Site rengi

Tasarım

Osmanoğulları Soyunun, Ülkemizde “Ötmesini Bekledikleri Baykuşlar Ötemeyeceklerdir”!

27.11.2024
133
A+
A-

M. Gürdal Çıngı

Abdülhamid Kayıhan OSMANOĞLU

@osmanoglu_79

#17 Kasım 1922

Son Osmanlı Sultanı dedem Vahidüddin

İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı.

KAÇMADI! …

ÇIKARILAN BİR YASA İLE ZORLA GÖNDERİLDİ, SÜRGÜN EDİLDİ!…

“Madem kimse uğurlamaz bizi bu Limandan, İşte son Duam; Etmesin Mevlâm bizi Dinden İmandan…”

Böyle yazıyor X’te, Abdülhamid Kayıhan OSMANOĞLU adlı Çökkün Osmanlı artığı!

Utanmadan, sıkılmadan!

Tarihi gerçekleri yok sayarak yalan yazıyor!

Bir cümlede kaç yalan yazıyor!

Son Osmanlı Sultanı dedesi Vahidüddin İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmış. Çıkarılan bir yasa ile zorla gönderilmiş. Sürgün edilmiş.

Vay utanmaz vay!

Vay yalancı vay!

Vay ahlâksız vay!

Var ya inanan bir meczup kitle. Onlara yazıyor utanmaz, ahlâksız adam.

Tarih, sizin yalanlarınızla yazılmıyor!

Tarih, sizin uydurmalarınızla yazılmıyor!

Tarih, olay neyse onu yazıyor!

Tarih, gerçek neyse onu yazıyor!

Gerçek ne?

Deden, “Son Osmanlı Sultanı (…) Vahidüddin”, 17 Kasım 1922 günü ülkemizden kaçtı.

Hem de gizlice, korkakça kaçtı.

Kaçtı ve İngiliz Emperyalistlerine sığındı!

İngiliz Emperyalistlerinin Malaya gemisine binerek kaçtı!

Sen-siz, Çökkün Osmanlı artıkları, bir hayal peşinde koşuyorsunuz.

Hilafet ve Saltanat sahibi olduğunuz o geçmiş ve bir daha gelmeyecek-gelemeyecek olan günlerin özlemiyle Tarihin tekerleğini tersine çevirmek istiyorsunuz.

Beyhude çaba!

Osmanlı, deden de dahil, iyi ve kötü yanlarıyla, neyse o olarak Tarihteki yerini, çıkrıkla taş baltanın yanındaki yerini aldı.

Artık oradan çıkamaz!

Bunu, bu gerçeği, o küçücük aklınıza çelik bir mıh gibi çakın!

Bak, Mustafa Kemal, İnönü, Birinci Kuvayimilliyeci Atalarımızın düşmanı, Laik Cumhuriyet’in düşmanı Abdülhamid Kayıhan OSMANOĞLU adlı soysuz:

Aşağıda okuyacağımız satırlar, Türkiye’de tam metin olarak ilk kez yayımlanan bir kitaptan aktarma.

Kitap, Kronik Kitap’tan yayımlanmış. 1. Baskısı Ocak 2023’te yapılmış. Biz, Ocak 2024’teki 3. Baskısından aktarma yapacağız.

Kitabın orijinal adı: “Tim Harington Looks Back, 1940.”

Türkçeye: “Charles Harington- İşgal Orduları Başkomutanı-İngiliz Komutan Anlatıyor-İstanbul’da İşgal Yılları” adıyla çevrilmiş.

Kitabın “ÖNSÖZ”ünde şunlar yazıyor kitapla ve yazarıyla ilgili olarak:

“Eksiksiz, tam haliyle Türkçe olarak ilk kez yayınlanan General Harington’un hatıratının bir diğer özelliği de kişisel yorumlardan arındırılmış, arı halde sunuluyor olmasıdır.” (agy., s. 7.)

