“Global Dünya”da ve Dinci Diktatörlük Türkiye’sinde Korona günleri
Hüseyin Ali
İnsanlık dünya çapında bir virüs salgınıyla, bir pandemiyle karşı karşıya: Coronavirus (SARS-CoV-2) pandemisi…
Virüsler aslında canlı bile denemeyecek basit varlıklar (Virüsün diyalektiği: Hem canlı, hem cansız diyebiliriz). Yaşamlarını, çoğalmalarını bir başka canlının (bu canlı bitki, hayvan, insan, hatta bir bakteri olabilir) hücrelerini kullanarak sürdürebiliyorlar.
Günümüzdeki salgına yol açan Koronavirus de böyle (Şekil 1). İnsanda akciğerlerde bulunan bir enzime tutunarak çoğalıyor ve öncelikle akciğerlere zarar veriyor. Yol açtığı hastalığa, yüksek ateş, öksürük ve solunum sıkıntısıyla seyrettiğinden ve 2019’un sonunda ortaya çıktığından Koronavirus Hastalığı (Coronavirus Diesase, COVID-19) deniliyor.
Koronavirus, sık ve kolay mutasyona (değişime) uğrama özelliğinde bir virüs. Özellikle diken (spike) proteinindeki mutasyonlar virüsün yapısını değiştirerek yeni salgınlar yapabilmesini sağlıyor (Şekil 2).
Şimdiye dek dünyada 7 Koronavirus saptanmış durumda. Bunların bazıları (HKU1, NL63, OC4 ve 229E), bildiğimiz soğuk algınlığı gibi hafif seyreden hastalıklar yapıyorlar. Ama şimdiki SARS-CoV-2 ve daha öncekiler, 2003’te ortaya çıkan SARS-CoV (yol açtığı hastalığa Severe Acute Respiratory Syndrome, Ağır Akut Solunum Sendromu, SARS denildi) ve 2012’de ortaya çıkan MERS-CoV (bunun yol açtığı hastalığa ise Middle East Respiratory Syndrome, Ortadoğu Solunum Sendromu, MERS denildi) insanda ağır hastalığa yol açabiliyorlar. Şimdiki salgının etkeni SARS-CoV-2, bu yüzden “Yeni Koronavirus” olarak da biliniyor.
Yeni Koronavirus’ün daha öncekilere göre ölümle sonuçlanma hızı çok daha düşük (Yeni Koronavirus % 3.5 civarı, SARS Koronavirus’ü % 11, MERS Koronavirus’ü % 15-50 civarı). Buna karşılık insandan insana bulaştırıcılığı çok yüksek. Bazı virüslerin bulaştırıcılığını gösteren R0 değeri, Dünya Sağlık Örgütü tarafından başlangıçta 2.2-2.5 olarak bildirildi; Sağlık Bakanı bunun İstanbul için 16 olduğunun belirtti. Yani, hasta ya da virüsü taşıyan bir kişi 16 kişiye bulaştırabiliyor. Bu veri bizim için bulaştırıcılığın neredeyse kızamık virüsüyle aynı olduğunu gösteriyor (Şekil 3).
En önemlisi, virüs bulaştığı kişilerin % 6-13’ünde herhangi bir belirti vermiyor. Bu kişiler sağlıklı görünmelerine rağmen virüsü bulaştırabiliyorlar. Virüs % 80 hastada ise hafif soğuk algınlığı gibi belirtiler veriyor. Belirti verenlerde belirtilerin görülmesi için geçen süre virüs bulaştıktan sonra 14 güne kadar uzayabiliyor. Tehlike burada…
COVID-19, 31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktı ve 7 Ocakta hastalığın etkeni SARS-CoV-2’nin genetik yapısı tespit edildi. Virüsün yapısının % 96 oranında daha önce salgına yol açan SARS-CoV virüsünün yapısına benzediği belirlendi.
Bu durum bazı spekülasyonlara yol açtı. ABD Emperyalizmi, bu salgının Çin tarafından üretilen bir biyolojik silah nedeniyle ortaya çıktığını iddia etti. Hatta Amerikalı bir avukat grubu, bu yüzden Çin hükümetine, Çin Ordusu’na ve Çin Ordusu generallerinden Chen Wei’ye, Wuhan Viroloji Enstitüsü’ne ve enstitünün müdürüne karşı tazminat davası açtı. Buna karşılık, daha önce Çin Dışişleri Bakanlığından bir görevli resmi olmasa da virüsün CIA kaynaklı olduğunu ima etmişti.
