Site rengi

Tasarım

Ukrayna’da olanları anlamak…

04.03.2022
1.258
A+
A-

Mustafa Şahbaz

Bir olayı anlamak için o olayın oluş sürecini ve o olayı ortaya çıkaran nedenleri anlamak gerekir. Yani o olayın hangi etkenler tarafından ve zaman içinde nasıl belirlendirildiğini kavramak gerekir. Yağmurun ne olduğunu, yalnızca gökten yere düşen su damlalarına bakarak anlayamayız. Böyle davranırsak yalnızca sonucu görmüş oluruz. O sonucu oluşturan tüm süreci atlamış oluruz. Yani yağmurun önce denizde, gölde, nehirde, karadaki suların buharlaşmasıyla göğe bulut olarak yükseldiğini, sonra bu su buharı yüklü bulutların soğuk bir hava dalgasıyla karşılaşınca yoğunlaşarak su damlalarına dönüştüğünü ve gökten yere su damlaları biçiminde düştüğünü anlayamayız. Sadece sonuca bakmak bizi tam gerçeğe ulaştıramaz; olayı tümüyle kavramamıza yetmez. Olayı anlamak için tüm süreci göz önüne almak gerekir.

Ukrayna olayına sadece sonuçtan bakılınca görünen şudur:

Emperyalist bir ülke olan Rusya, Ukrayna’ya saldırmış, bir işgal başlatmıştır. Her emperyalist saldırı gibi bu saldırı da lanetlenmelidir.

Ama biz bununla yetinemeyiz. Olayın sürecini görmemiz gerekir.

Uzun tarihsel süreci bir kenara bırakarak ana başlıklar biçiminde Ukrayna meselesine bakarsak:

 

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşının Sonuçları

1991 yılında Sovyetler Birliği dağılışa uğrayana dek Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ni oluşturan 16 Cumhuriyetten biriydi. O güne kadar diğer Sovyet Cumhuriyet’leriyle kardeş, yoldaş bir cumhuriyetti. İnsanları da tüm diğer cumhuriyetlerin insanlarıyla kardeşçe yaşıyordu. Hele de İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Ukrayna Sovyetler Birliği’nin en batı ucunda olduğu için ilk Nazi işgalini yaşayan ve o işgalden en son kurtarılan Sovyet toprağıydı. Yani en büyük acıları yaşayan topraklar Ukrayna toprağı ve o toprağın insanları Ukraynalılar oldu.

Hitler, iktidarını pekiştirirken emperyalistler, Sovyetler’i yok etmesi için sırtını sıvazlayarak palazlandırmışlardı. Ancak Hitler kendilerini hedef alınca savaşmak zorunda kalmışlardı. O konuda bile samimi davranmamışlardır. Stalin’in “İkinci Cephe” açma önerilerini hep savsaklamışlar, Sovyetler’in galip geleceği anlaşıldıktan sonra ancak 6 Haziran 1944’te Normandiya Çıkarması’nı başlatmışlardır. 23 Ağustos 1942’de başlayıp 2 Şubat 1943’te Mareşal Paulus komutasındaki Alman 6’ncı Ordusu’nun kayıtsız şartsız teslim olmasıyla sonuçlanan Stalingrad Savaşı sonrasında Sovyet Orduları, hızla Avrupa’ya, Almanya’ya yönelmişlerdir. Artık savaş tamamen tersine dönmüş, Alman Orduları ricat etmeye (çekilmeye) başlamış; Sovyet Orduları ise taarruza (saldırıya) geçmiştir. Buna rağmen bir yıldan daha uzun bir süre “İkinci Cephe” açılmamıştır ABD ve İngiltere tarafından. Sovyetler’in iyice yıpranması beklenmiştir. Çünkü savaş sonrası Finans-Kapitalistlerin iktidarı demek olan kendi iktidarlarıyla Proletaryanın iktidarı demek olan Sovyetler’in uzlaşmaz biçimde karşı karşıya geleceğini biliyorlardı. Sovyetler iyice yıpranmalıydı ki, karşılarında pazarlık gücü düşük olsun.

