Site rengi

Tasarım

İki Çağdışı Dinsel İdeolojinin Ortak Sapkınlığı (5): Tektanrının Gazabı, Cehennem, Ateş, Kan, İrin, Gözyaşı

22.10.2024
331
A+
A-

Orhan Sur

Mademki dinler, insanların maddi yaşam koşullarının zihin dünyasına, din dünyasına yansımasıdır; o halde insan zihninde dine ilişkin meydana gelen tüm altüstlükler de doğal olarak toplum biçimlerinin belirli aşamalarına tekabül eder, üretim temelindeki altüstlükler tarafından koşullandırılır.

İnsan zihninde dine ilişkin en büyük altüstlüklerden biri ise kuşkusuz Çoktanrılı Dinlerden Tektanrılı Dinlere geçiştir. Bu geçiş, tüm sosyal olaylarda olduğu gibi birdenbire değil, bir süreç halinde yaşanmıştır. Ve yukarıda da ifade ettiğimiz gibi toplumun üretim temelinde meydana gelen köklü değişimlerden bağımsız olmamıştır, olması da zaten mümkün değildir.

İnsanlık Çoktanrılı Dinlerden Tektanrılı Dinlere nasıl geçmiştir? İnsan zihnindeki bu altüstlüğe eşlik eden, daha doğrusu ona temel oluşturan toplumsal koşullar nelerdir?

Aslında bu soruların cevapları, İlkel Komünal Toplum biçiminin parçalanıp Sınıflı Toplumların ortaya çıkış sürecinin temelini oluşturan tarihsel koşulları ortaya koymaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse; Sınıflı Toplum biçiminin ortaya çıkmasından önce insanlar, geçim araçlarına, ürettikleri ürünlere bütünüyle hâkimdiler. Üreticiyle ürün arasında, Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı gibi bir aracı yoktu. Bu dönemde, ürünlerin sadece “Kullanım Değeri” söz konusuydu. İnsanların kendi ürettikleri ürünlere karşı Marks Usta’nın deyimiyle “Yabancılaşma”sı söz konusu değildi. İnsanın kendi ürettiği ürünlere yabancılaşmadığı bir toplumsal yaşamın din dünyasına yansıması da karmaşık değildi. Yani toplumun maddi yaşamında akıl sır erdirilemeyen herhangi bir alan söz konusu değildi.

HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un belirttiği gibi, bu dönemde; “Sadece doğa güçlerine akıl erdirmeye ve onları anlamaya, yorumlamaya çalışıyordu insanlar. Ay’a, Güneş’e, toprağa, suya, denize, ırmağa, dağa, taşa, fırtınaya, yağmura, rüzgâra, gök gürültüsüne, şimşeğe, bir de ruhun ölümsüzlüğüne inandıkları için ölümden sonrasına kafa yoruyorlardı.” (Nurullah Efe Ankut, Türban Konusu ve İşin Aslı – Örtünme, Kadına Bakış Bağlamında Mekke ve Medine İslam’ı, Derleniş Yayınları, s. 23)

Doğa olaylarını algılayabilecek bilime ve bu olaylara karşı kendilerini koruyabilecek teknolojiye sahip olmayan İlkel Komünal Toplum insanları; bütünüyle somut olarak karşılarına çıkan, kendilerine zarar ya da fayda getiren, korunulması ya da şükredilmesi gereken doğa olaylarının her birini yönlendiren birer Tanrıça ya da Tanrı olduğunu düşünüyorlardı. Zamanla bu düşüncelerini maddi nesnelere dönüştürerek zihinlerindeki Tanrıça ve Tanrılarını simgeleyen heykeller, totemler vb. yapmaya başladılar. Zihinlerindeki imgelerin somutlaşmış biçimleri olan bu nesneler için tapınaklar inşa ederek buralarda Tanrıça ve Tanrılarını hoşnut etmek adına, kendilerine iyilik etmelerini, zarar vermemelerini sağlamak adına onlara yakarmaya ya da şükretmeye başladılar. Böylece çeşitli ibadet ritüelleri geliştirdiler.

