Saldırının-savaşın 10’uncu yılında Suriye: Bir Ulusun Yeniden Doğuşu…
M. Gürdal Çıngı
ABD, AB Emperyalizminin, işbirlikçilerinin ve taşeronlarının yenilgisi…
ABD Emperyalizminin “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” kapsamında Suriye’yi işgal ve bölüp parçalama savaşı başlatılalı tam 10 yıl oldu. 15 Mart’ta 9’uncu yıl bitti ve 10’uncu yıla girildi.
15 Mart 2011’de başlatıldı her şey. Öncesindeki hazırlıkları saymazsak tabiî. Ve Suriye çok kısa süre içinde kurt dalamış sürüye çevrildi ABD, AB Emperyalistleri, bölgedeki yerli işbirlikçi devletler ve onların taşeronları olan dünyanın dört bir yanından toplanmış Ortaçağcı çeteler tarafından.
Dört bir yandan saldırdılar. Her türlü araç gereçle saldırdılar. Her türlü dezenformasyonu yaparak saldırdılar. Yalanları art arda sıralayarak saldırdılar.
Sınırdaş ülkeler, güya “komşu” ülkeler, aralarındaki ilişkiyi; “kardeşten öte” diye niteleyen dost görünüşlü düşmanlar, açıverdiler sınırlarını bir anda, Suriye’ye doldurdular çeteleri, sapıkları, insan kanı içenleri, insan yüreği yiyenleri, kadın ve çocuk tecavüzcülerini… Kadınları esir pazarlarında satanları…
Eğittiler ve Donattılar her türlü savaş malzemesiyle. En gelişkin silahları verdiler ellerine. Her türlü lojistik desteği sağladılar. Kamplar kurdular, hastaneler kurdular onlara…
Ve meşru Suriye Yönetiminin yenilmesi, iktidardan düşürülmesi için her yolu mubah saydılar…
İşin gerçeği başlangıçta büyük başarılar da elde ettiler. Suriye’yi kan gölüne çevirdikleri yetmezmiş gibi, yüz binlerce masum Suriyeliyi öldürdükleri, on binlercesini yaraladıkları yetmezmiş gibi, yurtiçinde ve yurtdışında milyonlarca göçmen yarattıkları yetmezmiş gibi, bölüp parçaladılar Suriye’yi.
Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) paylaştığı verilere göre 2020 yılı itibarıyla 5.6 milyon Suriyeli, mülteci olarak yurtdışında yaşamaktadır. İçişleri Bakanlığının 5 Mart tarihli verilerine göre bunların 3 milyon 589 bin 289’u Türkiye’de “geçici koruma” statüsü altındadır. Ki bu rakamlar kayıtlı olanları kapsamaktadır. Kayıtlı olmayanlarla sayı 5 milyondan aşağı değildir bizce. Yani dünyadaki Suriyeli mültecilerin yüzde 64’ü (belki 70’i-75’i) Türkiye’de yaşamaktadır. OCHA’ya göre, savaş nedeniyle ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalanların sayısı ise 6.1 milyondur. Yani toplam rakam 11.7 milyondur. Savaşın başlangıcı öncesinde Suriye’nin nüfusunun 21 milyon dolayında tahmin edildiği hesaba katılırsa, nüfusun yarıdan fazlası ya yer değiştirmiş ya da mülteci olarak ülke dışına çıkmıştır.
Topraklarının büyük bir kısmını işgal ettiler Suriye’nin. Yeraltı ve yerüstü servetlerinin büyük bir çoğunluğunu gasp ettiler. Zaten çok olmayan petrol yataklarına el koydular. En verimli arazilerinin bulunduğu bölgeleri ele geçirdiler. Ve meşru yönetimin günlerinin sayılı olduğu söylenmeye başlandı. Öyle ki, bizim Tayyipgiller, Emevi Camii’nde namaz kılma hayalleri bile gördüler. Suriye’nin meşru lideri, yiğit, namuslu, yurtsever ve antiemperyalist Beşşar Esad’a kaçması için akıl verdiler, sığınacağı ülkeler gösterdiler. …
Ama olmadı. İstedikleri, hayal ettikleri gerçekleşmedi bu başhaydut ABD Emperyalistlerinin ve AB adlı Batılı Emperyalist güruhun ve onların işbirlikçilerinin. Suriye yönetimi atlattı bütün badireleri. Sonuna kadar direndi. Aynen bizim Birinci Kurtuluş’un, Birinci Kuvayimilliye’nin önderi Mustafa Kemal gibi; “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır”, anlayışıyla direndiler, savaştılar elde kalan bir avuç insan, silah ve malzemeyle. Vatanlarına sahip çıktılar. İşgali önlediler çok büyük bir alanda ve işgalcileri büyük oranda defettiler.
