideri İbrahim Traore yüzbaşı rütbesindedir. Yine Mali’nin mevcut Cumhurbaşkanı Assimi Goita 40 yaşındadır ve albay rütbesindedir.

Bu Tam Bağımsızlıkçı liderler tıpkı bizdeki 27 Mayıs Politik Devrimi’ni gerçekleştiren Genç Subaylar gibi halklarının Batı’nın kukla rejimlerinin zulmü altında inim inim inlemelerine kayıtsız kalamadıkları için yaşamlarını riske atarak bu hareketlere girişmişlerdir. Tam Bağımsızlık, bu genç askerlerin belirleyici özelliklerinin başında gelmektedir. Örneğin Burkina Faso lideri İbrahim Traore, 26 Temmuz’da Nijer’de gerçekleştirilen Politik Devrimin ardından şu çarpıcı sözleri dile getirmiştir:

“Kölelik kendini bize dayatmaya devam ediyor. Atalarımız bize bir şey öğrettiler: Kendi isyanını üstlenemeyen bir köle, acınmayı hak etmez.

“Kendimiz için üzülmeyiz, kimseden bizim için üzülmesini istemeyiz. Burkina Faso halkı kalkınmalarını yeniden başlatmak için teröre karşı savaşmaya karar verdi.

“Artık eski Afrika yok. Batı’ya kölelik dönemi sona erdi. Bağımsızlık savaşı başladı. Hürriyet için can alıp can vereceğiz.

“Afrika’nın Batı rejimlerine kölelik dönemi sona erdi, tam bağımsızlık savaşı başladı. Ya vatan, ya ölüm.” (https://www.habervakti.com/burkina-faso-lideri-baskaldirdi-batiya-kolelik-donemi-sona-erdi-ya-vatan-ya-olum)

İşte Batı Afrika’daki kukla rejimlerin bir bir devrilmesinin arkasındaki asıl itici güç, Burkina Faso’da Thomas Sankara’nın devrimci mirasını sahiplenen Yüzbaşı İbrahim Traore’nin bu sözlerinde gizlidir.

Peki, mazlum dünya halklarına umut veren, peş peşe gelen bu Politik Devrimler nereye kadar gidebilir?

Bu sorunun cevabı, Batı ve Orta Afrika ülkelerinde iktidarı ele geçirmiş, çoğunluğu genç ve Tam Bağımsızlıkçı olan askerlerin kendi halklarıyla ne kadar kaynaşacağına, kader birliği edeceğine bağlıdır. En az bu kadar önemli olan bir başka gerçek de şudur:

Batı Afrika’da girişilen bu ilerici hareketler, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “Politik Devrim” niteliğindedir. Politik Devrimler, bilindiği gibi, toplumun ekonomi temelinde ve mülkiyet ilişkilerinde herhangi bir altüstlük meydana getirmeden sadece iktidar mevkiinde gerçekleştirilen ve genellikle halk düşmanı iktidarların alaşağı edildiği devrimlerdir. Bu tür hareketlerin bu çerçevede kalması; bu devrimlerin git gide aşınmasına, yozlaşmasına ve nihayetinde çürümesine, yok olmasına sebep olacaktır. Ülkemizde 27 Mayıs Politik Devrimi sonrası yaşanan süreç, bu gerçekliğin en net kanıtlarından biridir. Bu bakımdan Afrika’daki genç ve heyecanlı, atak, yiğit liderlerin önündeki en kritik görev, kendi devletlerinin siyasi iktidar mekanizmasında gerçekleştirdikleri altüstlüğü, toplumun ekonomik altyapısına da yaymak, halklarını topyekûn devrim sürecinin en önemli unsuru haline getirmektir.

Ve iş, en nihayetinde gelip Bilimsel Sosyalizmin, Marksizm-Leninizmin öğretilerine dayanır. Asıl olan, Afrika’da ulusal motivasyonun ön plana çıktığı antiemperyalist dalganın kendi sınırlarını aşarak sosyal boyuta ulaşmasıdır. Yani Afrika Halkları sadece ABD-AB Emperyalistlerini bölgeden kovmakla yetinmemeli, aynı zamanda insanın insanı ezmediği, sömürmediği, yük hayvanı olarak kullanmadığı adil bir toplum yaratma, sosyalizmi inşa etme perspektifine kavuşmalıdır.

Yüzyıllar boyu halkların iradi olarak cahil bırakılmış olduğu kıtada, insanların bu bilince kendiliğinden ulaşmaları olası değildir. Bunun için yapılması gereken en önemli iş; her bir ülkede ezilen, sömürülen kitleleri bünyesinde toplayacak birleşik Marksist-Leninist siyasi örgütlerin yani sınıf partilerinin yaratılması ve bu partilerin bu mücadelelere kurmaylık etmesidir. Ancak bu sayede dünya halklarını heyecanlandıran bu ilerici atılımlar kalıcı hale gelebilir. Öncelikli görevlerden bir diğeri ise Batılı Emperyalist Haydutların kuklası durumundaki ECOWAS’a alternatif ekonomik, siyasi ve askeri işbirliği örgütleri yaratmak, aynı canavarlar tarafından sömürülen Afrika Halkları arasındaki bağı daha da güçlendirmektir.

Sonuç olarak dünyanın bayır aşağı gittiği bir süreçte Batı Afrika’da genç askerler tarafından girişilen hareketler dünya halkları açısından heyecan vericidir. Ancak dikkatli adımlar atılmaması durumunda 150 yıllık sömürü ve zulüm deneyimine sahip olan ABD-AB Emperyalist Haydutları tarafından bu hareketlerin boğulması da ne yazık ki ihtimal dahilindedir.

Bilindiği gibi Modern İnsan (Homo Sapiens), Afrika kıtasının bağrından çıkmıştır. Umarız ve dileriz ki içinde yaşadığımız, insanlığın bayır aşağı gittiği mevcut sürecin tersine dönmesinin ilk işaret fişeği de Afrika’daki bu olumlu gelişmeler olur.