HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut: “Bu hainler düzenini, bu sömürü ve talan düzenini baştan ayağa yıkacağız”
Akademisyen Harun Muratoğulları, üzerinde çalıştığı doktora tezi kapsamında Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut ile 16 Haziran günü bir mülakat gerçekleştirdi. Muratoğulları mülakatın gerçekleştirilme amacını şu şekilde belirtti:
“Siyasi Partiler Hukuku gerek Anayasa Hukuku gerekse Siyaset Bilimi disiplinlerinin ilgisini çeken bir konu olarak gelişmiştir. Bu kapsamda Siyaset Bilimi partilerin uymakla zorunlu oldukları yasal düzenlemeleri ve seçim sistemlerini kabullenilmiş bir veri olarak ele almakta ve parti organizasyonlarının davranışlarının ve secim başarılarının altındaki nedenleri tartışırken ilgisini baskın bir şekilde hükümeti kurma ya da parlamentoda hükümeti kontrol etme kuvvetinde olan partilere yöneltmiştir. Bunda meclis dışında bulunan partilerin örgütsel ve fikirsel özellikleri hakkında ulusal ya da uluslararası akademinin yeterli veriye sahip olmaması da belirleyici olmaktadır.
“Buna mukabil Anayasa Hukuku disiplinin çalışma metodolojisi olarak çoğunlukla normatif metodolojiye dayanması ve ampirik gerçeklik acısından Anayasa Mahkemesinin parti kapatma kararlarının ötesinde fiili duruma dair veri oluşturma hedefinin olmaması, bu disiplinin zayıflığını göstermektedir. Dolayısıyla bu çalışma iki disiplinin de veri bulma ve analiz etme metotlarını bir araya getirerek interdisipliner bir bakış açısı sunmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda bu mülakatın amacı, Siyasi Partiler Kanunu ve Secim Kanununun etkilerini, siyasi partilerin sahada bilfiil tecrübe ettikleri olaylar ve sistemi şekillendiren bu yasal düzenlemeler hakkındaki fikri yaklaşımlarını keşfetmek ve ortaya çıkan veriyi analiz ederek bulmaktır.”
Harun Muratoğulları’nın Akademik Biyografisi:
2010 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Ardından 2012 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Ana Bilim Dalında yüksek lisansını tamamladı. Daha sonra Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku bölümü adına yurtdışında eğitim görmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı bursunu kazandı. Bu burs ile 2013 yılında Queen Mary University of London’da Kamu Hukuku alanında ikinci mastırını “Parti İçi Demokrasi: Birleşik Krallık ve Türkiye Siyasi Partilerinin Başkanlık Seçimlerinin Karsılaştırılması” başlıklı tezle bitirdi. Doktora eğitimini Brunel University London’da Siyasi Partiler Kanunu ve Secim Kanunlarının Mecliste Bulunmayan Partiler Üzerindeki Etkileri üzerine sürdürmektedir.
Söz konusu mülakatı aynen yayımlıyoruz:
Harun Muratoğulları: Siyasi partilerin sınıflandırması hakkında 20. yüzyılda çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bunlardan sonuncusu 1995 yılında Peter Mair ve Richard Katz’ın geliştirdiği Kartel Parti (Cartel Party Theory) teorisi olmakta. Buna göre bir önceki evrede oy/seçim makinesine dönüşen ve başarısı secim dönemlerinde çeşitli kesimlerden oy devşirmesi ile açıklanan Catch-all partiler artık Devlet kaynaklarını da daha meşru ve geniş ölçeklerde kullanmaya başlayınca partiler ile toplum arasındaki bağa ters orantılı Devlet ile bütünleşmeye başlamışlar, taraftarlarının gönüllülük esasi ile sunacakları yardımlara daha az ihtiyaç duyar hale gelmişlerdir.
Dolayısıyla bu teori Devlet kaynaklarını kullanan partilerin zamanla Devletle bütünleşeceğini, Anayasa Hukukunda daha geniş bir tez olarak ortaya atılan Hegemonic Preservation Thesis’in de muadili bir iddia ile, gerek iktidar partilerinin gerekse muhalefet partilerinin danışıklı bir şekilde çıkarlarına uyduğu sürece sistemin reforme edilmesi ya da sürdürülmesini savunduklarını ileri sürmüştür. O halde kanaatimce siyasi partiler hakkında yürütülecek çalışmalarda özellikle sistem partileri ile sistem dışı partilerin bir şekilde ayrı değerlendirilmesi ve haklarında yapılacak genellemelerin en azından devlet kaynaklarını doğrudan kullanıp kullanmama durumlarını dikkate alarak geliştirilmesini düşünmekteyim. Kısaca Siyasi Partiler Kanunu ve Secim Kanunu yapan ya da sürdürülmesine neden olan partiler ile bu iktidar alanının dışında olan partilerin ayrılması gerekmektedir. Bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyim?
Türkiye’nin sınıfsal yapısına ve HKP’nin tarihine ve misyonuna kısa bir bakış
Nurullah Ankut: Biz Marksist-Leninist bir partiyiz. Lenin 1910’larda, 1915’lerde der ki; Burjuva Demokrasisi 20’nci Yüzyılla birlikte bitmiştir. Yani ondan zerre miktarda olsun eser kalmamıştır.
Nedir burjuva demokrasisinin özü?
Bir, İşçi Sınıfının Burjuvaziyle az çok da olsa, izafi olarak da olsa belirli kurallar içinde mücadele yapabilmesine imkân sağlayan bir demokrasidir, öyle bir ortam sağlayan demokrasidir.
İki, burjuva grupların yani bildiğimiz gibi bunlar sanayi burjuvaları olur, toprak burjuvaları olur, finans burjuvaları olur, ticaret burjuvaları olur bunların çıkarlarını temsil eden siyasi hareketlerin az çok belli dengeler içinde birbirleriyle yarışmalarını sağlayan, bir ortam oluşturan demokrasidir.
Ama 20’nci Yüzyılla birlikte burjuvazi tüm dünyada Finans-Kapital dediğimiz Tekelci Kapitalizm aşamasına ulaşmıştır. Yani Emperyalizm aşamasına ulaşmıştır.
Lenin yine der ki; “Emperyalizmi tek cümleyle tanımlamak isteseydik ona tekelci kapitalizm derdik.”
Artık 20’nci Yüzyıldan itibaren Meclis, Parlamento, Seçimler hepsi birer kandırmaca, hepsi birer gözbağı… Sadece tekellerin çıkarına çalışacak sonuçlar çıkar seçimlerden. Yani Finans-Kapitalist büyük grupların ki herbir ülkede bunların sayıları her işkolunda 20’ye kadar düşmüştür. Bunlar bankalarda birleşirler. TÜSİAD gibi, TİSK gibi, MÜSİAD gibi belli işveren örgütlerinde birleşirler, yekvücut olurlar. Sanayide, tarımda, finansta, ticarette bu büyük tekellerin sayıları 20 civarındadır belki de daha azdır. Ve onların dediği olur her zaman. Devletler de zaten bu tekellerin çıkarlarını savunan yapılardır. Bir anlamda devletler bu tekellerin yürütme komiteleri işlevi görür. Artık tüm yasalar asla halkın değil, sadece bu tekellerin çıkarlarını gözeterek oluşturulur ve uygulanır. Yani Yasama da, Yürütme de, Yargı da bu tekellerin hizmetindedir emperyalizm çağında. İşte biz hep bu yüzden diyoruz; 20’nci Yüzyılla birlikte yani emperyalizm çağına geçişle birlikte burjuva demokrasisinin eser miktarda da olsa izine tozuna rastlanmaz olmuştur artık dünyanın tüm ülkelerinde.
İşte Türkiye’ye baktığımız zaman Türkiye’de de aynı tabloyla karşılaşırız, Amerika’da da aynı tabloyla karşılaşırız. Yani üretimin, vurgunun ve sömürünün % 80’ini bunlar yapar. Geri kalan yani yaban-orta burjuvalar ya da küçükburjuva dediğimiz kesimler; atölyelerde yahut küçük işletmelerde üretim yapanlar, ancak kırıntılar biçiminde, bunların pek kârlı bulmadıkları alanlarda iş imkânı bulabilirler, çalışma imkânı bulabilirler.
Dolayısıyla şimdi her siyasi hareket ya da diyelim yine bu “Edebiyata Dair” söyleşimizde bile söylediğimiz gibi; her siyasi parti, her ideoloji, her sanat eseri mutlaka bu sermaye gruplarından birinin çıkarını savunur bilerek ya da bilmeyerek. O dünya görüşüyle doktrine edilmişse farkına varmadan onu savunur. Yani hiç kimse ben tarafsızım dediğinde gerçeği ortaya koymuş olmaz. O insan ya gafildir ya hain. Çünkü ben tarafsızım demek, şu anda ben tarafsızım dediğiniz anda, mevcut sömürü ve vurgun düzenine benim bir itirazım yok; ben bu düzenden memnunum, ona karşı olanlara da benim ilgim yok, demiş oluyorsunuz. Dolayısıyla bu düzeni onaylamış oluyorsunuz ve dolayısıyla bu düzenden yana olmuş oluyorsunuz.
Siyasi partiler de öyle… Türkiye’de kapitalizm kendi tarihsel süreci içinde gelişip iktidara gelemediği için yani Batı’daki gibi serbest rekabetçi aşamayı yaşamadığı için modern burjuva partileri yoktur. Çünkü Türkiye, az buçuk demokratik devrim diyebileceğimiz devrimini, ancak 20’nci Yüzyılın ilk çeyreğinde yapabilmiştir.
1908 Meşrutiyet Devrimi bu demokratik devrimin ilk aşamasıdır, ikinci aşaması ise Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın zaferiyle gerçekleşen Cumhuriyet Devrimi’dir.
Bu devrimle feodalizmden kısmen kurtulmuş burjuva düzenine geçmiştir Türkiye. Ama 20’nci Yüzyıla geçtiğimiz için bütün dünyada artık tekeller çağına girilmiştir. Bu bakımdan Cumhuriyet Devrimi, daha devrimin başarıya ulaşacağı anlaşılır anlaşılmaz, devrimi tam başarmadan bile, Birinci İnönü Savaşı’nın Zaferiyle birlikte sosyalistlere sırtını dönmüştür. Ve dikkat edersek ondan kısa süre sonra Mustafa Suphi ve Onbeşler Karadeniz’de boğdurularak katledilmiştir. Kazım Karabekir’in önderliğinde; onun kurduğu tuzak ve komployla katledilmiştir TKP Yöneticisi 15’ler. Fevzi Çakmak da bu katliamda yardımcı aktör olarak yer alır. Mustafa Kemal bizzat komplonun içinde değildir. Ama komplodan haberdardır. Kanlı komplonun her aşamasında bilgi verilir kendisine. O Ankara’dadır, Meclistedir bu süreçte. Yani gerçek anlamda bir burjuva demokrasisi Türkiye’de hiç var olmamıştır. Batı’da 20. Yüzyıl öncesi var olan, burjuva devrimleriyle birlikte ortaya çıkan ve 20. Yüzyıla kadar varlığını sürdüren burjuva demokrasisi Türkiye’ye hiç uğramamıştır. Tekrarlarsak bu ülke, demokrasinin burjuva niteliğine sahip olanını bile hiç yaşamamıştır.
Anadolu Burjuvazisinin sınıf karakterini taşıyan Kurtuluş Hareketi, 15’lerin katliamının hemen ardından Meclisteki Sovyet düzeni sempatizanı, kendilerini Bolşevik olarak tanımlayan, kalpaklarına kırmızı şerit takan komünist milletvekillerini yaka paça Meclisten püskürtüp atmıştır.
Ama Birinci İnönü Savaşı hezimetle, yenilgiyle sonuçlansaydı Mustafa Kemal bu katliama izin vermezdi. Çünkü onun amacı, (dünya görüşü olarak burjuva dünya görüşüne sahip ama) birincil amacı, düşmanları kovmak ve Misak-ı Milli sınırları içinde ülkenin bağımsızlığını, kurtuluşunu sağlamaktır.
Mustafa Kemal’in birincil amacı bu olduğu için dah önceleri yani Kurtuluş Savaşı’nın başlarında Kazım Karabekir’e yazdığı mektuplarda çok net bir şekilde Bolşevik de olabiliriz, der. Hatta bana kalırsa onların bunu bize teklif etmesini beklemeyip onlardan daha çabuk davranıp programlarını isteyip uygulayabiliriz, der. Ekonomik ve siyasi sistemler konusunda bağnazca bir takıntısı yok. Ama kendi tercihine kalsa elbette Batı burjuva ekonomik sistemini tercih eder ve nitekim onu tercih etmiştir zaferden sonra.
Ama İnönü Zaferi göstermiştir ki, Sovyetler’in desteği olmasa bile artık biz kurtuluşumuzu, ulusal kurtuluşu kendi imkanlarımızla tek başımıza da olsak sağlayabiliriz. Böyle bir kanaate varmıştır Mustafa Kemal. Onun üzerine komplo hayata geçmiş, Mustafa Suphi ve Onbeşler katledilmiş, Meclisteki Bolşevik Milletvekilleri atılmış, sosyalistlere gün yüzü gösterilmemesine karar verilmiştir.
Bu tarihten sonra da günyüzü gösterilmeyen komünistlere sürekli tevkifatlar yapılmıştır. 1925’te Birinci Komünist Tevkifatı yapılmış, ardından 1927, 1929 tevkifatları yapılmıştır, biliyorsunuz. Komünistlere nefes aldırmama politikası hiç aksatılmadan sürdürülmüştür. 1937-1938 Donanma Davası’nda askeri savcı aynen şunu der: “Dr. Hikmet için delil arayacak kadar saaafdil değilim”. “a”yı da uzatır böyle, “Saaafdil” değilim, der.