General Harington da anılarının 1. Bölüm’ünde kitabıyla ilgili olarak şunları yazıyor:

“ÇOCUKLUK, OKUL VE SANDHURST[1] YILLARI

“HAYATIMDA HEPİ TOPU BİR KİTAP YAZMIŞTIM. O DA Büyük Harp’te[2] Kurmay Başkanlığını yaptığım sevgili komutanım, Mareşal Lord Plumer’in hayatını anlattığım kitaptı. Doğrusu bir kitap daha yazmaya hiç ama hiç niyetim yoktu. Nitekim mutlu mesut geçen kırk yedi senelik devrenin sonunda, geçenlerde ordudan emekli oldum ve görevim boyunca başımdan sıra dışı tecrübeler geçtiğinden, yazmam için ısrar eden çok sayıda arkadaşımın hatırını kıramayarak o günleri bu kitapta anlatmayı kabul ettim. Anılarımı edebi bir dille kaleme almadım. Bu kitap, uzun ve dikkate değer bir hayatın dosdoğru nakledilen anılarından ibarettir” (agy., s. 9)

Yani kitap yorumları içeren değil, ilk elden yaşanan olaylara ilişkin somut bilgiler içermektedir.

Kitabın konumuzla ilgili bölümü, XII. Bölüm. “TÜRKİYE, MUDANYA VE ÇANAK[3] HİKÂYESİ” başlığını taşıyor.

General Harington’ın, Vahdedin’in Ülkeden-İstanbul’dan kaçışını anlattığı bölüm şöyle:

***

“TÜRKİYE, MUDANYA VE ÇANAK HİKÂYESİ

“1920 yılının Ekim ayında General (şimdi Mareşal Lord) Milne’nin[4] yerine geçmem için Savaş Bakanı Sn. Winston Churchill tarafından Konstantinopolis’e gönderildim. O sırada, olaylı geçecek üç yıllık bir döneme adım attığımın farkında değildim. Sevr Anlaşması imzalanmıştı. Konstantinopolis’teki kuvvetler (28. Tümen) altı tabur, bir süvari alayı ve birkaç topçudan ibaret bırakılacaktı ve benden anlaşmayı onaylattırmam bekleniyordu. Ayrıca İzmit’te komutam altında bir Yunan tümeni ve Boğaz’da Tarabya’nın karşısındaki Beykoz’da bir Yunan alayı vardı. Biz de Boğaz’da Alman Elçiliği’nin yanında, Krupp’un temsilcisine ait bir evde kalıyorduk. Tadına doyum olmaz bir yerdi, Karadeniz’in girişine de epey yakın sayılırdı. Yılın belirli günlerinde, erguvanlar açtığında Boğaz gerçekten harika bir hale bürünürdü. O zamanlar Konstantinopolis’teki yaklaşık on beş kilometrelik mesafedeki ofisime her gün “Yıldırım” adlı motorlu teknemle giderdim. Evimiz, savaş sırasında Goeben zırhlısının gizlendiği İstinye’nin hemen üstündeydi. Daha sonra 1922 yılında Mudanya’dan sonra Konstantinopolis’e H.M.S. “Iron Duke” gemisiyle dönerken Victoria Haçı sahibi Kaptan Nasmith (şimdi Amiral ve İkinci Deniz Lordu) bana o kıyılara vurmuş muhteşem denizaltı enkaz ve kalıntılarını göstermişti. Sör John de Robeck o sırada Yüksek Komiserdi ancak kısa süre sonra, Sör Horace Rumbold’ın yerine geçmesiyle Akdeniz Filosuna Başkomutan olarak dönecekti.” (agy., s. 113-114)

