Hikmet Kıvılcımlı: Çağdaş Uygarlık Efsanesi
Türkiye’de Cumhuriyet 41’inci yılını geçti. Bu yıllar içinde çok bilginler yetişti. Bugün hayli eskimiş bulunan kırk yıl öncekilerin, bu memlekete hiç mi bir şey getirmedikleri, taze bilgin düşünürlerin her şeyde duyulmadık, orijinal görüşler yaratmalarıyla telafi edilmek isteniyor. Kırk yıldır söylenenlerin boşluğunu ortaya çıkaran seçkin yaratışlardan birisi, hele şükür yazılı biçimde açıklandı. O, Bay [Niyazi] Berkes’in “200 yıldır Neden Bocalıyoruz?” araştırmasıdır.
Bay Berkes’in kolay bir metodu var: “Sağ duyusunun termleştirdiği” tekerlek sözcüklerle en çetin konuları bir çırpıda çözümleyiveriyor. Örneğin, Bay Berkes’e göre: Ortada en mutlak anlamıyla bir Türkiye var, bir de Çağdaş Uygarlık… Türkiye 200 yıldan beri Çağdaş Uygarlığın içine girmek için çırpınır durur. Bir türlü de istediğine ulaşamaz…
Neden?
Bu soruya Bay Berkes’in verdiği karşılıkları teker teker incelemeden önce, sorunun kuruluşu üzerinde aydınlanalım. Çünkü bizim bildiğimize göre, son 200 yılın tarihi içinde bir Türkiye yok, söz yerinde ise iki Türkiye vardır: 1923 yılından önceki Osmanlı Türkiye’si, 1923’den sonraki Cumhuriyet Türkiye’si… Bu iki Türkiye arasında ekonomik, sosyal, siyasal, ahlâksal, dinsel, bilimsel, edepsel vb. hiçbir fark kabul edilmese bile, asıl konu gene karanlıktan kurtulamıyor. Çünkü Bay Berkes’in “inanmayan kâfir olur” keskinliğinde bir doğma gibi ileri sürdüğü Çağdaş Uygarlık, yusyuvarlak, bir torba laftır. Acaba o laf torbasının içinde hangi anlam saklanıyor?
Osmanlı Türkiye’si için belki, ileri memleket anlamında kullanılacak olan Çağdaş Uygarlık deyimi, bir kerteye dek az buçuk anlaşılabilir. O zamanlar, yeryüzünde bir tek ileri “uygarlık”parlıyordu… Ona da, adıyla sanıyla ve hiç kaçamaksızın: Kapitalizm deniyordu. O yüzden, Osmanlı Türkiye’sinde “İlericilik” yahut “Gericilik” gibi sözcükler tökezlenmeden anlaşılabiliyorlardı. Tarih yolunda “İleriye” girilecekse Osmanlı derebey düzeninden çıkıp Batının “Kapitalizm” düzeni içine girmek gerekiyordu. Mesele olağanüstü basit, açık ve dupduruydu. Kapitalizm derebeylikten ileri bir düzendi. “Çağdaş Uygarlık” tılsımlı deyimi Kapitalizmden başka şeyi akla getirmeyebilirdi. Bay Berkes eserini 1908 yılında yazmış olsaydı; kimsenin zihni karışmazdı. Osmanlılığın önünde görünen köy Kapitalizmdi.
Cumhuriyet Türkiye’si için kazın ayağı öyle mi?
Bugün hiç de Bay Berkes’in inandırmaya çalıştığı gibi tek sınırlı bir “Çağdaş Uygarlık” denilen nesne yoktur…
“Uygarlık” nedir?
Eskiden Medeniyet dediğimiz şeyin uydurcasıdır.
Şu saatte dünyanın Medeniyete girmemiş yeri kalmış mıdır?