Yani adalet, hukuk o zaman da bu düzeydeydi, şimdi de bu düzeyde demek istediğim. Ve Hikmet Kıvılcımlı, bildiğimiz gibi, 1938’de girdiği zindandan ancak 1950 affıyla çıkabilir.
Bayar-Menderes, “demokrasi” vaadiyle gelmişlerdir iktidara. Fakat onlar da 1951’de büyük komünist tevkifatını yapmaktan kendilerini alamazlar.
Kıvılcımlı belli sebeplerden yani parti içindeki belli anlaşmazlıktan ve Usta’mıza-Kıvılcımlı’ya diğer ekibin sırtını dönmesinden yani O’na düşmanca bir politika izlemelerinden dolayı tutuklamada yer almaz… Çünkü Kıvılcımlı her işkence odasından alnı açık, başı dik çıkmıştır. Bütün komünist tevkifatları boyunca işkence odalarından başı dik çıkabilen tek kişidir Hikmet Kıvılcımlı. Diğerleri çözülmüştür, kimileri belli oranlarda çözülmüş, kimisi çökmüştür. İsmail Bilen gibi…
Çökmekle çözülmek farklıdır. Yani çökmek; artık polisin her sorusuna hatta sormadığı şeye bile cevap vererek hareket hakkında hiçbir sır gizlememektir. Ama çözülmek; belli bir orana kadar, polisin zorlamasını savuşturuncaya kadar polisle işbirliği yapar, bilgiler verir, o sınırda durmaya çalışır. Çözülmek budur yani…
Türkiye tarihi emperyalistlerin amaçlarından bağımsız okunamaz
Harun Muratoğulları: Bahsettiğiniz giriş, genel çerçeveden bugüne dönecek olursak…
Nurullah Ankut: Hikmet Kıvılcımlı 1954’te Vatan Partisi’ni kurmuştur. Çünkü 1951 tevkifatında partinin içindeki ikinci kategori insanlar, Kıvılcımlı’yı arkadan, sinsice vurarak tasfiyeye yöneldikleri için bu tevkifatta zindana atılmamıştır.
1954’te kurmuştur Vatan Partisi’ni Hikmet Kıvılcımlı ama 1957’de Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Dulles’ın Türkiye’ye gelmesine ve onu karşılama törenine bir katkı olsun diye, ona bir ödül sunmak amacıyla Menderes-Bayar hükümeti Vatan Partisi tevkifatını yapmıştır. Usta’mız derdest edilmiş, Harbiye Zindanına atılmıştır. İki yıl gün ışığı göstermemecesine o rutubetli ve yukarıdan şıp şıp sular damlayan zindanda tutulmuştur. Yani değişen pek bir şey yoktur.
Bu hep neden kaynaklanır?
Finans-Kapitalin en büyük düşmanının biz devrimciler olduğundan kaynaklanır. Çünkü onun sistemini, onun zulüm düzenini ancak biz parçalayabiliriz.
Yine almayı planladığım Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Kayıp Geçmiş” diye bir roman var. Roman okumaya pek zamanım olmuyor ama bu İngiliz yazar Jonathan Holt’un romanı yarı-belgesel ve doğrudan can alıcı siyasi sorunları ele aldığı için okuyacağım.
Mesela 1945 sonrası yani Soğuk Savaş Dönemi deniyor ya buna burjuva siyasi literatüründe, o dönemde Avrupa’da, Amerika’nın öncülüğünde birincil hedefin komünistleri Avrupa’dan kovmak ve onlara nefes aldırtmamak olduğunu yazıyormuş ve belli belgelerle koyuyormuş onu. Cumhuriyet’in kitap ekinde bu akşam okudum.
Burada siyaset, asker, kilise hep elbirliğiyle çalışmışlar. Vatikan da dâhil buna. İşte bildiğimiz gibi buna Gladio örgütü diyoruz. Büyük provokasyonlar yaptı. İstasyonlarda patlamalar yaptı, 300 civarında insanı (aynı bizim bugünkü İstanbul, Ankara, Suruç, Diyarbakır Katliamlarında olduğu gibi masum insanları) katletti.
Türkiye’de de mesela tümüyle 12 Eylül ve 12 Mart Faşist Diktatörlükleri öncesinde, İtalya’daki Gladio denen örgütün aynısı burada Kontrgerilla olarak çalıştı. Bütün amacı komünistlere izin vermemek, onlara soluk aldırtmamak… Ve binlerce komünisti, devrimciyi öldürdüler. 27 Mayıs Politik Devrimi’nin getirdiği demokrasi ortamını yok etmek ve o ortamda gelişen sosyalist kültürün kökünü kazımayı amaçladılar. Yani zindanlara attılar, işkenceden geçirdiler, benim bu bıyıklarımı demetiyle yoldular. Bazı arkadaşlarımız 45 gün kaldı. Hayâ torbalarını parçaladılar işkencede. Bazı arkadaşlarımızı, öldü diye elektrik işkencesinde bırakıp gittiler.
Yani demek istediğimiz; bunların müsebbibi, organizatörü ve efendisi 1945 sonrası dünyanın başhaydut devleti olan Amerika’dır. Avrupa devletleri de ona dâhildir. Demokrasi, hukuk aslında tamamen bu Parababaları düzeninin, kendilerinin içyüzünü maskelemek için kullandıkları birer araçtan, enstrümandan başka hiçbir şey değildir, seçimler de dâhil.
Mesela Amerika, Avrupalı müttefikleriyle birlikte geldi Irak’ı işgal etti, bombaladı ve beş milyona yakın masum insanı katletti. Dünyada hukukun zerresi olsa bu emperyalist haydutlardan tarafsız ve adil yargı önünde hesap sorulur. Bunlar insan içine çıkamaz olur yaptıkları katliamlar sebebiyle.
Ne dedi emperyalistler, saldırılarına gerekçe oluşturabilmek için?
Burada kitle imha silahları var.
Ama olmadığı çıktı ortaya. Olmadığı meydandaydı, biliniyordu. Zaten CIA biliyordu, hepsi biliyordu. Colin Powell biliyordu, hepsi biliyordu. Bush biliyordu.
Bush ne dedi ondan sonra?
“Olsun bir diktatörlüğü yıkmış olduk.”
Yani on milyonlarca insanın katlinden hiç pişmanlık duymadılar, üzüntü de duymadılar. Bunlar, bu Parababaları düzeninin temsilcileri, en büyük seri katillerden bile daha gaddardırlar, daha acımasızdırlar ve elleri daha kanlıdır bunların.
Yine işte Yugoslavya’ya saldırdı ve yedi parçaya böldü ülkeyi. Saldırmadan önce, Yugoslavya’nın sanıyorum Dışişleri Bakanıydı; “Amerika’nın bizi yönetmesine izin vermeyeceğiz ve sosyalist sistemimizde kararlı olacağız.”, dedi.
Ama bunun üzerine Kosova’nın, Hırvatistan’ın, Bosna Hersek’in, o Amerikancı hareketlerinin nasıl başladığı, nasıl örgütlendiği şimdi çok ayrıntılı ve somut olarak belgelenmiş durumda. Yani CIA’nın o halkları nasıl kışkırttığı, örgütler kurduğu… Mesela UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu)’nun merkezi, karargâhı New York’taydı. Lideri Matematik öğretmeni. Bu örgüt, örgütlüyor insanları, kışkırtıyor Sırplara karşı. Onlar Sırp köylerine saldırıyorlar, katliam yapıyorlar. Tabiî Sırbistan da askeri gücüyle, her şeyiyle daha güçlü olduğu için gelip birkaç misliyle o da katliam yapıyor. Amacımız buydu, diyor. Yani Sırpları kışkırtmak ve Kosovalıları katlettirmek. Böylece de bütün dünyada burada bir katliam var, gelin müdahale edin, diye Birleşmiş Milletler’i, NATO’yu davet etmekti, diyor. Başka türlü çağıramazdık, diyor. Şimdi böylesine iğrençlikler dönüyor.
Arkasından Libya lideri Muammer Kaddafi’yi koydu hedef tahtasına emperyalistler. Arap dünyasının en halkçı lideriydi Muammer Kaddafi. Elektrik, su, ev parasızdı Libya’da. İnsanların mutlaka bir işi oluyordu, işsiz kimseyi bırakmıyordu yani. Ama buna rağmen emperyalistler saldırdı, ülkeyi cehenneme çevirdi. Yüz binlerce masum insan yok yere hayatını kaybetti. Şu anda Libya’da bir devletin varlığından bile söz edilemez.
Suriye yine aynı şekilde… Arap dünyasının en laik ülkesiydi Suriye. Sınıf çelişkilerinin daha az keskin olduğu, izafi olarak daha yumuşak olduğu bir ülkeydi ama buraya saldırdı emperyalistler.
Ve ne acıdır ki, bu katliamların hepsinde bizdeki Parababaları iktidarları da emperyalistlerin suç ortakları olarak yer aldılar ve onların da elleri kanlı, ellerini kana buladılar.
Yani hukuk açısından, Birleşmiş Milletler hukuku açısından bunların hepsi ağır suçlar işlemiştir. Dolayısıyla da haydut devletler statüsündedir. Bakın uluslararası çapta hukuk eğitimi alıyorsunuz, hukuk bilgisine sahipsiniz. Nedir Birleşmiş Milletler Kanununun özü?
Bir, bir ülkenin önce bağımsızlığını tanıyacaksınız,
İki, toprak bütünlüğünü tanıyacaksınız, sınırlarını,
Üç, içişlerine karışmayacaksınız.
Şimdi bunların hepsi ne oldu bu savaşlarda?
Berhava edildi. Uluslararası Hukuk, Birleşmiş Milletler Antlaşmasını belirleyen kuralların hepsi bunlar tarafından yok hükmünde sayıldı. Dünyada hiç kimse de demiyor ki; ya bunlar bu kadar hukuksuzluk yapıyor, bunlar en büyük suçlu, en büyük gaddar, hain bunlar. Niye bunlara karşı bir şey yapmıyoruz, demiyor kimse. Batının aydınları, filozofları, edebiyatçıları, şairleri… Bunu konu eden binde bir… O şekilde doktrine ediyor onları da. Yani dünyada hukuk yok…
Siyasi iktidar ve muhalefetin ortak paydası “burjuva demokrasisi”ni kutsamaktır
Şimdi gelelim ülkemize… Tabiî ülkemizde de hukuk yok.
Bu AKP’giller, Tayyipgiller iktidarı… Bunlar zaten parti oluşmadan bile AKBİL yolsuzluğu vesaire yolsuzlukları gibi hepsi de yüz kızartıcı suçlardan; zimmet, görevi kötüye kullanma, sahte bilet basımı, resmi evrakta sahtecilik… bütün bunlardan davalar açıldı bunlara. Ama işte bu davaların en önemlisi olan AKBİL yolsuzluğu davasından ceza almaktan Tayyip Erdoğan ve ekibini kurtaran, o davada beraat veren şu anki Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’tir. O zaman Üsküdar İkinci Ağır Ceza Mahkemesinde beraat veriyor, kurtarıyor yani.
Ve tâ o zamandan ABD bunları devşirmiş. Yani bir kısmını siyasetçi, bir kısmını hukukçu maskesiyle yetiştirmiş devlet kurumlarına. Şimdi de yaptığı meydanda. Adam birlikte çay toplamaya gidiyor. Propaganda gezisine gidiyor birlikte. Ve “Başkanım”, diyor. “Başkanımla bir arada olmaktan ben mutluluk duyarım”, diyor. Yasal olarak başkanlık yok… Hâlâ kâğıt üstünde de olsa bir demokratik, laik hukuk devleti, bir cumhuriyet var. Ama başkanım diyor, ki bu Yüksek Yargının bir bölümünün en başında bulunan insan.
Ve buna karşı sadece biz dava açtık, suç duyurusunda bulunduk. Tayyipgiller’in bütün bu hukuksuzluklarına karşı arkadaşlarımız onlarca suç duyurusunda bulundu. Ve Obama hakkında, Avrupa Parlamentosu hakkında, Tayyipgiller hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesine, savaş suçu işlediler diye yalnızca biz başvuruda bulunduk. Ama anında hepsi reddedildi.
Sadece Tayyip Erdoğan, Efkan Ala, Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan hakkında UCM’ye başvurumuz kayda alındı ve incelemeye alındı savaş suçu işlediklerinden dolayı.
Suriye’deki Ortaçağcı cihatçı örgütlere her türlü yardımı; askeri, finansal, gıda sevkiyatı ve kadro geçişi gibi her türlü yardımı yaptıklarından dolayı, onları desteklediklerinden dolayı savaş suçu işlediler, dedik. O inceleme de UCM’de. Aslında hukuka göre davransa çok net, açık, ayan beyan savaş suçu işledikleri. Ama o da bağımsız değil. O da Avrupa Birliği’nin ve Amerika’nın emrine bağlı. Yani oradan bir işaret, sinyal gelirse harekete geçecek. Dur deniyor ki duruyor şimdi.
Yine izlemişsinizdir, Abdüllatif Şener. Ekonomi Profesörü, AKP’nin kurucularından. Ve şu anda da AKP’nin taşıdığı programın yazarı benim, diyor Abdüllatif Şener.