Kısacası; yendiler!
Dünyanın gerçekten dört bir yanından gelmiş Ortaçağcı çeteler ve işbirlikçi bir avuç azınlık çete mensubu, şu günlerde adını sıkça duyduğumuz İdlib bölgesinde sıkışıp kaldılar. Çok küçük bir alanda varlıklarını sürdürebiliyorlar AKP’giller’in aktif desteğiyle. Yoksa oradan da sökülüp atılmaları birkaç günlük iş…
Bir de Amerikancı Kürt Hareketi’nin etkisi altında ve şu anda fiili yönetimi altında bulunan bazı bölgeler var Suriye yönetiminin egemenliğinde olmayan; “Fırat’ın Doğusu” diye adlandırılan bölgede yer alan Rojava da denilen bölge gibi…
Şu anda çetelerin işgalinde olan İdlib başta olmak üzere, tüm Suriye toprakları işgalcilerden, çetelerden kurtarılacaktır. Suriye yönetimi ve halkı her santim toprağını geri alacaktır işgalcilerden. Bu kaçınılmazdır. Çünkü bu meşrudur. Bu adil olandır.
Suriye’nin gerçek dostları
Yani Suriye Halkı, Suriye Yönetimi İkinci Kurtuluş Savaşlarını da başarıyla sonuçlandırdılar. Batılı işgalcileri bir kez daha yendiler böylece.
Bildiğimiz gibi, Suriye Halkı, Suriye vatanı, o an için bir parçası olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ve dağılışıyla, Tarih sahnesinden silinişiyle sonuçlanan Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonucu Fransız Emperyalistlerinin sömürgesi olmuştu. Ve Suriye Halkı Fransızları defetmişti ülkesinden bir Kurtuluş Savaşı vererek. 1920’li yıllardan başlayıp 1946 yılı 17 Nisan’ında sona eren savaşla da; siyasi bağımsızlığını kazanmıştı.
Biz, tarihte Suriye’nin gerçek dostlarıydık. Onların bağımsızlığını içten istiyorduk, çünkü onlarla kaderimiz birdi. Bizim bir zamanlar verdiğimiz Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı şimdi onlar veriyordu. Dolayısıyla onlarla aynı mücadele içindeydik.
Bu konuda Mustafa Kemal, Hatay Sorunu’nu görüşmek üzere 21 Aralık 1937 günü Türkiye’ye gelen Suriye Başbakanı Cemil Mardam’a şöyle diyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti gayet açık konuşmak mecburiyetindedir. Ben söylüyorum ki, İslam âlemi ve Suriye milleti ve devleti, tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır. Bunu burada söylediğim gibi Fransızların ve bütün dünyanın önünde tekrar etmek benim için şeref ve zevktir.