***

Lozan Konferansı’nın birkaç gün içinde başlaması ümit ediliyordu, ancak kendilerine daha iyi konaklama olanağı ayarlanması nedeniyle ertelendi. Keşke Mudanya’da bizim kaldığımız yerleri görselerdi. Konferans geç de olsa başladı ve Sör Horace Rumbold Konstantinopolist’ten oraya geçti; ancak çıkmadan önce bana, Sultan’ın hayatından benim sorumlu olmam gerektiğini ve işler ciddiye binerse, Sultan’ın bana, kendisine sonuna dek sadık kalacak olan bando şefi aracılığıyla, haber göndereceğini söyledi. Bando şefi, Sultan’ın eşlerinden birinin babasıydı.[5] Bir Çarşamba günü, Tümgeneral Hastings Anderson ve McHardy ile öğle yemeği yerken, Sultan’ın yaverinin ofiste olduğu mesajını aldım. Yaverlerimden birini gönderince, bu kişinin bando şefi olduğunu öğrendim. Bando şefi bize, saraydaki herkesin onlara ihanet ettiğini, yıllardan beri yanlarında olan Sultan’ın doktorunun bile onu yüzüstü bıraktığını söyledi. Sultan, bana bir mesaj göndererek hayatını kurtarmamı istemişti çünkü ertesi Cuma günü, Selamlıkta öldürüleceğini düşünüyordu. Doğal olarak Sultan’ı kaçırmakla suçlanmak istemiyordum, bu nedenle ilgili talebin yazılı olarak yapılmasını istemek zorundaydım. Böylece elimde, eski Sultan’ın kendi el yazısıyla Türkçe yazdığı ve kendi mührünü attığı iki harika belge oldu. Bu mektupları çerçevelettim. İlk mektubun çevirisi aşağıdaki gibidir:

 

İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Başkomutanı

Ekselansları General Harrington’a

BEYFENDİ,

İstanbul’da canımın tehlikede olduğunu düşünerek Britanya Hükümetine sığınıyorum ve en kısa zamanda İstanbul’dan başka bir yere naklimi talep ediyorum.

16 Kasım 1922

(İmzalayan) Müslümanların Halifesi

Mehmet Vahideddin

Kimse saraya yaklaşamadığından önümüzde zorlu bir engel vardı. Tuğgeneral Julian Steele ve Grenadier Muhafızlarının komutanı olan Albay Colston (şimdi Lord Roundhay) ile oturup Türkiye’nin son sultanını saraydan canlı olarak çıkarmak için ciddi planlar yapmaya başladık. Hemfikir olduğumuz plan, Sultan ve oğlunun, ona sadık kalan birkaç hizmetlisiyle birlikte cuma sabahı (sanırım 6 gibi) bahçede yürüyüşe çıkmasıydı. O sırada Grenadier Muhafızları kışla meydanlarında idman yapacaklardı ki bu meydanla Sultan’ın arka kapısı bitişikti. Ancak idmanları öyle düzensiz sürecekti ki kapının hemen dışında duran iki ambulansın yolunu kapatmış olacaklardı ve belirlenen anda kapı zorlanacak, Sultan ile oğlu ilk ambulansa, yanındakiler ve birtakım eşyalar da ikinci ambulansa bindirilecekti. Kapının her açıdan makineli tüfeklerle korunduğunu belirtmem gerek. Yaverim ve Muhafızlardan bir subay da dolu revolverleriyle ambulansta hazır bulunacaklardı. Güzergâh üzerine her köşede sabah yürüyüşüne çıkmış gibi görünen subaylar bekleyecekti. Makineli tüfekli askerlerle dolu kamyonlar, Türk saraylarından her birinin karşısında arızalanmış gibi yaparak konumlanacak, alarmı bekleyecekti. Silahlı 100 kuvvetli askerden oluşan denizci müfrezesi de talim yapmaları bahanesiyle Dolmabahçe’ye çıkarılacaktı.

Bilgilerin sızabileceği korkusuyla perşembe günü azami ihtimam göstermek zorundaydık. Yalnızca komutadaki subaylar bazı konularda fikir sahibiydi.

