Şiddeti yaratanlar kimlerdir?
İnsan toplumunda sınıflı toplum düzeninde, çıkar çatışmaları beraberinde şiddeti doğurur. Kapitalist düzene kadar açık olan şiddet, bu düzende hem gizli hem de açık olarak sürer. Geberen Kapitalizm demek olan Emperyalizm çağında ise Emperyalist ülkeler açıktan ya da o ülkede işbirlikçileri aracılığıyla halka şiddet uygularlar.
Ülkemizde hayatın her alanında şiddet hüküm sürüp gidiyor. Toplumsal hayatın, belirleyicisi olan üretim ilişkilerinde şiddet ise çok bariz görülüyor. Sermaye sınıfının aşırı örgütlü olup, işçi Sınıfının örgütsüz olduğu ülkemizde işçiler aslında cehennemde yaşıyor gibiler. Adına kapitalizm, demokrasi, burjuva düzeni denilen bu düzende, aslında İşçi Sınıfının işgücünü pazarlık yoluyla satması gerekiyor. Bunun aracı da özgür toplu pazarlık ve grev düzenidir. Kabaca demokrasi denilen düzenin esas alt yapısı budur.
Ülkemizde 27 Mayıs 1960 Politik Devrimi ve 1961 Anayasası ile özgür toplu pazarlık ve grev düzeni hayata geçirilmişti. Bu düzen 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Faşist Darbeleriyle ortadan kaldırılır. On beş yıldır süren AKP’giller iktidarı İşçi Sınıfının haklarını iyice kısıtlayan pek çok yasal düzenlemeyi bu süreçte yapar. Geçenlerde Tayyip Erdoğan işverenlere yaptığı konuşmada “Olağanüstü Hali sizin için uzatıyoruz, bu dönemde işçilere grev yaptırmıyoruz” diye açıkça söyledi. Toplu pazarlık düzenine bir darbe geçen sene istihdam büroları kanunu yasalaştırılarak yapıldı. Şimdi de arabuluculuk sistemi, iş mahkemelerinin yerine geçirilerek, İşçi Sınıfının tüm yasal hakları bir kez daha cendereye alınıyor.
Şiddet tek başına, soyut olarak ele alındığında, şiddet ile baş edilemez. Bataklığı kurutmadan sivrisinekle mücadele edemezsiniz. Çok basit bir örnek, günümüzde Taliban, El Kaide, IŞİD gibi örgütleri kim yarattı?
AB-D emperyalistleri.
Şimdi ne yapıyorlar?
Güya bu Ortaçağcı örgütlerle mücadele ediyorlar. “Gidin bunu külahıma anlatın, yemezler demek” lazım.
İşçi Sınıfı bugün hak aramak için fabrika önlerine çıktığında polis şiddetine uğruyor. Bununla birlikte esas büyük şiddeti, işçiyi işten atan, fazla mesaisini vermeyen, iş kazalarına karşı önlem almayan işveren uyguluyor. Yaslarımıza göre hâlâ kamu yönetiminin işçi ile işveren arasında tarafsız olması gerekirken, işverenin tarafını tutuyor. Günümüzde işverenler işi daha da büyüttüler. “Ben fabrikalarımda binlerce işçiye ekmek veriyorum” diyen işverenler var. Aslında bildiğimiz gibi işçiler, işverenin ekmeğini vermiş olurlar. “Allah rızası için bu işçileri çalıştırtıyorum” diyenler var. Yani dini de bir baskı aracı olarak kullanan bir sermayedar sınıfı var artık. Üretim ilişkilerindeki bu gerçeklik, hayatın tüm alanlarına yansıyor, hastanede, sokakta, çarşıda pazarda halkımız şiddetle karşı karşıya kalıyor.
Şiddetten halk olarak kurtulmamızın yolu, Finans-Kapital + Tefeci-Bezirgân ortaklığıyla kurulan, AB-D Emperyalistlerinin kontrolündeki bu düzenden kurtulmaktan geçiyor. Bunu da ancak Demokratik Halk Devrimi için, halkını örgütleyen İşçi Sınıfı Partisi yapabilir. İşte Halkın Kurtuluş Partisi bunun için var.
Kurtuluş Partili Bir Doktor