Şeriatçı kafa eğitimin içini de boşaltıyor
Hüseyin Ali
Şeriatçı-faşist kırması AKP Diktatörlüğü, emperyalizmin desteğinde Cumhuriyet’in tüm kurumlarını çürütüyor. Ekonomi, ordu, yargı, sağlık, kültür, toplumsal bilinç, ulusal kimlik ve tabiî ki, eğitim.
Eğitim bir üstyapı kurumu olmakla birlikte, bu yukarıda saydıklarımızla doğrudan ilişkili bir alan üstelik. İşte şeriatçı-faşist diktatörlük eğitimin öneminin farkında ve bu yüzden de eğitimi çürütmek için elinden geleni yaptı, yapıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, en çok bakan değiştirilen bakanlıklardan birisi. Ve en sık uygulama değişikliği yapılan bir alan eğitim. Bu yüzden çocukların kafası ambale oldu, gençlerimiz şaşırtıldı. Fetocuların AKP desteğindeki sınav oyunları da cabası… Yeni Bakan Ziya Selçuk, “şöyle büyük eğitimci, böyle bilgili” denilerek, büyük bir tantanayla getirildi. Ama bizce gidişin değişmeyeceği kesindi ve öyle de oldu.
Çünkü dinci-faşist diktatörlüğün emperyalizm kılavuzluğunda stratejik hedefi belli: Şeriatçı eğitim, halkımızın ümmetleştirilmesi!
Bakan Selçuk, bu hedefte ancak göz boyama için kullanılacak bir piyon olabilirdi.
AKP’nin eğitim oyunları hep dinci eğitim ekseninde seyretmektedir. Bu eksen etrafında oynamalar olabilir.
En başta yapılan Cumhuriyet’in “Öğretim Birliği” (Tevhidi Tedrisat Kanunu, kabul edilişi 3 Mart 1924) Yasasının yok sayılmasıdır.
Çünkü Öğretim birliği Yasası şöyle der:
“Madde 1- Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaletine merbuttur.
“Madde 2– Şer’iye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâletine devir ve raptedilmiştir.
“Madde 3– Şer’iye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.” (Resmi Gazete, 6 Mart 1924)
Bu üç madde ile söylenen şudur: Ülke genelinde tüm eğitim kurumları Eğitim Bakanlığına bağlanır. Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı) veya özel vakıflar tarafından yönetilen tüm okullar Eğitim Bakanlığına devredilir. Ortaçağcı kafanın ürünü medreseler kapatılır. Bununla da kalmaz, Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı tarafından okul ve medreselerin yönetimi için kullanılan maddi kaynakların tümü Eğitim Bakanlığına aktarılır. “Türkiye dahilindeki” tüm okullar, dolayısıyla azınlık okulları da Milli Eğitim Bakanlığının denetimine tabi tutulur.
Bu, dinci-bezirgân eğitime vurulmuş çok önemli bir darbedir. Ülkeyi pıtrak gibi sarmış Tefeci-Bezirgân Sınıfın aygıtlarıyla yönetilen medrese ve okulların bir anda el değiştirmesi, modern eğitim kurumları haline dönüştürülmesi amaçlanmıştır. Tabiî hemen burada yer alan diğer madde de bu madde kadar önemlidir: Bu gerici dinci sözde eğitim yuvalarının maddi kaynakları da ellerinden alınmıştır.
Ancak, Birinci Kurtuluş Savaşı ile Tefeci-Bezirgân Sınıf zor kullanılarak sindirilse de ekonomik anlamda yok edilememiştir. Nitekim, daha 1940’lı yıllarda, İsmet İnönü yönetimi sırasında bu öğretim yaklaşımı aşındırılmaya başlanmıştır. Örneğin, o dönem için eğitim öğretimde devrimci bir girişim olan Köy Enstitüleri’ne ilk darbe CHP’li Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer tarafından vurulmuştur. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin “Amerikanlaşma”ya başladığı dönemdir.
O dönemden beri eğitime saldırılar AKP dönemine kadar inişli çıkışlı gelmiştir. Ama AKP ile birlikte aralıksız saldırılar yaşıyoruz. Şimdi Öğretim Birliği Yasası kalmamıştır. Tarikat okulları, kursları, vakıf okulları, Kur’an kursları, imam hatip okulları tüm ülkeyi sarmış durumda.