Gerçekten de böyle bir olasılık var. Daha önceki SARS-CoV virüsünün genetik yapısıyla oynanmış olabilir.
Nitekim, bundan 5 yıl önce, 2015’de Amerikalı ve Çinli araştırmacıların saygın bir tıp dergisinde yayımlanan makalelerinde virüsün mutasyon geçirerek salgına neden olabileceği vurgulanıyor (Nature Medicine 2015;21:1508-1514). Araştırmacılar içinde 2 Çinli araştırmacı da var, Wuhan’dan. Ama geri kalan 13 araştırmacı ABD’den.
Daha önce 2003’te ortaya çıkan SARS salgınından yola çıkarak şu uyarılarla başlıyor yazarlar:
“SARS-CoV salgınının ortaya çıkışı, ağır solunum hastalığının farklı türler arasında geçiş yapabildiğini ve küreselleşen dünyada hızla yayılabileceğini, bunun büyük bir ekonomik etki doğuracağını gösterdi. O zamandan beri, H5N1, H1N1 ve H7N9 gibi influenza A (bu bir grip virüsüdür) türleri ve MERS-CoV, farklı hayvan türlerinde görülmüş ve ortaya çıktığı bölgelerde ciddi hastalıklara ve ölümlere yol açmış, ekonomik sıkıntılara neden olmuştur. Halk sağlığı önlemleri SARS-CoV salgınını durdurabilmişse de, son metagenomik çalışmalar (Metagenomik çalışmalar: Çevreden elde edilen numunelerde yapılan genetik çalışmalar), Çin’de yarasalarda dolaşan ve genetik yapısı SARS benzeri virüslerle yakından ilişkili ve gelecekte tehdit oluşturabilecek virüsler tespit etti.” (A SARS-likecluster of circulating bat coronavirusesshowspotentialforhumanemergence. Nature Medicine 2015;21:1508-1514).
Yazarlar bu uyarıyı yaptıktan sonra önlem olarak bir çalışma başlattıklarını belirtiyorlar. Yarasalardaki Korona virüslerinden birisi üzerinde (SHC014-CoV) laboratuvar çalışmaları başlatıyorlar. Virüsün diken (spike) proteini ile oynayarak bir hibrit (melez) virüs oluşturuyorlar ve bu virüsün etkilerini farelerde izliyorlar. Şöyle aktarıyorlar:
“Hibrit virüs, diken proteininin temel doğal yapısındaki uyum sağlamaya yönelik mutasyonlardan bağımsız olarak, hastalığa neden olan özelliklerini değerlendirmemize yaradı. Bu sayede temel insan solunum yolu hücrelerinde SHC014 diken proteininin aracılık ettiği CoVenfeksiyonunu tanımladık ve şu anda var olan bağışıklık sistemiyle ilgili ilaçların SHC014-CoV’a karşı etkinliğini inceledik. Bunlara ek olarak stratejimiz, elde ettiğimiz metagenomik verileri gelecekte ortaya çıkabilecek virüsleri öngörmeye ve bunlara hazırlanmaya yönelik verilere dönüştürmekti.” (agy.)
Ve araştırmacılar makalelerini şu ifadeyle bitiriyorlar:
“Kimerik (Kimerik: Birden fazla organizmadan kaynaklanan) SHC014 virüslerinin insan solunum yolu hücrelerinde çoğalma özelliği ve güncel tedavi imkânlarının bu virüs üzerinde etkili olmaması nedeniyle var olan SARS benzeri virüslere karşı hem sıkı takibe (sürveyans), hem de ilaç geliştirmeye gerek vardır. Bizim bu yaklaşımımız, virüsün yeniden ortaya çıkışını öngörmek ve gelecekteki virüs enfeksiyonlarını tedavi edebilmek amacıyla elde edilen metagenomik verilerin saptanması ve kullanımına yöneliktir.” (agy.)