Hayır. Afrika’nın Ekvator ormanlarından, Amerika’nın Patagonya pampalarına, Pasifik’in en ücra adalarından, Kutupların buz deryalarına kadar insanlar her yerde Medeniyete girmişlerdir. İçine ister istemez girilmiş bulunan Medeniyete ise “Çağdaş Uygarlık”tan başka ad konamaz. (Eskiden: “Arapça bilen yok ya uydur-uydur söyle” dermiş ulema. Şimdiki bilginler de “Öz-Türkçe bilen yok ya: uygur-uygur söyle”ye getirerek, anlamları “şairin karnında” yuvarlak sözcüklerle yetinmemelidirler. Ama herkes Berkes değildir…) Lütfedilip “Çağdaş Uygarlık” denilen kuşu cahillerin kalın kafalarına konduruvermelidir.
Bay Berkes’in kitabının 159’uncu sayfasında “Çağdaş Uygarlık” sözcüğünün anlamı bir tek defa, sırf teknik bakımdan açıklanmak istenir. Fakat nedense vaz geçilir. Oysa uygarlık belki 19’uncu Yüzyıl’da salt teknik temele bağlanabilirdi: 20’nci Yüzyıl’da iş tümüyle sosyal karakter taşır.
Gerek 20’nci Yüzyıl, gerek ondan önceki “Çağdaş Uygarlık” denilen bir zat var mıdır?
Eğer, o öz-Türkçe lafın karşılığı “Modern Medeniyet” ise, öyle bir gerçeklik vardır.
Nerede, ne zaman başlamıştır?
Batıda, 15’inci Yüzyıl’da başlamıştır.
Karakteristiği nedir?
İki bakımdan özetleyelim:
1- Ekonomi Temeli Bakımından: Modern ekonomi de Antik ekonomi de Bezirgân ekonomidir. Yani mal üretimi ve mal değiş-tokuşu, arz ve talepli pazar kanunu üzerine kurulur. Ama gerek üretim, gerekse değiş-tokuş bakımından, Modern bezirgân ekonomi ile Antik bezirgân ekonomi birbirine taban-tabana zıttır.
Antik bezirgân ekonomi: Kişi mülkiyetli küçük üretimdir; yeniden-üretimse hemen hemen yerinde sayan dar-yeniden-üretimdir. Tefeci-Bezirgân “ikiz kardeş” sermaye münasebetlerine temel olur.
Modern bezirgân ekonomi: Az çok sosyalize olmuş, metotlu bir üretime dayanır. Gittikçe de büyüyen geniş-yeniden-üretimle ilerler. Bu üretimin, mülkiyeti gibi, güdümü de, prekapitalist (sermayedar öncesi) Tefeci-Bezirgân sermayeyi az çok kökünden kazımış olan kapitalistlerin elindedir. Antika bezirgân ekonomide ise üretimi küçük üretmenler (köylüler-esnaflar) yapar, onların kredi, değiş-tokuş ilişkilerini, Tefeci-Bezirgân Sermayeciler (prekapitalistler) ellerine tutar.
2- Sosyal Üstyapı Bakımından: Modern toplum da, Antik toplum gibi arz ve talepçi pazar kör kanunlarına göre yürüttüğü için, Tarih boyunca ikide bir ekonomik-politik-sosyal krizler ve altüstlüklerle sarsılarak yürür. Ama bütün o altüstlükler Modern toplumla Antik toplum arasında birbirleriyle taban tabana zıt biçimde, sonuçta olurlar.
Antik Medeniyet: Kendi iç sosyal güçleriyle dar-yeniden-üretim ve Tefeci-Bezirgân vurgununu gideremediği için, Uygarlık dışındaki çepçevre Barbarlık tarafından yok edilirdi. Modern Medeniyete gelinceye dek çeşit çeşit şahikalaşmış medeniyetlerin çöküp, mezara girerce yok oluşları Tarihsel Devrimler biçiminde olur.