En başta normal liselerin tümünü imam hatip lisesi yapma gibi bir hedefleri var.
Vaktiyle 12 Mart Faşizminin Cumhurbaşkanı gerici Cevdet Sunay şöyle demişti:
“Bugünkü okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu okullardan yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. On yıl sonra bunların hepsi işbaşına geçecekler. Biz laik okullara karşı imam hatip okullarını ‘bir alternatif’ olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu okullarda yetiştireceğiz”
Ve bugün bakıyoruz, dinci AKP iktidarı sayesinde imam hatip ortaokullarının ve liselerinin sayısı tahmin edemeyeceğimiz ölçüde artmış. Kaşla göz arasında normal liseler bir anda dini eğitim veren okullara dönüştürülüveriyor. Sayılara bakalım:
“Türkiye’de son dönemde eğitim denildiğinde akla gelen kurumlardan biri ise sayıları her sene artış gösteren imam hatip okulları. MEB verilerine göre, 2012-2013 eğitim-öğretim yılında bin 99 olan imam hatip ortaokulu sayısı, 2018 sonu itibarıyla 3 bin 286’ya çıktı ve öğrenci sayısı 723 bin 108 oldu. 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 537 olan imam hatip lisesi sayısı ise 2018 itibarıyla bin 605 oldu ve öğrenci sayısı 627 bin 503’e ulaştı.” (https://www.dw.com/tr/imam-hatip-okullar%C4%B1n%C4%B1n-say%C4%B1s%C4%B1-kadar-ba%C5%9Far%C4%B1s%C4%B1-da-art%C4%B1yor-mu/a-49904849)
Üstelik bunların önemli bir kesimi, İslamiyet’te kız imam olmamasına rağmen, kız imam hatip okulları. AKP yönetimi bu okulları cazip kılmak için elinde geleni yapıyor. Sınav sistemini bile imam hatip ortaokulları veya liselerine girişi nerdeyse zorunlu kılacak şekilde değiştiriyor.
Ayrıca, kamu kaynaklarını da böyle yönlendiriyor. Örneğin imam hatip liselerine 2023 yılına kadar aktarılması kararlaştırılan kaynak 9.4 milyar TL.
Bütün bunlara rağmen imam hatip liselerinin başarı oranı diğer okullara göre çok daha düşük kalıyor. Odatv haberinde şöyle yazıyor:
“Genel ortaöğretimde öğrencilerin yılsonu başarı ortalaması 76 olarak tespit edilirken, ortalaması 66.7 olan meslek liselerinin de gerisinde kalan imam hatiplerin yılsonu ortalaması 65.9’da oldu.” (https://odatv.com/imam-hatipler-sinifta-kaldi-03031950.html)
Kaldı ki diğer ortaöğretim kurumlarının eğitim başarısı da iyi değil. MEB’in sitesinde yer alan PISA Raporu verileri bu durumu açıkça ortaya koyuyor. PISA, OECD tarafından yürütülen ve öğrenci değerlendirmesine yönelik bir uluslararası program. Her üç yılda bir 15 yaşındaki öğrenciler okuma (dilbilgisi, Türkçe), matematik ve fen bilimleri açısından değerlendiriliyor. Sonuçlar aşağıda rapordaki orijinal haliyle tablolar halinde verilmektedir (Tablo 3 ve Tablo 6)
Tablolardan görüldüğü gibi, Türkiye’nin başarı oranı AKP döneminde zaman içinde giderek düşmüş, OECD ortalamasına göre ara açılmış. Fen okuryazarlığı alanında Türkiye sıralamada 42’den 54’e düşmüş; matematik okuryazarlığında ise 41’den 50’ye düşmüş. (PISA 2018 raporunun ise Aralık 2019’da yayımlanacağını belirtelim.)
Bu saydıklarımız legal alanda yaşananlar. Ruhsatsız derneklerle, vakıflarla veya illegal cemaatler veya tarikatlarla dini eğitimi verilen kurumlar veya Kur’an kursları da var. Eskiden, 2005 öncesinde tarikat kursu açmak yasaktı. AKP’nin çıkardığı yasal düzenlemelerle tarikat kursu açanlara ceza indirimi yapıldı ve bu da para cezasına çevrilebilir kılındı. Böylece bu sapkın dini odaklar bir bakıma legalleştirildi. Tarikat yuvalarında “ders veren” hocalar ise ceza kapsamı dışına çıkarıldı.