Ancak toplumsal üretim sürecinde meydana gelen köklü değişimler elbette ki entelektüel dünyaya, din dünyasına yansımamazlık edemezdi. Birbiriyle uzlaşmaz şekilde zıt sosyal sınıflara parçalanmış toplumun –Sınıflı Toplumun– çeşitli tarihsel koşulların dayatması sonucu ortaya çıkmasına zemin hazırlayacak şekilde üreticiler, artık ürünleri üzerindeki hâkimiyetlerini kaybediyorlardı. Kolektif biçimde üretip yine kolektif biçimde tüketmeye dayalı toplum ortadan kalkıyor, insanlar pazarda akıllarının almadığı bir kavramla, “Fiyat”la, yani ürünlerin “Mübadele (Değişim) Değeri”yle karşılaşmaya başlıyorlardı.

Devamını HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un kaleminden takip edelim:

“Bu nasıl oluyordu, kim belirliyordu pazardaki fiyatı yani ürünün Mübadele Değerini?

“Eskiden doğrudan temasta bulunulan, üretilen ve üreticisi tarafından tüketilen ürün şimdi pazar için üretilir olmuştu ve pazardaki fiyatı da görülmez bir güç belirliyordu.

“Dolayısıyla toplumsal olaylar baştan aşağı bir kaos olarak görünüyordu insanların zihninde. O zaman işte bunların tümünü belirleyen, yönlendiren, bunların hepsine hükmeden bir tek Tanrının olması gerekiyor herhalde, diye düşünmeye başladı insanlar. Ve böylece de Tanrılar çokluktan tekliğe indi, yeryüzünde görülür olmaktan çıkıp gökyüzünde görülmez hale geldi. İslam’ın tarifiyle ‘Mekândan münezzeh’ hale geldi.

“İşte görünür Çoktanrıcılıktan görülmez Tektanrıcılığa geçiş, toplumdaki bu altüstlükten, eskiyle yeni arasındaki bu zıtlıktan, karşıtlıktan ve içine girilmiş, daha doğrusu düşülmüş olan kaostan kaynaklandı. Artık insanlar hiçbir şeye akıl erdiremez, güç yetiremez olmuştu. O zaman bunların tamamını yönlendiren ve bunlara hükmeden doğaüstü bir güç olmalı diye düşündüler ve Tektanrı’yı yarattılar insanlar…” (age., s. 24-25)

Bir noktaya dikkat çekerek konuya devam edelim. Daha önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz gibi, Nurullah Efe Ankut’un, Gazetemizin 189’uncu sayısının Başyazısında dine ilişkin ortaya koyduğu yeni açılımlar son derece önemlidir. HKP Genel Başkanı bu yazısında, Tektanrılı-Peygamberli-Kitaplı Dinleri “Sınıflı Toplum Dinleri” olarak değerlendirmektedir.

Nasıl Sınıflı Toplumla Sınıfsız Toplum arasında son derece belirgin farklılıklar varsa, aynı şekilde Çoktanrılı Dinlerle Tektanrılı Dinler arasında da belirgin farklılıklar vardır. İnsanların eşit bir şekilde yaşadığı, üretim araçlarının özel mülkiyetinin bilinmediği, yalanın, hilenin, haksızlığın görülmediği Kankardeşleri toplumundan yani “İlkel Komünal Toplum”dan insanın hayvandan bile daha değersiz görüldüğü Sınıflı Topluma geçiş; insanları maddi dünyalarında büyük acılara sürüklemiştir. Bu durumun zihin dünyasına yansımasıyla birlikte Çoktanrılı Pagan Dinlerden Tektanrılı Dinlere geçiş ise insanların manevi dünyalarını cehenneme çevirmiştir.

Çoktanrılı Dinlerden Tektanrılı Dinlere geçişle birlikte;

1- Yukarıda da ifade edildiği gibi Tanrılar görünür olmaktan çıkıp gökyüzüne yükselmişlerdir, ki bu durum insanla Tanrısı arasındaki ilişkiyi topyekûn değiştirmiştir.

2- Tanrılarını kızdırdıkları zaman onlar tarafından bu dünyada cezalandırılacaklarına inanan Çoktanrılı Dinlerin mensupları, Tektanrılı Dinlere geçişle birlikte Tanrılarının neye kızacağını, bunun karşılığında kendilerine nasıl bir ceza vereceğini kestiremez hale gelmişlerdir. Sınıflı Topluma geçiş gibi bir altüstlükten dolayı zihinlerinde tam anlamıyla bir kaos yaşayan insanlar, artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt edememeye başlamışlardır.