Bilim olacakları önceden söylemiş aslında…
Bu çalışmayla ilgili bir önemli bilgi de şudur: Yazarlar, laboratuvar çalışmalarında kullanılan hücrelerin ABD Ordu Enfeksiyon Hastalıkları Tıbbi Araştırma Enstitüsü’nden (United States Army Medical Research Institute of Infectious Diseases) sağlandığını bildiriyorlar. ABD Ordusu işin içinde başka deyişle.
Tabiî, bu bilgiler kesinkes bu virüsün laboratuvar kaynaklı olduğunu, biyolojik savaş ürünü olduğunu, ABD veya Çin Ordusu’nun biyolojik savaş çalışmalarından kaynaklandığını ya da ABD’nin Çin’e karşı yürüttüğü ticari savaşın parçası olarak ABD Ordusu’nun uygulamaya koyduğu bir biyolojik silah olduğu anlamına gelmez. Kanıt olarak yetersizdir. Ama bütün bunların potansiyel olarak olabileceğini göstermektedir. Özellikle de çalışmaya Amerikan Ordusu’nun da bir şekilde katılmış olması…
Nitekim, ABD bu bakımdan kirli bir geçmişe sahiptir. Kızılderililerin imhasına yönelik savunmasız yerli halka enfekte battaniyeler vererek çiçek hastalığını bulaştırmış, böylece daha 1760-1770’lerde ilkel de olsa bir tür biyolojik savaş yürütmüştür. (Bu dönemde Amerika’yı henüz İngilizlerin yönettiğini belirtelim. Ancak Kızılderililere karşı bu vahşi, insanlık dışı uygulama ABD yönetimi tarafından da 1850’lere kadar sürdürülmüştür.) ABD Emperyalizminin Kore Savaşı’nda, Vietnam Savaşı’nda uçaklarla veba, kolera, şarbon ve ensefalite yol açan hastalık amillerini attığı biliniyor. O halde COVID-19 da neden böyle olmasın?
Ancak, ABD’den bazı araştırmacılar şu anki virüsün yapısı incelendiğinde bunun bir laboratuvar kaçağı ya da biyolojik silah unsuru olmadığını savunuyorlar. Çünkü virüsün bilgisayar modellemeleriyle yapılabilecek değişikliklerden farklı, tahmin edilemeyecek bir bölgesiyle konakçı hücrelerine bağlandığını ve bu yüzden doğal olarak değişikliğe uğramış olduğunu belirtiyorlar. SARS-CoV-2 benzeri virüslerin yarasalarda da bulunduğunu ama diken proteininin insan hücrelerine güçlü bağlanamadığını, pangolin (Şekil 4) adlı hayvanlarda bulunan virüsün ise bu yönüyle SARS-CoV-2’nin diken proteinine daha çok benzediğini iddia ediyorlar. Buna dayanarak, virüsün ya hayvanlarda ya da insanda değişim geçirdiğini ve böylesine kolay bulaşan, ölümcül bir virüs haline geldiğini savunuyorlar.
Yazarlar, öte yandan, gene Çinlilerin daha önce 2019 Ekim ayında iki ölü Malaya pangolini (Pangolinin, dünyada Afrika ile Güneydoğu Asya ülkeleri arasında en çok yasa dışı ticareti yapılan hayvan olduğunu öğreniyoruz) üzerinde yaptıkları çalışmanın da önemini belirterek “Guangdong eyaletine yasa dışı girişi yapılan Malayapangolinlerin (Manisjavanica) SARS-CoV-2 benzeri Koronavirus’ler taşıdığını” aktarıyorlar.
İçlerinde ABD’nin National Institute of Health Müdürünün de yer aldığı ve gene Nature Medicine dergisinde yeni yayımlanan bir makalenin yazarları şöyle özetliyorlar görüşlerini:
“Her ne kadar kanıtlar SARS-CoV-2’nin kasıtlı olarak oynanmış bir virüs olmadığını gösterse de, şu anda bu görüşü veya bu görüşe karşıt teorileri kesin olarak kanıtlamak mümkün değildir.” (Theproximalorigin of SARS-CoV-2. Nature Medicine 2020;https://doi.org/10.1038/s41591-020-0820-9).
