Hikmet Kıvılcımlı – Türkiye’nin Meseleleri (II)
III- Ekonomi Politikası
1- DP ve CHP Zıddiyeti ve Ayniyeti
Memleketimizin ekonomi düzeni (küplerin üst üste dizilişi), Cumhuriyet devrinde başlıca iki türlü oldu. DP düzenindeki mantık şu: Önce tarım nüfusu çoğunluğumuz “nispi bir refaha kavuşturulacak”, sonra bu refahla “iştira [satın alma] gücü artan” kitle, tüccarlara ve sanayiye müşteri olacak. Burada “büyük kitle” ile “nüfusumuzun en büyük kısmı” derken, önce “köylü”müzü, Ortaçağ’da derebeyilere karşı tek kitle teşkil eden köylüler gibi yekpare saymış olmamalıyız; o kadar da geri değiliz. Türkiye köylerinde 30 küsur yılda az çok bir şeyler değişti. Ondan sonra “büyük kitle” ile “nispi refah” sözleri arasında bir mübayenet [karşıtlık] bulunduğunu açıkladığımızı unutmamalıyız.
Yani, köyde DP programı bir “nispi [göreceli] refah” yapacak derken, bu nispilik [görecelilik] yalnız nicelikçe değil nitelikçe de nispidir. Nicelikçe köye tam ve büyük bir refah verilmeyeceği peşin söyleniyor. Nitelikçe: bu ufak ve kısmi refahın, köyde ancak bir azınlığa nasip olacağı üstü kapalı anlatılmış olmuyor mu?
Fakat, sırayı bozmayalım. DP’nin hangi ekonomik yeniliği getirdiği belli oluyor. CHP, şimdiye kadar, lafta “Memleketin efendisi köylü” demesine rağmen, köyü hemen hemen kendi alınyazısı ile baş başa bırakmış, hep şehir’lerde kalmış ve ancak vakit ve fayda bulursa şehirden köye inmeye yeltenmiştir. DP, tam tersine köyden şehre çıkmak niyetindedir. Usul ve üslup bakımından iki parti arasındaki zıddiyet budur.
Lakin her iki partinin de birleştikleri hedef; “Sermayenin terakümü [birikişi]”dir. Aralarındaki bütün kavga şu: “Sermayenin birikişi”ni köyden mi, yoksa şehirden mi başlarsak çabuklaştıracağız.
2- DP’nin “Haklı” Görünüşü
DP köyden başladı. Bunun sebebini şöyle açıkladı:
“Bu sahanın tamamı ile bakir olması sebebi ile, verimlerin en yüksek seviyelerde elde edilmesini mümkün kılacak ve şüphe yoktur ki zirai envestismanlar [tarımsal yatırımlar] neticelerini diğer mevzulara nazaran [konulara göre] çok kısa zamanda verecektir.”
Yani, hiç işlenmemiş bir toprağa ekin ekilirse, yıllarca işlenmiş topraktakinden daha çok ürün alınır, gibi kuvvetli bir mantık. Şimdi bu mantığın altında gizlenen olayları ekonomi biliminin ışığında gözden geçirelim. Çünkü bir insan toplumu bir tarla değildir.
Ekonomik bir önerme var: Sermayenin organik bileşimi ne kadar düşük ise, kâr rayici o kadar büyüktür. Organik bileşim değişir sermaye (işgücüne yatırılan para) ile değişmez sermaye (aletler, hammaddeler vs.ye yatırılan, ücretin dışındaki bütün paralar) arasındaki orandır. Değişir sermaye (ücretler) 100 iken değişmez sermaye (makina vs. masraflar) 100 ise organik birleşim 100/100’dür. Değişmez sermaye 1000 olursa, organik bileşim 100/1000 olur, yani on defa küçülür. O zaman kâr rayici de 10 defa düşer.
Neden?