“(…)
“(…) Eğer ekselans yarın Suriye’ye, Şama dönerlerse benim bütün Suriyelilere ve bütün dostlarımıza selamımı söylesinler ve açık olarak desinler ki, ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. Eğer Fransızlar mani olurlarsa onlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Ona da kefilim. Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kafi. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim ki buna mecbur olmayalım. (…) (Fransızlar) Suriye’yi terk etmek istemiyorlar, fakat terk edeceklerdir…”
“Türkiye Cumhuriyeti Suriye’nin samimi dostudur. Biz Suriye’nin tam ve kesin bağımsızlığını isteriz, refah ve istikbalini isteriz. Dönüşünüzde bunu Suriyelilere lütfen bir muhabbet eseri olarak götürünüz…” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 30, s. 119-123)
İşte biz Türkiye Halkı olarak bir zamanlar böyle düşünüyor ve davranıyorduk. Ancak aradan geçen on yıllar boyunca ne yazık ki önce ekonomik bağımsızlığımız sonra da siyasi bağımsızlığımızı yitirdik. Görünüşte bağımsızız. Kendimizi yönetiyoruz. Sömürge bir ülke değiliz. Ama gerçekte yarısömürge ve ekonomik olarak ve siyaseten tümüyle ABD Emperyalistlerine ve AB Emperyalistlerine bağımlı bir ülkeyiz. 1950’lerden bu yana Türkiye’yi yöneten iktidarları ABD Emperyalistleri getiriyor ve yine onlar götürüyor.
İşte bugün, şu ana kadar gördüğümüz en kötü, en ihanetçi, en satılmış iktidarın yönetimindeyiz. Ve onlar Suriye Halkıyla aramıza yıllarca sürecek kan davası soktular.
Bir zamanlar; sömürgeci Fransız Emperyalistlerine karşı Suriye’nin bağımsızlığını sağlamak için Türk Ordusu’nu Suriye’ye sokarım, diyen yöneticilerimiz vardı. Bugün Suriye topraklarına, işgalcilere yardım için giren, Ortaçağcı çeteleri korumak için giren Türk Ordusu var. Nereden nereye gelmişiz…
Yine Mustafa Kemal aynı görüşmede bakın Hatay Sorunu ve sonrası için de ne diyordu:
“Hatay meselesi benim şahsım için yeni bir mesele değildir. Mösyö Franklin Bouillon ile ( o zamanki Fransız Başbakanı. – Gürdal Çıngı) çok uzun görüştükten sonra ben birtakım özel şartlar ile Hatay’ı bıraktım. Bırakmayabilirdim, fakat bıraktım. İki şey için bıraktım. Bunu açıkça söyleyeyim: Bir kere Suriye mevcudiyetini az çok kuvvetli bir hale koymak için; ikincisi, bir gün Türkiye ve Suriye birbirini anlayacaklardır. Bir gün makûs hareketler ortadan kalkacaktır. Biz, Suriyelilerle kolay anlaşırız diye bıraktım.
“(…)
“Fakat daima Türkiye Cumhuriyeti’nin arzu ettiği şey Suriye’nin bağımsız bir İslam devleti olmasıdır. İsterlerse Suriyeliler bizimle dost olurlar veya olmazlar. Bu onların bileceği bir şeydir. Fakat her halde bağımsız bir Suriye İslam devleti kurulmalıdır. Fakat Fransızlar bunu istemiyorlar. Suriye’yi kıskıvrak ellerine almak istiyorlar. (…) Fransızlar Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış! Fakat evvela kendileri adam olsunlar. (…)
“Fransızlarla, İngilizlerle herkesle dost olalım. Fakat benliğimizi kaybetmeyelim. Onlar da artık bizim varlığımızı, kıymetimizi anlasınlar, bağımsızlığa hürmet etsinler. Onlar bizi köle olarak kabul ederlerse bundan sayın Suriye Başvekili elbet memnun olmaz. Emir altında olamayız.” (https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/sinan-meydan/ataturkun-savassiz-anlasma-yontemi-ve-hatay-sorunu-5654999/)
Hatay Sorunu, resmi olarak 1936 yılında çözüldü Mustafa Kemal’in aktif ve kararlı girişimleri sonucu. Fransızlar Hatay’ı terk etmek zorunda kaldılar. Hatay Türkiye’ye bağlandı. Bir müddet, bağımsız Hatay Cumhuriyeti olarak varlığını sürdürdü. Ancak birkaç yıl sonra yapılan referandumla Meclis feshedilerek Hatay Türkiye’ye bağlandı. Ancak uzun yıllar boyunca, Suriye haritalarında, Hatay toprakları Suriye sınırları içinde gösterildi. Tâ ki 2005 yılı başına kadar. Ve kaderin cilvesi; Tayyip ve Beşşar Esad arasındaki anlaşmayla çözüldü bu sorun da:
“Hatay’a gizli çözüm
“Erdoğan’ın geçen ayki Şam gezisinde imzalanan anlaşmaya eklenen maddede iki ülke birbirlerinin sınırlarını tanıdığını onayladı.