Evet, bugün için ABD Emperyalizminin bu virüsü laboratuvarda üreterek Çin’e saldığını kanıtlamak mümkün değil. Ancak, böyle bir saldırının altyapısı ya da nedeni var. Çin, gittikçe büyüyen bir ekonomiye sahip. Araştırma – Geliştirme gücü de çok yüksek. Ve ABD bir süreden beri Çin’e ticaret savaşı ilan etmiş durumda.
Önümüzdeki zamanda, pandeminin yarattığı ekonomik çöküntü çok daha ciddi sorunlar, hatta savaşlar çıkarabilir. Savaş ekonomiyle kalmayıp gerçek silahlı savaşa dönebilir. ABD’nin düzen yanlısı, hatta CIA patentli dergilerinden Foreign Affairs’in Mart/Nisan sayısında kapitalist sistemin ekonomisi ile ilgili şu bilgiler yer aldı:
“(…) COVID-19’un etkisi, ne kadar sürdüğüne bağlı olarak etkilediği insan sayısı, her bir kıtada getirdiği günlük yaşam değişiklikleri ve insani zarar açısından bir dünya savaşının etkisiyle benzerdir. İş, ticaret ve pazarlar üzerindeki etkisi, Büyük Depresyondan bu yana yaşanan en yıkıcı küresel ekonomik krize yol açabilir.”
“(…) Bu büyüklükte bir küresel kriz nihai ve potansiyel olarak ölümcül bir risk taşımaktadır. Ülkeler birbirlerine düşer, kıt kaynaklar için rekabet eder ve sorumlu bir şekilde birbirleriyle iletişim kuramazlarsa, çatışma ve savaşın ortaya çıkması da olasıdır.” (Burns N. How tolead in a time of pandemic? Foreign Affairs, https://www.foreignaffairs.com/articles/2020-03-25/how-lead-time-pandemic).
Bu durumdan kapitalist sistemin jandarması Amerikan ekonomisi de muaf değil. Foreign Affairs’de bir başka yazıda ise şunlar yazılı:
“(…) Sonunda, artan borç yükü ABD mali imparatorluğunu tehdit edebilir. Amerika Birleşik Devletleri 1985’de dünyanın geri kalanına 104 milyar dolar borçluydu, bu miktar GSYİH’nin yüzde 2,5’ine eşitti, ki ihmal edilebilir bir miktardı. O zamandan beri, bu borçlar yaklaşık 10 trilyon dolara, GSYİH’nin yüzde 50’sine yükseldi; bu oran genellikle ülkeleri para krizine iten bir eşikti. Yabancı ülkeler emperyal gücün faturalarını ödeyebileceğine duydukları güveni kaybettiklerinde, imparatorlukların rezerv para birimi (burada ABD Doları kastediliyor) statüsü yiter.” (Sharma R. Thecomebecknation. Foreign Affairs, https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2020-03-31/comeback-nation).
Demek ki, 35 yılda ABD ekonomisinin dış borcu yaklaşık 100 kat artmış. Bu durum sıkıntının boyutunu gösteriyor. Tabiî Amerikan ekonomisinin dünyanın en büyük ekonomisi olduğunu, krizin faturasını diğer ülkelere yaymakta mahir olduğunu yok sayamayız.
Durum böylesine ciddi. Bu sıkıntı tüm kapitalist sistemde olacaktır. Önümüzde büyük bir ekonomik kriz var. Bu adaletsiz yönetimlerin, Koronavirus salgını durulduktan sonra ortaya çıkacak ekonomik bunalımın yükünü de emekçi halk yığınlarına yıkacağı kesin. Çünkü sistem bu… Bu durum kaçınılmaz olarak toplumsal huzursuzluk yaratacaktır. Devrimciler, tüm dünyada kapitalist sistemin bu zayıf anını iyi değerlendirmeli.