Çünkü üretim yapılırken sermayenin değişmez kısmı (makina vs. içindeki değerler) olduğu gibi ürüne geçer. Ne azalır, ne çoğalır. Hâlbuki değişir sermaye ile alınan işgücü, üretime girdi mi, çıkardığı işin kıymeti, işgücünün kendi değerinden üstündür. Bu sebeple, sermayenin asıl değer yaratan kısmı değişir sermaye’dir. Değişir sermayenin oranı ne kadar büyük olursa, binnetice [sonuçta] kâr oranı o kadar büyük olur.
Bu gerçeği köye uygulayalım: Köyümüzde her şey insan gücüne dayanır. Yani şehre nazaran sermayenin organik bileşimi dehşetli düşüktür. Şu hâlde köyümüzde kâr rayici, Menderes’in tabiriyle; “verimlerin en yükseği”, elde edilir. Menderes bunu mu söylemek istiyor? Bilmiyoruz. Yalnız lakırdısı böyle bilimsel ve derin bir gerçeğe dayanıyor gözüküyor. DP’nin köyden başlama politikası yerden göğe kadar bilimsel olarak haklı değil midir?
3- DP’nin Bilimsel Yanlışı
Eğer, Türkiye’mizde köyden başka hiçbir ekonomi alanı olmasaydı yahut köylerimizle şehirlerimiz birbirinden su sızdırmaz cam kaplarla ayrı bulunsa idiler, ondan sonra da köy toprakları üzerinde hiç kimse mülkiyet iddiasında bulunmasaydı ve köy halkı üzerinde ne iktisadi, ne siyasi, ne idari, ne mali, ne gayet geniş manevi tesirlerden hiçbiri bulunmasaydı, o zaman, köy ekonomisine yatırılacak sermaye, Menderes’in tabiri ile “Zirai envestismanlar” sahiden, tıpkı Menderes’in Programında buyurduğu gibi; “verimlerin en yükseği”, sayesinde “sermayenin birikişi” “çok kısa zamanda neticelerini verecek” idi.
Evvela köy topraklarımızın bütün ekilir kısmı mülk halindedir. Nitekim DP Hükümeti; “Muhtaç çiftçiye toprak tevzii işini birkaç misli hızlandırmak”, “Toprak komisyonlarının adedini kısa zamanda birkaç misline çıkarmak”, derken, köylüye para ile toprak satılacağını anlatır. Yani tarıma sermaye yatırımı dendi mi, önce paranın önemli kısmını toprağa yatırmak gelir. Topraksız tarım olmaz. Sanayi sermayesi de az çok bir fabrika arsasına para yatırır. Ama tarımda en büyük yatırım toprağa gider. O yüzden, en ileri Batı memleketlerinde bile sermaye, toprak beylerine haraç vermemek için, tarımdan çok sanayiye yatırılmış, dolayısı ile de tarım daima sanayiden geri kalmıştır. Çünkü sanayide değişmez sermayeye ne kadar çok para yatırılırsa, üretimin maliyeti o kadar çok düşer, sermayenin aldığı izafi artan değer o kadar çoğalır. Hâlbuki toprağa yatırılan sermaye, sadece hazır yiyici toprak ağalarına haraç verilmiş ve maliyet fiyatını yükseltmiş olur.
Demek, tek taraflı gerçek DP’yi haklı gibi göstermesine rağmen, önümüzdeki modern toplumumuzun yaşayan gerçek ilişkilerini her yönden oldukları gibi göz önüne getirdik mi, DP’nin umduğunun tam tersi olan neticelerle karşılaşmış oluruz. Bilimin bir şanı da bir gerçeğe saplanmamak, bütün gerçekleri canlılığı ile kavramaktır.
Bir kelime ile “Sermayenin birikişi”, köyden ziyade şehirde “çok kısa zamanda” olur. DP’nin programı bilimce, ırmağı tersine akıtmak gibi büyük bir yanlışa dayanır. Onun için köyde toprak davası hal olmadıkça, en iyi niyetler bile en kötü neticelere mahkûmdur.