Cuma gelip çattı; Sultan’ı kurtarmaya gitmeden önce, sabah 4 sularında yumurta ve pastırma yediğimi çok iyi hatırlıyorum. O gün hava felaket bozdu, yağmur gökten boşalmış gibi yağıyordu. Askerler ve denizciler, subayların o sabah yürüyüşe çıktığını görünce delirdiklerini sanmış olmalılar. Sırılsıklam biri, sanırım bir Türk’tü, sabah işine yetişmeye çalışırken Yıldız Meydanı’na fazla yaklaşınca irice bir muhafız tarafından tutulup yoluna gitmesi için adeta fırlatılmıştı! Şu anda yazarken, şakır şakır yağan yağmur altında sabah yürüyüşüne çıkmış o subayların hepsi gözümün önüne geliyor. Sultan’ı tersaneden alıp kendi aracıma koyduktan sonra, Malta’ya nakledilmesi için H.M.S. “Malaya” gemisine bindirecektim. Saatlerce beledikten sonra Sultan’ı taşıyan ambulansın yolda tekerinin patladığını öğrendim! Neyse, önemi yoktu; Sultan sonunda geldi ve ben de onu H.M.S. “Malaya”ya teslim ettim. Teknede gemiye doğru yol alırken, bana hatıra olarak sigara tabakasını vermesini ümit ediyordum ancak ben bunu düşünürken Sultan bana bir anda beş eşinin sorumluluğunu yükledi ki bu beni epey telaşa sürükledi! Onları hiç görmedim, ancak o gittikten kısa süre sonra postane vazifesi yaptım. Sultan’ı daha sona San Remo’da görecektim. Gittiğimde onu aramış, o da bana son derece nazik ve minnettar davranmıştı. Ne tuhaftır ki San Remo’daki villasında tanıştığım ilk kişi onu terk eden doktordu. Konstantinopolis’ten onu uzaklaştırmamızın ardından dört saat boyunca kimsenin bir şeyden haberi olmadığını düşünüyorum. Hatta çoğu kişi her zamanki gibi onu görmek için öğle vakti Selamlığa gitmişti. Sanırım milliyetçiler onun gittiğini öğrendiklerinde son derece memnun oldular. Aşağıda, Sultan’ın Malta’ya vardıktan sonra bana yazdığı mektubun tercümesini bulabilirsiniz:

SAYGIDEĞER GENERAL,

İstanbul’dan ayrılmam sırasında bana göstermiş olduğunuz nezaket ve yardım beni son derece sevindirdi ve etkiledi.

Lütfen en içten teşekkürlerimi kabul edin. İstanbul’daki Saygıdeğer Deniz Kuvvetleri Başkomutanına ve H.M.S. “Malaya” Komutanı’na da nezaketlerinden dolayı teşekkürlerimi iletmenizi rica ediyorum.

20 Kasım 1922

(İmza) Mehmet Vahideddin

 

Yukarıdaki mektubun bir kopyasını da H.M.S. “Malaya”ya verdim. Aşağıya başka bir mektup ekliyorum:

Malta;

12 Aralık 1922

EKSELANSLARI,

Şimdiye kadarki hizmetlerinizden sonra size yeniden zahmet vermek beni üzse de ailemle doğrudan iletişimim olmadığından, ekteki mektupları mümkün olduğunca güvenli ve gizli biçimde adreslerine iletme ve size teslim edilebilecek yanıtlarını aynı güvenli ve gizli yoldan bana gönderme nezaketini göstermeniz tarafımdan büyük bir lütuf olarak değerlendirilecektir.

Size, mümkün olan en sıkı tedbirlere başvurmanız için yalvarmak zorundayım, nitekim kızım Sabiha Sultan’ın bana Malta Hükümeti aracılığıyla yönlendirdiğiniz mektubu, dışındaki zarf sağlam görünmesine karşın açılmıştı.

En derin saygılarımı ve teşekkürlerimi kabul etmenizi rica ederim. Hürmetlerimle.

(İmza) Mehmed Vahideddin Bin Sultan Abdülmecid

 

EKSELANSLARI,

Sör Charles Harington, G.C.B., K.C.M.G

Müttefik Kuvvetlerin Başkomutanı,

İstanbul

Aşağıdaki mektubu, Sultan’ın kaçışını gerçekleştirdikten sonra Lord Cavan’dan aldım.

4 Aralık

SEVGİLİ TİM,

Colston ile birlikte Ekselansları Sultan’ın kaçışını idareniz vesilesiyle Savaş Bakanı’nın iltifatlarını size iletme talimatı aldım.

Saygılarımla.