Daha sonra, 2013 yılında çıkarılan bir kanunla “kanuna aykırı eğitim kurumu” maddesi tümüyle yürürlükten kaldırıldı ve bu kurumlar “yok” sayıldı. Böylece tarikat yuvaları ve kursları hakkında adli soruşturma bile yapılamaz oldu.
Zaten yargıyı da tümüyle ellerine geçirmişlerdi. Ve hukuku “arkadan dolanma” yolları da vardı kuşkusuz. Diyanet İşlerine bağlı Kur’an kursu görünümünde medreselere göz yumuldu. Bu rahatlık, kaçak tarikat yuvalarını ve kurslarını rahatlattı. Sonuçta bu sapkın dinci kuruluşlar tüm ülkeyi baştan sona sardı.
(Yoksul halkımızsa çaresiz; çocuklarını herhangi bir ücret ödenmediğinden bu dinci kuruluşlara teslim etmektedir.)
Bununla da yetinilmedi. Cumhuriyet Gazetesi’nin yazdığına göre (21 Temmuz 2019), Erciyes Üniversitesi’nden Mehmet Halit Akdemir’in hazırladığı “Siirt İlinde Medrese Olgusuna Sosyolojik Bir Yaklaşım” adlı yüksek lisans tezinde, Siirt’te medreselerin bir tür mahkeme görevi üstlenen “divanlar” oluşturduğu, bunların kimi hukuki sorunları Şer’i (Şeriata dayalı) hükümlere göre “çözdüğü” belirtilmektedir. Bugün Siirt’te bulunan 19 medreseden 14’ünün AKP döneminde açıldığı da vurgulanmaktadır.
Atatürk Üniversitesi’nden Uğur Erman’ın “Siirt Medreselerinde Arapça Dil Eğitimi” başlıklı yüksek lisans tezinde ise medreselerde yetiştirilen mollaların devlet kapısında iş bulduğu belirtilmektedir.
“Önceki yıllarda talebe yetiştirmek amacıyla daha çok kırsal alanlarda fahri imamlık yaparak görev yapan Tillo Medresesi mezunları, bugün itibarı ile yüzde 90-95 oranında resmi görev almış bulunmaktadır. Kadrolu imam olmak için gerekli tüm şartları haiz olan Tillo mezunlarının resmi personel olmaları çok zor olmadı.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1497696/Medrese_mahkemeleri_.html)
Benzer bir durum, medrese mezunlarına yüksek öğrenim imkânının sağlanmasıdır. Medreseler yasal olmadığından, medrese diplomasının bir yasal geçerliliği de yoktur. Ancak, açık öğretim kapsamında “İlahiyat Fakültesi Lisans Tamamlama Programı” (İLİTAM) oluşturularak, medrese mezunlarının sınavsız lisans ve yüksek lisans yapmaları sağlandı. Böylece medrese mezunları İLİTAM sayesinde lisans diploması alarak İlahiyat Fakültelerinde öğretim elemanı veya Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği hakkı kazandı ya da Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çeşitli kademelerde iş imkânı buldu.
Öyle ki, bu durum AKP’nin gerici Diyanet İşleri Başkanlarından Mehmet Görmez’in de katıldığı Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesince düzenlenen “Yüksek Din Öğretimi Çalıştayı”nın sonuç raporunda bile görülerek göze batırılır oldu.
“İlahiyat fakültelerinin sayı ve kontenjan olarak haddinden fazla açıldığı bir dönemde farklı üniversiteler bünyesinde İLİTAM Programlarının açılarak YÖK tarafından sınavsız öğrenci kontenjanı belirlenmesi, niteliksizleştirilmesi tehlikesini beraberinde getirmektedir. Ayrıca bu programlar zaman içinde çeşitli dini yapıların ve cemaatlerin kendi kurumlarında yetiştirdikleri bireyleri devlet kademelerine yerleştirmesinin bir aracı haline getirilerek istismar alanına dönüştürülmüştür.” (https://odatv.com/cemaatler-istismar-ediyor-15061900.html)
Altyapıda ise bilindiği gibi “taşımalı” sisteme geçilmiş, köy okulları büyük ölçüde kapatılmıştır. Dolayısıyla öğretmenler köylerden uzaklaştırılmış, köy çocukları büyük ölçüde imamlara bırakılmış ya da cemaatlerin-tarikatların kucağına itilmiştir.