“(…)
“İSRAİL’de yayınlanan Haaretz gazetesi, Türkiye’nin, Suriye ile arasında 1938 yılından beri devam eden Hatay Sorununu, geçen ay imzalanan serbest ticaret anlaşmasına eklenen bir madde ile çözdüğünü ve medyanın gözlerinden uzakta yapılan bu hamlenin büyük bir başarı olarak değerlendirildiğini yazdı. Habere göre Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçen ay Şam’a yaptığı ziyaret sırasında imzalanan bu anlaşmaya ek madde, ‘iki ülkenin birbirinin sınırlarını tanıdığını’ teyit ediyor, dolayısıyla Suriye, Türkiye’nin Hatay üzerindeki tam egemenliğini de tanımış oluyor.
“Haaretz, iki ülkenin bir buçuk yıldan beri serbest ticaret anlaşması üzerinde çalıştığını, Suriye’den iki başbakan ve Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Ankara’ya gittiğini ve son olarak da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Şam’a yaptığı iadei ziyaret sırasında anlaşmanın imzalandığını yazdı.” (https://www.hurriyet.com.tr/)
Yani Beşşar Esad, böylece Hatay Sorunu’nu bitirmiş oldu tümüyle. Ve halklarımız arasındaki kardeşliği pekiştirmiş oldu.
Ne diyordu Mustafa Kemal 1937’de:
“(…) ikincisi, bir gün Türkiye ve Suriye birbirini anlayacaklardır. Bir gün makûs hareketler ortadan kalkacaktır. Biz, Suriyelilerle kolay anlaşırız diye bıraktım.”
Evet, bir gün birbirimizi anladık ve anlaştık, Mustafa Kemal’in dediği gibi…
Ve 2005’lerde Türkiye’yle Suriye yine dosttular. Ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapıyorlardı. Vizeler kalkmıştı. Tayyip, Beşşar Esad’a “Kardeşim” diyordu. “Kardeşten de öte”, diyordu.
Ne zamana kadar?
ABD Emperyalistlerinin; “saldır” emrine kadar!
Bir anda “Kardeşim Esad”, “Zalim Esed” oldu. Suriye düşmanımız oldu. Ve biz, devlet olarak Birinci Kurtuluş Savaşı’mızdaki günlerimizi unuttuk. Suriye Halkına bir kez daha dostluk, kardeşlik elimizi uzatacağımıza bu kötü günlerinde, onun en azılı düşmanı olduk. Her türlü kötülüğü yapar olduk. Olduk derken, tabiî ki AKP’giller yaptı bütün bu kötülükleri.
Ne için?
İktidar için! İktidarda kalmak için! Mal mülk için!
Şu anda Suriye’nin dostları
Dediğimiz gibi, bir zamanlar Suriye’nin gerçek dostlarıydık.
Peki ya şimdi ABD Emperyalistlerinin ve onların bölgedeki işbirlikçi devletlerinin ve Ortaçağcı çetelerin işgal, bölüp parçalama ve yok etme operasyonunda, yaratılan kirli savaşta Suriye’nin dostları kimlerdir?
Suriye Yönetiminin ve halkının bu en karanlık, en felaket günlerinde kara gün dostları, fiili olarak, askeri ve ekonomik olarak; İran, Rusya ve Lübnan Hizbullah’ı oldu. Bir de kısmen Çin. Ve tabiî ki, başta Sosyalist Küba ve Kore Halk Cumhuriyeti, Venezuela ve Bolivya yönetimleri oldu. Bir de bizim gibi mazlum ülkelerin yurtseverleri, sosyalistleri, komünistleri oldu onları destekleyen…
Suriye liderliği de, halkı da vatanlarına sahip çıktılar. Bozmadılar morallerini. Yitirmediler umutlarını. Dişe diş, göze göz savaştılar. Ve kazandılar!
Zaten, direnen bir halkı kim yenebilir? Hangi emperyalist güç boyun eğdirebilir onlara?..