3- Yeryüzündeki Tanrıların gökyüzüne yükselmesiyle meydana gelen soyutlaşma öyle bir aşamaya erişmiştir ki kaos içindeki insanlar, “doğru yol”u bulabilmek adına başkalarına, Tektanrıdan emir ve yasaklar getiren “Peygamberler”e ihtiyaç duymaya başlamışlardır. Bir başka deyişle bu süreç, Peygamberleri yaratmıştır.

4- Eşitsizliğe ve zulme dayalı Sınıflı Toplum düzeninde, yaşadıkları dönemin zeki, ilerici figürleri ve hayal dünyaları en geniş toplum önderleri olan Peygamberler, toplum düzenini sağlamak ve kendi dönemindeki insanların yaşadıkları acıları az da olsa ılımlandırmak, uyuşturmak için birtakım emir ve yasaklar koymayı zaruri görmüşlerdir. İşte bu emir ve yasaklar da “Kutsal Kitaplar”ı oluşturmaktadır.

Tüm bu süreçler sonucunda, Pagan Dinlerin sevecen, korkulmayan, insanların gerçek bir sadakat besledikleri Tanrılarının yerini Sınıflı Toplumun zalim, acımasız, gaddar Tektanrısı almıştır. Tektanrının acımasızlığı, Tektanrılı bir dinin Peygamberinin kişisel özelliklerinden, nobranlığından, gaddarlığından değil; bütünüyle o dinin içinde doğduğu Sınıflı Toplumdaki zulmün düzeyinden, insanlar arasındaki ilişkilerin çürümüşlük ve yozlaşma seviyesinden, aynı zamanda o dönemin ahlâki ve hukuki normlarından kaynaklanmaktadır.

Bilindiği gibi tüm Tektanrılı Dinler, “Ödül ve Ceza” mekanizmasına dayanır. Bu dinlerin mensupları, dünyevi hayatta yaptıkları iyiliklerin fazla olması durumunda Cennete, kötülüklerin fazla olması durumunda ise Cehenneme gidecekleri inancına sahiptirler. Yani Tektanrılı Dinlerin inananları, korkuya dayalı bir motivasyonla Kutsal Kitaplarda yazılı olan emir ve yasaklara uymaya zorlanır. Bu korkunun en yüksek aşaması ise kuşkusuz Cehennem’dir.

Her ne kadar Tektanrılı Dinlerden sadece Hıristiyanlık ve İslamiyet’le sınırlı kalmaya çalışsak da, bu noktada ilk Tektanrılı Din olan Zerdüştiliğe değinmeden geçmeyelim. Bilindiği gibi Zerdüştiliğin Tektanrısı Ahura Mazda, Peygamberi Zerdüşt, Kutsal Kitabı ise Avesta’dır. Bu inanç sistemi aynı zamanda Mezdiyesnâ olarak da bilinmektedir. Zerdüştiliğin kutsal kabul edilen metinlerindeki Cehennem tasvirleri, gerçekten de insanın hayal sınırlarını zorlayacak denli travmatik niteliklere sahiptir.

Örnek vereceğimiz kaynak, meşhur “Ardâvîrâfnâme”dir. Zerdüştiliğin kutsal metinlerinden biri olarak kabul edilen bu kaynak, ismini, Sasaniler döneminde yaşamış, Mezdiyesnâ inananları tarafından Peygamber kabul edilen Ardâvîrâf’tan alır. Ardâvîrâf, tıpkı Hz. Muhammed’in Miraç Yolculuğu gibi bir manevi yolculuğa çıkarak (Miraç kıssası Zerdüştilik’ten alınmadır çünkü Ardâvîrâfnâme, Hicret’ten 400 yıl önce kaleme alınmıştır) Cennet, Araf ve Cehennem’in nasıl yerler olduğunu görür. Ardâvîrâf, 7 günlük uykusunda adım adım ilerleyerek en sonunda Tektanrı Ahura Mazda’nın huzuruna çıkar ve ondan aldığı talimatla Cennet’in, Araf’ın ve Cehennem’in nasıl yerler olduğunu Mezdiyesnâ inancına sahip kişilere aktarır. Konumuz gereği Cennet ve Araf’ı atlayarak Ardâvîrâf’ın 4’üncü adımda ulaştığı Cehennem’den kimi tasvirleri aktarıyoruz:

