Site rengi

Tasarım

AKP’giller’in iyice su yüzüne çıkan Ortaçağcılığı

05.12.2021
777
A+
A-

Mustafa Şahbaz

Tanrım; bu güzel yüze vermişsin emek,

O sümbülü koklamak, saçın’ ellemek.

Sonra da ona bakma, dersen, anlamı:

Dolu kadehi ters tut, hiç dökme demek!

 

Ömer Hayyam bu sözleri tâ 900 yıl önce söylemiş. Yani diyor ki, dolu kadehi ters tutarsan (henüz Newton tarafından tanımlanmamış olsa da yer çekimi diye bir şey vardır) doğanın yasası işler; şarap dökülür, bardakta duramaz. Doğa yasalarına karşı durulamaz.

Hayyam’dan 900 yıl sonra Tayyip ne diyor?

Kapitalist, hatta Tekelci Kapitalist (Emperyalist) bir düzende yaşayalım ama onun kurallarına uymayalım. Yani hem üretim yapmayalım (Kuvayimilliye yadigârı fabrikaları satalım, hiçbir yeni fabrika da kurmayalım, köylüyü üretemez hale getirelim) hem faizleri düşürelim hem döviz kurunu serbest bırakalım, dalgalı kur uygulayalım hem de enflasyonu düşürelim.

Bu nasıl olacak?

Kapitalizmin hiçbir kuralına uymayan bir kendinden menkul ekonomik model uygulayacak hatta bir deneme yapacak hazret.

Neymiş?

“Faiz sebep, enflasyon sonuç”muş.

Sen üretim yapmayacaksın, piyasaya yeterli mal veremeyeceksin yani yeterli “arz-sunu” geliştirmeyeceksin, arttırmayacaksın; bunun doğal sonucu olarak “talep-istem” artacak; sonuçta arz-talep dengesiyle oluşan malların fiyatı kaçınılmazca yükselecek yani enflasyon oluşacak ama sen bunu enflasyonun sebebi saymayacaksın ve bu cahilliğinle; “Ekonominin kitabını yaza”caksın. Sonra da buna bağlı olarak artmış olan, artmak zorunda olan faizleri düşüreceksin. Bu uygulamayla memlekete ucuzluğun geleceğini ve istihdamın artacağını savunacaksın.

 

TL’nin dolarla imtihanı ya da sağ iktidarların halka ihaneti

1946’dan beri, özellikle de 1950’den beri Türkiye, ABD güdümüne girmiş bir ülkedir. Dolayısıyla da doların hâkimiyet alanında yer almıştır. TL’nin değeri, ABD dolarına bağlı olarak belirlenir olmuştur o günden bu yana. İlki 1946’da, ikincisi 1958’de, üçüncüsü 1970’te olmak üzere yani on iki yılda bir büyük devalüasyon yapmak (TL’nin değerini, ABD dolarına ve diğer emperyalist ülke paralarına karşı düşürmek) zorunlu olmuştur. Sonra da 1980 24 Ocak Kararları, 1994 devalüasyonlarıyla bu süreç devam etmiştir. Bu sürecin kısa özeti şudur:

“1946 yılında Türk lirasına yüzde 40’a yakın değer kaybettirildi.

“1958 yılında Demokrat Parti iktidarı döneminde yapıldı. 4 Ağustos 1958 tarihinde “İktisadi İstikrar Tedbirleri” uygulandı. Türk lirasına yüzde 220 değer kaybettirildi ve bir Amerikan doları 9 Türk lirası oldu.

“10 Ağustos 1970 tarihinde Süleyman Demirel başbakanlığındaki 32. Türkiye Hükümeti tarafından ağır bir devalüasyon yapıldı. Türk lirası yüzde 70’e yakın değer kaybetti.

“1980 24 Ocak Kararları kapsamında açıklanan paket yüzde 33’lük bir devalüasyon öngörmüştü. Bir Amerikan doları 1980’de 90 TL, 1981’de 133 TL, 1982’de 191 TL’ye ulaştı. Döviz kurundaki belirsizlik faizlerin artmasına sebep oldu ve toplumda da bankerler krizi gibi yansımaları oldu.

“1994 Ekonomik krizinde ağır bir devalüasyon gerçekleştirildi. Başbakan Tansu Çiller tarafından açıklanan 5 Nisan Kararları ile Türk lirası yüzde 38 devalüe edildi.