Hatta elini iyice güçlendirmek için bununla da yetinmedi ABD: 17 Temmuz 1945 – 2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Berlin’in 26 km güney batısındaki Potsdam’da Stalin, Churchill ve Truman’ın “Büyük Üçlü” olarak yaptıkları ve dünyanın yeniden düzenlenmesini görüştükleri toplantının hemen 4 gün sonrası, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve 9 Ağustos 1945’te de Nagazaki’ye, sırf Sovyetler’e gözdağı vermek amacıyla, atom bombaları attı. 220.000 insan öldü. Yüz binlerce insan ya sakat kaldı ya da yıllarca radyasyondan etkilendi; kanserden öldü, sakat çocuklar doğdu. Oysa Japonya zaten teslim olmak üzereydi. Bu bombaların atılmasına hiç gerek yoktu.

Emperyalist Dünya, Sovyetler’in 20 milyonu aşkın insanını kaybetmek pahasına kazandığı zafer sayesinde faşizmden kurtuldu. Fakat onun için asıl büyük düşman, kendisinin egemenliğini ilelebet ortadan kaldıracak olan Proletaryanın kurduğu Sovyetler Birliği’ydi. Doğu Almanya’nın da (Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin de) içinde yer aldığı Doğu Avrupa ülkelerinin İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Sosyalizme geçmesi de emperyalistlerin korkularını katmerlendirmişti.

 

Halkların baş düşmanı NATO kuruluyor

Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler için bu kabul edilemez bir durumdu. Nazizme boğdurmak istedikleri “Azrail”leri, daha da güçlenerek çıkmıştı karşılarına. ABD de dahil olmak üzere dünyanın tümünde halklarda; Sosyalizme, Sovyetler Birliği’ne ve önderi Stalin’e büyük bir hayranlık doğmuştu. Ne yapıp etmeli Sosyalizmin tüm Avrupa’ya hatta tüm dünyaya yayılması, her türlü olanak kullanılarak, durdurulmalıydı. İşte NATO denen insanlık düşmanı savaş örgütü bu sebeple kuruldu. Tarih 4 Nisan 1949’du.

4 Nisan 1949’da Washington Antlaşması (Kuzey Atlantik Antlaşması) 12 devlet tarafından imzalandı. Amerikalı General D. Eisenhower, ilk Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı olarak atandı.

1954’te Sovyetler Birliği, Avrupa’daki barışı muhafaza etmek için NATO’ya katılması gerektiğini ileri sürdü. Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık, bunu Avrupa’daki NATO güçlerinin artmasını engellemeye yönelik bir girişim olarak gördükleri için reddetti.” (https://www.cbc.ca/news/world/fast-facts-about-nato-1.778864)

Şüphesiz ki Sovyetler’in bu girişimi emperyalist komployu bozmaya yönelikti. Onların saldırgan bir askeri güç olduğunu tüm dünya halklarına deşifre etmekti.

Bu gerçek, dünya kamuoyu tarafından görüldükten sonra:

1955’te Sovyetler Birliği, Almanya’nın NATO’ya kabul edilmesine karşı çıkmasının ardından Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya ve Romanya’yla birlikte Varşova Paktı’nı oluşturdu.” (agy.)

NATO’ya karşı Varşova Paktı kurulmuştu ama ABD’nin nükleer bir güç olması dengeyi Sosyalizmin aleyhine, Emperyalizmin lehine bozuyordu. Bu durum da uzun sürmedi: Emperyalistlerin SSCB’nin 1950’lerin ortasına kadar nükleer silah geliştiremeyeceği tahmini boş çıktı. İlk Sovyet atom bombası 29 Ağustos 1949’da patlatıldı.

Dünya artık nükleer bombaların belirlediği bir dehşet dengesine oturmuştu.

Adına “Soğuk Savaş” denildi bu dengenin.

 

Halkların Koruyucu Kalkanı Sovyetler Birliği’nin Yıkılışı

Ve insanlık için acıların en büyüğünü yaşatacak olan 1991 yılında Sovyetler’in ve Sosyalist Kamp’ın yıkılışı geldi.