“Sonra öylesine şiddetli bir soğuk, sis, kuraklık ve kötü kokuların içerisinde kaldım ki, dünyada böylesine şiddetli olanını ne görmüş ne de duymuştum. Biraz daha ilerlediğimde insanı dehşete düşüren korkunç bir cehennemle karşı karşıya kaldım. En dar, en korku dolu yerde açılmış dehşet dolu bir kuyuya benziyordu. (…) Öylesine dar bir yerdi ki darlığından dolayı orada kalmaya kimse dayanamıyordu. Oradaki herkes tek başına ve yapayalnız kaldığını düşünüyordu. Orada üç gün üç gece kalan kişi, ‘Ben burada dokuz bin yıl kaldım. Artık süremi tamamladım. Kurtarın beni buradan’, diyordu. Her yerde en küçükleri büyük bir dağ iriliğinde ve yüksekliğinde olan yırtıcı ve zararlı canavarlar, kötülükleriyle tutuklanmış insanların ruhlarını; köpeğin kemikleri parçalaması gibi parçalıyor, pençeleri arasına alıp çiğniyordu.” (Ardâvîrâfnâme, 18. Bölüm, Çev: Prof. Dr. Nimet Yıldırım, Pinhan Yayınları, 2. Basım, Ekim 2019)

Ardâvîrâf, Cehennem’in farklı yerlerine doğru ilerlerken karşılaştığı, “Cehennem Azabı” çeken insanları da anlatır. Bu dehşetli tasvirlerden kısa kısa bölümler aktaralım:

“(…) Orada bir erkeğin ruhunu gördüm. Bedeninin arka tarafından, oturak yerinden bir yılan girip ağzından çıkıyordu. Bedeninin her tarafını kuşatmış olan çok sayıda yılan, onun bütün organlarını kemiriyor ve çiğneyerek ona sürekli işkence ediyordu.” (age., 19. Bölüm)

“(…) Orada bir kadının ruhunu gördüm. O kadının önüne yemesi için insanların bedenlerinden akan irinleri, kirleri ve pislikleri leğen leğen boşaltıyorlardı.” (age., 20. Bölüm)

“Bir adamın ruhunu gördüm. Kafasının derisini hiç acımadan yüzüyor ve kendisini çok şiddetli bir işkenceyle öldürüyorlardı.” (age., 21. Bölüm)

“Bir kadının ruhunu gördüm. Göğüslerinden cehennemin derinliklerinde asılmıştı. Yırtıcı hayvanlar onun bütün bedenini kemirip parçalıyor ve ağızlarına alarak çiğniyorlardı.” (age., 24. Bölüm)

“Dili ağzından çekilip dışarıda bırakılmış, yırtıcı hayvanların yediği bir adamın ruhunu gördüm.” (age., 29. Bölüm)

“Ölmüş ve cansız bedeninin organlarını kendi dişleriyle parçalayıp yiyen bir kadının ruhunu gördüm.” (age., 35. Bölüm)

“Bir kadının ruhunu gördüm. Memeleriyle bir dağı kazıyor ve başının üzerinde bir değirmen taşını bir ceset gibi taşıyordu.” (age., 44. Bölüm)

“Bir adamın ruhunu gördüm. Demir bir tarakla etini bedeninden koparıyor ve kendisine yediriyorlardı.” (age., 51. Bölüm)

“Bir erkeğin ruhunu gördüm. Bütün bedenini büyük bir kaynar kazana koymuş pişiriyorlardı.” (age., 60. Bölüm)

“Bir erkeğin ruhunu gördüm. Yılanlar cinsel organını sokuyor ve çiğneyerek ona işkence ediyorlardı. Adamın iki gözüne de yılanlar ve kurtlar işiyorlardı. Diline de demir çiviler çakılmıştı.” (age,, 71. Bölüm)

Tektanrılı Mezdiyesnâ inancı yani Zerdüştilik, işte böylesine korkunç Cehennem tasvirlerinin yapıldığı bir dindir. Ahura Mazda, kendi yarattığı insanları, emir ve yasaklarına uymamaları halinde işte böyle korkunç cezalara çarptırır.

