Site rengi

Tasarım

“Polis Terörü” mü, Irkçılık mı?

03.07.2020
1.222
A+
A-

Hüseyin Ali

ABD’de 25 Mayıs 2020 tarihinde siyahî George Floyd’un bir polis ekibi tarafından yaklaşık 9 dakika boğazına basılarak katledilmesi, tüm dünyada insan olanların yüreklerini kanattı. ABD’nin belki de bugüne dek gördüğü en büyük ve yaygın, uzun süreli kitlesel ayaklanmalar yaşandı. (Resim 1). Hatta protestolar ırk ayrımının yaşandığı benzer ülkelere de yayıldı.

Resim 1. George Floyd’un öldürülmesinden sonra ABD’de ve çevresinde yaşana protestoların haritası.

Daha protestolar sürerken, iki Amerikan Polisi bu kez Atlanta’da otomobilinde uyumakta olan bir siyahîyi (Rayshard Brooks) tutuklamaya çalışırken arkadan vurarak öldürdü. Bu da aslında ırkçı bir “taammüden” (kasten) öldürme eylemiydi.

Siyahlara karşı bu tür olaylar ABD’de hep olmuştur, oluyor. Bir BBC haberinde, bu olayın Georgia Araştırma Bürosu’nun (Georgia, Atlanta’nın yer aldığı eyalet devlet) verdiği bilgiye göre bu yılda yaşanan benzer 48 olay olduğu, bunlardan 15’inin ölümle sonuçlandığı belirtiliyor (https://www.bbc.com/news/world-us-canada-53047282).

Bunların pek çoğu da örtbas edilir. Hatta Amerikan kirli tarihinde siyahlara karşı yapılmış kitle katliamları vardır. (Benzer şekilde, Kızılderililer 1800’lerin ortalarına kadar türlü yollarla imha edildikten sonra katliamlar ağırlıklı olarak siyahlara yönelmiştir).

Bu saldırılar mümkün olduğunca örtbas edilir. Örneğin, bu yüzden pek de bilinmeyen, hatta ABD tarafından “Irkçı Ayaklanma” olarak değerlendirilen, bundan tam 100 yıl önce, 300 siyahın öldürüldüğü Tulsa Kitle Katliamı gibi… Bu katliam, ABD yönetimi tarafında bugüne dek susuşla geçiştirilmiştir. Tulsa, ABD’nin Oklahoma eyaletinde siyahların ekonomik açıdan geliştiği önemli bir kenttir. Burada siyahlar ekonomik olarak iyi durumdadır. Hatta bu yüzden “Siyah Wall Street” olarak adlandırılan bir kenttir. Ortada bir provokasyon vardır.  Siyah bir gencin, asansörde beyaz bir kıza tecavüz ettiği bilgisi haber yapılır. Siyah genç polis tarafından tutuklanır. Beyazlarsa linç hazırlığına başlar. Arkasından çatışmalar gelişir ve siyahların evleri, işyerleri özel uçaklar da kullanılarak yakılır, yağmalanır, imha edilir. On altı saat süren saldırıda (31 Mayıs-1 Haziran 1920), 300 siyahın katledildiği bilinmektedir.

Batı basını, bu tür saldırıları olağan görür. En fazla “Polis Terörü” olarak değerlendirir. Oysa siyahlara karşı sistematik bir ırkçı saldırı söz konusudur.

Bu saldırıların ya da ırkçılığın nedeni
kapitalist ekonominin tarihinde ve özünde yatar

Kölelik, sınıflı toplumun, yani Medeniyetin ürünüdür. Ancak, Antika Toplumda ilk ortaya çıktığında insanın kullaşması ya da insani değerlerin yozlaştırılması bakımından çok geri bir üretim biçimi olsa da, üretimi geliştirmesi bakımından ileri bir adımdı. Engels, köleliğin; “toplumun üretken gücünü geliştirdiğini”, belirtir (Tarihte Zorun Rolü).