Karşıdevrim ABD-AB Emperyalistleriyle el ele vererek, dur durak bilmeksizin Sosyalizmin tüm kazanımlarını ortadan kaldırmak için Sosyalist ülkelerin başta ekonomilerini yerle bir etti. Tüm kamu mallarına el koyan çoğu eski komünist yağmacılarla el ele vererek ülkeleri talan etti. Dünyanın ikinci büyük gücü olan Sovyetler’den arta kalan ülkeler, Rusya da dahil olmak üzere, kurt dalamış koyun sürüsüne döndü. İnsanlar gerçek anlamda işsiz, aşsız kaldılar. Çaresiz insanlar, ellerinde ne varsa yok pahasına satmak için yollara döküldü; komşu ülkelerin sınırlarına yığıldı. Üniversite okumuş, doktor olmuş, mühendis olmuş, avukat olmuş insanlar, özellikle de kadınlar, Türkiye gibi kendi halkına bile refah sağlayamamış ülkelerde bakıcılık yapmak, temizlikçi olarak çalışmak, inşaatlarda çalışmak üzere gurbete döküldüler. 100 dolar bu ülkelerde neredeyse servet sayılıyordu. Yeltsin denen bir alkolik alçak, içten içe çürümüş Bürokratik Sosyalist uygulamaları bir çırpıda yere çalıp geçebildi. Sovyetler dağılmış, eski Cumhuriyetler bağımsızlık ilan etmişti. Daha doğrusu hain Yeltsin tarafından teşvik edilmişlerdi. “Bu ülke ekonomilerini daha fazla sübvansiye edemeyiz. Başlarının çaresine baksınlar.”, diyerek, Rusya da dahil olmak üzere, tüm Sosyalist Kamp’ı elsiz ayaksız emperyalistlerin kurtlar sofrasına ikram etti.

Başta ABD Parababaları olmak üzere Emperyalistler düğün bayram ediyorlardı. Hem en büyük düşmanlarını, Azraillerini, “mezar kazıcılarını yenilgiye uğratmışlar hem de yağma Hasanın böreğine konmuşlardı.

 

Emperyalistlerin Bin Devletli Dünya Düşü

Onlara göre dünya tek kutuplu bir dünya olmuştu. Artık her şey ABD’den sorulurdu. Globalizm (Küreselcilik) çağına geçmiştik. Tüm dünya (küre) tek bir bütündü. Artık ulus devletlerin çağı kapanmıştı. Tüm halklar emperyalistlere tabi olmalıydı. ABD ne derse o kanun sayılmalıydı.

Halkların, ulusların, insanlığın düşmanı ABD, böyle bir programı nasıl kabul ettirilecekti dünyanın mazlum halklarına?

İngiltere’nin yüzyıllardır sömürgelerinde uyguladığı metot ne güne duruyordu?

“Böl, parçala, yönet”, yöntemi uygulanacaktı.

Bunun için ne gerekiyordu?

“Dünyanın bin devletli bir dünyaya” dönüştürülmesi…

Mümkünse site devletleriyle dünyayı parçalayabildikleri kadar parçalamayı amaçladılar. Ulusal ordular da bu sitelerin bekçisi olabilirlerdi ancak. Buradaki “site” kelimesi “kent-şehir” anlamındadır. Bunu, Türkiye’deki uşaklar daha da uca götürerek Türk Ordusu’nun görevinin, etrafı çevrili küçük mahalle anlamına gelebilecek “site” bekçiliğine indirgenmesi gerektiğini ileri sürebildiler. Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan AKP’li Hüseyin Çelik, Türk Ordusu “site bekçisi” düzeyine indirilmeli, demişti. FETÖ ile el ele vererek bu görevi bir hayli başardılar desek yalan olmaz.

 

Yugoslavya’ya ve Yugoslavya’daki Halklara Acımasızca Kıydı Emperyalistler

Dünyayı bin devletli hale getirme planının kanlı örnekleri ortadadır. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Mussolini Faşizmini ve Hitler Nazizmini yere sererek Sosyalist Yugoslavya’yı kurmuş olan halklar, on yıllarca kardeşçe bir arada yaşamışlardı. Emperyalistler, bu halkların arasında kısa sürede düşmanlıklar yaratarak birbirine düşürdüler. Ve çok uzun sayılmayacak bir sürede Yugoslavya’yı atomlarına kadar parçaladılar. 7 küçük devletçiğe böldüler. Savaş uçağını bile kendisi üreten Yugoslavya’dan emperyalistlerin sadakasına muhtaç, AB’ye, NATO’ya girmek için can atan burjuva devletçikler yarattılar.

