İşkenceci ABD!
M. Gürdal Çıngı
Sınıflı Toplum; insanları, insanlıktan çıkartıyor. İnsanlık dışı varlıklara, dördüncü tür dediğimiz varlıklara dönüştürüyor. Şu ırktan bu ırktan, şu cinsiyetten bu cinsiyetten, şu yaştan bu yaştan; şu meslekten bu meslekten fark etmiyor; başkanlarından cumhurbaşkanlarına, başbakanlarından başkan yardımcılarına, bakanlarına, direktörlerinden bürokratlarına, erinden generaline kadar hiçbir şey fark etmiyor, hepsini dönüştürüyor. Hem de öyle bir dönüştürüyor ki…
Gözlerini at gözlüğüyle bağlıyor, beyinlerini-düşüncelerini esir alıyor, vicdanlarını-insanlıklarını-ahlâklarını yitirtiyor ve insanlar ne yaptıklarını ne ettiklerini göremez, algılayamaz hale geliyorlar.
Örneğin, yazımızın konusu olan “İnsanlık Suçu” işkenceyi yaptırtıyorlar ama bunu; “ahlâki görev”, “vatanseverlik”, “yurtseverlik” olarak adlandırıyor ve utanmadan savunuyorlar, savunabiliyorlar…
Bunu (İşkenceyi) bugün, çağımızda en çok ABD Emperyalistleri yapıyor. Bu işi bir zamanlar, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” İngiltere yapardı. Dünyanın başhaydut devleti oydu. Bu niteliğini yitireli ve Uluslararası Emperyalizmin ağababalığını, jandarmalığını, haydutluğunu ABD’ye teslim edeli beri, bu işi ABD yapıyor, ABD’liler yapıyor.
Ne yapıyorlar?
İnsanın insanı ezmesine, sömürmesine, zulmetmesine, vurgun ve talana dayanan sınıflı toplum, egemen sınıflarının-zümrelerinin sınıf çıkarlarını korumak için, ülkelerin yeraltı ve yerüstü servetlerini yağmalamak, kendi ülkelerine götürüp gitmek ve kendi kârlarına kâr katmak için işgal ve ilhak ettikleri, yağmaladıkları ülkelerin insanlarına insanlık dışı olan işkenceyi uyguluyorlar ve yaptıklarını da savunuyorlar. Ve işkencenin her türlüsünü yapıyorlar.
Dünyanın her yerinde, yedi iklim dört bucağında yapıyorlar. Kimi zaman açıktan, kimi zaman gizli yapıyorlar. “Resmi” kurumlarda da yapıyorlar, “gizli” evlerde de yapıyorlar. Nasıl, nerede işlerine geliyorsa orada yapıyorlar. Ve bunu hep yapıyorlar. Yani şu ya da bu zaman değil, her zaman yapıyorlar… Yani devletlerinin ana politikası budur.
Bugünkü ABD’yi oluşturan Kıta Avrupa’sından gelen Batılıların Amerika Kıtası’ndaki yerli halklara yaptıkları daha dün gibi ortada. Neredeyse bütün bir kıtada yerli halk bırakmadılar. İşkencenin her türlüsünü uyguladılar vahşice, acımasızca. Sadece insanları değil, hayvanları ve doğayı da acımasızca, vicdansızca katlettiler.
Çıkarttıkları İki Emperyalist Paylaşım Savaşıyla on milyonlarca insanı katlettiler. On milyonlarcasını sakat bıraktılar. On milyonlarcasını yerlerinden yurtlarından ettiler.
Sonra yağmalamak için girdikleri Afrika’nın, Asya’nın ve diğer kıtaların halklarını da acımasızca işkencelerden geçirdiler. Vatanlarını savunan devrimcileri, yurtseverleri en aşağılık insanlıkdışı işkencelerden geçirdiler.
ABD Emperyalist Ordusunun Vietnam’da yaptıkları işkenceleri yazmak bile insanın içini acıtır. Kalem varmaz yazmaya.
Afganistan’da; özellikle Kabil’deki Bağram, Kandahar’daki, Gardez’deki vd. üslerinde yaptıkları işkenceler belgeli.