(İmza) Cavan

Veliahd Şehzade Abdülmecid, Sultan’ın yerine Sultan olarak değil Halife olarak geçti. Birlikte hoş vakit geçirilen biriydi. Türk sığınmacıları konusunda onunla önceden görüşme olanağım olmuştu ve ayrılırken bana imzaladığı son derece güzel bir fotoğraf vermişti.

Lozan Konferansı’nın sonu gelmiyordu.

İşte bu sıralarda, Lozan’daki Lord Curzon’dan aşağıdaki mektubu almam bana o dönemde son derece yardımcı oldu. (agy., s.139-140-141-142-143)

***

Ek 1

ASKERİ RAPORUMDAN ALINTI

(…)

  1. Bu dönemde Majesteleri Sultan’ın hayatı ve güvenliğiyle ilgili epey endişe ediyordum. Kendisini koruma görevi bana Müttefik Yüksek Komiserleri tarafından verilmişti. Ancak 16 Kasım 1922’de, İngiliz koruması için bana yazılı başvuruda bulundu ve iki gün sonra, Grenadier Muhafızlarının 2. Tabur’unun tertibiyle sarayından gizlice çıkarıldı ve H.M.S. “Malaya” gemisiyle Malta’ya götürüldü. Hassas bir görevdi ve ilgili kişilerce çok iyi yürütüldü. Sultan, yapılan düzenlemeler için minnetini ifade etti.” (agy., s. 261)

***

Gördüğümüz gibi, General Harington; somut isim, yer gün, saat vererek belgelerle kaçış olayının tamamını anlatıyor.

Konuyla ilgili objektif bir şekilde yazılmış tüm kitaplarda, yazılarda da kaçış süreci böyle yer almakta, anlatılmaktadır. Çünkü bu belgeler, İngiliz Devlet Arşivlerinde bulunmakta, oradan alınmaktadır.

Yani Dedenin kaçışı aynen böyle olmuştur Abdülhamid Kayıhan OSMANOĞLU adlı insan müsveddesi.

“KAÇMADI! …

“ÇIKARILAN BİR YASA İLE ZORLA GÖNDERİLDİ, SÜRGÜN EDİLDİ!…”

Yalanların buraya kadar zavallı adam…

Bak, sizlerin idollerinden Necip Fazıl Kısakürek bu konuda ne yazıyor:

“Önünde (…) İzmit’e götürülüp parça parça edilmiş Ali Kemal misali vardır ve onu bu hale getiren Nurettin paşa, aynı şeyin Vahidüddin’e de yapılacağını ilan etmiştir. Bu vaziyette ne yapmalı? Ya memlekette kalıp başına gelecekleri tevekkül ve teslimiyetle beklemek yahut sultanlık vasfını kaybetmiş ve adi bir fert düzeyine inmiş insan sıfatıyla vatan dışına göçmek.

“Fakat onun bir de Halifelik sıfatı var ki yüz milyonlarca Müslümana şamil bulunmakta ve bu bakımdan mahalli (yerel) kararların üstünde bir mahiyet arz etmekte. O zamanlar, İslam kitlelerinin büyük kısmı İngiliz idaresinde olduğuna göre, Halife sıfatıyla alaka isteyebileceği tek devlet İngiltere’dir. Asla İngiliz emellerine alet olmamak şartıyla bu mevzuda onları vazifeye davet etmek hakkıdır. Uzun nefs muhasebe ve murakabelerinden sonra kararını veriyor: Vatanı terk edecektir.

“İçinden bir ses, ‘Kal ve gerekirse öl!’ diyemiyor.