Ne var ki, tarihsel gelişim içinde kölelik de üretici güçlerin gelişmesi açısından ayak bağı haline gelen bir üretim biçimine dönüşür. Bu bakımdan, Basit Yeniden Üretimden Geniş Yeniden Üretime geçiş sürecinde büyük ölçüde kendiliğinden tasfiye olur.

Buna rağmen, ilkel kapitalist birikimin gelişimi için büyük toprak sahipleri ve hem büyük toprak sahibi, hem kapitalist durumundaki sömürgenler tarafından sonuna dek kullanılır. Hem köle ticareti halinde köle tüccarları tarafından, hem de büyük toprak sahipleri tarafından büyük tarım alanlarında.  Özellikle de zenciler… Örneğin Marks, Kapital’de kapitalizmin kalbi İngiltere’de bu durumu; “Liverpool, köle ticareti ile göbek bağlamıştı. Bu, onun ilkel birikim yöntemiydi. Ve hatta bugüne kadar Liverpool, köle ticaretinin cenneti olarak “saygınlığını” devam ettirmiştir”, diyerek belirtir ve köle ticaretinde yer alan gemi miktarının nasıl arttığını; “Liverpool köle ticaretinde, 1730 yılında 15 gemi, 1751’de 53 gemi, 1760’da 74 gemi, 177’de 96 gemi ve 1792’de 132 gemi çalıştırmıştır”, diyerek vurgular ve işin boyutunu ortaya koyar. (Kapital Cilt I, s. 723)

Marks, ilkel sermaye birikim aracı olarak köleliğin rolünü açıklamaya devam eder:

“Amerika’da altın ve gümüşün bulunması, yerli halkın kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi, Doğu Hint Adalarının ele geçirilmeye ve yağmalanmaya başlanması, Afrika’nın, kara-deri ticaretinin av alanı haline getirilmesi, kapitalist üretim çağının pembe renkli şafak işaretleriydi. Bu pastoral gelişmeler, ilkel birikimin belli başlı adımlarıydı.” (Kapital Cilt I, s. 715).

Köle ticareti, sermaye birikim aracı olmanın yanı sıra büyük arazi sahiplerinin tarımsal üretiminde köle sağlama görevi de görür. Özellikle Kuzey Amerika’nın güneyinde pamuk ve tütün plantasyonlarında milyonlarca zenci köle çalıştırılır. Böylece sanayiye hammadde yetiştirilir. Marks, 1860’lara kadarki gelişimi şöyle koyar:

“Hammaddeye gelince, pamuk ipliği üretimindeki hızlı ilerleme, yalnız Amerika Birleşik Devletleri’nde tropikal bolluk içinde pamuk yetiştirilmesini ve Afrika köle ticaretini zorlamakla kalmamış, aynı zamanda, köle yetiştirilmesini güney devletlerinde başlıca uğraşı haline getirmiştir. İlk köle nüfus sayımının yapıldığı 1790 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde köle sayısı 697.000 idi; bu sayı 1861’de neredeyse dört milyona ulaşmıştır.” (Kapital, Cilt I, s. 424)

Kölelik ilkel bir üretim biçimi olmasına rağmen, köleler ölesiye, acımasızca sömürülerek kapitalist üretimde de yer alır. Öylesine ki, köleler Marks’ın deyişiyle 7 iş yılında tükenip giderler. Bu zor kullanılarak yapılan bir mutlak artıdeğer sömürüsüdür. Ne var ki, makineleşme sanayide köle emeğinin sonunu getirir. Marks, bu süreci şöyle aktarıyor:

“Eli Whitney, 1793’te çırçır makinesini bulmadan önce, bir libre pamuktan çekirdeğin ayrılması, ortalama bir işgününü alıyordu. Bu buluş ile zenci bir kadın, günde 100 libre temizleyebildi; ve o günden beri de çırçır makinesinin etkinliği oldukça artmış bulunuyor. Eskiden 50 sente mal olan bir libre temiz pamuk, bu buluştan sonra daha çok, karşılığı ödenmeyen emek içerir hale gelmiş ve dolayısıyla daha da fazla kârla 10 sente satılmıştır. Hindistan’da pamuğu çekirdeğinden ayırmak için, çurka denilen yarı-makine, yarı-alet kullanılır ve bununla, bir erkek ve bir kadın, günde 28 libre pamuk temizleyebilir. Birkaç yıl önce Dr. Forbes’in bulduğu çurka ile bir erkek ve bir çocuk günde 250 libre pamuk temizleyebilir. Bunu çalıştırmak için eğer öküz, buhar ya da su kullanılırsa, makineye pamuk atmak için birkaç tane oğlan ve kız yeter. Öküz ile çalışan bu makinelerden on altı tanesi, günde, eskiden ortalama 750 kişinin yaptığı kadar iş çıkarabilir.” (Kapital, Cilt I, s.  377)

7 Ekim 1906 tarihli Le Petit Journal Atlanta’daki siyah katliamını resmediyor. Başlık: “ABD’de linç eylemi: Atlanta’da kitlesel zenci katliamı.”

Teknolojik gelişme, köle emeğini gereksiz kılar. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) iki farklı sömürü sisteminin savaşıdır: Kölelik ve Ücretli Kölelik. Marks; “Bugün Güney ve Kuzey arasındaki savaş iki sosyal sistem, kölecilik ve hür emek arasındaki mücadeleden başka bir şey değildir. Bu mücadelenin patlak vermesinin nedeni, bu iki sistemin artık Kuzey Amerika kıtasında barış içinde bir arada yaşayamamasıdır”,  diyerek bu uzlaşmaz zıtlığı vurgular. (Marks, Birleşik Devletlerde İç Savaş, Die Presse, Ekim 1861. http://hiaw.org/defcon6/works/1861/11/07.html).

Beyazların üstünlüğünü savunan ırkçılar Virjinya Üniversitesi’nde yürüyor (Charlotesville, Virjinya, 11 Ağustos 2017).

 

Bu savaş, bilindiği gibi, Kuzey’in galibiyetiyle sonuçlanır. Bu durum mutlak artıdeğer sömürüsünden daha üretken nispi artıdeğer sömürüsüne geçiştir. Ekonomik anlamda kölelik tasfiye edilir. Amerikan İç Savaşı’nda Kuzey’in köleci Güney’i (Konfederasyon’u) yenilgiye uğratmasının maddi temeli buna dayanır. Ama kölelik kavramı üstyapıda ırk ayrımı şeklinde sürerAltyapıda ise ücretli kölelik halinde devam eder.

Çünkü ırkçılık kapitalistlerce biyolojik farklılıklara dayandırılır. Zihinlere böyle kazınmıştır. Marks, Amerikan İç Savaşı’nın hemen öncesinde kölecilik yanlısı bir avukatın propaganda konuşmasını aktarır.

“(…) Birleşik Devletler’de köle düzeninin savunuculuğunu yapan, O’Connor adlı avukatın, 19 Aralık I859 tarihinde New York’ta yapılan bir mitingde, ‘‘Güneye Adalet” sloganı altında yaptığından daha iyi becerememiştir. Büyük bir alkış tufanı arasında, “şimdi baylar,” diyor, “zenciyi bu köle durumuna koyan şey, doğanın kendisidir . (…) O kuvvetlidir ve çalışma gücüne sahiptir, ama, bu gücü yaratan doğa, ondan, hem yönetme yeteneğini ve hem de çalışma isteğini esirgemiştir.” (alkışlar.) “Bunların her ikisi de ondan esirgenmiştir. Ve ondan bu çalışma isteğini esirgeyen doğa, bu isteği zorla yaratacak, hem kendisi ve hem de onu yönetecek efendisi için yararlı bir yaşam sürebileceği bir ortamda hizmet etmesini sağlayacak bir efendi ihsan etmiştir. (…) İnanıyorum ki, zenciyi doğanın uygun gördüğü durumda bırakmak, kendisini yönetecek bir efendi vermek asla adaletsizlik değildir… Karşılık olarak onu çalışmaya zorlamak ve onu yönetmek, hem kendisi ve hem de toplum için yararlı duruma getirmek yolunda emek ve yeteneğini harcayan efendisine hakkı olan bir karşılık vermeye zorlamak, haklarından herhangi birisini elinden almak demek değildir.” (Kapital, Cilt III, s. 339)