Irak’ta başta Ebu Garip Cezaevi’nde ve diğer cezaevlerinde ve askeri üslerinde, sapık, esrarkeş, insanlıktan çıkartılmış paralı ABD askerleri, buralardaki tutsaklara insanın aklına hayaline gelmeyecek işkence metotları uygulamışlardır. Üstelik de kimi zaman bunu Kadın askerlerine yaptırtmışlardır bilerek ve isteyerek. Böylece Müslüman erkekleri aşağılamışlardır. Dinleriyle, İslamiyet’le dalga geçmişler ve Kur’an’ı yakmış, parçalamış, tuvalete atmışlardır inançlarıyla oynayarak tutsaklara diz çöktürmek, teslim almak için…
CIA’nın, Avrupa, Kuzey Afrika, Asya ya da Ortadoğu’da; Fas’ta, Polonya’da, İtalya’da, Romanya’da vb. yerlerdeki gizli işkence evlerinde “Olağanüstü Gözaltı Programı” (Extraordinary Rendition Program) ile yaptıkları işkenceleri de bir an bile unutmak mümkün değil insan olan için…
ABD Başkanları işkence savunucusudur, işkenceci sevicidir!
Çok eskiye gitmeyelim. Yakın zamandaki ABD Başkanlarına baktığımız zaman; George W. Bush’tan Barack Obama’ya, Donald Trump’a işkenceyi açıkça savunduklarını görüyoruz. Ve işkencecileri de hem savunduklarını hem de onları koruyup kolladıklarını görüyoruz. Onların yargılanmalarını önleyici yasalar çıkarttıklarını biliyoruz.
Eski ABD Başkanlarından “2002 Nobel Barış Ödülü sahibi Jimmy Carter (…) Bush yönetiminin işkenceye başvurduğunu düşünüp düşünmediği yönündeki bir soru karşısında (…) “Bush yönetiminin işkenceye başvurduğunu düşünmüyorum, işkenceye başvurduklarını kesin olarak biliyorum” dedi.”
Bu konuda Bush ne diyordu kendini savunmak için?
“Sorgulama metotları nedeniyle eleştirilen uygulamaya “Amerikalıları korumak için” başvurulduğunu söyleyen Bush, “Bu hükümet insanlara işkence yapmamaktadır” demişti.” (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/abd-iskence-yapiyor-7464295)
Yani işkence, işkence değilmiş Bush’a göre…
Aynen Carter gibi, Başkan Barack Obama da işkence yaptıklarını itiraf ederek, bu konuda, geçmiş dönemi ve geçmiş Başkan George W. Bush’u suçladı. Şunları söyledi:
“11 Eylül’ün hemen ardından bazı şeyleri yanlış yaptığımız doğru ancak doğru şeyler de yaptık. Değerlerimize aykırı bir şekilde bazı insanlara işkence yaptık.”
“Biz çizgiyi aştık ve bunu da kabul etmek gerekir. Ve bizim yapmamız gereken bir ülke olarak bu sorumluluğu gelecek adına üstlenmek zorundayız.” dedi.
“Obama ‘ancak ülkeyi hedef alabilecek yeni saldırıların olabileceği endişesiyle hareket eden güvenlik kuvvetlerinin, o zamanın koşullarında çok büyük baskı altında olduklarının altını çizdi’ ve Amerikalılardan, 2001 yılını izleyen zorlu koşullar altında görev yapan ve ‘gerçek yurtseverler’ diye tanımladığı bu kişilere önyargıyla bakmamasını istedi.” (https://www.amerikaninsesi.com/a/obama-iskence-yaptik/1970117.html)
Obama, yukarıdaki açıklamasında kendisinden önceki Başkanı suçluyordu. Ama kendi döneminde de ABD’nin ünlü “FİSA Mahkemesi”nin kararıyla, “Yurtseverlik Yasası”nın 125. maddesine dayanarak, başta kendi ülkesi olmak üzere, dünyanın her yerindeki herkesi dinleme izni verdi. Yani herkesi izleyebilir, gözleyebilirlerdi. Ve gerektiğinde her türlü önlemi alabilirlerdi, terörü önlemek bahanesiyle. Buna işkence de dahildi tabiî ki… Ve Obama’lı yıllarda bu onlarca, yüzlerce kez yapıldı.