“Hemen kıymet ölçümüzü belirtmek için kaydedelim ki Vahidüddin’in asil kalbinde, bu kadar büyük bir şecaat (kahramanlık) ve ulviyete (büyüklüğe) yer yoktur.” (Necip Fazıl Kısakürek, Vahidüddin, s. 197, Aktaran: Turgut Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele-Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar, s. 59)

“ZORLA GÖNDERİLDİ, SÜRGÜN EDİLDİ” değilmiş bak! Can korkusuyla kaçmış…

Eşantiyon babında birkaç belge daha aktaralım:

“Vahidettin’in son başkâtibi Rıfat Bey:

“Hanedan arasında böyle iki firar (kaçış) olayı vardır. Biri Sultan Cem, diğeri Sultan Mustafa’dır. Fakat bunlar henüz şehzade iken firar ettiler ve sonları ne kadar acı oldu. Hükümdar olmuş olanlar kaçmamıştır. Bir, Hükümdar, özellikle Halife bu küçüklüğü nasıl yapar, hayret!” (Aktaran, N. H. Uluğ, s. 79)

***

Şehzade Abdürrahim Efendi:

“Bu hadise hepimizi müteessir etmiştir. Gazetelerden öğrendiğimizde hayretler içinde kaldık.” (19 Kasım 1922, Tanin’den aktaran, KS Günlüğü, 4. C., s. 842)

***

Vahidettin’in yaveri Ali Nuri Oktay:

“(…) Kendi rızası ile ecnebi himayesine giren bir Halife’nin, bu denli (alçakça) hareketiyle Müslümanların gözünde, Halifeliği düşer.” (Bir mektubunda aktaran, oğlu Şefik Okday, Son Sadrazam ve Oğulları, Dizi Yazı, 8. Bölüm, 29.12.1988, Milliyet)

***

Şehzade Mahmut Şevket Efendi:

“Padişah Mehmet Vahdettin, İstanbul’dan bir İngiliz harp gemisi ile uzaklaşmakla hata etmiştir. Bunu kabul ederim. Esasen o bu kararı kendi başına almış, hanedana mensup tek bir Şehzade bile kendisini takip etmiş değildir. O bunu niye yaptı? Sadece şahsı için duyduğu kaygıdan.” (Röportajı yapan Murat Sertoğlu, 6 Temmuz 1967, Tercüman Gazetesi)

Bütün bunları aktardığımız yer ise: Turgut Özakman’ın, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele-Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar, adlı kitabıdır. (s. 71)

Sen-siz bu gerçekleri bilmez misiniz?

Bilmez olur musunuz? Bal gibi ya da zehir gibi bilirsiniz ama Hilafet ve Saltanat hayalleriniz yüzünden böyle adi yalanlar uydurarak, Tarihi tersine çevireceğinizi, belki bir gün aynı makamlara kavuşacağınızı umut ediyorsunuz. Onun özlemi, beklentisi içindesiniz…

Bak, deden Vahidüddin bile seni nasıl yalanlıyor:

“Bu ayrılığım, özellikle dünya savaşından sonra, kendi yaptıklarının hesabını vermek durumunda bulunanlara karşı, yaptıklarımın hesabını vermekten korkmak kabilinden olmayıp, belki hiçbir kanuna uymayan insanlar elinde, savunma ve söz hakkından yasaklı bir halde, hayatımı göz göre göre tehlikeye teslim etmek gibi Allah buyruğunun ve sağduyunun kabul etmeyeceği bir şeyden kaçınmak ve hem de ‘El-firaru mimma layütak min sünem-il mürselin (takat getirilemeyecek güçlüklerden kaçmak peygamberlerin sünnetlerindendir)’ sözünü dikkate alarak, vekili olduğum şanlı Peygamberin Mekke’den Medine’ye göçmesi örneğine uymaktan ibarettir.” (Vahidüddin’in 1923’te Mekke’de yayımladığı beyanname, Aktaran: Kadir Mısıroğlu, Hilafet, s. 196’dan Aktaran: Turgut Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele-Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar, s. 72)

Ne diyor Deden burada?

Peygamber örneğine uydum, Hicret ettim.

Yani; Kaçtım, diyor!

Sürgün edildim, zorla gönderildim” demiyor.

Vay yalancı Abdülhamid Kayıhan OSMANOĞLU vay!..

Bak, Deden Vahidüddin, Hilâfetin kaldırılması ve hanedan üyelerinin sürgünü üzerine (işte bu gerçektir) 13 Mart 1924’te ABD Başkanına şu mektubu yazıyor. Okuyalım mı?

“Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyo Coolidge Cenablarına

“Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum. Bu süresiz uzaklaşmamın, babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilâfet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara Meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki; İslam hilafetinin Osmanlı saltanatından soyutlanması ve ayrılması ve hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur.

“İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır.

“Hanedanın ileri gelenleri aleyhinde Ankara Meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanın bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükûmetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur. Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim.”

“13 Mart 1924

“Mehmed Vahideddin” (https://tr.wikipedia.org/wiki/VI._Mehmed)

Gördüğün gibi, önce İngilizlerin sonra ABD’lilerin elini eteğini öpüyor deden Vahidüddin…

O tekrar iktidar olmayı başaramadı!

Siz de başaramayacaksınız!

Ülkemizde Ötmesini Beklediğiniz Baykuşlar Ötemeyeceklerdir!

Sizin çağınız, sizin devriniz, sizin Saltanat ve Hilafetiniz bitti!

Bunu kabul edin!

Deden Vahidüddin İngiliz ve ABD Emperyalistlerinden medet umuyordu.

Siz de Ortaçağcı Faşist bir Din Devleti kurmak isteyen Tayyip’ten medet umuyorsunuz:

“Abdülhamid Kayıhan OSMANOĞLU

“@osmanoglu_79

“20 Mart 2023

“Değerli dostlar Hanedânı Âli Osman’ın kandan torunları olarak başta Hanedan Reisi Harun Abdülkerim Osmanoğlu, şahsım ve Osmanoğlu ailesi fertleri olarak; 14 Mayıs 2023 seçimlerinde Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleme kararı almış bulunmaktayız. Hayırlı olsun.”

Tencere kapak gibi birbirinizi bulmuşsunuz. Ne mutlu size!

Abdülhamid Kayıhan OSMANOĞLU adlı Halk ve Vatan düşmanı!

Bu konuda, deden Vahidüddin’in kaçışı konusunda; bizzat oğulları ve kızları tarafından, çevresindeki en yakınları tarafından yazılmış onlarca anı kitabından, İngiliz Devlet Arşivlerinden alınarak yayımlanmış onlarca, yüzlerce kitaptan, kaynaktan aktarmalar yapabiliriz. Belgeler gösterebiliriz.

Ama değmez! Bu kadar yeter!

Biz, özellikle, yazımızın başında bilgi verdiğimiz gibi General Harington’ın anılarından aktarmak istedik Kaçış gerçeğini, sizin X’te yazdıklarınızı okuduktan sonra.

Bu yazıyı yazmaktaki amacımız senin gibi bir insan sefaletiyle polemik yapmak, bir şeyleri kanıtlamak değil sana. Özellikle genç insanlarımızı bu vesileyle bu konuda kısaca da olsa somut bilgilerle bilgilendirmek istedik.

Tarih, bu konudaki hükmünü çoktan verdi zaten…

Senin deden bir Vatan hainiydi. Halk düşmanıydı. İngilizler başta olmak üzere Batılı Emperyalistlerin uşağıydı.

Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye ve diğer Kuvayimilliye önderlerine düşmandı.

Nemrut Mustafa Paşa Başkanlığındaki Divanı Harbi Örfi, 11 Mayıs 1920’de başta Mustafa Kemal olmak üzere 6 Kuvayimilliye önderini, 24 Mayıs 1920’de Fevzi (Çakmak) Paşa’yı, 6 Haziran 1920’de başta İsmet İnönü olmak üzere 16 Kuvayimilliye önderini ve 14 Temmuz 1920’de aralarında Refet (Bele)’nin de olduğu çeşitli rütbelerden 63 subayı daha idama mahkûm etti. Ve deden Vahidüddin bütün bu idam kararlarını onayladı an geçirmeksizin.

Kuvayı İnzibatiye adıyla ordu kurmaya kalktı. Adapazarı’nda, Balıkesir’de, İzmit’te, Konya’da… İsyanlar çıkarttı. Çeteler örgütledi. …

Kurtuluş Savaşı’nın ölümsüz önderi, Laik Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal, “Nutuk”unda bütün bu olayları ve gerçekleri ayrıntılıca anlattı.