Bu insanlık dışı safsata yüzyıllarca “beyaz” beyinlere işlenmiştir. Ve bu ilkel görüş hâlâ gericiler, evrim karşıtları tarafından sürdürülmektedir. Oysa insanda yaklaşık 20-25 bin genin sadece altısı renk ayrımına neden olur. “Beyazların üstünlüğü” gibi bir fikrin hiçbir bilimsel temeli yoktur. Üstün gibi görünmelerinin nedeni sosyal, ekonomik ve tarihsel süreçte aranmalıdır. Buna rağmen “Demokrasinin Beşiği”(!) olarak nitelendirilen ülkelerde ırkçılık sistematik bir biçimde sürdürülmektedir. Çünkü ırkçılık, kapitalist sistemin işine gelir. Çünkü ırk ayrımı ucuz işgücü, ucuz emek demektir. Çünkü ırk ayrımı, çalışanların bölünmesini getirir.

Finans-Kapitalin en gerici, en terörist, en kanlı diktatörlüğü olan Faşizm de ırkçılığı bir ideoloji olarak kullanır. Finans-Kapitalin bu en gerici diktatörlüğü iktidarda olmasa da ırkçılık, faşizm biçiminde yedek güç olarak varlığını sürdürür. Avrupa ve Amerika’daki Neofaşistler bu nedenle beslenirler. Bugün 6000 civarında ırkçı faşist terörist Ku-Klux-Klan militanının olduğu belirtilmektedir. Yeri geldiğinde kullanılırlar. Nitekim şimdi George Floyd’un katledilmesiyle başlayan olaylarda, protestocu halk yığınlarının karşısına bu ırkçı-faşistler, Ku-Klux-Klancılar çıkarılmıştır.

Beyazların üstünlüğünü savunan ırkçılar Virjinya Üniversitesi’nde yürüyor (Charlotesville, Virjinya, 11 Ağustos 2017).

Siyahların toplumsal olarak beyazlara göre geri kalışı hâlâ biyolojik farklılıklara dayandırılır. ABD’de köleliğin kaldırılmasından onlarca yıl sonra “Jim Crow Yasaları”, yani toplumsal alanlarda siyahlar ile beyazların “Sadece Siyahlar İçin” ya da “Sadece Beyazlar İçin” gibi ifadelerle ayrılması sürdürülegelmiştir. (Jim Crow, 1828’de bir İngiliz komedyenin yarattığı zekaca geri, ilkel, sürekli aşağılanan bir siyah karakterdir. Irkçı Amerikalıların siyahlarla kafa bulduğu bir karakterdir.)

İşin temeli eğitimde ayrımcılık sürmektedir. Devlet okullarında bile ayrımcılık ancak 1954’te yasal olarak sonlandırılabilmiştir. Ama ayrımcı “Jim Crow Yasaları” fiilen sürdürülmektedir. Bugün köle düzeninin kâğıt üzerinde sonlandırılmasından beri 155 yıl geçmiştir ama ırk ayrımı fiilen sürdürülmektedir. Hepsinden öte, siyahların ve beyazların okulları hâlâ büyük ölçüde ayrılmıştır. Bir New York Times haberi, eğitim konusunda yeni hazırlanmış bir raporun sonuçlarını şöyle aktarıyor:

“Okul bölgelerinde 2015-2016 eğitim döneminde devlet ve yerel fonları inceleyen rapora göre,  ulus çapında öğrencilerin yarısından fazlası ırksal olarak ayrı bölgelerde bulunmaktadır ve öğrencilerin yüzde 75’inden fazlası beyaz veya beyaz dışı halinde ayrılmıştır.” (New York Times, 27 Şubat 2019. https://www.nytimes.com/2019/02/27/education/school-districts-funding-white-minorities.html).

