Keşke Çocuk, ah keşke…
Keşke başarabilsek çocuk… Umutlar gerçek olsa ve “Dünyayı size versek kocaman bir elma gibi, sıcacık bir ekmek somunu gibi…”
Karnı aç olanınızın bile, kendini korumaya bile yetmeyen o ufacık, masum elleriyle ekmeğini nasıl paylaştığını, sonra el ele ne güzel oyunlar oynadığınızı, koşup coştuğunuzu izlesek sadece yemyeşil kırlarda… Tüm dünya size kalsa, biz boynumuza asılı utanç madalyamızla, öylece bakakalsak peşiniz sıra.
Sonra… Sonra bir film açsanız “kendinizi izleyin” dercesine tüm insanlığa. Savaşlarda size layık gördüklerimizi, çöpleri karıştırırken bulduğunuz bir ekmeği, neden çöpte ekmek varken hâlâ aç çocuklar var diye hiç ama hiç sorgulamadığımızı, metrobüste mendil satarken tanımadığınız bir dize başınızı koyup uyuyakaldığınızı izlesek… “Onca Yoksulluk Varken” adıyla kitaplar yazılıp okunadursun, üstü başı yırtık bir çocuğu izlesek, bir köpeği hasret kaldığı içten bir sıcaklıkla sarmalayıp kucakladığını görsek… Aç bir kartalın, açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun bedenini yemek için beklediği o ödüllü meşhur fotoğraf gelse ekrana… Utancımızdan kıvranmaya başlasak, ama film daha yeni başlasa…
Bir parça kauçuk uğruna, az çalıştığı ya da isyan ettiği gerekçesiyle çocuk işçilerin ellerini kestiren Belçika Kralı gibi doyumsuz sömürgeciler başta gelmek üzere, çocuklara karşı suç işleyen hayvan ruhlu insanlar bir bir sahneye çağrılsa siz melekler tarafından; ekmek almaya giderken vurulan Berkin’in katilleri, organ mafyaları, uyuşturucu tacirleri, çocuklarını kendi elleriyle fuhuşa sürükleyen babalar ve anneler, sapıklıklarını dinle örtmeye çalışan tarikat şeyh ve müritleri, gölgesinde oynayacak bir tek ağaç bırakmayan doğa katilleri… bir dokunuşunuzla yok olsa, dünya ancak o zaman size layık olur, bilirim. Bütün bu suçları işleyenlerin yüreğinde bir damla çocuk sevgisi yokken ve bir çocuğu sevebilmekle başlıyorken insan olabilmenin alfabesi, bu dünyayı size layık görmek, tüm bu suçlara ortak olmaktır, bilirim…
“Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok, ruhunuzu satmayın yeter.” diyor ya hani N. Mandela, keşke Çocuk, ah keşke, dünyayı hep ruhu çocuk kalabilenler yönetse… “Diğerleri lüks otomobillere binebilsinler diye, neden bazı insanlar çıplak ayaklarıyla yürümek zorundadır?” diyerek dünyanın herhangi bir yerindeki bir yetimin hakkının yenmesine isyan etmezdi Fidel Castro o zaman. Ayaklar hiç üşümez, hiç kanamazdı… Sadako Sasaki adlı bir çocuk vardı bir zamanlar Japonya’da. ABD’nin Hiroşima’ya atom bombası atması sonucu binlerce çocukla aynı kaderi yaşamış ve kanser olmuştu. Kâğıttan Bin Turna Kuşu efsanesi der ki: “Bir insan kâğıttan 1000 Turna Kuşu yaparsa dileği kabul olurmuş.” Ne yazık ki bu küçük Japon kız, kâğıttan 644’üncü turnayı katlarken öldü. Sadako’yu öldürenlerin de çocukları vardı elbette ama, dünyaya hâkim olma hırsı, onların da gönül gözünü kör etmişti…
Irkı, dili, dini, göz rengi fark etmeksizin binlerce çocuk “Çığlığım Gözlerimde” dedi ama duyan olmadı. O gözlerde hep kan ve gözyaşı vardı… O gözlerde kulakları sağır eden sessiz çığlıklar vardı…
Size özeniyor büyükler, “Büyüğüm ben, çocuklar var içimde” dizelerini yazıyor mesela bir şair, bu kirli dünyanın kirli ruhlarından arınmak istercesine… Kendimizi bu pisliklerden korumayı bu denli istiyorken, sizi koruyamamanın verdiği acıya ve utanca birer kılıf buluyor ve dilimiz lal, gözümüz kör, ruhumuz ölü yaşayıp gidiyoruz. Sonra hastalıklı ruhlarımızla anne olup “Bebeğime ısınamadım.” diyebiliyor ve ölsün diye damardan çamaşır suyu enjekte edebiliyoruz mesela. Ve bilsek de unutuveriyoruz, bunu yapan anne de bir zamanlar çocuktu. Hatayı ne zaman yapmıştık? Neden masum bir ruh, bir canavara dönmüştü? Suçlu kim?.. Baba olup yavrularımızın ırzına geçebiliyor, onu satabiliyoruz Elmalı’da, Afşin’de, Tokat’ta… O masum çocukları diri diri mezara gömüyor, eline bir kurşun kalem verip utancın resmini yap diyoruz!!!
Bu kısır döngü devam ediyor, yeni senaryolar yazılmak üzere izlettiğiniz film bitiyor ve ama dünya dönüyor, Güneş her sabah yeniden doğuyor. Keşke çocuk, Güneşi tutsam, dünyanın tüm çocukları üflese ve bir mum misali sönse güneş diyorum bu utancı yaşarken etimle, kemiğimle…
Sonra yine aynı şey oluyor; mademki bu imkânsız, mademki ben bir insanım, geriye iki satır kalıyor usumda sadece:
Yok öyle umutları yitirip karanlıklara savrulmak,
Aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak…
Nazım Hikmet
Bir Yoldaş