Yani sizin devriniz tarihsel olarak bitti! Bir daha da gelmeyecek!

Bak, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı bu bilimcil gerçeği nasıl netçe, duruca ortaya koyuyor. Azıcık aklın varsa oku da öğren!

“En az 300 yıldan beri Tarihsel Devrim (Bir medeniyetin körü körüne ve toptan yıkılması) gidişi durmuştur. Modern İngiliz devrimiyle birlikte, insanlık bir aşama daha hayvanlıktan kesince kurtulmuş: SOSYAL DEVRİMLER (Bir medeniyet yıkılacağına, bir sosyal sınıf tahakkümünün yıkılıp gitmesi) çağı açılmıştır. Sosyal Kolektif Aksiyon gücü bu yönde yarım veya tüm ÖRGÜTLENMEye ve BİLİNCE ulaşmıştır. Gobineau kontlarının yahut Mister Toynbee’lerin yeryüzünde ötmesini bekledikleri baykuşlar ötemeyeceklerdir. Emperyalizmin medeniyeti yıkacak sanılan iki korkunç Dünya Savaşı tersini ispatlamakla sonuçlanmıştır. Modern Sosyal aksiyonun gidişini ve insan bilincini (Tarihsel Devrimler patlatarak), kadîm kapalı Hint ve Çin Medeniyetlerinde görülen SOSYAL KASTLAŞMAlar biçiminde “1000 YIL” dondurabileceğini uman faşizm, birkaç 10 yıllık zorbalığının kefaretini, kendi kendisini fareler gibi bodrumlarda yakmakla ödemiştir. 19’uncu Yüzyılkâri çakaralmaz zırhlı ve savaşçıl gösterilerle yahut namuslu insanlar önünde hapishane külhanbeylerinin ikide bir sustalı çakısını düşürmesini andıran; “ihtilâl” ve asker çıkartmalarla bir üçüncü Dünya Savaşı da patlatılsa, Çağdaş uygarlık yıkılamayacaktır. Tarihsel Devrimler çağı en az 300 yıldan beri kesince gömülmüştür.” (Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Devrim Sosyalizm, Derleniş Yayınları, Üçüncü Baskı, s. 16.)

Yani Tarihsel Devrimler Çağı bitti. Sosyal Devrimler Çağı başladı artık İnsanlık için.

Osmanlı’nın geri dönmesini bekleyenler için de, Hilafet ve Saltanatın geri dönmesini bekleyenler için de, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte bu hayal bitti.

Siz Osmanlı hayali görenlerin bekledikleri baykuşlar da ötmeyecektir, ötemeyecektir. Türk toplumu bir daha Antik Çağ’ın karanlıklarına, 1400 yıl öncesinin karanlıklarına, 1923 öncesinin karanlıklarına götürülemeyecektir. Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın…

Laik Cumhuriyet’in kazanımlarını koruyarak, geliştirerek Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı, İkinci Kurtuluş Savaşı’yla taçlandıracak ve Sosyal Kurtuluşu sağlayarak Sosyalist bir Cumhuriyet kuracağız.

Tarih, bizi haklı çıkartacaktır!

[1] İngiliz kara ordusuna subay yetiştiren Sandurhst Kraliyet Askeri Akademisi. (ed.n.)

[2] Birinci Dünya Savaşı. (ed.n.)

[3] Bu kitabın da içinde olduğu dönemin yabancı kaynaklarında Çanakkale, “Chanak/Çanak” olarak geçmektedir. Burada yaşananlar aynı zamanda İngiliz basınında “Çanak Krizi” olarak da anılan olaylara gebe olmuştur. (ç.n.)

[4] George Francis Milne (1866-1948), İngiliz İşgal kuvvetleri Kumandanı. (ç.n.)

[5] Bahsi geçen “Bando Şefi” Mızıka-yı Hümayun Kumandanı olup Sultan Vahideddin’in eşlerinden birinin babası değil kardeşi olan Zeki Bey’di. (ed.n)