BOP Haritası yayınlayıp Batı Afrika’dan Orta Asya’ya kadar ülkeleri nasıl parçalayacaklarını ilan ettiler. Irak, Libya, Afganistan, Suriye saldırılarıyla bu ilan ettikleri amaçlarını gerçekleştirmeye davrandılar. Bilindiği gibi bu projeye göre Türkiye de en az üçe bölünmektedir.

 

Rusya Büyük Lokma

Bu özetin özeti olaylar zincirinde sonra gelelim Rusya’ya…

Parçalanmış Sovyetler Birliği’nden kalan en büyük parça Rusya’dır. Halen dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesidir. 17 milyon 130 bin km2 yüz ölçümüyle Avrupa, Avustralya ve Antarktika kıtalarından daha büyüktür.

ABD Emperyalizmi ne istiyordu?

Site Devletler düzeyinde küçülmüş, Pazar olmak dışında elinden bir şey gelmeyen devletler. Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye, Afganistan bu amaçla bölünmemiş miydi?

(Taliban yönetiminin bir bütünmüş gibi görünmesi bizi yanıltmasın. Afganistan’ın her bölgesi ayrı bir devlettir bugün. Süreç böyle devam ederse daha da parçalanacaktır.)

ABD Emperyalistleri, Rusya gibi bir devi bölüp parçalamadan kendi sistemi içine niye alsın?

Nitekim Putin açıklıyor:

Putin’in ABD’li yönetmen Oliver Stone’a verdiği röportajların bir bölümü daha yayınlandı. Rus Haber ajansı Sputnik’in aktardığına göre, yeni yayınlanan bölümde Putin şu ifadeleri kullanıyor: “(ABD eski başkanı Bill) Clinton henüz başkanken onunla gerçekleştirdiğimiz görüşmelerden birini hatırlıyorum. Moskova’yı ziyaret ediyordu. Tartışmalarımızdan birinde ona, ‘Rusya’nın NATO’ya katılma seçeneğini düşünsek olmaz mı?’ diye sordum.”

“‘ABD HEYETİ GERİLDİ’

“Putin, Clinton’un Rusya’nın NATO’ya katılmasına karşı olmadığını söylediğini aktardı. Putin ayrıca, Clinton’ın cevabının ardından görüşme odasındaki ABD heyetinde yer alan herkesin belirgin bir biçimde gerildiğini anlattı. Putin’in, Stone’a verdiği ayrı bir röportajda ise NATO’yu ‘ABD’nin dış politika aracı’ olarak tanımladığı görülüyor. “NATO içerisinde müttefikler yok, sadece köleler var” diyen Putin, NATO’ya üye olan bazı ülkelerin Washington’ın baskısına karşı koyamadığını ve ‘füze savunma sistemleri ile saldırı sistemleri dahil olmak üzere her şeyin topraklarına yerleştirilmesine kolayca izin verdiklerini’ söyledi.” (https://www.hurriyet.com.tr/dunya/putin-rusyanin-natoya-uye-olmasini-onerdim-40479485)

ABD’de başkanlar dört yıl için seçilir, en fazla iki dönem başkanlık yaparlar. Her ne kadar bu başkanların çoğunluğu; valilik, temsilciler meclisi üyeliği, senatörlük gibi hizmetlerden ve tecrübelerden sonra başkan oluyorsa da her konuya hâkim olmaları mümkün değildir. O yüzden Putin’in önerisine Clinton olumlu bakıyor. Öyle ya mademki Rusya da artık emperyalist sistemin bir bileşeni, NATO’ya girmesinde bir mahsur olmasa gerek, diye düşünüyor. Fakat ABD Devletinin asıl hafızasını temsil eden uzmanlardan derleşik heyetin nevri dönüyor, gerginleşiyorlar. Çünkü onlar büyük projeyi biliyorlar: Rusya da tıpkı Yugoslavya gibi önce atomlarına kadar parçalanmalı, uydu olmaktan başka yapacak bir şeyi kalmamalı ki sisteme alınsın.

