Site rengi

Tasarım

İki Hayın: Dünün Saraylı’sı ile Bugünün Kaçak Saraylı’sı

07.03.2021
790
A+
A-

Hüseyin Ali

                                                                         VI. Mehmet Vahdettin

Hain sözü Arapça kökenli olup “hıyanet eden” anlamına gelir. “Hıyanet” sözü ise gene Arapçadan gelir ve Türkçe Sözlük’e göre şöyle tanımlanır:

“1. isim Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşı davranma, hainlik, ihanet.

“2. isim Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık.”

Halkımızsa, Türkçemizin ses uyumu nedeniyle hain demez, “hayın” der. Biz de bu yüzden başlıkta ve yazımızda “hayın” sözünü kullandık.

“Dünün Saraylı’sı”ndan kastımız: Vahdettin. Son Osmanlı Padişahı, Halife…

Cumhuriyet tarihi boyunca Vahdettin hayın mıydı, diye sorguladı din bezirgânları. Şimdi son 20 yılda karşıdevrim alıp başını gidince, hem bu artık sinsice değil, açıkça yapılmaya başlandı hem de Cumhuriyet’in kurucularına saldırılar yoğunlaştı.

En son İskilipli Atıf olayı ortada. Adam Cumhuriyet düşmanı, İngiliz Emperyalizminin uşağı, iflah olmaz gerici. Ama kendisine resmi tören düzenleniyor. Bu noktaya getirildi ülke.

Vahdettin için de yalanlarla, düzmece senaryolarla aklama çalışması Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden beri yapılıyor. Vahdettin hayın değildir, hırsız değildir, deniliyor, hatta Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı başlatandır demeye bile getiriliyor.

Bunların başında Mevlanzade Rıfat adlı gerici yobaz, Cumhuriyet düşmanı ve İngiliz Kürtçüsü geliyor.  Abdülhamit’in sondeminde gerici 31 Mart Ayaklanması’na karışan, İngilizlerin emrinde gerici Kürt hareketlerine bulaşan bu emperyalist uşağı, 1929 yılında Suriye’de yazdığı “Türkiye İnkılabının İç Yüzü” adlı kitapta şöyle yazıyor:

“VI Mehmet Vahideddin Han, Anadolu’da milli bir kuvvet hazırlamayı düşünmüş ve bu kuvveti meydana getirmek için yakınında bulunanların telkini ile yaverlerinden M. Kemal Paşayı geniş bir yetki ve özel bir talimatla galip devletlerin İstanbul’da bulunan temsilcilerinin bilgisi dışında, gizlice Anadolu’ya göndermiştir.” (Mevlanzade Rıfat, Türkiye İnkılabının İç Yüzü, s. 209; Aktaran: Turgut Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi)

                 Mevlanzade Rifat

Bu kuyruklu yalan daha sonra Necip Fazıl, Nihal Atsız, “Keşke Yunan galip gelseydi” diye yırtınan Fesli Kadir gibi gericilerce sürdürülür.

Hatta İlber Ortaylı köşeği bile, bugünün Kaçak Saraylı’sına yaranmak için olsa gerek, Vahdettin için “İngiliz uşağı” gibi deyimlerden kaçınılması gerektiğini söylüyor (https://tr.sputniknews.com/turkiye/201811051036003830-ilber-ortayli-beyaz-tarih-ahmet-yurttakal-vahdettin/).

Evet, bu gerici güruhun ortak paydası; “Keşke Yunan galip gelseydi”dir. Yaptıkları, amaçları, Tefeci-Bezirgân Sınıfı temelinde din bezirgânlığı, emperyalist uşaklığıdır.

Vahdettin de böyledir. O da keşke Yunan galip gelse demiştir. Açıktan diyemese de…

İngilizcidir Vahdettin. İngilizci saray damadı, eniştesi Ferit’i, vatan satıcılığına rağmen beş kez sadrazamlığa atar.  İngiliz Muhipler Derneği’ni kurdurur. Mustafa Kemal, bu derneğe girenleri; “Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Bey’ler ve Sait Molla bulunuyordu”, diye aktarır Nutuk’ta.