Ve diyor ki, Tayyip Erdoğan’ın kamu malı hırsızlığından dolayı, o yolla elde ettiği servetin miktarı 100 ila 120 milyar dolar arasındadır. Hiçbir şekilde 80 milyar dolardan aşağı düşemez, diyor. Sadece aile serveti bu. Ve devamında da; Tayyip Erdoğan beni dava etsin, diyor. Beni suçlasın, mahkemede ben bunu ispatlayayım. Ve herkes hakkında, uçan kuşa dava açan Tayyip Erdoğan, orada hiç sesini çıkarmıyor, ölü numarası yapıyor. Yine vurdukları iki trilyon doları buldu, diyor Türkiye’de bunların, AKP’nin vurduğu. Bu adamlar şehirleri vuruyor, ormanları vuruyor, limanları vuruyor… Vurmadığı bir şey yok yani. İki trilyon dolar götürmüşler ve durmadan vuruyorlar, kamu malı hırsızlığı yapıyorlar.
Şimdi ülkemizde hukukun zerresi olsa bu hukuksuzlukların hesabı sorulmaz mı? Hukuk olsa, bağımsız yargı olsa Türkiye’de bu AKP yöneticileri bugün Türkiye’nin başında değil de zindanlarda olurlardı. Yaptıkları sayısız vurgundan dolayı, kanunsuzluktan dolayı yüzlerce hatta binlerce yıla hüküm giymiş olarak cezaevlerinde yatıyor olurlardı.
Gelelim burada sizin sorunuza, fazla bir panorama çizdik sorunuzun daha net anlaşılabilir zemine oturması için.
Siyasi Partiler Kanununu kim çıkardı?
12 Eylül Faşist Diktatörlüğünün faşist Generalleri ve ona Anayasayı ve o kanunları yazdıran CIA çıkardı.
Siyasi partilere % 10 barajını kim koydu?
Onlar koydu.
Yine İşçi Sınıfının örgütlenmesine ket vurmak için, sendikalara sözleşme yapabilmeleri için % 10 barajını kim koydu?
Yine onlar koydu.
Yani bunlar sözde demokratlar hatta muhalefet de öyle ama hepsi 12 Eylül faşist diktatörlüğünün koyduğu bu yasaklara dört elle sarılıyorlar. Hani, CHP bazen kaldıralım, diyor tanık olmuşunuzdur. Ama göstermelik.
Gürsel Tekin ne dedi?
% 7’ye çekelim dedi.
Kılıçdaroğlu sanıyorum bir iki sefer, hafızama eskisi kadar güvenemiyorum, % 5’e indirelim dedi.
Oysa yasak ne demek ya? Baraj ne demek?
Herkes aldığı oy oranında parlamentoda temsil edilsin.
27 Mayıs’ı asker yaptı diye darbe, diyorlar. O Politik Devrimdir bizim için.
Niye?
Milli Bakiye Sistemini getirdi. O zaman bir tek oy bile kaybolmuyordu. Biz 83 bin oy aldık mesela Kasım seçimlerinde. Bir milletvekiline düşen oy ortalaması ne, siz daha iyi bilirsiniz ama?
Harun Muratoğulları: 1,5 çıkarırdı.
Nurullah Ankut: Çıkarırdı. Daha fazlasını çıkarırdı.
Harun Muratoğulları: Bölgesine göre değişir tabiî.
Nurullah Ankut: Şimdi Türkiye ortalaması?..
Harun Muratoğulları: Çıkarır tabiî. Bir buçuk falan tutuyor.
Nurullah Ankut: Bir buçuk falan. En azından bir milletvekili çıkaracak düzeydeydik yani. Ama Milli Bakiye Sistemini kaldırdıkları gibi bir de böyle barajlara sığınıyorlar.
Yoksa bunların hiçbiri demokrat değil. En demokrat görünen CHP. Hayır, zerre ilgisi yok. Bu kişi yani Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmelettin İhsanoğlu’nu belirledi değil mi?
Muharrem İnce ne dedi, o zaman Genel Başkan Yardımcısı?
“Ben, medyadan öğrendim böyle bir adayımızın olduğunu.”
Şimdi tüzük, program nerede? O söz ettikleri parti tüzüğü, parti meclisi nerede?
Çöpte… Partinin çöp sepetinde.
Hiç kimsenin haberi olmadan, tek kişi Cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi önemli bir konuda karar veriyor, aday belirliyor. Ve o adam ki, belirlediği kişi ki, ömründe bir tek kere olsun CHP’ye oy vermemiş ve tüm siyasi hayatı CHP karşıtlığı içinde bir çalışmayla geçmiş.
Bekaroğlu’nu taşıdı değil mi?
Başkan Yardımcısı yaptı. Bu adam ömrü boyu Cumhuriyet’e, Mustafa Kemal’e düşmanlık içinde geçen bir siyasi hayat geçirmiş. Bu adamın CHP’de, en küçük organında bile, bırakalım Genel Başkan Yardımcısı olmasını, yalnızca üye olacağını söylesen; hepsi infial eder, ne işi var CHP’de, der. Ama adamı K. Kılıçdaroğlu Genel Başkan Yardımcısı yapıyor, kimse hesap bile soramıyor.
Niye?
Çünkü başkan üstünü çizdiği anda siyasi hayatı biter soranın. Yani şimdi bu halde burjuva partilerindeki demokrasi. Milletvekilleri, parti yöneticileri, belediye başkanları kukladan başka bir şey değildir. Bütün dertleri halka hizmet etmek, halkın ve ülkenin çıkarlarını savunmak falan değil! Meclise kapağı atmak, bol maaşla geçimlerini sağlamak. Ondan sonra da ömür boyu 8-10 bin liralık emekli maaşıyla rahat yaşamak. Bütün dertleri ondan ibaret. Para, pul, makam, koltuk… Yoksa ülkeymiş, halkmış umurlarında değil.
Şimdi TR705 denilen bir CIA ajanı var. TR705 kod adı. Bunu hepimiz biliyoruz değil mi?
O kişi diyor ki…
Ebu Garip Cezaevinde akıl almaz işkenceler oldu değil mi?
Onu savundu. Diyor ki; “Ya Ebu Garip’te tabiî mahkûmlara karşı davranışlarınız oluyor ama bunu niye sızdırıyorsunuz? Biz Amerika bölgeye demokrasi ve özgürlük getirecek diye burada uğraşıyoruz, sizin o sızdırmalarınız bizim bütün çalışmalarımızı boşa götürüyor.”
Sezgin Tanrıkulu bu yahu! Bunu getirip Genel Başkan Yardımcısı yaptı.
Aynı Sezgin Tanrıkulu’nun eşi Remziye Tanrıkulu bile Amerika’ya götürülüp adına uluslararası Ziyaretçi Programı denilen bir CIA programından geçiriliyor, tabii aynı anda da devşiriliyor, CIA’ca örgütleniyor.
Yine CHP’nin geçen dönemki milletvekili, aynı zamanda da Dış Politika Uzmanı Faruk Loğoğlu… Uzun yıllar Türkiye’nin Washington Büyükelçiliğini yaptı. Wikileaks belgelerinde bunun da kod adı TR 321.
CIA gelmiş, Ankara’da mühendislik firması adı altında büro kurmuş. İzmir milletvekili Erdal Aksünger bunu keşfetmiş, CHP’nin iletişimden sorumlu ve elektronik, bilgisayar sisteminden sorumlu kişisi keşfetmiş bunu. Arkadaşlarıyla konuşuyor, gelip o büronun önünde (mühendislik bürosu, CIA üssü aslında, onun önünde) protesto eylemi yapmak istiyorlar. Kılıçdaroğlu şiddetle karşı çıkıyor buna. Ve adamın siyasi hayatı bitti.
Yani bunların hiçbirini halkımız seçmiyor aslında, Amerika belirliyor. Menderes bizzat Amerikan Büyükelçiliğine soruyordu bakanları nasıl belirleyeyim, diye. Şunu şu bakan, bunu bu bakan yapayım, sizce uygun mudur bunlar ABD Dışişlerine sorun, diyordu. Bu açık. Meydana çıktı. Bizim literatürümüzde de var, siz de bulabilirsiniz.
Şimdi onlar o kadar meydana çıkınca biraz daha gizlilik politikası uyguluyorlar. Bunların hepsini Amerika, CIA belirliyor. Pentagon, Washington belirliyor yani. Seçimler de öyle…
Yine Wikileaks belgelerinde bir kısım ajanın adı yayımlandı, deşifre edildi, dedik ya. Mesela devletin tepesindeki kişilerden biri, İbrahim Kalın, değil mi?
Şu andaki görevi Tayyip Erdoğan’ın sözcülüğüdür. Bunun da kod adı TR 326 diye geçer Wikileaks Belgelerinde. Bu konuda sözü fazla uzatmayalım. Bizce Meclisteki 4 Amerikancı Partinin de üst düzey yöneticilerinin tamamı (belki bir iki istisna çıkabilir) devşirilmiştir.
Şimdi yasakların diğer bölümüne gelelim. Lenin diyor ki, Parababaları partilerinin her türlü propaganda imkânları var. Şimdi bugüne bakarsak; televizyonları var hepsinin, günlük gazeteleri var, kitle örgütleri var. Bunlar durup dinlenmeden her gün kitlenin karşısındalar; propagandalarını yapıyorlar.
Biz?.. Bize her yer kapalı. Sadece Merdan Yanardağ’ın yöneticisi olduğu ABC internet gazetesiyle, Odatv’deki birkaç namuslu adam, Toplumsalses’teki birkaç namuslu adam ve Anadolu’daki birkaç internet sitesi ve namuslu yerel yayın organında haberlerimiz çıkar, onun dışında hiçbirinde çıkmaz.
Ne CHP’nin Halk TV’sinde, ne de İP’in ya da bugünkü adıyla Vatan Partisi’nin Ulusal Kanal’ında, ne EMEP’in Hayat TV’sinde, ne başka bir yerde, ne ÖDP’nin Birgün’ünde bizim haberlerimiz çıkmaz.
Neden?
Bunların tümümün ortak paydası Amerikancılık.
Ama biz devrimciliğin ABC’si dünyanın ve insan soyunun başdüşmanı Amerikan Emperyalizmine karşı olmaktır, diyoruz. Ki Che’nin de amacı buydu.
Lenin’iz sözünü baştan alırsak, burjuva partilerinin her türlü propaganda imkanı var. Çünkü devlet onlara çalışır. İşçi Sınıfı Partisininse bu imkanların hiçbirine sahip olmadığını görürüz. Şimdi bu şartlar altındaki bir seçimin demokratikliğinden, adilliğinden söz edilebilir mi?
Kesinlikle söz edilemez.
Biz de Türkiye’de İşçi Sınıfının tek gerçek partisi olduğumuz için bize Amerikancı tüm medya organları düşman. Paramız da yok. Bu sebeplerden dolayı da halka sesimizi, mesajımızı iletemiyoruz, duyuramıyoruz. Ve seçimler bir kandırmacadan ibarettir, diyoruz. Tabiî böyle seçimlerden de her seferinde Amerika’nın belirlediği partiler ve adaylar çıkar. Onlar doldurur Parlamentoyu.
“Eylemlerimizle, bütün gücümüzle ablukayı yarmak için uğraşıyoruz”
Harun Muratoğulları: Peki efendim böyle bir sistem içerisinde nasıl bir mücadele vermemiz gerekir?
Nurullah Ankut: Şimdi geliyorum oraya, biraz daha geleyim.
Şimdi bütün bu ablukalara karşı biz bütün gücümüzle mücadele ediyoruz eylemlerimizle, direnişlerimizle… Her gün eylemdeyiz biz. Bakın yine Soma’daydık dün. Ve orada 301 madencinin yok yere hayatını kaybetmesinin davasını her duruşmada biz takip ediyoruz, bizim yoldaşlarımız, Avukatlarımız takip ediyor. Orada açtığımız pankarttan dolayı, dünün haber sitelerinde var, yine bu sözünü ettiğim sitelerde, beş yoldaşımıza Tayyip Erdoğan’a hakaretten dolayı dava açıldı. Yargılanıyorlar onlar da.
Mustafa Şahbaz: Yedi tane Hoca’m, yedi dava.
Nurullah Ankut: Yedi dava açıldı. Biri mesela İzmir İl Başkanı’mız ve Merkez Yönetim Kurulu Üyemiz, biri onun oğlu, biri yine Merkez Yönetim Kurulu Üyemiz diğerleri de İzmir’deki üye, yönetici yoldaşlarımız. İl Yöneticisi yoldaşlar ve partili yoldaşlar yargılananlar.
Mesela Abdullah Cömert’in Davasını biz her duruşmada Balıkesir’e gidip takip ediyoruz. Gezi eylemlerinde de biz ön safta mücadele ettik, Silivri’de barikatları yıkan bizim yoldaşlarımız. Videoları var internet ortamında. İP o kadar gitti ama barikatları yıkamadı, barikatları biz yıktık, o bariyerleri yıkan bizim yoldaşlarımız ve videosuyla kanıtlı bu. Hatta İP’liler karşı çıktı. Ya siz provokasyon yapıyorsunuz, yapmayın böyle, diye. Yani biz barikat yıkıyoruz, bariyer yıkıyoruz onlar karşı çıkıyor.
Niye?
Belki onlar da bizim yanımızdaymış gibi algılanır da içerde parti başkanları ve diğer kişiler daha ağır ceza alır, diye.
Şimdi de bariyerleri biz yıktık diyorlar. Değil. Videoyu açıp bakarız. Burada zamanınız olursa arkadaşlar gösterir. Biz yıktık.