Tarih, her zaman son sözü zulme ve haksızlığa karşı direnenlerin, savaşanların ve boyun eğmeyenlerin kazandığını yazar!
Türkiye’nin “dostları” kimler?
Ya da dost görünüşlü düşmanları ne yapıyor?
Bildiğimiz gibi, Türkiye, özellikle son 70 yıldır kendisini Batı Emperyalizminin bir parçası olarak görür. Onlarla dostluk ilişkileri kurar. Avrupa Birliği’ne girmek için, onlar almamak için çaba gösterse de, onların siyasi ve ekonomik alandaki isteklerini yerine getirmeye çalışır. Onların emperyalist saldırgan örgütü NATO üyesidir. Ve Batılı emperyalistlerin ağababası, başhaydut devlet ABD’yle de sözde “startejik ortak”tır. Öyle olduğunu sanır…
Peki bu Batılı emperyalist saldırgan örgüt NATO, Tayyip Suriye Ordusu’yla ve dolaylı olarak Rusya ve İran’la çatışmaya başladığında ne yaptı? Tayyip’in destek çağrısına ne yanıt verdi?
Hatırlayacaksınız, Tayyip, Patriot füzelerinin konuşlanmasını istedi ABD’den. NATO bize yardım etsin, dedi. Ama onlar bu iki isteği de yerine getirmediler. Hiçbir davranışta bulunmadılar sözlerden öte…
Hatta, daha iki gün öncesinin (1 Nisan gününün) haberine göre, NATO’nun Türkiye’ye yardım etmesi için bir şart koştular. Açıkça, netçe. Ne dediler?
Türkiye, “Ankara’nın ortasındaki” S-400’lerden vazgeçsin, Patriot alsın. O zaman yardım konusunu düşünürüz:
“ABD’den Türkiye’ye İdlib mesajı: Ankara’nın ortasından S-400’leri çıkart
“Türkiye’nin İdlib için yardım talebini değerlendiren ABD’nin NATO Büyükelçisi Hutchison, kapsamlı bir yardım için Rus yapımı S-400’lerin “Ankara’nın ortasından çıkartılmasının” şart olduğunu söyledi.
“ABD’nin NATO Büyükelçisi Kay Bailey Hutchison, Perşembe günü yapılacak NATO dışişleri bakanları toplantısı öncesinde video-konferans yoluyla düzenlediği basın toplantısında uluslararası medya kuruluşlarından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Hutchison, toplantıda koronavirüs ile mücadele ve Türkiye’nin İdlib için talep ettiği askeri destek hakkında mesajlar verdi.
“(…)
“İdlib konusunda Türkiye’ye kritik mesaj
“Hutchison, DW Türkçe’nin “İdlib’de Türkiye ile Esad rejimi arasında yeni bir askeri çatışma yaşanabileceği konusunda endişeler var. Türkiye, hem NATO’dan hem ABD’den askeri destek talep etmişti. Bu talebe nasıl yanıt verildi?” sorusunu yanıtlarken, ilginç mesajlar da verdi.
“Hedef oldukları saldırılar karşısında Türkiye’nin yanındayız. Rusların Esad rejimine arka çıktığını biliyoruz ve bu Türkiye için ağır bir durum. Türkiye’nin, çok sayıda Türk askerinin ölmesine yol açan Rusya destekli Suriye saldırılarını geri püskürtebilmesini umut ediyoruz” diyen ABD’li büyükelçi, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bizler Türkiye’ye yardım edecek bir paketi oluşturmayı umut ediyoruz. Suriye’nin saldırganlığına karşı koymasına destek amacıyla bazı yetkinlikleri Türkiye’ye vermemize mani olan şey Rus savunma sistemi. Bunun faaliyete geçirilmeyeceğini umut ediyoruz. Rusya ve Suriye saldırganlığının kurbanı oldukları için Türklerin, Ankara’nın ortasındaki Rus savunma sistemini buradan çıkartmalarını, bu sayede de bize Suriye’deki sivilleri koruyabilmelerine tümüyle yardımcı olabilme özgürlüğünü temin etmelerini umuyoruz.” (https://www.dw.com/tr/abdden-t%C3%BCrkiyeye-idlib-mesaj%C4%B1-ankaran%C4%B1n-ortas%C4%B1ndan-s-400leri-%C3%A7%C4%B1kart/a-52983821)
Gördüğümüz gibi, çalkalıyor Büyükelçi; “yanındayız”, “umuyoruz” vb…
Somut eylem? Somut destek?