Modern Medeniyet: Tarihte ilk defa geniş-yeniden-üretimle Tefeci-Bezirgân kısır soygunculuğuna son veren, az çok sosyalize ekonomi yaratabildiği için, var olan Medeniyetin yok edilmesi yerine kurtarılmasını sağlayan Sosyal Devrimler biçiminde altüstlüklere yol açmıştır. Çağdaş Medeniyetle Antik Medeniyet arasındaki bu ekonomik, sosyal ve tarihsel fark kavranmadıkça, “Çağdaş Uygarlık” üzerine bütün söylenenler kuru sağduyu inşaatı olmaktan öte gidemez. Ancak bu farkı klasik kitaplar yazmadığı için, Bay Berkes’in bize anlatmasını bekleyemezdik. Bizim beklediğimiz şey, en az yarım yüzyıldır yazılmış çizilmiş olan 19’uncu Yüzyıl’la 20’inci Yüzyıl arasındaki olayların farkıdır.
Yirminci Yüzyıl’da, dünyaya yalnız gözleriyle değil, düşünceleriyle de bakan her diri kişinin gördüğü yeryüzü: “Wendell Willkie”lerin anlamaktan geri kalmadıkları kertede “Bir tek Dünya” olmuştur. Bu tek dünyamızın üzerinde yaşayan herkes çağdaştır. Her ülkenin yaşadığı medeniyet de “Çağdaş Uygarlık”tır. Yalnız bu gerçek dünyamızınki Bay Berkes’in romantizmindeki gibi bir ve tek tanrı kılıklı “Çağdaş Uygarlık” değildir. Dünyamız tekse de “Çağdaş Uygarlık”larımız başlıca üç tiptedir:
Birinci Kutup: Çağdaş Kapitalizm Uygarlığı: O EMPERYALİZM ülkelerinin düzenidir
İkinci kutup: Çağdaş Sosyalizm uygarlığıdır: KOMÜNİZM adına bağlanmış ülkelerin düzenidir.
Üçüncü kutup: Çağdaş Nötralizm uygarlığıdır: O da MİLLİ KURTULUŞUNU henüz yapmış TARAFSIZLAR denilen ülkelerin düzenidir.
Somut Uygarlık dünyamızın bu üç kutbu içinde, soyut “ileri” ve “geri” sözcükleri bile artık 19’uncu Yüzyıl Osmanlı lügatinde yazılmış anlamlarını yitirmiş Emperyalist çağdaş uygarlığa sorarsanız, o kendini “Sosyalizm”den de ileri görür. Rakamlarla da ispat eder. Amerikan Sanayii, dünyanın yarıya yakın sanayini üretme, yapma yarışındadır. Amerikan işçileri, Avrupa işçisinin iki üç misli, Asya-Afrika işçisinin on-on beş misli ücret alır… Sosyalist çağdaş uygarlığa sorarsanız, o da kendini emperyalizmden “ileri” görür. İstatistiklerle de ispat eder: 3 yılda emperyalist ülkelerin üretimi artırış temposu %10, sosyalist ülkelerinki ise %100’dür. Sosyalist işçinin ücret dışındaki sosyal ihtiyaçları gibi geleceği de %100 toplumsal garanti altındadır. Yarışan Sosyalist sistemle, Emperyalist sistemden birine “sen çağdaşsın”, ötekine “sen çağdaş değilsin” denemez.
Çağdaş Emperyalizm: “Bugün benimdir, yarına Allah kerim”, diyor. Çağdaş Sosyalizm ise: “YARIN BENİMDİR, bugüne Allah kerim” diyor. Nükleer savaşın getireceği toptan yok oluşu önlemek için, iki zıt kutup. Emperyalizm-Sosyalizm ortaklaşa-varoluş koeksiztans parolasıyla, Fuzuli’nin deyimiyle: “Ben ana mihnet, ol bana gussa” birbirlerine dokunmadan yaşıyorlar.
Emperyalist cephenin yarış öncüsü Finans-Kapitalistleri’dir. Finans sermayesi, bankalar vasıtasıyla en kodaman şehir sermayedarlarını en kodaman toprak beyleriyle kaynaştırarak ekonomiyi-politikayı-kültürü vb. Tekelleştiriyor. 19’uncu Yüzyıl’da Tanrılaştırdığı Milliyetçiliği nasıl inkâr edeceğini bilemiyor. Ortaçağ Vasalitesini (Tapulu Kapıkulluğu) dirilten Enternasyonal (Milletlerarası) bir kozmopolit dünya düzeni kurmak istiyor.