Hıristiyanlık’taki Rab ve İslamiyet’teki Allah da gaddarlık konusunda Ahura Mazda ile yarışır. Örneğin Hıristiyan inancında, günahkârların “Hinnom Vadisi”ne (Ge-Hinnom – “Cehennem” kelimesi buradan gelir) atılarak sonsuza kadar yakılacağına, azap çekeceğine inanılır. İncil’de şu ifadeler geçer:

“Eğer elin günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek elle yaşama kavuşman, iki elle sönmez ateşe, cehenneme gitmenden iyidir. Eğer ayağın günah işlemene neden olursa, onu kes. Tek ayakla yaşama kavuşman, iki ayakla cehenneme atılmandan iyidir. Eğer gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at. Tanrı’nın Egemenliği’ne tek gözle girmen, iki gözle cehenneme atılmandan iyidir. Oradakileri kemiren kurt ölmez, yakan ateş sönmez. Çünkü herkes ateşle tuzlanacaktır.” (Markos 9:44-49)

“Siz dostlarıma söylüyorum, bedeni öldüren, ama ondan sonra başka bir şey yapamayanlardan korkmayın. Kimden korkmanız gerektiğini size açıklayayım: Kişiyi öldürdükten sonra cehenneme atma yetkisine sahip olan Tanrı’dan korkun. Evet, size söylüyorum, O’ndan korkun.” (Luka 12:4-5)

İslam Dininin Tektanrısı Allah ise kendi yarattıklarına şöyle tehditler savurur:

“Buna rağmen yapamazsanız, ki asla yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan cehennem ateşinden kendinizi koruyun.” (Bakara, 24. Ayet)

“İnkâr edenlere de ki: “Sizler yakında mağlup edilecek ve topluca cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir yataktır.” (Âl-i İmrân, 12. Ayet)

“Âyetlerimizi inkâr edenleri pek yakında korkunç bir ateşe sokacağız. Onların derileri kızarıp kavruldukça, yerlerini başka derilerle değiştireceğiz ki, azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler. Şüphesiz ki Allah, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” (Nisâ, 56. Ayet)

“Bu perişanlığın ardından cehennem azabı gelecek; orada onlara kanlı ve irinli su içirilecek. O berbat suyu azar azar yudumlamaya çalışacak, fakat bir türlü boğazından geçiremeyecek. Ayrıca ölüm onu dört bir yandan kuşatacak; fakat, ölmek istese bile, asla ölüp kurtulamayacak! Ardından da daha şiddetli bir azap gelecek.” (İbrahim, 16-17. Ayetler)

“Onlar orada [Cehennemde – Orhan Sur] inim inim inleyecek, acı acı soluyacak ve azabın dehşetinden hiçbir şey duymayacaklardır.” (Enbiyâ, 100. Ayet)

“Kâfirlere cehennemde ateşten elbiseler biçilecek, başlarının üzerinden de kaynar su dökülecektir.” (Hac, 19. Ayet)

“Yanıp kavrulmak için girin şimdi oraya! Artık ateşin acısına ister dayanın, ister dayanmayın; sizin için değişen bir şey olmayacaktır! Çünkü sadece yaptıklarınızın cezasını çekiyorsunuz!” (Tûr, 16. Ayet)

“Ama şunu unutmasın ki, biz kâfirler için zincirler, demir kelepçeler ve alevli bir ateş hazırladık.” (İnsan, 4. Ayet)

Yahudilerin Kutsal Kitabı olan Tevrat’ın Tektanrısı Yehova da en az diğerleri kadar gaddardır. Ancak daha fazla aktarma yaparak okuyucularımızı sıkmayalım, bu kadarla yetinelim…

Gördüğümüz gibi Peygamberli-Kitaplı tüm dinlerin Tektanrıları, kullarına karşı son derece acımasızdır. Dolayısıyla bu dinlerin inananları, tüm yaşantılarını Cehennem korkusu üzerine inşa ederler. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, Nurullah Efe Ankut’un sıkça tekrarladığı gibi kendilerine ait, özerk bir ahlâk sistemi inşa edemezler. Çünkü yine Nurullah Efe Ankut’un tespitiyle; “Din üzerine ahlâk inşa edilemez.”