Yok!
Ama şart var.
Şart ne?
“Ankara’nın ortasındaki Rus savunma sistemini buradan çıkartmaları.”
İşte bu! İşte budur emperyalistler!
Almadan, hiçbir şey vermezler. Kendi çıkarlarına ters düşen hiçbir konuda esnemezler. Hep vereceksin, hep vereceksin istediklerini. Ya da hep alacaksın, hep alacaksın sattıklarını. Bu ne olursa artık. Politik de olur, ekonomik de olur, askeri de olur. Ama hep onların istediği olmalıdır!
Soktular bir batağa bizi Suriye’de, Tayyipgiller de bu batağa mandanın battığı gibi battılar. Ve şimdi de çıkamıyorlar. Debelenip duruyorlar…
Yine hatırlayacaksınız, ABD Emperyalistleri parasını peşin olarak ödediğimiz, hatta pilotlarımızın ve teknik ekibin getirmek üzere ABD’de bulunduğu bir sırada, F-35 uçaklarını da vermediler S-400’ler yüzünden. Ve Türkiye’yi F-35 programından çıkartarak, ülkemizde üretilen kimi parçaları da başka ülkelerde üretmeye başladılar. Yani cezalandırdılar Türkiye’yi. Hatta yaptırımlar uyguladılar. Ekonomik kriz çıkarttılar hatırlayacaksınız.
Zaten aman olmasın destekleri. Onların kendilerinin de, desteklerinin de canları cehenneme… Onlar şu ana kadar halklar yararına, halkların çıkarına en ufak olumlu bir şey yapmamışlardır. Yapmazlar da. Onların bir tek amaçları vardır; dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini yağmalamak, kendi ülkelerine götürüp gitmek ve kâr, daha çok kâr elde etmektir.
Bu politikalar nasıl hayata geçer?
Zorla! İşgalle! Yağmayla! Talanla!
Zaten Suriye’de yaptıkları da bu değil mi bugün?
Suriye’deki askeri üslerinin bir kısmını kapattılar. Kapatmak zorunda kaldılar. Nerede üsleri var şimdi?
Suriye’nin petrol bölgelerinin bulunduğu yerlerde. Ve o bölgeler Kürt bölgeleri aynı zamanda. Yani bir yandan Amerikancı Kürt Hareketi petrolün ABD tarafından yağmalanmasına bekçilik yapıyor, bir yandan ABD kendisine bağlı Amerikancı Hareketini koruyup kolluyor.
Biz Komünistler, Suriye Halkının gerçek dostlarıyız
Suriye’ye emperyalist saldırı başladığında, saldırının hemen ilk günlerinde yazılı bir açıklamayla, Suriye Halkının ve Yönetiminin yanında olduğumuzu tüm dünyaya duyurduk.
Ve hemen, bir Parti Heyetimiz Suriye Büyükelçiliğini ziyaret ederek, desteklerimiz bildirdi. Ve Büyükelçilik önünde, Büyükelçinin de katılımıyla bir açıklama yaparak, desteğimizi yineledik.
Sonraki her aşamada da bu desteğimizi gösterdik. Hem siyasi, hem sendikal alanda yaptık bu kutsal görevi.
Çünkü biz; halkların gerçek dostlarıyız. Biz, hiçbir çıkar gözetmeden, sadece dostluk, kardeşlik elimizi uzatırız mazlum halklara.
Çünkü biz; ABD ve AB Emperyalistlerinin en amansız düşmanlarıyız.
Çünkü, Kahraman Gerilla Che’nin dediği gibi; “Bizim her eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş çağrısı ve insanlığın en büyük düşmanı ABD’ye karşı halkların birliği için bir savaş marşıdır.”