1 Mayıs’ta, son oraya gelelim. İşte Bakırköy Pazar çukuruna gitmeyen en büyük sosyalist hareketiz ve en sert eylemi de biz koyduk. Diğerlerinin hepsi orada buluştular, Bakırköy Pazar çukurunda. Yani Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği yerde buluştular.
Şimdi 1 Mayıs nedir?
İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele günüdür.
Kime karşı mücadele?
İşte bu dediğim düşmanlara karşı; uluslararası emperyalizme ve onun yerel yani bizim gibi ülkelerdeki işbirlikçilerine, müttefiklerine ve hainlere karşı, halklarına ihanet etmiş hainlere karşı mücadele günüdür.
Sen, Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği yerde ben eylem yapacağım dedin mi, 1 Mayıs’a sırtını dönmüşsün demektir, mücadele gününü reddetmişsin, demektir. Bir sıradan festival değil 1 Mayıs, bir şenlik değil. Hem bayramımız, hem mücadele günümüz.
Ve Taksim, biz 35 şehidimizin (1977 yine Kontrgerilla saldırısıydı orada da) kanıyla suladık Taksim 1 Mayıs Alanı’nı. Onu da Kontrgerilla’nın yaptığı çok açık meydana çıktı. Bütün kanıtlarıyla meydana çıktı. Ve Genel Başkan Yardımcımız Yoldaş, Genel Sekreter’imiz Yoldaş, yine yöneticilerimizden Ayhan Yoldaş Avukatımız, Partimizin Avukatı hep oradaydık. Benim sol omzumdan kurşun vınladı, siz yaşta bir gencin göğsünden girdi sırtından çıktı, Sular İdaresinin üzerinden uzun namlulu tüfekle Kontrgerilla üyelerinin açtığı bir ateş sonucu.
Şimdi o alanın her karış toprağı devrimci kanıyla, işçi kanıyla sulandı ve orası artık 1 Mayıs’ın Anavatanı oldu. Onun dışında orayı es geçerek 1 Mayıs kutluyorum ben derseniz, 1 Mayıs’a ihanet içerisindesinizdir. Olmaz… Önce orayı özgürleştirmemiz lazım ve onun mücadelesini yaptık. Kısmen de başarılı olduk 2011, 2012 yıllarında. Ama bunu hazmedemedi… Hazmedemedi Tayyip Erdoğan ve yeniden yasakladı bize. Biz yeniden özgürleştireceğiz.
O yüzden biz bütün gücümüzle sabahtan öğlen üzerine kadar Beşiktaş’ta onların polisine karşı, TOMA’sına karşı, zırhlı araçlarına karşı mücadele ettik Taksim’e yürüyebilmek için.
Kaç yoldaşımız gözaltına alındı?
69 Yoldaşımız gözaltına alındı, peyderpey tabiî. O bakımdan biz böylesine militan eylemler yapıyoruz ama bütün medya sağlı, sollu bize düşman olduğu için halkımıza ulaşamıyoruz ve hak ettiğimizin karşılığını alamıyoruz. Eğer bunu başarabilsek biz çığ gibi gelişeceğiz. Bakın herhalde seçim konuşmalarını TRT’de izlemişsinizdir.
Harun Muratoğulları: İzledim.
Nurullah Ankut: İzlediniz. Orada hepsini en açık şekilde, en kesin şekilde, en cahil yurttaşımızın anlayacağı şekilde teşhir eden, eleştiren biz olduk. Ama hiçbiri tık diyemedi.
MHP mesela biri. Halkımızın, cahil insanlarımızın milliyetçi duygularını sömürerek siyaset yapıyor ve Amerika’ya taşıyor.
AKP, din duygularını sömürerek siyaset yapıyor ve yine Amerika’nın hizmetinde kandırıyor kitleleri.
CHP, Cumhuriyet Halk Partisi’nin geleneğini sömürerek siyaset yapıyor, yine Amerika’ya onu götürüp teslim ediyor.
HDP, Kürt Halkının sömürge statüsünde tutulmasından kaynaklanan tepkisini sömürerek götürüp Amerika’ya teslim ediyor.
Amerika’nın hizmetinde hepsi bunların dikkat edersek. O konuda zerre farkları yok. Ama biz, tüm bunlara karşı; sadece halkımızın yanında ülkemiz, vatanımız ve bağımsızlığımız ve onurumuz için mücadele ediyoruz. O yüzden hepsi bize karşı, hepsi bize düşman. Adımız geçmez onların yayın organlarında, ekranlarında suretlerimiz görünmez. Ama biz bu militan, fedakârca mücadelemizle ulaşabildiğimiz oranda ulaşıyoruz.
Bütün bunlara rağmen baraj olmasa bir milyondan aşağıya düşmez bizim oyumuz. Yığınla insan sosyal medyada bana mesaj gönderiyor; “Dayı gönlümdeki önder sensin ama kusura bakma sana verdiğim oy boşa gideceği için, şu AKP diktatörlüğünün yıkılması için CHP’ye oy veriyorum.”, diyor. Kimisi; “HDP’nin barajı aşması gerekir o yüzden HDP’ye oy vereceğim.”, diyor. Yani bir milyondan aşağıya düşmez bizim oyumuz. Ve o oyu aldıktan sonra artık çığ gibi gelişiriz, önümüzde hiçbir güç duramaz. Ama işte buna izin vermiyorlar.
Biz de bütün gücümüzle o barajı yıkmak, o ablukayı yarmak için uğraşıyoruz. Buna siyasi literatürde; susuş suikastı denir. Susarak, yok sayarak bir hareketi katletmek, varlığını yok saymak, yok etmek ve giderek ortadan kaldırmak, etkisizleştirmek. Yani bu politikayı uyguluyorlar. Bu da Amerika’nın politikası tabiî bize karşı.
Şimdi para meselesi mesela, o işin en basit yönü. Ve biz siyasi partilerin hazineden yardım almalarını düzenleyen yasal mevzuatın iptal edilmesi için Yüksek Seçim Kuruluna ve mahkemeye başvurduk. Ne demek ya, sen siyaset yapacaksan kamunun hazinesinden ne hakkın var finanse edilmeye?
Harun Muratoğulları: Bireysel başvuru mu?
Nurullah Ankut: Parti adına başvurduk. Bireysel başvurumuz yok hep Parti adına.
Harun Muratoğulları: Yok yani, Anayasa Mahkemesine başvururken Anayasa Mahkemesi…
Nurullah Ankut: Anayasa Mahkemesine de Parti adına başvurduk. Hem de müracat öncesi Mahkeme önünde eylem yaparak. Başvuru yapılabiliyor Parti adına da. Çünkü Partiyi de birey olarak kabul ediyor Anayasa Mahkemesi. Bu Mahkemeye Başvuru Numaramız da 2015/1761’dir. Yüksek Seçim Kurulu ve diğer mahkemelere suç duyurusunda bulunduk bunun kaldırılması için. Ve hakkı yok, dedik. Hazineden bunların finanse edilmesine ne gerek var, halkımız razı mı buna? Zaten her türlü maddi imkânları var, bir de üstüne üstlük bu veriliyor. Halkın parası veriliyor.
Onun dışında ne yapıyorlar?
Sadece çevre kirliliği ve ses kirliliği yapıyorlar bunlar. Durmadan zırva tezlerini, sloganlarını haykırarak sokaklarda insanları rahatsız ediyorlar, çevreyi kirletiyorlar.
Bu yasaklansın dedik, verilmesin bu… Ama reddedildi. Ama bizim bunu alma imkânımız olsa da biz bunu kabul etmeyiz. Halkın parası bu…
Halkımız razı mı buna?
Razı değil. Halkımızın razı olduğu konusunda bir irade beyanı oluşmamış, öyle bir şey yok, o yüzden kabul etmeyiz bunu, dedik. Biz kendi imkânlarımızla yani demir çarık, demir asa örgütlenerek bu mücadeleyi sürdürüyoruz, dedik. Herkes de kendi imkânıyla sürdürsün.
Yine konuşmaları izlediyseniz, biz milletvekilleri ve tüm devlet yöneticileri ortalama işçi ücretine denk bir maaş almalıdır, dedik. Ancak o zaman her türlü olanaktan; ek yardım, yolluk, ödenek vs. mahrum bırakırlarsa, ortalama işçi ücretine de mecbur kılınırlar ise orası bir avanta yeri, koltuk kapma yeri olmaz. Bir ölçüde olmaz tabiî… Daha başka, hep ballı ihaleler var vb. Yani kendisi olmaz da yandaşına, oğluna, amcasına, damadına şirketler kurdurur orada yolsuzluk yapar, onların da engellenmesi kaydıyla tabiî. Biz bunu, Programımızda var orada da söyledik açıkça, eğer Meclise girersek aynen yapacağımız da budur.
Ortalama işçi ücreti nedir?
İşçi örgütlerine soracağız. Şu… Biz ancak o kadarını alacağız, gerisi hazineye; gerisini kabul etmeyiz. Yani bu 1871 Paris Komünü’nün koyduğu bir ilkedir. Biz tâ o geleneği sürdürüyoruz, Marks’ın-Lenin’in öngördüğü bir ilkedir bu.
Marksizm-Leninizmde partilerin yeri
Harun Muratoğulları: Peki efendim, benim cehaletimi mazur görün de bu Marksist-Leninist ideoloji içerisinde parti nerede duruyor? Partiler demokrasisi yani tek parti sistemi değil de çoklu parti sistemi…
Nurullah Ankut: Şimdi şunu diyeyim. Biraz önce zemini o yüzden genişçe açıklamak durumunda kaldım.
Her siyasi parti; belli sınıfın, zümrenin, tabakanın siyasi çıkarını temsil etmek amacıyla kurulmuş bir harekettir, bir örgüttür. Biz sosyalist sistemde ezen-sömüren sınıfları ortadan kaldırdığımız için sadece halkın çıkarlarını savunan bir parti olacak.
Harun Muratoğulları: Bu birden fazla parti olabilir mi?
Nurullah Ankut: Birden fazla olmaz.
Şundan olmaz birden fazla. O parti içinde demokratik bir yarış olacağı için herkes halkın çıkarlarını o örgüt içine girip özgürce, yeteneği ve gücü oranında savunur. Ama birden fazla örgüt dejenerasyona yol açar, bozulmaya yol açar. Çünkü temsil ettiği kitle aynıdır: Halk kitlesi. O zaman onun çıkarlarını istediğin şekilde sen savunabilirsin bu örgüt içinde. Ve ayrıca Şûra’lar diyoruz, Anadolu’da kurulmuştu Kurtuluş Savaşı sürecinde. Sovyetler deniyor; İşçi Sınıfı içinde, köylü yığınları içinde, ordu içinde kurulu örgütlenmeler olacak. Onlar sürekli denetleyecekler devletin uygulamalarını ve partiyi.
Orduya da siyaset yapma hakkı var. Askerler de siyaset yapabilecek, onlar da orada da açıkça savunabilecekler düşüncelerini. Ve sendikalar, tüm bu örgütler partiyi ve devleti denetleyecek. Yani partide herhangi bir aksaklık, bir eksiklik, bir yanlışlık, bir görüş bulanıklığı olursa, bir bozulma olursa; bu örgütler doğrudan denetleyecekler, onların denetimine açık bir parti olacak.
Bu bakımdan parti tek ama halkın tüm temsilcileri onun içinde rahatça, özgürce gelip siyasi mücadele edebilirler, zaten etmelidirler. Çünkü herkes siyasetle uğraşacak sosyalist düzende.
Siyaset malum… Aristoteles’in bir insan tanımı vardır, biliyorsunuz belki, hukukta da… “Zoon politikon”, der. Yani insan için “Politik hayvandır”, der. Politikliği alırsanız geriye hayvan kalır.
Politika nedir?
İnsanın nasıl bir toplumda, nasıl bir dünyada yaşamak istediğini ve gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakmak istediğine dair özgürce düşünmesi, konuşması ve eylemde bulunmasıdır politika en geniş anlamıyla. Ama günümüz dünyasında sınıflar arasında mücadeledir politika. Halkın çıkarlarını savunuyoruz biz. Diğer hepsi (Meclisteki Amerikancı dörtlü çete diyoruz biz onlara) Amerika’nın ve Parababalarının, ezenlerin, işbirlikçilerin çıkarlarını savunuyorlar. Onlara karşı mücadeledir politika şu anda.
Bu bakımdan toplumda ezen ve ezilen farklı kitleler olmayacağı için, ezenler bertaraf edilecekleri için… Yani ekonomideki varlıkları ortadan kaldırılacak. Bertaraf edilmeleri; bunların öldürülmeleri, zindana atılmaları değil. Elbette ağır suçlar işleyenler hak ettikleri cezaya kavuşacaklar, o cezayı çekecekler. Ama Tüzüğümüzde cinsel suçlar hariç idam cezası öngörülmez. Sadece cinsel içerikli suçlarla ilgili idam cezasını savunuyoruz biz. Onda da çok doğru bir tespitte bulunduğumuz kanısındayız.
Harun Muratoğulları: Hoca’m, siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır ilkesi bu partide…
Nurullah Ankut: Göstermelik bunlar. Bunlar laf, kandırmaca bunlar. Hepsi göstermelik. Seçimler de öyle… Biz seçmiyoruz ki şimdi.
Harun Muratoğulları: Bizim seçebildiğimizi varsayarsak eşit, adil, halkın da çıkarlarının gözetildiği bir sistem olduğunu varsayarsak, öyle bir sistemle çok partili bir sistem… Belki yine karşı oluyorsunuz ama…
Nurullah Ankut: Tabiî buna gerek yok.