Bu bilimsel gerçeğe bir de memleketimizde Osmanlı artığı Tefeci-Bezirgân Sermayenin galip olduğu, toprak ve köy ilişkilerimize en berbat derebeylik artıklarının hâkim bulunduğu, dünya ölçüsünde sermaye ilişkilerinin akla hayale sığmaz etkilerle ecnebi nüfuzunu salgın hastalık gibi yaydığı göz önüne getirilsin. Toprak Reformu yapmamış, köylü kitleleri darmadağın örgütsüz bırakılmış köyde “zirai envestismanlar neticelerinin” nerelere varacağı daha kolay anlaşılır.
4- “Nispi Refah” Kime?
Bu neticeleri önceden görmek için kehanet sahibi olmaya hacet yoktu. Vatan Partisi Programı’ndaki (sayfa 37, 38, 39, 40) rakamlar hep DP iktidara gelmeden önce resmen açıklanmıştı. Ziraat [Tarım] Bakanlığı köyde 8 milyon topraksız köylü saymıştı. 2 milyon 600 bin köylü ailesinin elindeki toprak 418 toprak beyi ile 4700 toprak ağası elindeki toprağın yarısından çok daha azdı.
Gelin, bu toprak düzenine dayanan köyümüze, DP’nin yaptığı gibi “Zirai envestisman” yapalım, yani milyarlar yatıralım. Netice ne olacak? Besbelli. Para, ancak büyük arazisi olana verilecek: Çünkü banka toprağı ipotek etmedikçe kredi açmaz. Demek, bir kalemde 8 milyon topraksız köylü şöyle dursun; 2,6 milyon aile, yani 13 milyon küçük ve orta köylü de saf dışıdır. Bütün yüz milyonlar, 418 beyle 4700 ağanın eline düşmeye mecburdur. Ve nitekim öyle oldu.
İşte birkaç rakam: 1953 yılına kadar Türkiye’ye 35 bin 670 traktör girdi. Bunların 22 bin 151 tanesi 10 vilayetimizde kaldı. Yani vilayetlerin % 15’i (6’da birinden azı) traktörlerin % 62’sine (6’da 4’üne) sahip. 5 misli arazimiz, 1 vilayetin 3’te 1’i kadar ancak makinelendi. Yani, bir kısım yerler ötekilerden 15 misli yükseldi. Seyhan’da 4212 traktör varken, Giresun’da 3, Çoruh’ta 1 tek traktör bulunduğu gibi olaylar da düşünülürse, farkların dehşeti daha iyi göze çarpar. Bu farkların köylüler arasında, vilayetler arasındakinden daha derin uçurumlar açtığını ilaveye hacet var mı?
O kadar büyük propagandası yapılan “Tarımsal Kalkınmamız”ın özel ve ayrıntılı rakamlarını aşağıda özetleyeceğiz. Burada yalnız bu farklılaşma oranına dikkat edelim. DP’nin bütün memleketi cennete çevirmek, bütün milleti refaha kavuşturmak isteğiyle ortaya atıldığına inanıyoruz. Vatanın bir köşesi ile öbür beş köşesi arasında veya köylü vatandaşların 5 bin ailesi ile 3 milyon ailesi arasında, eskisinden onlarca misli daha derin uçurumları bile bile açmak için iktidara gelmediğini DP’liler iddia ederlerse, buna da kanarız.
Fakat mevcut toplumsal ilişkilerimiz içinde DP Programının uygulanması, başka sonuca varamazdı. Ve bu tarımsal politika ister istemez, hadiselerin zoru ile ancak 400 beyle 4000 ağanın ve belki bir o kadar da tefeci ile bezirgânın, modern tarım vasıtalarına sahip büyük arazi sahibi haline gelmelerine yol açacaktı. Gene aynı politika, 8 milyon topraksızın, 2 milyon 600 bin ortadan küçük köylü ailesi fertlerinin bir kısmını belki traktörlü çiftliklerde tarım işçisi haline getirecek, fakat çoğunu büyük şehirlerde iş ve ekmek aramaya gitmek zorunda bırakacaktı.
O halde DP, Türk milleti içinde kimin “PARTİSİ”dir?
Her parti, en başta kime hizmet ederse onun partisidir. DP’nin kimlere yaradığını düşünmek öğretici olmaz mı?
IV- Politikanın Kaynağı
Bari şu DP’nin ekonomi politikasının ana prensipleri % 100 yerli malı mıdır?