Emperyalizme karşı olan çağdaş sosyalizmin öncüsü İşçi Sınıfıdır. Emperyalizmin Milliyetçilik düşmanı ve işçilerden aşırı Enternasyonalist kesildiğini görünce Finans-Kapital dışındaki bütün milleti (işçi, köylü, aydın, “vahşi” kapitalistleri) kaynaştıran Milliyetçiliği mistifikasyondan kurtarıyor.
19’uncu Yüzyıl’da yekpare bir uygarlık olan Kapitalizm, 20’inci Yüzyıl’da iki zıt (Emperyalizm-Sosyalizm) uygarlıkları biçiminde ortasından çatlayınca, ortadan bir üçüncü çağdaş Tarafsızlık uygarlığının doğması kaçınılmaz oldu. Dünya Emperyalizm-Sosyalizm bölünüşüne uğramasıydı, her Milli Kurtuluş hareketi bahtsız sömürge ayaklanmasından öte geçemez: Tarafsızlık bir gün dahi yaşayamazdı. 19’uncu Yüzyıl’da Çin ilk Milli Kurtuluş hareketine kalkıştığı zaman, bütün serbest rekabetçi kapitalist devletler onu Afyon Harbi içinde boğdular. Emperyalizm, 20’nci Yüzyıl’a girerken, 19’uncu Yüzyıl’da kapitalizmin taptığı “Milliyetçilik” ilkin ekonomice inkâr etti. Finans-Kapital tekellerini yeryüzünün en ücra köşelerine kadar soktu. Girdiği yerde tutunabilmek için kendi iratçı-hazır yiyici karakterine en uygun düşen geri memleket iratçı-hazır yiyici zümreleriyle kolayca kaynaşıverdi. “Hacı hacıyı Arafta, it iti kalafatta buldu”
Bu kaynaşma olayını daha iyi açıklamak için bir fizik olayını örnek verelim… Havada sonsuz radyo dalgaları bulunur. Ama radyonuz hangi frekansta ise ona uygun dalgayı alır. Ve bütün öteki dalgalara sağır kalır. Toplumların da birbirlerinin etkileri altında kalmaları için, tıpkı alıcı-verici dalgaları gibi karşılıklı uygun frekanslarda bulunmaları gerekir.
Batı Medeniyetinin sömürdüğü büyük ülkeler, (İslam-Hint-Çin) dünyaları, Antik Medeniyetin çökkünlük konağına düşmüşlerdi. Gerçi tam sömürge durumunda olan ülkeler, Batının serbest rekabetçi kapitalizmini isteseler de kapitalizm onlara izin vermezdi. Ancak Japonya gibi yarı Barbar kalabilmiş bir Uzakdoğu sapa adacığı, sahici Batı kapitalizmine karşı rezonans gösterebildi. Geri kalan yarı sömürgelerden ne Çin ne İran ne Türkiye 19’uncu Yüzyıl kapitalizminden bir şey anlamadı. Çünkü arada sosyal rezonans yoktu. Fakat emperyalizm için iş başkaydı. Emperyalizm gençlik çağını inkâr etmiş kapitalizmin konağıdır. Tefeci-Bezirgân derebeyleşmesi nasıl üretimden kopuk, bir avuç hazır yiyici iratçı düzeniyse, tıpkı öyle tekelci Finans-Kapital de, her türlü üretimle doğrudan doğruya ilgisini kesmiş, yalnız iradını düşünen bir avuç hazır yiyici düzenidir. Onun için Batı uygarlığı ile Doğu derebeyliği, Batı Finans Kapitali ile Doğu Tefeci-Bezirgânlığı çarçabuk etle tırnak oluverdiler.