Yazı dizimiz boyunca defalarca tekrarladığımız gibi İslam ideolojisi, Batı’da sınıf temelini sonsuza dek yitirmiş olan Hıristiyanlıktan farklı olarak Şark Toplumlarını hâlâ cehenneme çevirebilmektedir. Gencecik yavrularımız, bu ideolojinin yukarıda sadece küçük bir örneğini sunduğumuz karanlığında boğulmakta, bilimle bağını koparmaktadır. Korkunç Cehennem tasvirleri körpecik yavruların zihinlerinde tamiri imkânsız travmalar yaratmaktadır.

İslamiyet’in Tektanrı’sının bu gaddarlığı, aynı zamanda din simsarlarının da en büyük silahlarından biri haline gelmektedir. 1400 yıl öncesinin Hicaz Yarımadası Arap Halkının yaşam biçimini, örfünü, adetlerini, hukukunu hatta Kölelik-Cariyelik gibi uygulamalarını geri getirmeye çalışan bu Ortaçağcılar, insanlarımızı işte bu korku silahıyla vurmaktadır. Sapkın İslam Tefsirlerinde ise Allah’ın bu gazabı en az yüzle çarpılarak anlatılmakta, Cemaatler-Tarikatlar eliyle insanlarımızın zihinleri iyiden iyiye felce uğratılmaktadır.

O halde buna karşı da mücadele edilmesi gerektiği açıktır. İnsanların zihinlerindeki kaosu ortadan kaldırmanın, doğru ve yanlışı işleyen zihinleriyle görmelerini, özerk bir ahlâk sistemi inşa etmelerini sağlamanın temel koşulu; bu kaosun maddi hayattaki kök nedenlerini yani sömürüyü ve zulmü ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla Proletarya Sosyalistlerinin yürüttüğü sınıf savaşımının zaferi, insanların sadece maddi yaşamlarını değil, manevi yaşamlarını da cennete çevirecektir. Ve bu mücadelenin sonunda Sınıflı Toplumun ortadan kaldırılmasıyla birlikte insan zihnine pranga vuran dinler de yağı bitmiş kandil gibi sönümlenip gidecektir.

Sonuç

Bu bölümle sonlandırdığımız yazı dizimizi; Bilimsel Sosyalizmin Ölümsüz Kurucuları Marks-Engels’ten, Devrimler Kartalı Lenin’den, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’dan devraldığı teorik ve pratik mücadeleyi bir an olsun ara vermeksizin, kesintisiz biçimde sürdüren Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un din konusundaki özgün açılımları üzerine inşa etmeye çalıştık.

Nurullah Efe Ankut, bu paha biçilemez ve yoğun bir emeğin ürünü olan açılımlara, “Tarih ve Din konusunda biz de bir şeyler söyleyelim” mantığıyla ulaşmamıştır. Her Gerçek Devrimci, her Gerçek Komünist gibi Nurullah Efe Ankut da sadece bir teorisyen, bir yazar değil, görev yerini bir an bile olsun terk etmeyen bir savaşçıdır. Dolayısıyla bu eşsiz çalışmaları, Sosyalizm mücadelesinde genç nesillerin kullanımına sunulmuş birer silahtır.

Asıl olan, bu silahı kullanmayı bilmektir. İnsanlarımızın ABD uşağı AKP’giller eliyle her geçen gün daha fazla Ortaçağ karanlığına yaklaştırıldığı bir dönemde, devrimcilerin din konusuna kayıtsız kalmaları mümkün değildir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi din istismarıyla mücadele, ancak dinin özüne vakıf olmakla yürütülebilir. İnsanlara inandıkları dinin özünü anlamaları konusunda yol gösterme çabaları, ancak ve ancak ezilen sınıfların egemen sınıflara karşı mücadelesindeki bir aşama, bir zorunluluk olduğu ölçüde anlamlıdır. Burjuva Ateizmi, Kaba Materyalizm gibi akımlar, bugünün Türkiye’sinde dinsel gericiliği ortadan kaldırmak şöyle dursun, onu daha da güçlendirmektedir.

O halde görev; Ortaçağcılığa karşı mücadeleyi sınıf savaşımının bir parçası olarak görmek, Bilimsel Sosyalizmin ilkeleri doğrultusunda Devrimci Mücadeleyi kararlıca sürdürmektir. Ülkemizde bu mücadeleyi layıkıyla yürütebilecek yegâne parti, Halkın Kurtuluş Partisi’dir.

9 Ekim 2024