“2001 yılında Merkez Bankası sabit kur rejiminden vazgeçerek dalgalı kur rejimine geçti.” (Vikipedi)

Dalgalı Kur Rejiminin anlamı ise aylık, günlük, haftalık, hatta son günlerde yaşadığımız gibi, saatlik devalüasyondur. Her ne kadar ekonomistler “buna devalüasyon denmez” deseler de…

 

Paramızın değeri neden düşer?

Kısaca söylersek içeride yerli Parababalarının, dışarıda emperyalistlerin sömürüsü yüzünden. Türkiye’nin yarısömürge durumuna düşürülmesi yüzünden.

İçerideki Parababaları iki küçük zümredir.

 

Bunlardan Birincisi: Küçüğün de küçüğü olan Modern Parababaları yani Finans-Kapitalistlerdir. Bunlar, 30-40 aileden oluşan ve sayıları 300-500 kişiyi geçmeyen ve göbekten yabancı Finans-Kapitale bağlı olan bir zümredir. Yani kapitalist sınıfı içinde küçücük bir zümreyi oluştururlar. Fakat ekonomide tekelci kapitalizmi yani emperyalizmi temsil ederler. Bu tekel konumlarından dolayı tüm ekonomiyi belirlerler. Ekonomi altyapısının belirleyiciliğinde tüm üstyapı kurumlarını da yani siyaseti, dini, kültürü, adaleti, eğitimi vb.ni de onlar belirler. Sayılarının azlığına aldanılmamalıdır.

Bu azlığın azlığı Modern Parababalarının azlığına AKP iktidarı bir ekleme daha yapmıştır; daha doğrusu bir daraltma daha geliştirmiştir: “Milletin a…na koyan” beşli müteahhitler çetesini yaratmıştır. Dünyada devletten en çok ihale alan 10 müteahhit firma arasında bizim ülkemizden 5 firma en önde gelmektedir. Bilindiği gibi dolar üzerinden geçiş garantili yollar, köprüler ile hasta ya da tetkik garantili Şehir Hastaneleri hep bu 5’li Çete’ye sunulmuş yağma Hasan’ın börekleridir. Deli Dumrul hikâyesinin günümüz Türkiye’sine uyarlanmış acımasız soygun düzeninin başaktörüdür bu 5’li Çete. Bu ballı kaymaklı vurgunla yetinilmemiş; bir de uyuşmazlık hallerinde Londra mahkemelerinin tahkimi (anlaşmazlıkların hakem yoluyla çözülmesi yöntemi) kabul edilerek bu soygun düzeni iyice tahkim edilmiş (kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış)tır. Tayyip’in deyimiyle bu 5’li Çete ve tabiî ortakları olan uluslararası emperyalistler, Türkiye’yi soymak anlamına gelen bu vurgunlarına engel olunmak istenirse; bu paraları (dolarları) “söke söke alırlar” bu tahkim sayesinde.

Adam, Türkiye’nin soyulması anlamına gelen antlaşmalar yapıyor, sonra da utanmadan sıkılmadan; siz bu antlaşmalara uymak, Türkiye’nin soyulmasına katlanmak zorundasınız. Biz öyle antlaşmalar-tahkimler yaptık ki, yerli-yabancı Parababaları, paralarını Türkiye’den, daha doğru bir söyleyişle, Türkiye Halklarından “söke söke alırlar” diyebiliyor.

Bu Beşli Çeteden söz etmişken… bütün yetkiyi elinde tutan Tayyip, bu beşliye bu kadar vurgunu babası hayrına mı yaptırıyor?

Bu mümkün değil…

Asıl kaymağını kendisi ve yakın şürekâsı yemeden böylesi vurgunların birilerine sunulacağına çocuklar bile inanmaz.  Yalnızca; “Kupon arsalar benim bilgim dışında satılmayacak”, sözü akla getirilsin gerisi anlaşılır…

Bu kadar vurgun için verilen garantiler karşılığı hazineden milyarlarca lira, hem de dolar kuruna bağlı olarak artan miktarlarda, bu Beşli Çete’ye aktarılınca, Hazine açık verecek. Bu açığı kapatmak için Hazine, halka vergiler yükleyecek, karşılıksız para basacak paramızın değeri kaçınılmazca düşecektir. Vurgunu sadece Beşli Çete yapmıyor elbette. Fakat soygunu en kestirmeden anlayabilmek için Beşli Çete en tipik örnektir.