Milli Kurtuluş hareketlerinin bütün iç mekanizmaları bu sosyal frekansla işler. Çağdaş kurtuluş hareketlerinin milli kurtuluş olması, Finans-Kapitalin gayri milli olmasındandır. (Gayri milli: enternasyonal kozmopolit anlamında…) Milli Kurtuluş hareketlerinin hem güç hem kolay oluşu da bundandır. Finans-Kapital sömürülen ülkede bir sosyal sınıf olamayacak kadar keyfiyetini ve kemiyetini yitirmiş derebeyi artığı Tefeci-Bezirgân yerli sermaye ile can ciğer kuzu sarması olduğu için, yığınlara bin yıllık atalet hassaları sayesinde, Milli Kurtuluş hareketinin başlaması güç olur. Fakat bir yol başladı mıydı; bir avuç yabancı Finans-Kapitalle onun acentesi Tefeci-Bezirgân dışında kalan bütün millet harekete kendiliğinden katıldığı için, Milli Kurtuluş hareketi gittikçe artan bir hızla başarıya ulaşır. Olumlu sonuç almak veya almamak, bocalamak yahut bocalamamak da bu açıdan belirlenir. Milli Kurtuluş hareketi salt dış milletlerarası Finans-Kapitale karşı başarı kazanmakla yetinir de onun millet içindeki derin, geleneksel ve tarihsel kökleri olan Tefeci-Bezirgân derebeyi artığını köklerinden yolmazsa, o köklerden er-geç daha azgın Finans-Kapital filiz ve sürgünleri fışkırır. Ve Milli Kurtuluş doludizgin teslim oluşa doğru soysuzlaşır.
Türkiye, Avrupa’yla yıllardan beri temastaydı. Batının bütün modern serbest rekabetçi kapitalizm dalgalarına karşı sağır kaldı. Bu vurdumduymazlık, Türkiye’nin öyle nöbet nöbet gelişerek yükselen bir ileri ve sosyal-ekonomik düzene karşı rezonans yokluğundandır. Türkiye, ilk Sümer medeniyetinden beri doğup yükselen, büyüyünce ihtiyarlayıp çöken Antik medeniyetler zincirinin son halkası İslam medeniyetinin rönesansı idi. Fakat Avrupa’yla savaştan başka türlü temasa geçtiği zaman, o rönesansın gelişerek yükselen ileri çağında değil, en son ihtiyarlamış, derebeyleşmiş çağındaydı. Onun için Batının yeni gelişip yükselen çağına karşı ekonomice ve sosyal bakımdan sağır ve kapalı kalmıştır.
20’nci Yüzyıl’da, Batı kapitalizmi de serbest rekabet ülküsünü inkâr ederek, onun taban-tabana zıddı olan Finans-Kapital tekelciliğine soysuzlaşarak yaşlandı. Böylece, Batıda genç ve ileri kapitalizmin yerine, çöken Emperyalizm dekadansı geçer geçmez, bu Osmanlı Derebeylik dekadansı ile tıpatıp frekans haline girdi. Türkiye’deki derebeyleşmiş Tefeci-Bezirgân elemanları, Tarihin binlerce yıl ötesinden ellerini uzatarak, Modern çağın tekelci ve çökkün Finans-Kapital elamanlarıyla kolayca sarmaş dolaş oldu. Kırım Savaşı bahanesiyle açılan “İstikraz” batağına Osmanlı mandası boylu boyunca yatkınlaştı. Bu ekonomi temelindeki olay, kültür ve üstyapıda da çiçeklendi. Batı kültüründe Realizm, Natüralizm akımları dururken Parnasyon ve dekadanların akımı “Edebiyatı Cedide” yapıldı…
20’nci Yüzyıl’ın bir Milli Kurtuluş hareketi olan Kuvayimilliyecilik ile ondan doğma Cumhuriyet Türkiye’sinin bütün gelişmeleri yukarıki gerçeklik açısından değerlendirilmelidir. Aksi halde döktürülecek bütün “Çağdaş Uygarlık” edebiyatı “köklü dönüşüm sözcükleri”, söyleyenleri aldatmaktan başka bir işe yarayamaz.