Gericiler Vahdettin’i aklamak için Damat Ferit’ten farklı biri gibi koymaya çalışırlar. Ama özünde hiçbir farkları, ayrı gayrıları yoktur. Enişte-kayınbirader, işi götürmeye çalışırlar.

Aslında, başlangıçta Mustafa Kemal de taktik olarak Damat Ferit hükümetleriyle Vahdettin’i ayırır. Ama taktik nedenlerle… Ve bunu Nutuk’ta şöyle aktarır:

“Bu hainliğin ortak girişimcilerine karşı alınması gereken durum açıktır. Ancak, karşı girişimde elden geldiğince açık saldırıdan vazgeçmek, o günün gereği olmakla birlikte, girişim gücünü çeşitli hedeflere çevirmekten sakınarak bir noktada toplamak, uygun bir davranış olacaktı. Biz de, saldırılacak hedef olarak, yalnız Ferit Paşa Hükümetini seçtik ve bu işte Padişahın parmağı olduğunu bilmezlikten geldik. Ferit Paşa Hükümetinin, gerçekleri bildirmeyerek Padişahı aldatmakta olduğu tezini tuttuk. Padişahın, durumu anlayacak olursa hemen, kendisini aldatanlara hakettikleri işlemi yapacağına güvenimiz olduğunu ileri sürdük ve hükümetin tanıtlanmış olan cinayeti üzerine, elbette kendisine güven kalmayacağından gerçek durumu yalnız ve ancak doğrudan doğruya Padişaha bildirmekle durumun düzeltilebileceğini, girişimlerimiz için çıkış noktası saydık.”

Bu çok yerinde bir taktiktir.

Mustafa Kemal, Nutuk’un başında bir genel durum değerlendirmesi yapar. Bu değerlendirmede ülkeyi, halkı, orduyu ne kadar iyi tahlil ettiğini ortaya koymaktadır. Yüzyılların getirdiği din ve gelenek bağları nedeniyle, Padişahlık ve Halifelik makamları bir bakıma kutsanmış makamlardır, dokunulmazdır. Şöyle der Nutuk’ta:

“Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun… Bu inançla bağdaşmaz oy ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur.”

Mustafa Kemal, Vahdettin’in ciğerini bilmektedir. Nitekim Vahdettin’in, Damat Ferit aracılığıyla Kuvayimilliyecilere karşı yaptıkları saymakla bitmez. Mustafa Kemal daha Sivas’a varmadan; “hain”, “başkaldırmış, muzır bir adam” (Nutuk), olarak tanımlanır. Kuvayimilliyecileri çapulculukla suçlar, buna karşılık gerçek çapulcuları örgütleyerek dinci gerici isyanları başlatır, Kuvayimilliyecileri idama mahkûm eder, öldürülmeleri yönünde fetva çıkartır, Yunan uçaklarıyla Kuvayimilliye’ye karşı bildiriler attırır. Tıpkı şimdilerde Suriye’de desteklenen “Özgür Suriye Ordusu” (Dinci Gericiler veya Yobazlar Ordusu diyebiliriz) gibi, Hilafet Ordusu denilen yobaz çetelerini ordulaştırır. Başlangıçta yüz karası Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalattırmıştır, giderek Sevr Antlaşması’nı da imzalattırır.

Hilafet Ordusu ne demek?

Doğrudan Halife Ordusu demek.

Halife kim?

Vahdettin.

O halde hayın değildir diye kıvranmak ne?

İngilizler, tıpkı bugünün Kaçak Saraylı’sını Amerikalıların kullandığı gibi, Vahdettin’i sonuna kadar kullanırlar. Ama Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlanıp bağımsızlık kesinleşince Vahdettin’e yol görünür. Çünkü halk gözünü açmıştır, muzaffer Kurtuluş Savaşı devrimcilerinin de şakası yoktur.