Harun Muratoğulları: O zaman birincil amaç burada ekonomik çıkarlar, halkın ekonomik çıkarları. Demokrasi ikinci sırada…
Nurullah Ankut: Şimdi halkın mutluluğu ve dolayısıyla da dünyadan emperyalist sömürünün yok edilmesi; uzun vadeli amacımız da bu.
Çünkü Amerika gibi emperyalist devletler, Avrupa Birliği gibi. Şimdi Rusya da emperyalist. Hatta Çin de emperyalizme yöneldi. Japonya da emperyalist zaten.
Yani emperyalizm ve sömürü yok edilmeden, sömürücü sınıfların iktidarları ortadan kaldırılmadan insanlığın geleceği güvence altına alınmış olmaz.
Ülkemizde de biz tek ülkede sosyalizmi kursak da güvence altında değildir geleceğimiz. Nitekim Sosyalist Kamp’ın çöküşü bunu kanıtladı.
O bakımdan nihai amacımız emperyalizmin ortadan kaldırılması, yok edilmesi. Yani böylece insanların birbirlerini, elinde güç olanın diğerlerini, güçsüzleri yük hayvanları gibi, sağmal sürüler gibi sömürüp, onlara zulüm etmesi, zulüm ederek sindirmesi düzeni ortadan kalkacak. Emperyalistlerin biraz önce anlattığım gibi gelip mazlum ülkeleri ve mazlum halkları boğazlamaları, katletmeleri, işgal etmeleri ortadan kalkacak. Yani insanlık ancak o zaman insancıl bir konağa geçecek. Şu anda biz hayvancıl bir düzen içinde yaşıyoruz. İnsanlığımızın hakkı olan bir düzende yaşamıyoruz biz inanın.
Ben aynı zamanda militan düzeyde de hayvanseverim. Hayvanseverliğimden dolayı da mahallemdeki Rizeli hayvan düşmanları, AKP yandaşı insanlarla dört tane davam oldu. Yani davalaştık. Sokakta, evde hayvan beslemeyeceksin, dediler biz de bakarız dedik. Eşim de hayvansever. Bundan dolayı davalaştık. İkisinden beraat ettik, birinden ceza aldım, dördüncüsü de sürüyor. Eylül’de onun da duruşması var.
Yani şimdi inanın hayvanlar bu zalim insanlardan bir milyon defa daha vicdanlı, daha sevgi dolu ve daha insan. Çünkü onların bütün derdi günlük geçimlerini sağlamak, yavrularını büyüterek nesillerinin devamını sağlamak. Başka kimseye karşı bir düşmanlıkları yok, bir zulümleri de yok. Doğalarının gereğini yapıyorlar, tek amaçları bu. Kimseye kötülük yapmak gibi bir dertleri ve düşünceleri yok onların. Ama insan öyle değil…
Harun Muratoğulları: Efendim buradaki yapıyı eleştirirken Siyasi Partiler Kanununa karşı Partinizin eleştirel duruşu, bütüncül bir eleştiri mi, toptan şekilde mi şey görüyorsunuz, sakat görüyorsunuz? Yoksa belli başlıklar altında öneriler de getirip şöyle olursa, şöyle ıslah edilirse daha iyi olur, şeklinde…
Nurullah Ankut: Şimdi Harun Bey, tabiî biz (tıpta palyatif denir yahut da pansuman tedavi denir) geçici iyileştirmeler için elbette mücadele ederiz. Ama şunu da adımız gibi biliyoruz ki, bu sömürü ve vurgun düzeninde, bu Amerikancı işbirlikçilerin, hainlerin egemenliklerini sürdürdükleri düzende asla, hiçbir şekilde kanun da işlemeyecektir, adalet de olmayacaktır, hakkaniyetli bir seçim de olmayacaktır, hakkaniyetli siyasi partiler yasası da olmayacaktır. Bunu da hiçbir zaman gözden ırak tutmayız.
Ama buna rağmen işte onlarca defa suç duyurusunda bulunduk biz. Bunların her türlü vurgununa karşı suç duyurusunda bulunuyoruz. Tayyip Erdoğan’ın üniversite diplomasının olmamasına karşı iki defa suç duyurusunda bulunduk. Ortada bir diploma yok. Çünkü iki tane diploma gösterdi, ikisi de birbiriyle çelişiyor, sahte. İnsan aklıyla alay ediyorlar.
1982’de kurulan bir üniversiteden, Marmara Üniversitesinden 1981 yılında diploma alınabilir mi?
Alınamaz. Üç yıllık Yüksek Okul Mezunu. İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi ve onun benzeri, adı değişik bir okul mezunu yani. Mesela siz akademik kariyerinizi saydınız biraz önce. Ben de İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun oldum. Diplomamı evde bir yere koymuşum bulamadım. Halil Yoldaş sağ olsun gitti, onlar da anlayış gösterdiler (seçime girebilmek için diploma örneği de lazım) hemen anında bir Çıkış Belgesi verdiler. Şu tarihte okulumuzun şu bölümünden mezun olmuştur, diye.
Şimdi böyle bir şey gösterebiliyor mu bu adam?
Gösteremiyor. Ve bunun, bir tek, üniversite arkadaşı yok. Buna karşı en militan mücadeleyi yine biz verdik, sonra işte Eminağaoğlu verdi. YARSAV kurucusu Ömer Faruk Eminağaoğlu verdi ama daha yakın verdi. Daha ortaya çıktığı anda verdik biz. Buna karşı da mücadele ediyoruz.
Yani bu yolsuzluklara, hukuksuzluklara en aktif ve anında mücadeleyi biz yapıyoruz. Ama sonuç alacağımızdan da umutlu değiliz, çünkü düzeni biliyoruz.
Kim getirdi Tayyip’i?
Amerika getirdi biliyorsunuz.
Morton Abramowitz keşfetti, devşirdi, örgütledi, önünü açtı. Muhtar bile olamayacaktı biliyorsunuz aldığı yasaktan dolayı. Baykal da ajan, Deniz Baykal tabiî. Girmeyelim ona, çok zamanımızı alır. Onunla işbirliği yaptı. Zamanın Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Tufan Algan. O da aynı, Amerika tarafından oraya getirilmiş. Amerikan Büyükelçisi bir ziyarette bulundu Yüksek Seçim Kuruluna, o da kabul etti. Yani hukuk hiçe sayılarak tüm yasakları kaldırıldı, Siirt’in bir köyünde, tek bir köyünde, güya bir oy karmaşıklığından dolayı tüm Siirt’te seçim iptal edildi ve AKP’nin bir milletvekili feragat etti, onun yerine Tayyip Erdoğan girdi milletvekili seçildi, Meclise girdi, Başbakan yapıldı, şimdi de devletin tepesinde…
Bunlar insan aklıyla alay etmektir, insanları aptal yerine koymaktır. Ama buna karşı sözde muhalefet mücadele etmiyor. Yoksa bu adamların işlemediği hiçbir suç türü yok. Yahu eli sıkılmaz bunların, söylediğimiz gibi… Bunların bütün Akdeniz’in, Marmara’nın, Karadeniz’in sularını getirip dökseniz, temizleyemezsiniz ellerindeki kanı. Bunların eli sıkılmaz, tokalaşılmaz, konuşulmaz. Ben şahsen bunlardan biriyle yüz yüze gelsem midem bulanır. Ekranlardan izleyemiyorum, tahammül edemiyorum. Ama sözde muhalefet bunların hepsini yapıyor.
Bakmayın Mecliste öyle göstermelik ağız dalaşı ettiklerine. Yani Meclis kulislerinde hep esnaf muhabbeti, enseye tokat… vb. davranışlar içindeler. Böyle al gülüm, ver gülüm muhabbetidir yaptıkları.
Sözde muhalefet ciddi bir muhalefet olmaya yeltense, bunlarla bir mücadeleye girse bugün yaptıklarını yapabilirler mi, izin verilir mi bunu yapmalarına?
Peki AKP nasıl oy alıyor?
Oy alma… O ayrı bir hikâye konusu. Malum Amerika 1945 sonrası “Yeşil Kuşak Projesi” oluşturdu. Muaviye-Yezid dini dediğimiz, modern anlamıyla CIA, Pentagon diniyle, tarikatlarıyla, Kur’an kurslarıyla, İmam Hatip Okullarıyla kuşattı toplumu ve o dinle afyonlanmış yani gerçek İslam’la ilgisi olmayan, Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın İslamı’yla ilgisi olmayan bu sahte dinle afyonlanmış milyonlar yetiştirdi. Onların hiç umurunda değil; çalıyor, diyorsun, çalsın, herkes çalıyor, bu çalmış ne olmuş, diyor.
Türkiye, ekonomisi, siyaseti, kültürü, teknolojisi vb. tamamen emperyalizme bağlı bir ülkedir…
Harun Muratoğulları: Dolayısıyla sorun biraz sosyolojik…
Nurullah Ankut: Tabiî, her yönüyle, tüm yönleriyle.
Mesela o zamanlar siz bilmezsiniz, Hollywood tüm dünyaya yayıldı. Emperyalist kültürün hegemonyası altına aldı dünyayı. Tabiî Sosyalist Kamp hariç olmak kaydıyla… Bizim sinema salonlarını tümüyle işgal etti yani Türkiye kapılarını tümüyle açtı bu emperyalist kültüre. O tarihten bu yana aynen de sürüyor bu durum. Tüm bu süreç içinde gösterilen en önemli filmler de hep Amerikan militarizminin, Amerikan Emperyalizminin savunusunu yapan filmlerdi… Yani böylece insanlarda Amerikan hayranlığı, Amerikanofillik oluşturuldu bir taraftan, bir taraftan da yerli Parababaları siyasilerle birlikte bu kültür emperyalizminin saldırısına her türlü imkan ve desteği sağlamışlardır. Zaten hepsi içli dışlı biliyorsunuz.
Öyle bir zavallı, içler acısı hale getirildik ki, bir yığın Parababası var, çıkıp konuşuyorlar, Türkiye’nin bırakalım şu telefonu, bir kaba ilkel teknolojiye sahip arabayı bile ürettiği yok yahu… Türkiye’nin orijinal bir markasına sahip arabası yok. Tamamen montaj sanayi bunların yaptığı. Sanayice içler acısı durumdayız, teknolojik olarak da öyle. Onlar getirip Türkiye’de şirket kuruyorlar, fabrika kuruyorlar, bizim ucuz işgücünden yararlanıyorlar, pazardan yararlanıyorlar ve bunlar da sanayiciyiz vb.yiz diye övünüyorlar. Ekonomi de bunların elinde tümüyle.
Zaten dolara bağlanmış bir ekonomi dikkat ederseniz hep. Amerikan Merkez Bankası faizi ne kadar yükseltti, ne kadar indirdi; Türkiye’deki dolar kuru ona bağlı. Dolayısıyla halkın cebindeki paranın azalması, çalınması ya da değerini göstermelik de olsa koruması ona bağlı.
Böyle bir ekonomi olur mu yahu?
Olmaz. Her şeyimizin yönetimi ona bağlı. Ordu ona bağlı NATO örgütlenmesiyle. Şimdi lafta diyorlar ki orduya, askere siyaset yasak, değil mi?
Hâlbuki NATO’nun amacı ne?
Sovyetler’e ve Sosyalist Blok’a karşı savaş. Sosyalizme, ulusal kurtuluş hareketlerine karşı, bağımsızlıkçı hareketlere karşı savaş. Açık, net yani programında bunlar var NATO’nun.
Şimdi siz orduyu böyle bir örgütün içine sokarsanız ve Amerikan Generallerinin emrine teslim ederseniz, o ordu siyasetin dışında mı olur yoksa en göbeğinde mi olur?
En göbeğinde olur. Yani hepsi yalan, hepsi göstermelik, hepsi kandırmaca…
İşte bu arkadaş, hem de DAL’da 12 Eylül’de, kaç gün kaldın? 39 gün mü Mustafa?
Mustafa Şahbaz: 35 gün.
Nurullah Ankut: 35 gün kaldı işkencede o kışın soğuğunda. Arkasından MİT’e gönderildi. Askeri birliğin içinde, askerler işkence yaptı, hayâ torbası parçalandı da bıraktılar. 6, 8 yıl normal bir pantolon giyemedi arkadaş. Geniş pantolonlar giymek zorunda kaldı. Yani bir taraftan polis yapıyor, bir taraftan Askeri Birlik yapıyor işkenceyi.
Hatta onu, sağın önemli yazarlarından Sebahattin Önkibar bile yazdı bir seferinde: “Ergenekon Davası” denilen CIA operasyonunun en azgın bir şekilde sürdürüldüğü günlerde. “Şu anda Türk Ordusuna karşı yoğun bir saldırı var. Ama askerler de 50 yıldır Komünizmle Mücadele Derneği gibi çalışmışlardı.”, dedi. Yani adamlar aynen Komünizmle Mücadele Derneği gibi çalıştılar. Amerikancı siyasilerle ve Parababalarıyla el ele vererek. Hatta savaş örgütü olarak çalıştılar askerler de Parababalarının iktidarlarıyla el ele vererek.
Şimdi o bakımdan bir yalanlar dünyasındayız.
MİT TIR’ları kitabımız yayımlandı mesela… Bunları UCM’ye şikâyet ettik ya savaş suçu işlediler, diye. Bizim hakkımızda bu dörtlüye; Erdoğan’a, Davutoğlu’na, Efkan Ala’ya, Hakan Fidan’a hakaret ettiğimiz gerekçesiyle dava açıldı, yargılandık biz, ceza aldık.