Oysa Rusya NATO’ya alınsa 5’nci madde gereği bölünmezlik ve saldırılamazlık kazanacak. NATO’nun 5’nci maddesi bildiğimiz gibi bir NATO ülkesine yapılacak saldırıyı tüm NATO’ya yapılmış kabul eder ve topyekun savunmayı emreder. Böyle bir korunma şemsiyesini Rusya’ya hediye edince onu nasıl parçalayacaksın? İşte budur “ABD Heyetini” tedirgin eden, geren.

 

Rusya’nın Baltık Denizi ve Karadeniz’deki Varlığı Bile Engellenmek İsteniyor

İşleyen sürece bakalım:

Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Rusya NATO tarafından sürekli kuşatılmak istenmektedir. Avrupa Birliği kapısında on yıllardır bekletilen Türkiye’ye karşılık, eski Sovyet ve Doğu Avrupa Sosyalist ülkeleri başvurur vurmaz hem AB’ye hem de NATO’ya üye olarak kabul edilmektedir. Baltık Cumhuriyetleri NATO’da ve AB’dedir. Baltık Denizi neredeyse Rusya’ya kapatılmış haldedir. Bulgaristan, Romanya, Polonya, Macaristan kısacası Sosyalist Kamp’tan kopmuş 14 eski Sosyalist Devlet hemen NATO’ya alınmıştır. Bunların ortak özelliği ise Emperyalist Metropol devletlere göre, toprakça ve nüfusça olmasa da, ekonomik ve askeri bakımdan pek küçük olmalarıdır. Yani kolay lokmalardır.

Oysa Rusya öyle mi?

O yüzden Rusya önce kuşatılmalı, mesela Karadeniz ona dar edilmeli. Romanya, Bulgaristan, Türkiye zaten NATO üyesi, geriye Gürcistan’la Ukrayna kalıyor. O ülkeler de NATO’ya alınırsa Rusya neredeyse Karadeniz’e çıkamaz olur. Bir de Montrö’yü ortadan kaldırdık mı Rusya etrafı ateşle çevrilmiş akrep durumuna düşer. Nitekim önce Gürcistan denendi olmadı, şimdi Ukrayna kartı oynanıyor. Yakın zamanda ne demişti Tayyip: “Karadeniz bir Rus gölü oluyor.” Bu durum önlenmeli, tersine döndürülmeli, Rusya kuşatılmalı; Karadeniz bir NATO gölüne dönüştürülmeli. Söylediğinin satır arası budur. “Kanal İstanbul” diye kıvranması, “Montrö tartışılabilir” demesi hep bu yüzdendir. Oysa Karadeniz’de en uzun kıyısı olan ülke Türkiye’dir. Sen niye Karadeniz’i bir Türk Gölü haline getiremiyorsun, “asrın lideri”?..

(Yanlış anlaşılmasın elbette Karadeniz tüm kıyıdaşlar için ve savaş dışı gelecek ülke gemileri için bir kardeşlik gölü, bir kardeşlik denizi olmalıdır elbette.)

Bütün bu anlatageldiğimiz gerçekleri eski emperyalistler de yeni emperyalist Rusya da biliyor. Rusya kendi çapında bu kuşatılmışlığı kırmak istiyor. Putin 2 şeyi daha biliyor ve dile getiriyor:

“Daha geçen gün Putin, sosyal medyayı da kullanarak Ukrayna konusunda ne kadar ciddi olduklarını, hatta mealen savaşı bile göze alabileceklerini, konvansiyonel olarak NATO kadar güçlü olmasalar da nükleer silahlar açısından güçlü olduklarını -Avrupa başta olmak üzere- tüm dünya kamuoyuna anlatmaya çalıştı. Yani zorda kalır ve köşeye sıkıştırılırsak kullanabiliriz demek istedi. Bu noktada Rusların doğulu olmalarının yanı sıra sert güç kullanmaya meyilli oldukları da değerlendirmeye alınmalıdır.” (https://www.turkererturk.com.tr/ucuncu-dunya-savasi/)

Birinci dile getirdiği; “konvansiyonel olarak NATO kadar güçlü” değiliz itirafı. Putin gibi özgüveni megalomani düzeyinde olan bir devlet adamının bu sözü etmesi kolay değildir. Ama kendisi dile getirmese de gerçekliğin bu olduğunu herkes biliyor.