Kuvayı Milliye düşmanı Ali Kemal halk tarafından linç edilince (6 Kasım 1922), bütün İngiliz dostlarında şafak atar. Hepsi İngiliz Elçiliğine koşarlar. Vahdettin de artık itibarını yitirmiştir. Padişahlık, Halifelik hikâyedir. Sevr’i imzalayanlardan bir başka hayın Rıza Tevfik, son durumu şöyle aktarır:

“(…) Daha, bir müddet Padişah, İstanbul’da kaldı ve arabasıyla şehri dolaşmak suretiyle teveccüh (ilgi, dostluk) kazanmak istedi. Fakat halk tamamiyle kayıtsız kaldı… Padişahlardan hiçbirisi bu derece sefalet ve hakarete düştükten sonra, yine mevkiini muhafazaya çalışmamıştı.” (Biraz da Ben Konuşayım, s. 191)

Zaten Kurtuluşçular da 1 Kasım 1922’de Saltanatı kaldırmışlardır. Vahdettin için de sığınak artık İngiliz Emperyalizmidir.

Nitekim, Vahdettin’in, İngiliz İşgal Kuvvetleri Kumandanı General Charles Harington’a kayınbiraderi Zeki’yi gönderdiği anlaşılıyor. Turgut Özakman, Harington’un ağzından şöyle aktarıyor:

“(…) Bir çarşamba günü [15 Kasım] yemekte iken Sultanın yaverinin geldiğini bildirdiler. Bu yaverin Mızıka Komutanı olduğunu öğrendim. Sultanla senelerce beraber bulunmuş olan doktoru dahil bütün saray halkının aleyhe döndüğünü ve Sultanın da Cuma selamlığına çıktığı zaman öldürüleceğini zannettiği için hayatını kurtarmam için bana haber yolladığını bildirdi. Tabiatiyle Sultanı kaçırmakla suçlanmak istemediğim için, bu talebin yazı ile yapılmasını istemek zorunda kaldım.”

Ve Vahdettin şöyle bir yazı gönderir İngiliz Kumandana:

“İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devlet-i fehimesine iltica (sığınır) ve bir an evvel İstanbul’dan mahall-i ahara naklimi (başka bir yere götürülmemi) talep ederim efendim. 16 Teşrin-i sani 1922.”

“İmza:

“Müslümanların Halifesi Mehmet Vahideddin’’ (T. Özakman, ay.)

                   İngiliz İşgal Kuvvetleri Kumandanı
                                 General Harington

Bu durum tipik bir hayın davranışıdır. Halka karşı hayınlığın biri de, bini de birdir, aynıdır. Bir başlayınca gerisi gelir. Geri dönülmez bir yola girerler. Vahdettin için de öyle olmuştur. Hayınlığını giderek tırmandırmış, emperyalist uşaklığında had safhaya varmış, hayınlığın yolu tükenince de pılıyı pırtıyı toplayıp, uşaklık ettiği İngiliz Emperyalizmine sığınmıştır.

Emperyalizm, bu durumda bile Vahdettin’i kullanmak ister. Özellikle de “Halifelik” durumunu. Ama mülteci olarak kendi ülkesine kabul etmez. Gizlice bir İngiliz savaş gemisiyle 17 Kasım 1922 sabahı alınarak Malta’ya götürülür. Halifelik unvanı hâlâ vardır ve bu unvan İngilizlerin dünya Müslümanlığını yola getirmesi bakımından önemlidir.

Ne var ki, Mustafa Kemal oyunu bozar. Ankara’da Meclis Vahdettin’in kaçışını sadece Türkiye’ye değil, İslam Âlemine karşı olarak da bir ihanet olarak değerlendirir ve yerine Osmanlı Hanedanından Abdülmecid Efendi Halife olarak atanır (19 Kasım 1922). İngilizlerin ve Vahdettin’in elindeki Halifelik silahı da böylece ellerinden alınır. Hilafet ise 3 Mart 1924’te tümüyle kaldırılacaktır.

Tabii, emperyalizm işi biten hayını ne yapsın?