Şu andaki Başkan Donald Trump bu konuda da en açık sözlü olanlardan birisi.
“ABD Başkanı Donald Trump, (…) su işkencesinin “işe yaradığına” inandığını söyledi ve “Ateşe karşı ateşle savaşmalıyız” dedi.
“ABC televizyonuna verdiği televizyon röportajında, ‘ABD’yi güvende tutmak istediğini’ söyleyen Trump, “IŞİD insanları vururken ve Ortadoğu’da Hıristiyan oldukları için insanların kafasını keserken, Ortaçağ’dan bu yana duyulmamış şeyler yaparken su işkencesi konusunda güçlü duygularım var mı? İstihbaratın en tepesindeki insanlara sordum. İşe yarıyor mu? İşkence işe yarıyor mu? Evet, kesinlikle” diye konuştu.” (http://www.bbc.com/turkce/38755869)
Başkanları böyle olunca…
Sadece Başkanları mı işkence sever, işkenceci sever ABD’nin?
Hayır.
Başkan yardımcıları, bakanları da, bürokratları da, komutanları da işkence sever ve işkenceci severdir.
Örneğin Başkan Yardımcısı Dick Chaney: “Su tahtası yöntemini kullandık”, diyerek itiraf ediyor yaptıkları işkenceleri:
“Konuya daha ayrıntılı bir açıklama getiren Amerika Birleşik Devletleri Eski Başkan Yardımcı Dick Cheney, ‘Su tahtası’ yöntemini kullandık. Bu ülkemizi diğer olası saldırılara karşı savunabilmek için gerekliydi. Bu işkence değil. Biz işkence yapmıyoruz. Herhangi birinin bizim kanunlarımız ya da sözleşmeden doğan yükümlülüklerimizi ihlal ettiğini kabul etmek için hiçbir neden görmüyorum” ifadelerini kullanmıştı.” (https://www.dw.com/tr/obama-i%C5%9Fkenceyle-m%C3%BCcadelede-kararl%C4%B1/a-4026301)
Bakın; “Geride bıraktığımız 20 yıl boyunca, tutukluların Amerika tarafından sorgulanmaları sırasında, işkence görmüş olması, tarihimizin en kara dönemidir” diye bir itiraf da Senato Silahlı Hizmetler Komisyonu Başkanı John McCain’den geliyor. (https://www.amerikaninsesi.com/a/cia-baskanligina-aday-gosterilen-gina-haspel-kim/4297336.html)
Ya Trump tarafından CIA Direktörlüğüne getirilen ilk Kadın olan Gina Haspel nasıl birisi?
“CIA Direktörlüğüne getirilen ilk kadın olan Gina Haspel, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ‘terör zanlılarının’ kaçırılması, ‘kara delik’ denilen merkezlerde esir alınması ve işkenceden geçirilmesi programının kilit ismi.
“CIA’ya 1985 yılında katılan, geçen yıl CIA Direktör Yardımcılığına atanan Haspel, CIA’nın ABD dışındaki ilk kez 2002’de Tayland’da kurduğu ‘hapishanenin’ başına getirilmişti.
“2002 yılında Tayland’daki ‘kara delikte’ terör zanlısı iki Suudi Arabistan vatandaşına işkence yaptırıp daha sonra, 2005 yılında işkencenin video kayıtlarını yok ettiği haberi medyada geniş yer bulmuştu.
“Kanıtların yok edilmesi yoluyla ABD Kongresi’nin işkence programıyla ilgili kamuoyunu bilgilendirmesi de engellendi.” (https://tr.sputniknews.com/avrupa/201803131032620936-iskenceleriyle-meshur-yeni-cia-direktoru-gina-haspel-icin-ab-de-gozalti-talebi-var/
Yani?
Gördüğümüz gibi, ABD; devlet olarak, örgütlü yapı olarak işkence sever, işkenceci sever, işkencecileri kollar. Çünkü onlara o görevleri bu yapı vermiştir.