 

İkincisi: Sayıları 3000 ila 5000 arasında olan Antika Sermaye yani Tefeci-Bezirgân Sermayedir. Ki, bu sınıf AKP’nin ideolojik ve örgütsel tabanını oluşturur. Bu geçmiş çağlardan kalmış ama Batı’da ortadan kaldırılırken, Türkiye gibi geri kalmış-bıraktırılmış ülkelerde kökü kazınamamış, varlığını tüm gücüyle sürdüren bir sömürücü sermaye grubudur. Tefeci-Bezirgânlığın üretimle bir ilgisi yoktur. O küçük üretim temelinde var olabilen ve küçük üretmenlerin kanını emerek yaşayan bir asalak, bir kenedir. Tefecilikle küçük üretmenleri faizle soyar, bezirgânlıkla da küçük üretmene girdi maddelerini en pahalıya satarak ve onun ürününü yok fiyata kapatarak sömürür.

 

Üçüncü Olarak: Bu ikili yerli sömürünün üzerine bir de asıl büyük patronun, aslan payını alan, başta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalistlerin vurgununu eklemek, halklarımızın nasıl bir vurgun ve soyguna mahkûm edildiğini gösterir. En basitinden gidelim: Adamın ürettiği 200 gram bile gelmeyen bir cep telefonuna 10 ton, 20 ton tarım ürünü verdiğimiz göz önüne getirilsin; insanlarımızın emeğinin Yabancı Parababalarına nasıl peşkeş çekildiği anlaşılır.

Bu can dayanmaz sömürü düzenine mahkum edilmiştir halklarımız.

 

Emperyalizmin kuklaları

Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizm ülkeden defedilerek, siyasi ve iktisadi bağımsızlık ilan edilerek kuruldu. Özellikle ekonomik bağımsızlığı sağlamak ve korumak için Birinci Kurtuluş Savaşı’nda en büyük müttefiki olan Sovyetler Birliği ile dayanışma içinde kendi sanayisini kurma hamlesini yürütmüştür Türkiye. Uçak Fabrikası da dahil olmak üzere ağır sanayiyi kurmak için yüzlerce fabrika kurulmuştur. Detayına girmeyelim.

Fakat önce Bayar-Menderes hainleri bu kurumlara ihanet etmişlerdir. ABD’nin emirleri doğrultusunda bu kurumları ya kapatmış ya da atıl bırakarak kapanmıştan beter etmiştir. Örneğin Uçak Fabrikası atıl bırakılarak yoka dönüştürülmüştür. Emperyalizm; “Siz sanayiyi bırakın, biz size veririz; siz Batı’nın kasabı, manavı olun”, diye buyurmuştur. Bizimkiler de “emrin olur” diyerek uymuşlardır bu buyruğa. Hoş bugünlerde “kasap, manav” olmak bile çok görülmüştür Türkiye’ye AKP sayesinde. Artık tarım ürünlerini de, eti de, yemi de Batı’dan ithal eder hale getirildi ülkemiz.

Daha sonra bunlara rahmet okutacak Nakşibendi Tarikatının İskenderpaşa kolunun müridi Turgut Özal, özelleştirme adını vererek bu Kuvayimilliye yadigârı kurumları yerli-yabancı Parababalarına satmıştır. Fakat ondan sondan gelen ve doğrudan ABD-İngiltere-İsrail yapımı olan AKP iktidarı, Özal’ı kat kat aşmıştır. Bu kurumlar, neredeyse bir teki bile kalmamacasına ve yok fiyatına yerli-yabancı Parababalarına peşkeş çekilmiştir. Birçoğu arsasının değerinin bile 5 katı, 10 hatta 40 katı altında fiyatlarla satılmıştır. AKP’nin ilk Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın deyişiyle; “babalar gibi sat”mışlardır halkın mallarını, sanki babalarının malıymış gibi. Hoş bu söylem de lafın gelişi söylenen bir sözdür. Çünkü hiç kimse babasının malını böyle yok fiyatına satmaz, peşkeş çekmez.

 

Nas mı? Din sömürüsüne pas mı?

Beyimiz faizi düşürecek…

Düşürecek de kör olası dolar kuru rahat durmuyor ki, aldı başını gidiyor… Canım dolardan bize ne, varsın yükselsin, diyor başta Damat olmak üzere AKP avanesi. Fakat kazın ayağı öyle değil. Turgut Özal TL’yi konvertibl ettiğinden beri dolar tüm ekonomimizi artık günlük olarak belirler oldu. Artık devalüasyon yapmaya da gerek kalmadı. Yani hükümetin kalkıp da; bugünden itibaren dolar karşısında TL’nin değeri şudur demesine gerek kalmamıştır. Dediğimiz gibi devalüasyon artık her gün her saat “serbest piyasa-dalgalı kur” denen canavar tarafından otomatik olarak yapılmaktadır.