Kimse bu noktaya dair soru ve cevap açmadı. Yalnız DP’nin İstanbul ve dolayısıyla da belki Türkiye ölçüsünde etkili kurucusu Profesör merhum Kenan Öner, ölümünden pek az evvel Vatan Gazetesi yazarına, DP Programı’nın hazırlanışında, yazarın patronu ile birtakım Amerikalının oynadığı rolü tespit ile akümülatör doldurduğunu söylemiş, sonra deşarj yapmaya vakit bulamadan dünyaya gözünü yummuştu.
Bu zat acaba haklı mıydı?
Biz, bu konuda bir fikir edinmek için, Menderes Kabinelerinin “değişmez” programı ile Amerikalı Thornburg’un “Türkiye nasıl yükselir?” adlı (A. Emin Yalman’ın “Mühim bir iktisadi talih” başlığı altında 1947 Kasım başından itibaren yayınladığı) yazısından bazı pasajları alt alta getirip karşılaştıralım.
Hususi Teşebbüs [Özel Girişim]]
Thornburg: “Dost bir ecnebi memlekete yapacağımız yardımın manasız yere israfa uğramayacağına nasıl emin olabiliriz? Biz Amerikalılar, serbest teşebbüse inanıyoruz. Siyasi hürriyetlerin devamına imkân verebilen sistem bizce budur. Başka memleketlerle paylaşmaya hazırlandığımız servet kaynaklarımızı da, serbest teşebbüs ve rekabet yolu ile bizzat vücuda getirdik. Yardım etmek istediğimiz memleketin, bu feyizli sistemi hiç olmazsa imtihandan ve tecrübeden geçirmeye razı olacağına nasıl inanabiliriz?
(Türkiye’de İnönü’nün vaat ettiği) “Çifte parti sistemi sayesinde belki sathi [yüzeysel] tarzda bir siyasi hürriyete varılır. Fakat devlet, iktisadi rolünü geliştirmeye devam ederse, hürriyetin asıl ruhu ortadan kalkar. Bugün Türkiye’de zahiren [görünürde] pek mahdut [az sayıda] komünist faaliyetine tesadüf edilir. Fakat bu faaliyetin mevcut olmadığına hükmetmek basiretsizlik olur. Türkiye’de Komünizme zemin hazırlamanın en kestirme yolu, devletin bizzat iktisadi roller oynamasının, terakkinin bir icabı [gelişmenin bir gereği] olduğuna halkı inandırmak ve bu rolleri gitgide geliştirmeye uğraşmaktır.”
“Bazı memleketlerde beş yıllık plan gibi adlarla birtakım devlet teşebbüslerine girişiliyor. Amerika’nın her gün göze çarpan refah ve inkişafı [gelişimi] ancak hususi teşebbüs yoluyla temin edilmiştir. Birçok Amerikalılar kendi kendilerine şu suali soruyorlar; yabancı devletler tarafından bu istikamette yapılan hatalı girişlere biz niye destek olalım? Sonra, şurası da aşikârdır ki, bizzat Türk hususi teşebbüsüne yer vermeyen bir iktisadi inkişaf programı içinde Amerikan hususi teşebbüsü hiçbir rol oynayamaz.”
“Hafif sanayinin verimli bir şekilde gelişmesi matlup ise [isteniyorsa], bu saha yerli ve ecnebi hususi teşebbüse bırakılmalıdır.”
“Devlet iktisadi teşekküllerinin lehine türlü türlü istisnalar ve imtiyazlar yaratılmıştır. Kırtasiyeciliğin zaruri gelişme yolu belki budur.”
Amerikalının tehdit dolu uzun lafının kısası şudur:
1- Devletçilik ve plan Komünizme gider; ayağınızı denk alın!
2- Bizden para beklerseniz işlerinizi Hususi Teşebbüse, (ağır olmamak şartı ile sanayiye) ecnebi sermayeye bırakın!
Menderes: (Kısaca) “Hususi teşebbüsü, devletin zararlı müdahalelerinden ve her çeşit bürokratik engellerden kurtarmak.”