Bunun örneklerinden birisi geçtiğimiz günlerde medyada geniş bir şekilde yer aldı. Reuters Ajansı’ndan Mike Theiler’in 22 Ocak tarihli haberi şöyle:
***
“CIA’in işkence programını geliştiren psikolog, Guantanamo’da tanık kürsüsüne geçti: Vatansever olarak ahlaki görevimdi
BM sözleşmelerinde ‘işkence’ olarak tanımlanan yöntemlerin ABD’nin Guantanamo ve benzeri gözaltı merkezlerinde esirlere ‘pekiştirilmiş sorgulama programı’ adı altında uygulanmasının mimarlarından biri, Guantanamo’da bu programla ilgili görülen davada tanık olarak ifade verdi: “Bugün kalkar ve yine yaparım. Ahlaki görevimdi.”
11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ‘pekiştirilmiş sorgulama programı’nın geliştirilmesinde rol alan CIA’in eski sözleşmeli psikologu James E. Mitchell, her şeyin olup bitmesinin üzerinden 15 yıldan uzun süre geçmişken, Guantanamo’da tanık kürsüsüne çağrıldı.
(Burada bir parantez açalım ve “Pekiştirilmiş Sorgulama Programı” denen şeylerin neler olduğunu aktaralım: Tutukluları su altında tutarak havasız bırakma-waterboarding; bu yöntemde, eğimli tahta üzerine ayakları yukarı gelecek şekilde sırtüstü yatırılıp, elleri ayakları bağlanan kişinin yüzüne sürekli su dökülerek boğulma hissi yaratılıyor – küçük kutulara koyma, fiziksel şiddet, zanlıların uyumalarına izin verilmemesi ve hipotermi, yani aşırı soğuğa maruz bırakılması, kırık ayakla ayakta bekletilmekten “walling” olarak bilinen şüphelinin kontrplak duvara çakılması vb. gibi çok çeşitli sorgulama teknikleri. – M. Gürdal Çıngı)
Bizzat uygulamışlığı var
11 Eylül’ün beyinlerinden olmakla suçlanan Halid Şeyh Muhammed’e su altında boğulma hissi yaratan ‘waterboarding’ işkencesini bizzat tatbik etmiş olan James E. Mitchell’ın karşısında kendi geliştirdiği işkence tekniklerinin uygulandığı beş esir vardı.
‘İşkence etkisi altında verilen ifade kanıt sayılamaz’
Ölüm cezası talep edilen 11 Eylül davasının sanıklarından olan beş esir, bu mahkemeden, Guantanamo’ya geldikten sonra FBI’a verdikleri ifadelerin kanıt olarak kabul edilmesinden vazgeçilmesini talep ediyor.
Taleplerini CIA tarafından gözaltında tutulurken geçirildikleri işkenceler yüzünden kendilerinden istenilenleri söylemek zorunda kalmalarına dayandırıyor.
Mitchell ise tanık sandalyesinde 11 Eylül kurbanları ile ailelerinin hayrına orada bulunduğunu söyledi.
‘Amerikalıların hayatları, teröristlere verilen rahatsızlıktan daha önemli’
“Gerekliydi” diye söz ettiği programın nasıl ortaya çıktığını anlatırken duygusallaşan psikolog, ‘kendi tasarladığı teknikleri bizzat icra etmenin vatanseverlik görevi olduğu sonucuna vardığını’ dile getirdi.
Gözleri dolarak ve sözleri boğazına takılarak “Bugün kalkar ve yine yaparım. Ahlaki görevim olan Amerikalıların hayatlarını korumak, bize karşı gönüllü şekilde silaha sarılan teröristlerin çektiği rahatsızlıktan çok daha ağır basar” dedi.
‘Kaide’nin ABD’ye yeni bir uçaklı saldırı ya da nükleer saldırı düzenleyeceği korkusuyla’
Sanıklara ithafen, “Siz yıllardır bana ve Dr. Bruce Jessen’e karşı gerçek olmayan ve kötü niyetli şeyler söylüyorsunuz” ifadelerini de kullanan Mitchell, waterboarding ve diğer ‘zorlayıcı fiziksel baskı’ yöntemlerinin Kaide’nin ABD’ye yeni bir uçaklı saldırı ya da nükleer saldırı düzenleyeceği korkusunun hakim olduğu ortamda geliştirildiğini anlattı.