Harun Muratoğulları: Davada verdiğiniz dilekçe kapsamında mı? Yani dava açarken verdiğiniz dilekçe içerisinden mi çıkarıldı bu, yoksa…?
Nurullah Ankut: Dilekçe yüzünden oldu. UCM’ye verdiğimiz dilekçeden dolayı oldu. O dilekçeyi vermekle yani bunlara savaş suçu işlediler demekle, biz hakaret etmiş olduk bunlara.
Dava açtılar yargılandık. Bir yıl iki ay yirmi iki gün ceza aldım ben. Onlar da daha artırılmasını istiyorlar dört sene falan olsun diye. Temyiz ettiler, onların Avukatları.
Ama biz orada da, ömürlerinde hiç kimseden işitmedikleri şekilde, onların savaş suçlusu olduğunu ispat ettik. Kendi Mahkemelerinde, kendi Yargıçları ve Avukatları karşısında… Her duruşmaya dört beş Avukatları geldi. Orada söylediklerimizin tamamı aynen bu kitapta da var. (MİT TIR’ları Davası kitabını göstererek) Bütün duruşma safahatı an an anlatılır burada. Bütün yazılı savunmalarımız ve duruşmaların tamamındaki diyaloglar, eksiksiz bir biçimde yer alır bu kitapta.
Hâkime onu dedim; aslında bir tiyatro oynanıyor burada, dedim. Bu yargılama, duruşma vs. değil, dedim. Ne hukukla, ne kanunla hiçbir şeyle ilgisi yok bunun, dedim. Bir mahkemeye bir dilekçeyle, bu adamlar bize göre bir suç işlediler, bir araştırın diye başvuruda bulunmakla hakaret etmiş sayılmak insan aklının almayacağı bir şey, dedim. Böyle bir şey olabilir mi? Buna gülerler, dedim. Ama tiyatro oynandı. Bunu ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, bu izleyen arkadaşlar da biliyor, bu vatandaşların savunucusu avukatlar da biliyor, dedim, herkes biliyor. Ama yukarıdan emrediliyor, yargılayacaksın bu adamı diye, yargılanıyoruz. Yani burada hukuk vs. bir şey yok, dedim.
O mini bir örneğiydi ama bütün Türkiye’de bir tiyatro oynanıyor. Burada kandırılan, ahmak yerine konulan maalesef halkımız yani ezilen ve sömürülen kitleler. Hiçbir şeyin gerçekliği yok, söylediklerinin, savunduklarının. Yalanlar dünyasındayız. Vurgunlar, ihanetler dünyasındayız. Zulümler dünyasındayız. Buna karşı mücadele ediyoruz.
Biz aynı zamanda ahlâk savaşçısıyız da. Dürüstlüğün, cesaretin, namusun, insan sevgisinin, halk sevgisinin, ulus sevgisinin de savunucusuyuz biz. Yani davamız tüm bunları da içerir. Hayvanseveriz, doğaseveriz. “İnsancıl olan hiçbir şey bize yabancı kalamaz.”, der önderimiz Hikmet Kıvılcımlı. Biz de tüm insancıl olan şeylerin ve davaların savunucusuyuz.
Evet genç arkadaşım…
Eşit olmayan seçim yarışında bir de idari baskılarla karşılaşıyoruz
Harun Muratoğulları: Şimdi son iki konuya da değinebilirsek, Haziran-Kasım seçimleri döneminde kampanya, seçim kampanyası kapsamında sahada karşılaştığınız sorunlar, problemler var mıydı, gerek İdare boyutunda, gerek medya boyutunda özel bir partiye dönük?..
Nurullah Ankut: Bunların polisleri, zabıtaları bizimle hep uğraşıyor tabiî. Biz afişler yaptık. Kaç afiş yaptık Halil sen daha iyi hatırlarsın bunu?
Halil Arabulan: Toplam iki seçimde 90 bin.
Nurullah Ankut: İki seçimde 90 bin afiş yapıştırabildik hiç değilse halkımıza bu yolla ulaşabilelim diye. Ama AKP iktidarı polisini ve AKP’li belediyeler de zabıtaları saldırttı üzerimize. Hatta CHP’li belediyeler de bu saldırıda yer aldı. İzmir Belediyesi zabıtalarını seferber ederek; biz afiş yapıştırdık hemen sonra arkamızdan gelip afişlerimizi söktüler. Pankartlarımızı da indirdiler. Halkımızdan hiçbir yerde olumsuz bir tepki almadık. Tam tersine hep olumlu bakıldı Partimize.
Harun Muratoğulları: Kabahatler kanununa dayanılarak mı acaba?
Nurullah Ankut: Asılmaması gereken yerlerde değildi. Her yerden indirdiler afişlerimizi. Nerede gördülerse… Ama ancak sokak aralarında, yani fabrika aralarında, gözden ırak, göremedikleri yerlerde kaldı afişlerimiz. Yoksa onun dışında özel seferberlik ilan ettiler bize karşı.
Harun Muratoğulları: İdari para cezası falan…
Nurullah Ankut: İdari para cezası kesildi tabiî. İtiraz edildi, sürüyor, Avukat arkadaşlarımız hep ilgileniyor.
Halil Arabulan: Mesela pankartlarımız… Meclisteki partilerinki duruyor, bizimkini indiriyorlar.
Av. Ayhan Erkan: Gösterilen yerlere asıyoruz.
Av. Ali Serdar Çıngı: Bu Türkiye çapında oldu. Örneğin, Antalya İl Başkanımız, il yöneticisi arkadaşlarımız yargılandı seçim afiş pankartı astıkları için. Sonuçta ceza verildi, el konuldu pankartlarımıza. Oradaki gerçekten dürüst bir Hakim beraat verdi. Birçok şeyi de yapamazsınız, edemezsiniz… Arkadaşlar takipler altına alındı emniyet güçleri tarafından, araçlarla takip edilerek engellendi.
Harun Muratoğulları: Partiye dönük bir girişim olarak mı kabul ettiniz yoksa genel olarak dediğiniz gibi Mecliste bulunmayan daha, halkla erişim olanağı daha kısıtlı olan partilere dönük genel bir muamele olarak mı?..
Av. Ayhan Erkan: Hayır hayır, bize yönelik. Diğerlerinin zaten seçim çalışması yoktu.
Av. Ali Serdar Çıngı: Zaten etkin muhalefet yaptığımız için bize karşı tavır alınıyor. Siz hangi anlamda sordunuz bilemiyorum.
Harun Muratoğulları: Buna benzer kesilmiş Kabahatler Kanunu ve idari para cezaları örnekleri de duydum bir iki partiden…
Av. Ali Serdar Çıngı: O şekilde yani susturma, çalışma yaptırmama, ajitasyon-propaganda yaptırmama… Hem parasal yönden hem de cezai yönden, hapis cezaları yönünden de sıkıştırılıyor, kuşatılıyor partimiz. Olay o.
Harun Muratoğulları: Kabahatler Kanununa…
Av. Ali Serdar Çıngı: Kabahatler Kanununa… Şimdi Anayasa Mahkemesi… Oradan bile ret geldi. Arkadaşlara suç işlendi diye ceza verildi.
Av. Ayhan Erkan: Hakaret davaları açıldı.
Av. Ali Serdar Çıngı: Hakaret davaları açıldı. Bunların hepsini verebiliriz.
Nurullah Ankut: Tayip Erdoğan’a hakaretten.
Harun Muratoğulları: Bunları peki topluyor musunuz hepsini bir dosya içerisinde?
Nurullah Ankut: Tabiî hepsi dosyalı. Avukat arkadaşlarımız hepsini dosyalıyor.
Av. Ali Serdar Çıngı: Gerekli itirazlar yapılıyor, hukuki olarak gereken her şey yapılıyor. Doğal olarak süreçler işliyor. Bir kısmı devam ediyor, bitmedi daha.
Av. Ayhan Erkan: Diğer partilere de yapıldı dediniz de, mesela İzmir’de pankart için cezalar kesildi, paralar ödemeye mahkûm olduk. Meclisteki partiler zaten malum… Meclisteki partilerin hiçbiri yapmıyor afiş.
Nurullah Ankut: Şimdi, sosyalist solda seçime giren yalnızca iki parti var, biliyorsunuz. Bir biziz, bir Komünist Parti (KP) seçime girdi. Başka parti girmedi seçime. Dolayısıyla onların seçim amaçlı bir afişlemeleri de söz konusu olmadı zaten her iki seçimde de.
Bu arada şunu da belirtelim; Sosyalist Sol’un en büyük partisiyiz biz. En güçlü eylem kapasitesine sahip partisiyiz. Ve oylarımız da bunu ortaya koydu. Yani en yüksek oy alan partisiyiz. Ama buna rağmen dediğim gibi bize abluka uygulanıyor. Ama siz de tanık olmuşsunuzdur, KP’nin sözcüleri CNN’den, başka medya organlarına kadar davet edilir, ağırlanır… Yani bize onların özel düşmanlığı var. Parababaları Medyasının başında da hep CIA’ca devşirilmiş insanlar var. Bütün medya yöneticileri, televizyonların ve gazetelerin yöneticileri devşirilmiş insanlardan oluşur. Biz bunlara; “Mary Hanım’ın Hocası” tarafından devşirilenler diyoruz. Bir terimdir bu, “Mary Hanım’ın Hocası”.
Harun Muratoğulları: Bilmiyorum.
Nurullah Ankut: Bilmiyorsunuz. Bir dizi vardı, “Çocuklar Duymasın” diye. Orada oynayan bir Mary Hanım varmış. Bir kadın aktrisimiz. Amerika’da eğitim görmüş. Bir gün hocası geliyor eğitim aşamasında, diyor ki; “Sen başarılı bir öğrencisin. Seni Merkezi İstihbarat Teşkilatının kapsamında burada donatalım, örgütleyelim, eğitelim birlikte çalışalım.” Şaşırıyor kadın. Diyor ki; “Ben bir sanatçıyım. Benim CIA’ya nasıl bir hizmetim olabilir ki?” “Ya onu sonra konuşuruz. Ama diyor, seni gazetelerin, televizyonların başına getiririz, yönetici yaparız seni Türkiye’de”, diyor. “Hayır, ben kabul edemem böyle bir şeyi. Ben herhangi bir yere geleceksem sanatsal kariyerimle ve sanattaki yeteneğim ile gelmeyi tercih ederim. Böyle bilmediğim, tanımadığım yahut da bildiğim hiçbir örgütün himayesine ihtiyacım yok benim”, diyor, reddediyor.
Bu medyada çıktı. Şimdi internete de yazıp Mary Hanım’ın Hocası diye google’larsanız bu aktrisimizin bu beyanı ile karşılaşırsınız, literatürümüzde de var bizim. Ben o bakımdan bütün bu televizyonların tepesindekilere Mary Hanım’ın Hocası ve benzerleri tarafından devşirilmiş tiplerdir, diyorum. O bakımdan bize hepsi düşman, biliyorlar çünkü. Polisi de öyle yönlendiriyorlar. Zabıtalar zaten belediyeler aracılığıyla düşman. Şimdi sanılır ki, CHP’li belediyeler, örneğin İzmir’in CHP’li Belediyesi bize karşı hoşgörülü. Hayır, o da bizim afişlerimizi kaldırdı. Pankartları indirtti zabıtalara.
“Sosyalist sol” ve HKP
Harun Muratoğulları: O zaman sorun sadece iktidar partisi ile değil yani.
Nurullah Ankut: Ortak paydaları Amerikancılık olduğu için… En büyük düşmanlığı uygulayan iktidardaki AKP olmakla birlikte, öbürleri de düşmanlıktan asla geri kalmazlar. Onların da içyüzünü anlatan bizim kitabımız var. “CHP’ye Umut bağlamış İçtenlikli İnsanlarımıza…”
Av. Ayhan Erkan: Bu arada kitap gelirken hocam bir araya gireyim. Mesela Alper Taş seçimlere katılmadığı halde, kanal kanal gezdiriliyor. Medyada böyle bir şey var önümüzü kesmek için; işte o da sosyalist, bu da sosyalist…
Harun Muratoğulları: Peki efendim, bu tip medya faaliyetlerinde medya mı iletişime geçiyor yoksa partiler mi kendi görüşlerini ve projelerini anlatmak için medyayla iletişime geçiyor? Acaba partinin mi doğrudan iletişime geçmesi gerekiyor?
Nurullah Ankut: Hani şimdi bir atasözümüz var; Hacı Hacı’yı Mekke’de diye (devamı da var da…), onların ortak paydası Amerikancılık olduğu için birbirleriyle zaten koklaşıp tanışıyorlar, onlar biliyorlar birbirlerini. Bir şekilde bağlantıları var onların birbirleriyle. Ama biz en büyük düşman olarak Amerikan Emperyalizmini, Avrupa Birliği Emperyalizmini, onların içerideki işbirlikçilerini ortaya koyduğumuz için bizimle zinhar bağ kurmuyorlar.
Harun Muratoğulları: Belki seçim…
Nurullah Ankut: Hayır, seçim öncesi… Seçimlerden önce de… Biz 1920’den bu yana mücadelenin tek meşru ve haklı savunucusuyuz. Devamcısıyız biz. Seçimlerden önce de biz aynı kavgayı sürdürüyorduk. O zaman da aynı abluka bize uygulandı.