İkinci bir şey daha söylüyor: “nükleer silahlar açısından güçlü olduklarını”.

Beni kuşatmaya kalkmayın, fena yaparım, demeye getiriyor.

Ünlü sözdür: “Filler tepişir çimenler ezilir.”

Evet öyledir. Ukrayna’nın AB-D Emperyalizminin gönüllü-satılık uşakları bu gerçeği bilmeli değiller miydi? NATO’ya gireceğiz diye yırtınacaklarına gerçekliği görmeleri ya da emperyalistlerin; “sizi NATO’ya alacağız”, vaatlerine kanmamaları gerekmez miydi?

Gerekirdi. Ama uşakların, efendilerini Tanrı kadar güçlü görmeleri gibi bir körlükleri, hastalıkları vardır.

O yüzden emperyalistler tarafından terk edilince; “yalnız bırakıldık”, demek zorunda kaldı, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy.

O Vladimir Zelenskiy ki Neo-Faşistlerle içli dışlıdır. Ukrayna’da Neo-Faşistlerin işlediği cinayetlerin ortağıdır. Şu kişiliğe bakar mısınız?

“Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin 30. kuruluş yıldönümü vesilesiyle yaptığı tebrik konuşmasında Kızıl Ordu’da görev yaparken hayatını kaybeden askerleri anmayan Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Nazi işbirlikçilerinin 2. Dünya Savaşı’ndaki rolünden övgüyle söz etti.

“(…)

“Rusya’da aşırılık yanlısı örgüt olarak kabul edilen Ukrayna İsyancı Ordusu, Kızıl Ordu’yla mücadelesi sırasında Nazi saflarında yer almıştı. Tarihçiler, Ukrayna İsyancı Ordusu’nun Yahudilerin kitleler halinde öldürülmesinden ve Polonyalı toplulukların yok edilmesinden sorumlu olduğunu belirtiyor.” (https://tr.sputniknews.com/20211208/zelenskiy-nazi-isbirlikcilerinin-2-dunya-savasindaki-rolunu-ovdu-1051580271.html)

Yani karşımızdaki, fillerin tepişmesinden hiçbir haberi olmayan çimen değil, bir insan sefaletidir. Halkına ihanet etmiş, onu ateşe atmış bir emperyalist uşağıdır.

 

Özetle:

Emperyalizm sadece bir sömürgecilik ya da sömürü siyaseti değildir. Onun özü tekelci kapitalizm oluşudur. Kapitalizmin en yüksek aşaması olmasıdır. Rusya da Sovyetler’in yıkılmasıyla hızla kapitalistleşmiş, çağın gereği olarak bu kapitalizm de tekelci kapitalizm (emperyalizm) biçiminde gelişmiştir. Emperyalistler arası çatışma ise kaçınılmazdır. Dolayısıyla yukarıdan beri anlatageldiğimiz gibi, AB-D Emperyalizmi saldırıda, Rus Emperyalizmi savunmadadır. Fakat saldırgan AB-D Emperyalizminin her başarısı halklara daha fazla zulüm ve ölüm getirmektedir, getirecektir. Onun bu saldırganlığını durduracak, zıttına-Sosyalizme sıçratacak Sovyetler gibi bir devlet gücü; Uluslararası Proletaryanın da bu saldırganlığı durduracak Enternasyonalist bir örgüt gücü maalesef yoktur.

Emperyalizm var oldukça savaşlar da olacaktır. Ve ne yazık bu savaşlarda asıl kurban edilenler başta İşçi Sınıfı gelmek üzere emekçi yığınlardır.

Bu verili şartlarda halkların daha fazla acı çekmemesini sağlayacak olan AB-D Emperyalistlerinin yenilgisidir. AB-D Emperyalistlerinin her geriletilmesi halklar için kazanç olacaktır.

Savaş’ın karşıtı olan Barış ise ancak Emperyalizmin karşıtı Sosyalizmin dünyada egemen olmasıyla gerçekleşecektir.

O zaman Fidel Castro Yoldaş’ın dediği gibi; “Tüm insanlık tek bir aile gibi kardeşçe” yaşayacaktır.