Her türlü işkenceden geçen, yargılanmayan süresiz esir
Pakistanlı Halid Şeyh Muhammed, Mart 2003’te Dr. Mitchell’ın de içinde yer aldığı bir ekip tarafından tam 183 kez ‘waterboarding’ işkencesinden geçirilmişti. Bunun ardından verdiği ifadede bir tek ‘New York’taki Empire State binasına çıplak elle tırmandım’ demediği kalmıştı.
Dr. Mitchell’ın ilk ‘waterboarding’ uyguladığı esir olan Ebu Zubeyde, aynı zamanda, uykusuz bırakmaktan kutuya kapatılmaya ve duvara sıkıştırılmaya uzanan ‘pekiştirilmiş sorgulama programının’ tamamının uygulandığı ilk esirdi.
Bugüne dek hiçbir suçla itham edilmemiş, hiçbir savaş mahkemesine çıkarılmamış olan Filistinli Ebu Zubeyde, Guantanamo’da ‘süresiz esir’ olarak tutuluyor.” (https://tr.sputniknews.com/abd/202001221041231333-ciain-iskence-programini-gelistiren-psikolog-guantanamoda-tanik-kursusune-gecti-vatansever-olarak/)
***
Gördüğümüz gibi, geliştirdiği tekniklerle bizzat uyguladığı işkenceler için ne diyor psikolog James E. Mitchell savunmasında?
“Vatanseverlik”, “ahlâki görev”, “bugün kalkar ve yine yaparım”…
İşte yukarıda da söylediğimiz gibi, böyle yüce kavramlarla beynini yıkıyor insanlarının emperyalist devletler. Böyle insanlıktan çıkartıyor. Böyle vicdansız bir hale dönüştürüyor…
Bu insanlık dışı işkencelerin programcıları (tasarımcıları) ve uygulayıcıları bir de ne yapmışlar?
“İşkence satarak” 81 milyon dolar kazandılar
!Guardian gazetesinin konuyla ilgili haberine göre, ABD’de bir zamanlar hava kuvvetlerinde hizmet yapmış iki psikologun 2002’de CIA tarafından sert sorgulama teknikleri geliştirmek üzere görevlendirildiği ifade edildi.
“Günde bin 800 dolar (yaklaşık 10 bin TL) gibi bir ücret alan bu kişiler, 2005’e gelindiğindeyse, “karanlık sahalarda” ve gizli gözaltı tesislerinde güvenlik güçlerinin ve sorgu görevlilerinin çoğunun uyguladığı tekniklerin arkasında yer alan özel bir şirket kurdu. Büyük meblağlar kazanan şirket, sözleşmesinin feshedildiği 2009 öncesine kadar verdiği hizmetlerden 81 milyon dolar (yaklaşık 478 milyon TL) kazandı.” (https://www.independentturkish.com/node/120136/d%C3%BCnya/cia-i%C5%9Fkence-tekniklerinin-mimarlar%C4%B1-ilk-kez-ifade-verecek)
Yani onların yaptıklarının bir de ar değil kâr yönü var, yine gördüğümüz gibi…
E, bunlar hep böyle. Bunların biricik Tanrısı, Para Tanrısıdır. Onsuz bir şey yapamazlar…
Bu işkenceleri programlayan, yapan Jessen ve Mitchell yargılanmaya başlayınca, CIA’nın sözleşmeli elemanları olarak çalıştıklarını ve “(…) sorgulama programının CIA’nın kontrolü altında olduğunu ancak CIA yetkililerinin dokunulmazlığı olduğu için yargılanmalarının mümkün olmadığını söylüyor”lar savunmalarında. (https://www.amerikaninsesi.com/a/haziran-22-amerikan-basinindan-ozetler/3911464.html)
Yani bir bakıma da, biz kullanıldık, diyorlar.
Bu insanlık düşmanları bakın bilimi de nasıl kullanmış işkencede:
‘ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK’ TEORİSİ DE KULLANILDI
“İki psikanalistin ünlü psikolog Martin Seligman’ın “öğrenilmiş çaresizlik” teorisini de kullanarak tutukluların daha uysal olmalarını sağladıkları tespit edildi.