E, şimdi burada da CHP’nin içyüzünü bütün açıklığıyla, “CHP’ye umut bağlamış içtenlikli insanlarımıza” kitabımızda koymuşuz. Şimdi bunu okuyan bir CHP’li, eğer gerçeğin peşindeyse CHP’nin ne olduğunu görür ve asla ona hizmet etmez. Ya da o yönetimi değiştirmek için aktif mücadeleye girer.
Bu arada biz teorik olarak da tek Marksist-Leninist ve halkçı teoriye sahip partiyiz. Bizim dışımızda devrimci teori, sosyalist teori diye bir şey yok. Var mı tanık olduğunuz, onların bir kitabı, bir eseri, bir savundukları düşünce?
Yok. Kulaktan dolma.
Harun Muratoğulları: Perinçek de…
Nurullah Ankut: Perinçek…
Şimdi Perinçek’i tanımak için, ne olduğunu merak ediyorsanız…
Ne demişiz?
“Bin Kalıplılar-Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış, Hazin Siyasi Serüvenine Dair”.
O ayrı bir kategori. Onu tüm içyüzüyle, gelmişiyle geçmişiyle 1960’lardan bu yana alıp gösteriyoruz. Ve okuyan insanlar da kopuyor. Ya neymiş bunlar? diyor.
Mesela en son geçen hafta Sincan işçi ve sendika örgütlenmesinden sorumlu sağlık personeli bir emekçi, önce bölüm bölüm facebook’ta yayımlamıştık bunu, bu seriyi izledim ve İP’ten koptum, diyor. Bizimle iletişime geçti. Şimdi artık bizim yoldaşımız. Yani okuyan, gerçeği görmek isteyen insanlar artık biliyorlar bunu. Zaten dikkat edersek baş aşağıya gidiyor artık. Yani bu darbeyi yedikten sonra siz de tanık olacaksınız gelişmesi, varlığını, belki canlı cenaze olarak sürdürebilir ama etkin bir varlık ortaya koyup, bunu devam ettirebilmesi mümkün değil artık. Çünkü teorik olarak öldü, bitti. Şimdi yine aynı serimiz KP hakkında Sahte Yeni Sahte TKP hakkında devam ediyor. 11 bölüm mü yazdık?
İlhami Danacı: Evet Hoca’m 11 bölüm yazdık.
Nurullah Ankut: Tamamlamadık. İki bölüm daha var, onu da kitaplaştıracağız böyle. Onların da devrimci teoriyle uzaktan yakından ilgileri olmadığını açık, matematiksel bir kesinlikte ortaya koymuş olacağız.
Harun Muratoğulları: Efendim ben müsaadenizle son önemli…
Nurullah Ankut: Tabiî buyurun. Yani demek istediğim toparlarsak, biricik devrimci teoriye sahip Partiyiz biz. Bizim dışımızda devrimci teori diye bir şey yok.
Halil Arabulan: Hoca’m izninizle… Dün, 15-16 Haziran 1970’te yapılan Direnişin yıldönümünde-Direnişle ilgili İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de bizim dışımızda eylem yapan olmadı. DİSK’in çağrıları oldu, işte dün Kadıköy’de Foruma çağrı yaptı. Bir de İzmir’de grev yeri vardı. Onu ziyaret etmekle yetindi… Başka eylem yok. Üç beş yıl önce daha farklı olurdu. Onlar HDP’nin kuyruğuna takıldıkları için, savrulduğu için, artık Antiemperyalistlikten uzaklaştığı için durum bu yani.
Nurullah Ankut: Yani 15-16 Haziran da büyük, çok önemli bir işçi eylemi. Belki o konuda da araştırmalar yapmanız gerekecek, çok büyük bir eylem… O eylemin içinde de biz vardık o zamanlar üniversite öğrencisi olarak, hatta hapis yattık, yargılandık o eyleme katıldığımızdan dolayı. Yani demek istediğimiz biz Türkiye’deki her türlü devrimci eylemin içinde ön safta varız, yer alırız. Evet.
Mustafa Şahbaz: Hoca’m, soruya geçmeden önce medyayla ilgili isterseniz bir iki şey söyleyelim.
Nurullah Ankut: Tabiî tabiî, buyurun.
Mustafa Şahbaz: Haziran seçimlerinden hiç değilse sonra, öncesini geçtik, Haziran’dan sonrasını diyorum, Haziran’da belli bir oy aldık. Buna solda oy patlaması denildi, neyse göze batan bir oy aldık. Hiç değilse Kasım seçimlerinden önce basından bir davet görmemiz, gelin siz de kendinizi anlatın denilmesi gerekmez miydi? Tek bir kanal, tek bir gazete bizi aramadı. Sadece Yön Radyo’da yayınlanan bir röportajımız var hepsi bundan ibaret. Yani bu, medyanın bize karşı tutumunu açık, net bir şekilde ortaya koyuyor. Nurullah Yoldaş’ın dediği gibi susuş suikastına uğratılıyoruz. Bu açık, net. Bir şey daha söyleyeyim biz UCM’ye suç duyurusunda bulunduk, bu dört kişi savaş suçlusudur, diye UCM’de bunu kabul ettiğine dair bir cevap verdi bize.
Nurullah Ankut: İncelemeye aldım, dedi.
Mustafa Şahbaz: İncelemeye aldım, dedi. Bunun haber değeri herhalde tartışılamaz. Başka bir parti yapsaydı bunu, bu sonucu alsaydı, o partinin yöneticileri kanal kanal çağırılırdı değil mi?
Tek bir kere bile çağırılmadık. Basının bize karşı tutumunu buradan bilin, böylece anlatmış olalım.
Harun Muratoğulları: Haberim var bu anlattıklarınızdan ben gazetede okumuştum. Dediğiniz gibi çok geniş kesimlerin içeriğini öğrenebilecekleri bir haber veriş tarzı değildi bu.
Nurullah Ankut: Bakın Reuters geldi röportaj yaptı benimle, Sputnik röportaj yaptı ama ulusal basından hiç kimse ne aradı, ne sordu.
Harun Muratoğulları: Haziran seçimlerinden sonra mı?
Nurullah Ankut: Tabiî tabiî, sonra. Haziran’dan sonra. Yo biri…. Haziran sonrasıydı değil mi Mustafa?
Mustafa Şahbaz: Haziran öncesi mi acaba Hoca?
Nurullah Ankut: Reuters’ın yaptığı Haziran öncesiydi.
Harun Muratoğulları: Nasıl haberdar oldular? Sizin partinin seçimlere gireceğini…
Mustafa Şahbaz: Suç duyurusundan dolayı.
Nurullah Ankut: Suç duyurusundan dolayı. Biz internet ortamında yayınladık, Odatv’de çıktı, oradan haberdar oldular.
Av. Ayhan Erkan: Ben de bir ekleme yapayım. Yani basında yer almadığı gibi, bir de mesela Milliyet gazetesi Halkın Yükseliş Partisi diyor bize. Bunu bilerek yazıyor. Bizim İl Başkanımız arıyor ediyor, bir sürü katakulli; işte şu oldu, bu oldu, şunu yaptılar, bunu yaptılar… Bile bile Halkın Kurtuluş Partisi’ni, o solda patlama yapan partiyi, Halkın Yükseliş Partisi diye gösteriyorlar.
Mustafa Şahbaz: Yani haber biziz, ad Halkın Yükseliş Partisi. Kafa bulandırıyor, anlaşılmasın istiyor.
Av. Ali Serdar Çıngı: Harun Bey, biz şöyle bir tanım da kullanıyoruz. Ben en sonunda söyleyecektim ama burada söylemiş olayım. Bize uygulanan, partimize uygulanan demokrasi yasal zorunluluktan dolayı. Çünkü seçimlere katılan her partiye TRT’de konuşma hakkı doğuyor. Bize uygulanan 10’ar dakikadan 20 dakikalık demokrasi. Her konuşma yalnızca 10 dakika. 11 dakika değil… Genel Başkan’ımız konuşmasını ister istemez 10 dakikaya sığacak şekilde düzenliyor. Fakat konuşma 10 dakikayı bırakalım birkaç dakika geçmeyi, birkaç saniye geçmiş olsa bile montaj odasında o geçen sürenin kesilmesi gerekiyor. Yani mecburen 10 dakikaya sığdırılmak zorunda kalınıyor. 10 dakika… Yani bize uygulanan Türkiye’deki demokrasi, 10 dakikalık demokrasi.
Av. Ayhan Erkan: Yasanın verdiği zorunluluk.
Av. Ali Serdar Çıngı: Başka ne özel, ne devlet hiçbir televizyon kanalı, gazete sayfası, görüntülü, görüntüsüz medya bize yer vermedi. Susuş suikastı uyguladılar.
Harun Muratoğulları: Nurullah Hoca’m dedi ya, biz tamam belki ideal sistemi savunuyoruz ama bu da aşama aşama tedrici bir şekilde olabilir belki. O zaman da, o medyanın, en azından seçim kampanya sürecinde belli eşitliği sağlamasına dair hukuki somut bir ihtiyaç söz konusu. Yani dediğiniz gibi, belki üç dört kanala hükmeden bir parti sabah akşam… Burada milli irade konuşulduğunda belki çok yani basit, sağlıklı bir milli irade oluşumu değil tamamen. O zaman medyanın da kontrol edilmesi gerekir. Medyanın da…
Nurullah Ankut: Gerekir tabiî. Tabiî. Ama nerede işte… Medyada da ne kanun var, ne bir şey. Biliyorsunuz hani “Alo Fatih”lerin medyası. Medya da diğerleri de hani Alo Fatih değilse de Alo bilmem kim… Yani hepsi aynı şekilde yani.
Harun Muratoğulları: AB ülkelerinde neredeyse tamamında bu düzenlemeler var.
Nurullah Ankut: Var tabiî. Tabiî.
Yetmedi… Partimize bir de mali baskılar uygulanıyor
Harun Muratoğulları: Bir de bir şey; 26 Nisan tarihlerinde AİHM’in CHP hakkında verdiği bir karar var. Türkiye Cumhuriyetini tazminata mahkûm ediyor. Mali denetimlerde, raportörün işte beyan ettiği, o ilk incelemede, bazı harcamaların usulsüz olduğuna dair kanaatin öngörülemez olduğunu. Yani tamamen raportörün oradaki kendi bireysel çıkarsamalarına dayandığını söyledi. Burada partinin mali denetim aşamasında karşılaştığı sorunlar oluyor mu? Harcamaların usulsüz görülmesi veya çok fazla belgelendirme talebi, öyle bir şeyle karşılaştınız mı?
Nurullah Ankut: Karşılaştık tabiî iki defa. Birinde ben ifade verdim Avukat Yoldaşlar da vardı.
Harun Muratoğulları: Suç duyurusunda mı bulundunuz?
Nurullah Ankut: Yo yo, bize soruşturma açtılar. Yeterince mali rapor vermediniz diye. Hâlbuki biz mali rapor veriyoruz.
Harun Muratoğulları: Gelir gider sıfır mı gösterildi?
Nurullah Ankut: Sıfır değil. Arkadaşlarımız, mali işlerle ilgilenen arkadaşlar gösteriyorlar gerekli belgeleri.
Mustafa Şahbaz: Hayır bazı örgütlerimizde sıfır olduğundan dolayı gelir gösterilmemiş olabilir.
Harun Muratoğulları: O şu an bir tane raportör var gördüğüm, raporlarda, mahkemelerde. Geçen hafta da kendisiyle görüştüm. Şöyle bir tezleri var. Diyorlar ki; eğer bir parti bir ilçede ya da ilde örgütlü olduğunu iddia ediyorsa bir şahıs bile günlük hayatını idame ettirirken bir şeyler yiyecek, içecek. Partinin de en azından burada örneğin bir adres için bir kira bedeli… Bunlar olması lazım. Ama benim şimdi çıkarsadığım şu. Bizdeki sistem biraz gönüllülük esasına, kısıtlayıcı bir mantığa dayanıyor. Dolayısıyla parti, işte bu benim üyelerimin kendi ofisleri, kendi telefonları üzerinden faaliyet yürütüyorum, dediği zaman dahi, orada şeklî de olsa bir sözleşme yap, bir maaş göster, ben de gider göstereyim şeklinde bir kılıfa uyduruyor. Bu noktada sizin burada sıkı bir belgelendirme talebinde bulundurulmanız, sizin görüşünüz bu noktada ne oluyor, bu kadar sıkı denetim yapılması? Yani şöyle söyleyeyim, mesela şöyle bir ayrım var teoride, devlet yardımı alan partiyle ve o partideki şeffaf yapıyla, devlet yardımı almayan, gönüllülük esasına dayalı bir partinin mali denetimi aynı olmaması lazım gibi bir görüş var.
Nurullah Ankut: Tabiî tabiî, çok doğru yani, çok doğru. Şimdi şöyle bir durum var tabiî. Yine Partiler Yasasına göre Türkiye’deki illerin yarıdan bir fazlasında ve onların da ilçelerin üçte birinde örgütlü olmak gerekiyor seçime katılabilmek için. Böyle bir mecburiyet var yani baraj var. Şimdi biz bu barajı aşmak için, diyelim herhangi bir ilde bir yoldaşımız var, onun evini adres gösterdik. Ve orada da partimize yer tutmadık. Dolayısıyla bir elektrik, su, kira gideri yok yani. Yoldaşımızın evini adres gösterdik ya da işyerini adres gösterdik. Yasada buna karşı çıkan bir madde yok. Arkadaşlar incelediler.
Harun Muratoğulları: Yok evet.