“Ümidini Allah’tan sonra İngiltere’ye bağlayan” Vahdettin’in ümidi boş çıkar. İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı 28 Nisan 1923’te şu ortak kararı açıklarlar: “Eski Sultan’ın İngiliz topraklarında kalması arzu edilmemektedir.”

Öte yandan; “hazıra dağ dayanmaz”, demişler. Öyle olur… Paralar da suyunu çeker.

Vahdettin’in yanında ne kadar para ve ziynet eşyası götürdüğü meçhul. Turgut Özakman, başka kaynaklara göre hesabında 23.000 altın (Reşad altını) olduğunu yazar. Sadece altın, bugünün parasıyla 64 milyon TL yapıyor. Büyük para ama bugünün Kaçak Saraylı’nın İsviçre bankalarındaki hesaplarının yanında devede kulak kalır.

Başlangıçta Vahdettin, bir süre Malta’da Kraliyet Topçu Subay Birliği lojmanlarında ağırlanır. Burada İngilizlere yükü haftada 100 Sterlindir. Bu aşamada bile İngiliz Parlamentosu’nda Vahdettin’e bu paranın ödenmesine karşı çıkılır ve İngiltere’de işsizlere verilen haftalık 15 Şilin ödenek verilmesi önerilir.

Evet, paralar suyunu çekince, koca devleti temsil etmiş, sıfatı “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olan biri, acıklı durumlara düşer, emperyalistlerce alay konusu olur, karıları kızları sermaye olarak görülür. Lord Kinross gelişmeleri şöyle aktarır:

“Düşük Padişah, bir süre Malta’dan San Remo’ya giderek orta büyüklükte bir villaya yerleşti. Rumbold’un yaptığı son görüşmeden sonra, İngiliz Elçiliği Sultan’ın paralarıyla öteki değerlerinin dışarıya gönderilmesine aracılık etmişti. Böylece, yaşamasına bol bol yetecek parası vardı. Gidişinden bir ay sonra, harem ağalarından biri, karılarıyla ailesini alıp götürmek için İstanbul’a geldi. Bu haberi duyan Amerikalı bir empresaryo, İngiliz Elçiliğine telgrafla başvurdu. Bu telgrafta şöyle deniliyordu:

“Eski Sultan’ın karılarına New York Hipodromunda iş bulunabilir. Beni, bu kadınları sağlayabilecek kişilerle temasa geçirmenizi saygı ile dilerim.”

“Kral George V, bu mesaj kendisine okununca epey eğlendi…” (Aktaran: Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yayınevi 1995, s. 210-211)

Vahdettin’in cenazesi bile 1 ay kadar borçlar nedeniyle alınıp defnedilemez. Sonra bir yerlerden para bulunarak defnedilir.

Evet, acıklı bir son.

Ama hayınlara yakışan bir son.

Hayınların ortak davranışları ve sonları böyledir.

Halka ihanet böyledir. İhanetlerini ya açıktan, ya makyajlayıp gizlice ve sinsice sürdürürler. İhanetin biri de, bini de birdir dedik. Çünkü koltuktan düştükleri anda silinip atılacaklarını bilirler ve bu yüzden de hayınlıkta sınır yoktur onlar için artık. Kendi halkına karşı her kötülüğü yapabilirler.

Bugünün Kaçak Saraylı’sına gelince…

Bugünün Kaçak Saraylı’sı yaklaşık 20 yıldan beri ihanetini sürdürmeye devam ediyor.

Cumhuriyet’e karşı emperyalistlerin desteğiyle elinden geleni yaptı, yapıyor. Orduyu “İslam Ordusu”na dönüştürüyor, yargıyı AKP yargısı yaptı, eğitimi, sağlığı, ekonomiyi, tarımı, doğal kaynaklarımızı, ulusal üretim tesislerimizi bitirdi, damadıyla hazineyi çökertti, ülkeyi görülmemiş boyutta dış borca soktu. Tarikatları hiç olmadığı ölçüde destekliyor. Ortadoğu’da emperyalist oyununu sürdürüyor; tıpkı Vahdettin’in Hilafet Ordusu gibi, Esad’a karşı çapulcu katiller sürüsünü ordulaştırıyor ve faturasını halkımıza ödetiyor. Şimdi pandemi döneminde de AKP kongrelerinde Hülooğ’cuları veya dinle kandırdığı insanlarımızı kapalı mekânlara “lebaleb” (tıklım tıklım) sıkıştırarak ihanetini başka türlü de sürdürüyor.