“Ortaya çıkan bilgilere göre tutuklular uzun süre işkenceye maruz bırakılarak bulundukları hapishanelerden kaçma veya işkenceye direnme isteklerini kaybettirildiği ve böylece CIA’nın dediklerini yapmaya daha çok razı duruma gelmeleri sağlandı.” (https://tr.sputniknews.com/abd/201706241029020922-cia-iskence-yontemlerine-bush-doneminde-81-milyon-dolar-odemis/)
CIA’nın işkence yöntemleri sadece yukarıda sayılanlar mıdır?
Hiç olur mu öyle şey… Onlarda işkence yöntemleri binbir türlüdür. Dünyanın her yerinden işkence tekniklerini ararlar, bulurlar, kendileri yeni yeni işkence teknikleri geliştirirler. Bunlardan birisi de şudur:
“CIA’nın tutukluları ilaçla sorgulama projesi ortaya çıktı
“(…)
“Project Medication” olarak bilinen projenin detayları, Amerikan Sivil Özgürlükler Sendikasının “Bilgi Edinme Hakkı Yasası” kapsamında mahkeme kararıyla elde ettiği “Sağlık Hizmetleri Ofisinin Gözaltı, Tutuklama ve Sorgulama Programına Katılımı Konusunda Sağlık Bakanının görüşleri” başlıklı raporda yer aldı.
“(…)
“Amerikan Sivil Özgürlükler Sendikası Avukatı Dror Ladin, raporla ilgili açıklamasında, rapordaki en çarpıcı konunun CIA doktorlarının işkence yöntemlerine isteyerek katılması olduğunu belirtti.” (https://www.aa.com.tr/tr/dunya/cianin-tutuklulari-ilacla-sorgulama-projesi-ortaya-cikti-/1311588)
Gördüğümüz gibi, ABD’nin başkanları, başkan yardımcıları, bakanları, bürokratları, psikologları, doktorları vb.leri hep işkenceci, işkenceci severler.
Komünistler işkence yapmaz! Yaptırmaz!
Ya devrimciler? Ya komünistler? Onların başkanları ne der işkence konusunda? Ne düşünür? Ne yaparlar?
Küba’nın Devrimci Önderi Fidel, 2004 1 Mayısı’ndaki konuşmasında işkence konusunda, biz komünistlerin adına, şunları söylüyordu:
“Bizi insan haklarını ihlal etmekle suçlayan eşkıyaların, Küba’nın tek bir kişinin bile kaybolmadığı dünyadaki tek ülke olduğunu -halkımızın ne büyük başarılar elde ettiğine bakın-, 45 yıllık Devrim boyunca tek bir kişinin bile işkence görmediğini söylemeye cesaretleri yoktur (Alkış).
“Bizler, tek bir hükümlünün bile vurulmadığı ya da bilgi almak için dövülmediği Sierra Maestra’da verdiğimiz savaşım kadar temiz bir Devrim gerçekleştirdik. Burası ölüm mangalarının hiçbir zaman var olmadığı, yargısız infazın gerçekleşmediği yegâne Latin Amerika ülkesidir ve bu 45 senedir böyledir. Eğer imparatorluğun ve onun destekçilerinin engerek dilleri bizi itham edecek tek bir vaka bulabilirse, yalnızca tek bir vaka bulabilirse, onlara Küba Cumhuriyeti’ni hediye olarak sunmaya hazırız (Alkış).
“Gerçek budur; abartmıyorum, bilakis. Bu 45 sene boyunca ne yaptığımızı, savaşı kazanmamızı ve 45 senedir savunduğumuz bir devrimi hayata geçirmemizi sağlayan ilkelerimiz sayesinde koruduğumuz tereddütsüz çizgiyi biliyoruz biz. (…) Bizim halkımızdan daha yüksek bir kültür düzeyine, daha yüksek bir siyasi bilince sahip bir halk bulunmamaktadır. Ve bu sadece başlangıçtır (Alkış).”
Biz komünistler buyuz!
Biz komünistler insanlığını vicdanını, ahlâkını temsil ediyoruz!
Biz komünistler insanlık timsaliyiz!