Nurullah Ankut: Yok. Dolayısıyla oradan bir gider göstermemiz, gelir gider göstermemiz söz konusu değil. Arkadaşlarımız zaten gönüllülük esasına göre çalışıyor. Herhangi bir diyelim şurada bir yemek yenecek, o an cebinde parası olanlar koyuyor parasını yemek alınıyor. Bir afiş yapılacak, bir bildiri dağıtılacak, arkadaşlar ceplerinden alıyorlar, bildiri basılıyor. Kaldı ki, genelde merkezden gidiyor bildirilerimiz, afişlerimiz. Yani o tür bir durum var. Şimdi bize olmayan bir yerden kira giderin ne, elektrik, su giderin ne dersen, o zaman biz de diyoruz ki, ya tamam benim bir kira kontratım yok, bir faturam yok. Bir faturam varsa ve bunu size beyan etmemişsem gösterin; devlet kurumları da sizin elinizde, dedik. Bir elektrik faturam yok, su faturam yok. Çünkü orada kirayla tutulmuş bir yerim yok. Gönüllülük esası dolayısıyla o illerden biz herhangi bir gelir gider gösteremeyiz dedik. Gösterirsem bu doğru olmaz, gerçeği yansıtmaz dedik. Bizim zerrece yalanla, dolanla işimiz yok.
Zaten bizim gibi bir partinin gelirinden, giderinden ne olacak ki?
Kaldı ki kendi içimizde tüm yoldaşlarımız da bu konuda çok hassastırlar. Hem partimiz bunu esas koyar, hem de hepimiz, tüm yönetici arkadaşlar başta olmak üzere bu prensibe uyarız. Ben de çok hassasım kişi olarak. Bütün hesaplarımız kayıtlı olacak. Gelirimiz, giderimiz her şeyimiz kayıtlı olacak. Çünkü ileride iktidara aday bir partiyiz. İktidara geldiğimiz zaman da devletin şeffaf, net bir şekilde yönetilmesi için gerekli, bu alışkanlığı hepimiz edinmeliyiz, dedik. Biz sübjektif olarak sonsuz güveniriz yoldaşlarımıza ama sübjektif güven yetmez. Objektif olarak da güveneceğiz.
Objektif güven ne demek?
Somut belgelerle her şeyin kayıt altına alınmış olması demek. Partimizde bunu uygularız biz ve bizim ifademizi alan şahıslara da bunu dedik.
Kaldı ki gelir gider ne olacak ki?
Bizim yıllık bir iki yüz bin lirayı geçmez gelir giderimiz.
Harun Muratoğulları: Zaten sorun da orada. Gelir gideri çok fazla olmayan bir partiye bu kadar baskı yapılırsa… Zaten burada gönüllülük esas, illa gelir göstermek…
Nurullah Ankut: Bu konuda da durum bu yani onda da üzerimize geliyorlar.
Mustafa Şahbaz: Demokles’in kılıcı gibi sallıyorlar yani.
Halil Arabulan: Seçimden sonra iyice sıkıştırırlar.
Nurullah Ankut: Bir dahaki seçimlere sokmamak için bir engel ortaya koyabilirler. Yapabilirler bunu da. Çünkü hukukla falan hiçbir ilgileri yok bunların. Ama ne yapalım, seçime girsek de girmesek de namus bellediğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz. Bundan geri dönüş yok bizim için. İnsanlık davası bu.
Harun Muratoğulları: Nurullah Bey, ben son olarak mülakatlarda şey okuyorum, bizim Siyasi Partiler Kanununun 3’üncü Maddesi, siyasi parti tanımı…
Nurullah Ankut: Biraz yüksek sesle söyler misiniz, kulağım ağır da, rica etmiş olayım.
“İşçi Sınıfının Partisiyiz ama tüm halkımızın çıkarlarını savunuruz”
Harun Muratoğulları: Şimdi Siyasi Partiler Yasasının 3’üncü Maddesinde siyasi parti tanımı var. Bunu son olarak Genel Başkanlara okuyorum ve bu tanım acaba partinize ne kadar uyuyor, sizi tanımlıyor mu? Sizin yorumunuzu almak istiyorum. Şimdi şöyle bir tanım yapıyor:
“Siyasi partiler Anayasa ve kanunlara uygun olarak milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.”
Sizi tarif ediyor mu efendim bu tanım?
Özellikle milli iradenin oluşmasını sağlayarak, demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere…
Nurullah Ankut: Tabiî ajitasyon anlamında tarif edebilir bizi ama milliyetçilik meselesine gelirsek, burada milli derken, milliyetçilik meselesini açmamız lazım biraz.
Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes bu milletin mensubudur değil mi?
Mensubudur. Ama biz biraz önce Amerika ve Avrupa Birliği Emperyalistlerinin yerli işbirlikçilerinin, müttefiklerinin olduğunu belirttik, onlar aracılığıyla ülkemizi yönetirler, dedik. Ki bunların bir kısmı ekonomik alandadır, Parababasıdır yani. Bir kısmı siyasi partilerdedir, burjuva partilerindedir. Bir kısmı medyadadır. Bir kısmı üniversitelerdedir. Bir kısmı da, o sivil toplum örgütleri dedikleri örümcek ağlarının içindedir bunların.
Bunların sayısı, oranı nüfusun binde biridir yani binde birdir. 78 milyon insanımızın içinde 78 bin kişiciktir bunlar. Konuşmalarımızda da aynı şeyi söylemiştik. Biz onların da tasfiye edilmesi gerekir diyoruz, bunlara düşmanız. Onları çıkardığımız zaman geriye halk kalır. Ezilen ve sömürülen kitleler kalır geriye. O yüzden biz halkçıyız diyoruz, halkseveriz, yurtseveriz, milliyetçi değiliz diyoruz.
Neden?
Milliyetçiyiz dediğimiz anda, onları da savunmuş oluruz. Yani biz bilimin diliyle konuşmayı seçeriz. O bakımdan yani bilimsel tanıma bağlı kalırsak, dediğiniz ibare bize uymaz. Ama ajitasyon anlamında tabiî biz ülkemizin, vatanımızın çıkarlarını her şeyin önünde tutarız. Yani halkımızın çıkarlarını her şeyin önünde tutarız ve bağımsızlığımızı, ülkemizin bağımsızlığını her şeyin önünde tutarız. Yani ajitasyon konuşması içerisinde…
Av. Ayhan Erkan: Binde biri yok sayıp sahip çıkabiliriz.
Nurullah Ankut: Sahip çıkabiliriz ama bilimsel olarak konuştuğumuz anda biz milliyetçi değil; halkçıyız, halkseveriz. Çünkü o işbirlikçilere sonuna kadar düşmanız biz. Çünkü onlar artık bu ülkenin ve bu halkın hainleridirler ve düşmanları kategorisine girerler, onlar işbirlikçidirler, oraya teslim olmuşlardır. Artık onların araçlarıdır, maşalarıdır onlar. O bakımdan bunlara karşı olmadan Amerikan Emperyalistlerine, Avrupa Birliği Emperyalistlerine karşı olamazsınız. Çünkü bunlar aracılığıyla halkımıza kan ağlatıyor Batılı Emperyalistler.
Şimdi bu Amerikan işbirlikçisi, Avrupa Emperyalistleri işbirlikçisi, halk düşmanı, vatan-millet düşmanı hainlerin de siyasi partileri var, değil mi?
Nitekim Meclisteki Amerikancı Dörtlü Çete dediğimiz burjuva partileri… Bunlar da siyasi partidirler. Bunların benzeri Meclis dışında da pek çok parti vardır.
Şimdi bunları göz önüne aldığımız zaman, yukarıda okuduğunuz 3. Maddedeki siyasi parti tanımının içine girmediklerini görürüz. O tanımla zerrece ilgileri, ilişkileri yoktur bunların.
Dolayısıyla da 3. Maddedeki bu tanım, bir ölçüde de olsa şu anki legal yapımız itibarıyla yalnızca bizi tarif eder. Bizi kapsamı içine alır. Bizim dışımızda da hiçbirini içine almaz.
Burada konuşmamızın başında çizdiğimiz ekonomik ve siyasi panoramanın gerçekleriyle yüz yüze geliriz. Yani sınıflı toplumda -onlardan biri olan bugün içinde yaşadığımız burjuva toplumunda- siyasi hareketler ve siyasi partiler, başta da söylediğimiz gibi, yalnızca temsilcisi-sözcüsü oldukları sosyal sınıfın, zümrenin ya da tabakanın, yığının ekonomik ve siyasi çıkarlarını temsil ederler. Onlar açısından ülke çıkarı diye, milli çıkar diye, vatan-millet diye bir şey söz konusu değildir. Umurlarında olmaz hiçbiri. Varsa yoksa temsilcisi oldukları sosyal sınıfın ve efendileri olan yabancı emperyalistlerin çıkarlarını savunmak; bunun karşılığında da küplerini doldurmak; makam, ün, poz, koltuk sahibi olmaktır. Nitekim hepsi aynı şeyi yapmaktadırlar. Bugün yaşadığımız ekonomik ve siyasi felaketlerin, halkımızın içinde kıvrandığı işsizlik, pahalılık cehenneminin sorumlusu, yaratıcısı bunlardır. Dolayısıyla da biz, bunlar için tamamı Anayasa dışına düşmüş mücrimlerdir, diyoruz. Halk düşmanı hainlerdir, emperyalist işbirlikçisi satılmışlardır, diyoruz.
Bir kez daha belirtirsek, 3. Maddedeki tanım kısmen de olsa yalnızca bize uyar, bizi tarif eder. Tabiî şu anki legal yapımızı…
Bu emperyalist işbirlikçisi zalimler, öylesine bozmuşlardır ki her şeyi, bir ıslahatla-reformla bu bozuklukları düzeltmek olası değildir.
O bakımdan biz, seçimler vesilesiyle TRT’de yaptığımız konuşmalarda da söylediğimiz gibi, bu zalimler düzenini, bu hainler düzenini, bu sömürü ve talan düzenini baştan ayağa yıkacağız. Onun yerine yepyeni, tertemiz, yalnızca halkımızın, ülkemizin ve vatanımızın çıkarını gözeten, ona hizmet eden bir düzen kuracağız. Demokratik Halk İktidarını kuracağız. Bu iktidar da Demokratik Halk Devrimimizin zaferi üzerine inşa edilecektir.
Biz, İşçi Sınıfı Partisiyiz. İşçi Sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasi kurtuluşunu savunan ve onun mücadelesini veren bir partiyiz. Yani bir sınıf partisiyiz. Böyle olmakla birlikte yukarıda sözünü ettiğimiz bir avuç vurguncu, hain ve satılmış dışında kalan tüm halkımızın çıkarlarını savunuruz aynı zamanda. Çünkü sömürüden, vurgundan, baskıdan, zulümden hiç çıkarı olmayan; o sebeple de bunlara sonuna kadar karşı olan biricik sosyal sınıf; İşçi Sınıfıdır. O, kendisiyle birlikte tüm halk kesimlerinin alınterlerinin, emeklerinin karşılığını almalarını ister ve savunur. Sömürünün ve sosyal eşitsizliklerin her türlüsüne kesince karşıdır İşçi Sınıfı. İşte bu sebepten dolayı biz de İşçi Sınıfının Partisiyiz ama tüm halkımızın çıkarlarını savunuruz.
Yani bu konuda da diyeceğim bu olur.
Harun Muratoğulları: Teşekkür ederim.
Nurullah Ankut: Bilmukabele.
Harun Muratoğulları: Hoca’m bir de bu mülakatı tezimde kullanmak için müsaade ediyorsunuz, değil mi?
Nurullah Ankut: Elbette. Biz her sözümüzün, ağzımızdan çıkan her düşüncenin, her cümlenin sonuna kadar, bu yaşımıza kadar hep arkasında durduk, ölünceye kadar da hep arkasında duracağız.
Harun Muratoğulları: Teşekkür ederim efendim.
Nurullah Ankut: Bilmukabele.
Harun Muratoğulları: Bu konuşmalar bağımsız bir kitap olarak basılırsa o noktada da müsaadeniz var mı?
Nurullah Ankut: İstediğiniz şekilde yani orijinali olmak kaydıyla istediğiniz şekilde… Çünkü malum belli ibareler tek başına alınır, hani biraz önce konuşmamın başında geniş bir panorama çizdim, bir zemin ortaya koyduk, o zeminden bağımsız ele alınırsa anlamsızlaşabilir yahut anlamı zayıflar. O bakımdan orijinalini esas almak kaydıyla istediğiniz şekilde kullanabilirsiniz.
Av. Ayhan Erkan: Bir şeyi belirtmek istiyorum: İrticalen yapılan bir konuşma olduğu için bazen murat edilenden farklı anlamlar da çıkabiliyor. Yani bunu belirtmek istedim.
Nurullah Ankut: Redaktesini siz yapacaksınızdır. Bizim arkadaşlar da yapacaktır sanıyorum. İsterseniz bizim arkadaşların yaptığı redaksiyonla karşılaştırabilirsiniz. Arkadaşlarımız size gönderirler, siz gönderirsiniz yani o şekilde olabilir.
Harun Muratoğulları: Ben muhtemelen iki üç hafta içerisinde metni gönderebilirim.
Nurullah Ankut: Tamam arkadaşlar da o arada size gönderebilirler, belki daha önce gönderirler, ki siz ona göre yeniden bir çerçeve çizersiniz bu metne.
Harun Muratoğulları: Sağ olun.
Nurullah Ankut: Siz de sağ olun. Başarılar dilerim. Dilerim ömür boyu her şey gönlünüzce olur.