Tarım Temeli
1- Tarım HEP
Thornburg: “Salim bir şekilde inkişaf edecek bir zirai sistem” için “birtakım hafif sanayi” gerektir. (“Yoldan, sudan, sağlık gereklerinden ve okuldan mahrum olan binlerce Türk köyünü bu nimetlere kavuşturmak, Türk milleti için en esaslı bir milli gaye haline gelmelidir.”)
Menderes: (Kısaca) “Ziraat milli ekonomimizin temelidir.” “Zirai kalkınmamızı tahakkuk ettirebilmek için süratle, her şeyden önce tedbirler almalıdır.” Köylünün “yaşayış seviyesini yükseltecek ve onları nispi bir refaha kavuşturmak sureti ile memleketimizde içtimai [toplumsal] adaleti tahakkuk ettirecek.”
2- Teknik Tarım
Thornburg: “Türk çiftçisi, tâ Hititler zamanlarından miras aldığı tahta sabandan kurtularak bir çelik sabana kavuşmalıdır. Mahsulünü vücuda getirmek ve taşımak için diğer birtakım sade, fakat modern aletlere de ihtiyacı vardır.”
Yani Amerikalı dehri bize ziraatı, ama ziraatın da ancak basit aletlerini, mesela: Eti’lerin tahta sabanı yerine çelik sabanı layık görüyor.
Menderes: (Kısaca) “Teknik ziraatı, mümkün olan süratle vatan sathına yaymak.” (Alet, makine, sulama, gübreleme, hastalık ve haşeratla mücadele).
Her Şey O İki Prensibe Bağımlı
1- Bayındırlık İşleri
Thornburg: “Türkiye’nin bugünkü ihtiyacı gösterişli gelişmeler değildir.
“Memleket daha çok yola, daha verimli sulama projelerine, diğer zirai faaliyetlere ve en ziyade ziraata destek olacak hafif sanayiye muhtaçtır.”
Menderes: “Zirai kalkınmamızla dolayısıyla fakat sıkı sıkıya alakalı mevzular”: “Kara yollarımızı en kısa zamanda tekemmül ettirmeliyiz. Silolar, limanlar ve iskeleler inşası vesaire bayındırlık işleri.”
2- Maliye İşleri
Thornburg: “Türk vergi usulleri salim ve düzgün bir usul sayılamaz. Devlet tarafından yapılan fiyat ve tevzii kontrolleri, kambiyo tahditleri, ihracat ve ithalat lisansı usulleri tamamı ile keyfi bir tarzda tatbik edilmiştir.”
Menderes: “Müstekar [dengeli] ve elverişli bir fiyat politikası ile tarımsal üretimimizi teşvik.” (Vergi bahsi?)
3- Kredi
Thornburg: Sanayi kuracak hususi Türk müteşebbislerinin muhtaç olacakları dolarları temin edecek resmi kredi kaynaklarımız vardır.” (Amerikalı “sanayi” için dolar verecek.)
Menderes: Yalnız zirai krediyi “birkaç misline çıkarmak” ister.
4-İthalat
Thornburg “Türkiye’deki istihsalleri çoğaltmak için icap eden istihsal vasıtalarını Türkiye’ye ihraç edebileceğiz.”
(Amerikalı Türkiye’nin ihracatını ağıza almamakla beraber, alelûmum “istihsalleri çoğaltmak için” mal satacak).
Menderes: Yalnız “ithalat” ve “ziraat” der: “Ziraatın ihtiyacı olan maddeler ithalatı tercihli tutulmalı.”
Amerikalının söyledikleri ile DP hükümetinin yaptıkları arasında yalnız benzerliklerden bahsettik. Şimdi biraz da, Amerikalıyı anlayışta DP’nin yanıldığı noktalardan birkaçı üzerinde duralım.
Asyalı Devletçiliği: Zümre Saltanatı
Amerikalı gayet açık şekilde, devletçiliğin halk yığınlarını hiçe sayan totaliter, yani Asyalı derebeyi artığı şekillerine çatar. Ve hiç olmazsa “şahsi teşebbüs” kelimesi ile adlanan sermayedar sınıfının bütün zümreleri tarafından ele alınacak ve yürütülecek bir iktisadi kalkınmayı bütün olarak tavsiye eder.