Durum böylesine vahimdir!
Öte yandan, temel bilimlere verilen önem gittikçe azaltılarak dinci eğitimin tahribatı tamamlanmaktadır. Örneğin son yıllarda temel bilimlerde (fizik, kimya, biyoloji, matematik ve istatistik) yüksek öğretim kontenjanları düşürülmekte, buna rağmen bu disiplinlere aday bulunamamakta, kontenjanların ancak 1/3’i dolabilmektedir: 2010’dan 2014’e kadar fizik kontenjanında % 86.7, kimyada % 80.7, biyolojide % 83, matematikte % 62 kontenjan azaltılması söz konusudur.
Evrim gibi “tehlikeli” konularsa müfredattan tümüyle çıkarılmıştır. Evrim ki, tüm yaşam bilimleriyle bağıntılı bir konudur. Gerekçe, evrimin “kuşkulu” olmasıymış. Oysa evrim, yerçekimi kanunu gibi, maddenin korunumu kanunu gibi, öğrenilmesi gereken bir teoridir. Evrimi öğrenmek, aynı zamanda akılcı düşünmeyi, diyalektiği getirir çünkü. Dogmatizme karşı düşüncenin gelişmesine katkı sağlar. Bu yüzden gerici iktidarlar evrimi sevmezler ve öğretmemeye çalışırlar. Buna rağmen tüm dünyada evrim teorisi öğretilmektedir. Maalesef sadece Suudi Arabistan ve Türkiye dışında!
Bunu tamamlayan bir müfredat içeriği ise materyalizm çarpıtmasıdır. Milli Eğitim Bakanlığının 11. sınıflar için hazırladığı Din Kültürü ve Ahlâk kitabında (zorunlu din derslerinin kitabı) Materyalizmin “pahalı ev ve lüks araba tutkusu ile ilişkili olduğu”nun belirtildiği bildirilmektedir (https://www.abcgazetesi.com/meb-din-kulturu-kitabinda-bilgi-yoksunu-materyalizm-tanimlamasi-pahali-ev-luks-araba-tutkusu-36060)
Bu çarpıtma bilgi eksikliğinden değil, kasıtlıdır. Çünkü materyalizm de gericilik için bir tehlikedir. İnsan dünyayı doğru kavradığı ölçüde olayları daha net görecek ve değerlendirecektir çünkü. Bu yüzden gericilik tıpkı evrim gibi materyalizmi düşman olarak görür ve yerden yere vurur. Mal düşkünlüğü gibi göstererek materyalizmi yoksul halkın gözünde karalamaya kalkar. Oysa mal düşkünü kendileridir. AKP ileri gelenlerinin zenginlikleri ya da “dünyalıkları” ortadadır. Bu dünyalıkları edinmek için kamu malını nasıl götürdükleri ortadadır.
Sonuç olarak, eğitimde, büyük, topyekûn bir dinci, saldırı vardır. Laik eğitim bitirilmiştir. Amaç halkımızın başının dinle kalıcı olarak bağlanmasıdır. Toplumda dini bağlantıları yıkmak çok zordur. Bu anlamda, açıkçası biz devrimcilerin işi de zordur.
Buna rağmen eğer dinci-faşist AKP iktidarı yıkılırsa, devlet gücünü ve maddi gücü yitireceklerinden durum hızla düzelecektir.
Bu yüzden, biz devrimcilerin ilk hedefi dinci-faşist AKP diktatörlüğünü yıkmak olmalıdır.
Devrimci bir iktidar din bezirgânlarının eğitimdeki tahribatını da hızla düzeltecektir.
İkinci ve nihai Kurtuluş Savaşı’mız, dinciliğin sınıfsal temeli Tefeci-Bezirgân Sınıfı ekonomik olarak tasfiye edecek, ortağı Finans-Kapitalin işini bitirecek ve halkımızın önünü açacaktır.