Doların TL karşısında değeri yükselince ne oluyor?

İğneden ipliğe her şeyin fiyatına zam geliyor. Çünkü her şeyin fiyatını dolar belirliyor. Çünkü başta enerji olmak üzere her şeyi dolarla alıyoruz. Çünkü tarım ve hayvancılık sektörünün bile bütün girdileri, örneğin saman bile dolarla alınıyor. Doların her yükselişi halkımızın satın alma gücünü düşürüyor. Ama örneğin Bulgar Halkının satın alma gücünü Türkiye’deki mallar karşısında yükseltiyor. Edirne Bulgarlar için ucuz mal cennetine dönüşüyor. Kısa sürede milyonu aşkın insan Türkiye’den ucuz mal almak için Edirne’ye hücum ediyor. Halkımızın alınteri yok paraya peşkeş çekiliyor. Bu örnek ufak bir ticareti temsil eder. Hani günlük bir milyar dolarlık ihracat yapıyoruz falan diyorlar ya… İşte o ihracat da aynen Edirne pazarı usulü yapılıyor. Yani halkımızın alınteri yok pahasına başta Batılı Emperyalist ülkeler olmak üzere dışarıya peşkeş çekiliyor. Bir de: “bizde işgücü ucuz, Avrupa Sermayesi gelip yatırım yapacak, döviz girdisi ve istihdam artacak; bu yolla Türkiye düzlüğe çıkacak”, Nasreddin Hoca ekonomisi anlatılıyor halka. Hani Nasreddin Hoca, evinin etrafına çit gererken gelen alacaklısına; “Buradan koyunlar geçecek. Yünleri bu çitlere takılacak. Onları toplayıp eğireceğim; ip yapacağım. O ipleri dokuyup satacağım, borcumu ödeyeceğim.”, der ya… İşte bunların ekonomisi de o hesap. Ama bu hesapta tutmayacak bir kusur var. Halkımız işgücünün bu kadar ucuza yabancı Parababalarına peşkeş çekilmesine ne kadar katlanabilir?

Katlanamayacağı çarşı-pazardaki esnafın, sokağa çıkıp tencere-tava çalan kadınlarımızın, traktörü haczedilen köylümüzün, barınamıyoruz diye isyan eden gençliğimizin ve en önemlisi meydanlara çıkmaya başlayan İşçi Sınıfımızın tepkisinden belli ki Tayyip’in rüyasının gerçekleşme şansı yoktur. “Demir almak günü” gelmiştir artık AKP iktidarı için.

Bu; “Faiz sebep, enflasyon neticedir”, yavelerini halk yemiyor artık. Bütün bu demagojiler tutmayınca ne diyor Tayyip:

“Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar, kusura bakmasınlar. Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olamam, olmam. Bu görevde olduğum sürece faiz ve enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Bu konuda nas ortada. Nas ortadayken sana, bana ne oluyor?”

Hazret höykürüyor ki ne höykürme: “Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar, kusura bakmasınlar. Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olamam, olmam.” Sanırsınız ki, Türkiye’de AKP iktidar olduğundan beri faiz yoktur. Şimdi ise bu faiz uygulanmayan(!) Türkiye’de Tayyip’in; “beraber yürüdüğü” bazı arkadaşlarından “faizi savunanlar”, çıkmış. Böyle densizlerle dini bütün Tayyip tabiî ki; “beraber olamaz, olmaz”.

Nitekim Kur’an ve Sünnet’in emrettiği ve tartışma kabul etmez, eksiksiz uygulanması gereken Nas yani Doğma ne diyor?

Riba-Faiz haramdır.

Ve: “Bu konuda Nas ortada. Nas ortadayken sana, bana ne oluyor?”

İyi de bu Nas 19 yıldan sonra mı yani şimdi mi indi? Ondan önce yok muydu? Hatta mademki bu Nas var, niçin hâlâ faizler yüzde 15? Hatta ve hatta bu Kur’an’ın kesin hükmüne rağmen İslam Tarihi boyunca “riba haram” kılınabilmiş midir?

Hayır, uygulanamamıştır bu kural. Hz. Muhammed’in en sevdiği torunu Hz. Hüseyin’i Kerbela’da katleden ve bunu da din adına yaptığını kitlelere dayatabilen Tefeci-Bezirgân Sermaye, her zaman bir yolunu bulup faizle-tefecilikle halkın iliğini sömürmenin yolunu bulmuştur. Bu konuda çok özendikleri Osmanlı’dan bir örneği, hem de adı “Dini Sualler” olan dinci bir internet sitesinden, sunmakla yetinelim:

“Sual: Osmanlıların İslamiyet’teki fâiz yasağını bertaraf ettikleri söyleniyor, hatta bu hususta vesikalar gösteriliyor. Osmanlılar gerçekten fâiz yasağını kaldırmış mıdır?