Öte yandan, öyle ya da böyle, Koronavirus pandemisi bazı gerçekleri bir kez daha kanıtladı:
* Emperyalist kapitalist sistem insana değer vermez. Her şey sermaye içindir. Koronavirus salgınıyla baş edememeleri bunun kanıtı. Oysa Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC), Koronavirus tehlikesini topraklarına hiç uğratmadılar bile. Eski Sovyetler Birliği’nin artığı Rusya ve Komünist Parti tarafından yönetilse de artık sosyalist diyemeyeceğimiz Çin Halk Cumhuriyeti bile, eski sosyalist dönemden kalan-gelen gelenek ve davranış disiplini sayesinde salgınla daha kolay baş etme başarısını gösteriyorlar. Üstelik KDHC dışında yukarıda saydığımız ülkeler salgınla boğuşmak üzere kendi sağlık çalışanlarını salgın merkezlerine tıbbi malzemelerle birlikte tereddütsüz gönderdiler. Hem de kaşarlanmış emperyalist çakallar denizlerde sağlık malzemesi korsanlığı yapar, birbirlerinin sağlık malzemelerini yağmalarken… Bu durumda “Sosyalizmin ölüsü bile yeter be!”, diyebiliriz.
* Bununla bağlantılı olarak sağlık hizmetinin devlet tarafından yürütülmesi gereken bir kamu hizmeti ve insan hakkı olduğu gerçeği, özel sağlık hizmetinin yanlışlığı, koruyucu sağlık hizmetlerinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı.
Bizim Din Bezirgânlarına gelince… Büyük yanlışlar yaptılar. En önemlisi, yeterince zaman varken önlemleri almakta geciktiler. Belki önlem alıyorlar. Ama hep gelişmelerin gerisinde kalıyorlar. Aldıkları önlemler gecikmeli. Verilen bilgilerde şeffaflık yok. Hep açık örtmek peşindeler. İnsan yaşamı birincil önemde değil.
* Bilgi eksik olunca ileriye dönük tahminler yapılamıyor, önlemler bu yüzden gecikiyor.
* Dinci kafa bilimsel davranmalarını kısıtlıyor. Umrecilerin çıkışını önleyebilirlerdi, önlemediler.
* Umrecileri karantinaya alabilirlerdi, almadılar. Tersine uçakta ateş düşürücü vererek kontrolden kaçmalarını sağladılar.
* Camileri ibadete kapatmadılar.
* Maçları kesmediler.
* Pandemi görülen ülkelerden Türkiye’ye girişleri yasaklamadılar, geç yasakladılar.
* Kahve, kafe, toplanma yerlerini nice sonra kapatabildiler.
* Test kapasitesi yetersiz kaldı. Başarılı ülkelerin başarılarında en önemli etkenlerden birisinin fazla test yapabilmek olduğu biliniyor. Üstelik testlerin kalitesi konusunda belirsizlikler var.
* Başta sağlık çalışanları olmak üzere halka kişisel koruyucu ekipman sağlama konusunda yetersizlik sürüyor.
* Virüs dua ile gelmeyecek, bulaşmayacak, önlenecek sandılar. Yabancı araştırma kuruluşları bile Türkiye’de “sahte bir güven duygusu” yaratıldığını belirtiyorlar (Le Beck Araştırma Kuruluşu).
* Hepsinden önemlisi pandeminin geldiğini göre göre sokağa çıkma yasağı getirmediler. İnsanların birbirine bulaştırmasına göz yumuldu böylece.
Bunun nedeni açık: Kasa tamtakır. Bu yüzden İşsizlik Fonundaki 131 milyar TL iç edildi, Merkez Bankası’nın 2019 kârına el konuldu, geçen yıl devletin böyle günler için kasasında tuttuğu ihtiyat akçasına el konuldu. Şimdi halka maddi destek verilmesi gerekirken, halktan yardım dileniliyor.
* Askeri devreye sokabilirlerdi, yapmadılar. Sahra hastaneleri hızla kurulabilirdi.
* Şimdi 45 gün sonrası için 1000 yataklı hastaneler kuracağız diyor Malum Kişi.
Süreçte daha pek çok eksiklik var. Olacaktır da… Dolayısıyla kayıplar artacaktır. İyi kötü bir mücadele veriliyor ve sonuç alınıyorsa, bunda sağlık çalışanlarının özverisi büyük rol oynuyor.
Ülkeye zarar verme görevleri burada da sürüyor. Ne de olsa BOP Eşbaşkanı yönetiyor ülkeyi.
Koronavirus salgını, halkımızın bu gerçekleri görmesini hızlandıracaktır.
Bunda devrimcilere de büyük görev düşüyor.