Hâlâ halkımızı kandırabiliyor. Din bezirgânlığı ve emperyalist desteği sayesinde… Kendisini baştan beri uzun bir süre destekleyen “yetmez ama evet”çi liboş tayfa, gemiyi terk etmeye başladı. Artık onlardan da hayır gelmez. Din bezirgânlığı da tutmaz hale geliyor.

Emperyalizm mi?

Bugün var, yarın yok. İşte Vahdettin’in sonu ortada. Bugünün Kaçak Saraylı’sının sonu da benzer olacaktır. İsviçre bankalarındaki milyarlar da ne kendisini, ne ailesini kurtarmaz. Bir tekme de emperyalistler vuracaktır.

Bugünün Kaçak Saraylı’sı bunun için koltuğa sımsıkı yapışmış durumda ve her hayınlık beklenir kendisinden. Halkımız bu gerçeği gördüğü an işi bitiktir.

Yazımızı, Ataol Behramoğlu’nun tarihimizde ve son 20 yıldaki bütün bu hayınlıkları görmeyip uzun süre Kaçak Saraylı’yı destekleyen liboş tayfasına yönelik “Ne Çok Hain” şiiri ile bitirelim.

 

Ne Çok Hain

 

Sizinle galiba arkadaş filandık

Işıklı günlerinde gençliğimizin.

Hayalleriyle kanatlanırdık

Gelecek, güzel Türkiye’nin.

Fakat nasıl da değiştiniz birden

Arınıp bütün o düşlerden

Buzlu sularında bencilliğin.

Ne çok hain.

 

Hayır, belki de değişmediniz,

Aslınız belki de buydu sizin.

Sadece zamana ayak uydurdunuz

Ortak ateşinde ısınıp gençliğin.

Sonra neyseniz o oldunuz

Asıl kimliğinizi buldunuz

Uşağı oldunuz zalimin.

Ne çok hain.

 

Şimdi giydiğiniz her şey markalı

Tadını aldınız zenginliğin.

O fotoğraflar parkalı markalı

Uzak bir anısı oldu geçmişin.

Fakat yine de yeri geldikçe

El atıp eski albüme

Kullanıyorsunuz reklam için.

Ne çok hain.

 

Aynı arsız kibir suratlarınızda

Erkeğinizin dişinizin.

İçim bulanıyor karşıma çıktıkça

Ekranlarında TV’lerin.

Kiminiz yeni yetme faşist çığırtkan

Kiminiz kaşarlanmış sırtlan,

Sanırsın kardeşi vampirin.

Ne çok hain.

 

Yoksul aile çocuklarıydınız

Orta halli, belki zengin.

Soyluydu sizden anneniz babanız,

Sade yurttaşları Cumhuriyet’in.

Siz hangi piç köklerden türediniz,

Kimsiniz, neden böylesiniz

Nasıl boğuldunuz içinde ihanetin.

Ne çok hain.

 

Zaman geçer, devran döner

Yıkılır sarayı, zindanı zalimin

Efendi uşağını terk eder

Gereği kalmayınca hizmetin

Hele azıcık da diklendiniz mi

Yersiniz kaçınılmaz tekmeyi

Hadi, sıkıysa diklenin

Ne çok hain

 

Kimliksizler, omurgasızlar

Hedefisiniz şimdi lanetin.

Ne hizmetinde olduğunuz iktidar

Ne sahte parıltısı şöhretin

Kurtaramayacak sizi bu lanetten,

Halkın içinde yükselen nefretten,

Artık hiç değilse susmayı deneyin.

Ne çok hain.

 

                                Ataol Behramoğlu