“Cevap: Para darlığının bulunduğu, karz yoluyla kredi temin edilemediği zamanlarda ulemâ muamele satışını tavsiye etmektedir. Muamele satışında, meselâ, on altın alıp, on bir altın ödemek hususunda uyuşulunca, on altını borç olarak verip, bir altına da kalem, defter gibi bir şeyi borç alana satmak câizdir. Böylece on bir altın borçlanılmış olur. Satış önce, borçlanma sonra da olabilir. Hatta meselâ, borç isteyen kimse bir malı on liraya peşin satıp teslim ettikten sonra, bunu o kimseden on bir liraya veresiye geri satın alsa bu da muteberdir. Ancak bu çeşit satışlarda muamele ile satılacak malın fiatı, borç mikdarının devlet tarafından tesbit edilen yüzdesinden fazla olamaz. (İbn Âbidîn).” (https://dinisualler.com/osmanlilar/osmanlida-faiz-var-miydi/)

Kur’an’a göre haram olan faiz, adı “Muamele”ye dönüştürünce pekâlâ helal olabilmektedir. Tayyip’in faizle mücadelesi de emin olalım ki, aynen bu çerçevede olacaktır.

Tayyip “Nas”a sığınmakla bir taşla birkaç kuş vurmak istiyor:

Önce dini bir argümana dayanarak kafadan silahsızlandırdığı tabanına; “ben çok dindar bir insanım, beni desteklemeye devam edin”, mesajı veriyor. Sonra artık pahalılıktan cinnet geçirecek hale gelmiş, zamdan zulümden başka bir şey düşünmez, başka bir şey konuşmaz olmuş halka, bir tartışma konusu sunmuş; onları asıl sorundan uzaklaştırmayı amaçlamıştır. Tabiî “muhalefetin” de bu tartışmaya katılması onun ekmeğine yağ sürecektir.

Fakat asıl önemlisi, daha önce de örneklerini gördüğümüz üzere artık yavaş yavaş bilimin dediğiyle değil, Nas’ın dediğiyle ülkeyi yönetmenin taşlarını döşemek istemektedir. Bunun kısa anlatımı Türkiye’yi Şeriatla yönetmektir. Türkiye’yi bir Suudi Arabistan, bir İran hatta bir Afganistan yapma rüyasıdır bu.

Tâ Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’nden beri bu dincilerin bir sloganı vardır: “Hâkimiyet Allah’ındır.”

Bu slogan Cumhuriyet’in; “Hâkimiyet kayıtsız şartsız Milletindir” prensibinin karşıtıdır. Yani hâkimiyeti, milletin yapacağı yasalar değil, Allah’ın kanunu demek olan Kur’an’ın hükümleri belirleyecek demektir. Türkiye’de Şeriatı hayata geçirmeyi amaçlayan bir söylemdir bu. Ve bütün dincilerin, tarikatların, cemaatlerin rüyasıdır.

Bir de ne demişti Mustafa Kemal: “Hayatta en hakiki mürşit (doğru yol gösterici) ilimdir.”

Oysa Tayyipgiller’in ideolojisinde tek mürşit Kur’an ve Sünnettir. Aslında bu da sadece söylemde böyledir. Gerçekte ise Şeriat adına gelen her despot kendi yasasını dayatmıştır halklara tarih boyunca. Günümüzde de ülkelerini Şeriatla yönettiğini iddia eden despotların ülkelerinde Şeriat, o ülkenin despotunun yasalarıdır. Ve o yüzden kaç Şeriatla yönetilen ülke varsa o kadar Şeriat anlayışı vardır. Yine ne kadar tarikat varsa o kadar mürşit ve o kadar Şeriat anlayışı vardır.

Tayyipgiller’in gördüğü bu Şeriat rüyası da hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur. Çünkü Tarihin çarkı bazen geriye doğru işler gibi görünse de (19 yıllık AKP iktidarı gibi), daima ileriye doğru işler.

Namık Kemal ne demişti?

 

Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hürriyet

Çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten

 

Günümüz Türkçesiyle:

Ne mümkün zulümle işkenceyle özgürlüğü yok etmek

Çalış anlama yeteneğini kaldır gücün yetiyorsa insanlıktan