Devletin okullara verdiği destekte de ayrımcılık sürmektedir. Aynı raporda:

Rapora göre, beyazların baskın olduğu bölgelere kıyasla beyaz olmayan bölgelerde (devlet tarafından) öğrenci başına verilen ortalama destek 2200 dolar daha azdır.”

Bu kişi başı büyük fark, ABD çapında, siyah ve beyaz okulları arasında 23 milyar dolarlık bir destek farkına yol açmaktadır. Bu durum, beyaz olmayanlara, kara ve kahverengi derililere karşı sistemli bir ırkçı saldırının sürdürülmekte olduğunu kanıtlamaktadır.

Ve ırk ayrımcılığı ekonomik gerilikle atbaşı gider. Bir başka New York Times haberinde ise bu gerçek vurgulanmaktadır:

“Ek olarak, okul bölgeleri genellikle gelir düzeyine göre ayrılmıştır. Irk ayrımı ve ekonomik farklılıklar zengin ve yoksul öğrencilerin, beyaz ve beyaz olmayan öğrencilerin eğitimleri arasındaki uçurumu büyütmüştür.” (New York Times, 2 Mayıs 2019. https://www.nytimes.com/2019/05/02/learning/lesson-plans/still-separate-still-unequal-teaching-about-school-segregation-and-educational-inequality.html)

Bu haberde verilen bir haritayla da ABD coğrafyasında ırk ayrımcılığı bir haritayla resmediliyor (Resim 2).

Bundan yaklaşık 1 yıl önce Amerika’nın Sesi tarafından yapılan bir başka haber ise beyazların üstünlüğünü esas alan ırkçı propagandanın son yıllarda yüksek öğrenim kuruluşlarında teşvik edildiğini vurgulamaktadır. Yüksek öğrenim yerleşkelerinde beyazların üstünlüğüne yönelik propaganda faaliyetlerinin 2017-2018 öğrenim döneminde, öncesine göre % 77 artış gösterdiği vurgulanmaktadır.

Görüldüğü gibi, siyahlar ve göçmenler aşağılanmakta, yoksulluğa itilmekte, eğitimsiz bırakılmakta, toplum içinde gelişmeleri önlenmekte, dolayısıyla suça, uyuşturucu kullanımına, kaçakçılığa vb. yönlendirilmektedir.

Çünkü kapitalizmin yapısı bunu gerektirmektedir. Böylece emekçi sınıf ve tabakaları bölüp parçalamakta, işsizler ordusunu hep elinin altında tutmakta, işgücünü ucuzlatmakta, toplumu yozlaştırmakta, insanlığın gelişimini önlemektedir. Bu yüzden yasak bile olsa ırkçılığı gerektiğinde kullanacağı bir yedek sopa olarak tutmaktadır.

Sonuç olarak:

* Irkçılığın kökeni eski toplumdan yadigâr köleliğe dayanmaktadır.

* Kölelik, kapitalizmde de ilkel kapitalist sermaye birikimi sürecinde rol oynamıştır.

* Kapitalizm, ulusların gelişimiyle birlikte ırkçılığı teşvik etmiştir ve hâlâ kullanmaktadır.

* Irkçılık, işsizlik, ucuz işgücü, örgütsüzlük demektir.

* Emperyalist “küreselleşme” teorisinin altını deşsek, buradan da ırkçı yaklaşımlar çıkacaktır.

* Irkçılık, emekçileri hatta halkları böl ve yönet politikasının bir bileşenidir.

* Irkçılık, halk yığınlarının terörize edilmesi demektir.

* Irkçılık, provokasyon demektir.

Tarihte ve günümüzde yapılan ırkçı katliamlar belki masum halk kitlelerini uyandırmaktadır ama örgütsüzlük nedeniyle, verilen tepkiler sönüp gitmektedir.

Ancak insandan umut kesilmez. Kıvılcımlı’nın deyişiyle; “İnsan ateştir, yanarken yakar”. Bu tepkiler örgütlü hareketleri de getirecektir.

Irkçılığın, eşitsizliğin, insanın aşağılanmasının ortadan kaldırılması sosyalizm ile olacaktır.