- a) Totaliter gösteriş: “Türk milletinin para, kabiliyet şeklinde sahip olduğu imkânlardan haddi çok aşkın bir kısmı, iktisadi bakımdan en ileri garp memleketlerinin müesseselerine şeklen benzeyen gösterişli teşebbüslere hasredilmiştir.”
- b) İnsanı unutmak: “Türkiye’de birbiri arkasından iki beş yıllık plan yapılmıştır. Bunlardan hiçbiri Türkiye’de yaşayan 19 milyon insanın kendi yurtlarının iktisadi inkişafına [ekonomik gelişmesine] ait meselelerde hareketsizlik rolünde kalmaları caiz [uygun] olmadığına, bizzat bir teşebbüs ve faaliyet unsuru teşkil etmeleri icap eylediğine [gerektiğine] dair bir tek kelime ihtiva etmiyor [içermiyor].”
DP: Söz olarak belki buna benzer şeyler konuştu. Lakin:
- a) Yalnız bayındırlık ölçüsünde, daha ziyade gösterişli teşebbüslere milyarlar harcadı. Ağır sanayinin temeline ise ikinci derece ehemmiyet bile vermedi.
- b) Yalnız “ziraatçı” veya “çiftçi” denilen zümreyi vergiden muaf tuttu. Bu hal zaten mevcut tefecilik ve iratçılık eğilimlerini, dolayısıyla da milletin içinde, sermayedar diyebileceğimiz sınıfın bütününü ve asıl Modern sanayici müteşebbislerini ikinci derecede bırakıp, öteki Ortaçağ artığı zümrelerin kayıtsız şartsız gelişmelerine fırsat verdi.
Sanayiden Önce Tarım
Amerikalı: Gayet açık şekilde, devletçiliğin ekonomik kalkınmamızı ve ekonomi kanunlarını hiçe sayan tek yanlı, müsrif mirasyediliğine çatar. Ve tarımsal kalmamızı arzulamasına rağmen, hiç olmazsa “çiftlik” kelimesi ile adlanan tarımda kapitalist gelişimini bütün olarak ele alırken, memleket ekonomisinde bütünü ile ahenkli bir gidiş tutulmasını tavsiye eder.
- a) Pahalı devleti eleştirme: “Türkiye’nin bugünkü ihtiyacı gösterişli gelişmeler değildir” vb…
- b) Tarımı sanayi ile birleştirmek: Thornburg, tam Büyük Sanayici bir sermaye şahikasının, geri memleketleri kendisine ezeli haraçgüzar [haraç öder] haline sokması için gereken şartları savunurken bile, tarımı tek başına ele almanın değil memlekete, bizzat tarımı geliştirmeye dahi yeter olmadığını belirtmekten kendini alamaz.
“Türk çiftçisi… diğer birtakım sade fakat modern aletlere de muhtaçtır. Bu basit aletlerden çoğu Türkiye’de yapılabilir. Geri kalanların da parça halinde gelmesi ve tertip ve montajın Türkiye’de tamamlanması mümkündür. Zirai mahsulleri işlemeye mahsus sanayi, ham malzemeden ve gıda fazlalıklarından azami şekilde istifade edilmesini mümkün kılar. Bu itibarla zirai inkişafı adım adım takip etmesi mutlaka elzemdir.”
DP: Söz olarak belki buna benzer şeyler konuştu. Lakin:
- a) Pahalı devletçiliği kaldıracağına, şehirden köylere yaydı. Mesela Menderes Kabinesi programının (b) maddesinde: “İstihsal hayatını devletin ZARARLI MÜDAHELESİNDEN KURTARMAK” vaadinde bulunur. (a) maddesinde: “DEVLET BÜTÇESİNDEN ENVESTİSMANLARA ayrılacak tahsisatı” plana bağlar. (c) maddesinde: “SERMAYE TERAKÜMÜNÜ bütün gayretimizle teşvik” (ç) maddesinde: “Devlet bütçelerini İKTİSADİ BÜNYEMİZİN TAKATİ ile mütenasip ve muvazeneli [uyumlu ve dengeli]” bütün bu maddeler çelişkileri bir araya getirir. Fakat sentez: bütçe açığı olur.
- b) Önce Ziraat sonra sanayi “Her şeyden önce süratle zirai kalkınma”. “Birkaç misli kredi”, “Elverişli fiyat”, “Tercihli ithalat”, teknik, yol, yapı, liman, vb… Her şey ziraat için. “Ziraatımızın muhtelif problemleri en kısa zamanda, en kat’i hal şekillerine bağlanmalıdır.”
Fizyokratlar hiç olmazsa liberaldiler. Kene: “Bırak yapsın, bırak geçsin” parolasını koyandır. Bizim Kene’lerin pir aşkına Devletçi-Fizyokratlığı nereye vardı?
İleride ziraatımızın rakamlarını verince bunu daha iyi göreceğiz. Menderes’e gelince o, 4’üncü Kabinesine dek aynı programı sunarken şöyle buyurdu:
“İşte birinci hükümet programımızın esasını teşkil etmiş olan bu görüş ve fikirleri bugün dahi bütün ehemmiyeti ve vüs’ati [genişliği-gücü] ile benimsemekteyiz.” “Bu esasların 6 seneye yaklaşan tatbikatında ne muazzam neticeler verdiğini” “memleketin her köşesinde sayısız eserler” gösterir ve “İktidarımıza vicdan huzuru içinde olmak hakkını verir.”
Lakin arada bir işaretçik yapıverir. Meğer henüz birinci Menderes Kabinesi Programı ile “Yapılmış envestismanların fevkalade ehemmiyetli olanlarının tamamı ile idraki pek kısa bir zaman meselesi haline gelmiştir”miş. O zaman elimizde olmayarak Menderes’in 1’inci Kabine programındaki başka bir “pek kısa” sözünü hatırlıyoruz.
6 yıl önce Menderes, “şüphe” bile kabul etmeyerek, şu tahmini yapmıştı: “Şüphe yoktur ki, zirai envestismanlar neticelerini diğer mevzulara nazaran çok kısa zamanda verecektir.”
Anlaşılan iktidar yılları insana “pek kısa” geliyor. Ama Millet için şüphesiz upuzun süren 6 yılda, üretimlerini 3 misli arttıran memleketler görüyoruz. “Pek kısa zaman” hükümetler için 6 ay, nihayet 1 yıldır. Menderes 6 yıl sonraki programında ise açıkça itiraf ediyor:
“Ancak, programlarımızı tamamen tahakkuk ettirmiş olduğumuzu ve Birinci Plandaki hedeflerimize ulaştığımızı iddia edemeyiz.”
Bu itirafın ışığı altında yukarıdaki işaretçiği düşünelim: “Fevkalade ehemmiyetli” işlerin tamamlanması, gene “pek kısa bir zaman meselesi” haline sokulunca iş değişiyor. Çünkü B. Menderes için 6 yıl bile “pek kısa”dan daha kısa kalıyor. O halde millet daha kaç 6 yıl beklemeli ki, “pek kısa bir zaman meselesi” hallolsun.
Bize kalırsa, zaman geçmiştir. İşleri Allah’a bırakır gibi zamana bırakan DP, Yirminci Asır ortasında, sesten süratli vasıtalar çağında, sanayileşmeyi ikinci plana bırakmış soyut bir tarımsal gelişim programının, ütopi olduğunu az çok anlamış olmuyor mu?
Fakat, ona rağmen “vicdan huzuru içinde olmak” ne demektir?
Bugün, hükümetler, “birinci plandaki hedefler” dedi mi, onları adları ile sanları ile ortaya kor, birer birer tarif eder. Sonra, her birinin hangi sene, hangi ay ve günde tamamlanacağını rakamla belirtir. Kısa mı? Uzun mu? O zaman başkaları hüküm verir.
DP’de bu yok.
Neden?
Toplumsal Determinizm.
(Devam edecek)