Ülke sorunlarına kayıtsız kalan Baro olur mu?
Olmaz tabiî ki… Daha doğrusu sadece Baro değil bütün Meslek Örgütlerinde ve Halk Örgütlerinde de olmaması gerekir.
Peki, olan ne?
İki yılda bir toplanan Baroların Genel Kurullarında, seçimlere katılan grupların önceliği, genellikle; “mesleğin sorunları”, diğer grupları “Baro faaliyetleri” açışından eleştirmek ve “biz iktidara gelirsek” diye başlayan cümlelerle yine avukatlara şirin gelecek vaatlerin sıralanması olmaktadır.
Ülkenin siyasi gidişatına ilişkin ise genel geçer birkaç cümle seçim bildirgelerine serpiştirilir, o kadar.
Ülke hızla Ortaçağın karanlığına götürülüyormuş; siyasi iktidar tepeden tırnağa hemen her gün Anayasayı İhlal suçu işliyormuş; Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden kişi kendini fiilen “Devlet Başkanı” ilan etmiş ve yarattıkları bu duruma Anayasal çerçeve oluşturmaya çalışıyorlarmış; Yüksek Yargı Başkanları “Devlet Başkanı” ve ailesiyle birlikte çay toplama ayinleri yapıyormuş; 15 Temmuz sonrası ilan ettikleri OHAL sopası ile toplum susturulmaya, sindirilmeye, yıldırılmaya başlanıyormuş; kişi güvenliği, masumiyet karinesi, suçların şahsiliği ilkesi, avukata erişim hakkı, avukatın sır saklama yükümlülüğü ayaklar altına alınıyormuş; yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı yerlerde sürünüyormuş; TBB (Türkiye Barolar Birliği) Başkanı kendisinin şahsında tüm Avukatlara yapılan hakaretleri içine sindirerek Kaçak ve Haram Saray’ın Reisine biatlarını sunmuşmuş; Adli Yıl açılış töreni ve HSYK’nin mesleğe atama kuraları Kaçak Saray’da yapılıyormuş; velhasıl daha birçok sorun ortadayken, bu sorunların üstüne cesaretle ve örgütlü bir şekilde gitmekten çekinerek, sanki bunlar yaşanmıyormuş gibi görmezden gelmek Baroların asli görevlerinden uzaklaştığını gösterir ancak.
Dahası Barolar, 15 Temmuz kanlı kapışmasını “Allah’ın bir lütfu” olarak gören Kaçak Saray’lı Reis’in kuvvetler birliğine geçip, tüm yetkileri elinde toplayarak Meclisi devreden çıkartıp, ülkeyi KHK’lerle yönetmesine, yargıya açıktan talimatlar vermesine, TSK’yi tamamen lağvetmesine, Cumhuriyet okullarının İmam Hatiplere dönüştürülmesine, yani açıktan bir “Çete Hukuku”nun egemen kılınmasına sessiz kalmaktadırlar.
On dört yıl el ele vererek Cumhuriyet’i bir enkaz yığını haline getiren, Tayyip dahil Pensilvanyalı İblisle her düzeyde çıkar birliği yapan AKP’giller hakkında bırakalım asli failliği, yardım yataklıktan yargılanmaları için bile tek bir suç duyurusu ya da açıklama yapmamıştır Barolar.
Peki, bu sorunlara hiç mi değinilmiyor?
Tabiî ki, hayır.
Başta Halkçı Hukukçular, AKP’giller’in ve Pensilvanyalı İblis cemaatinin yapmış olduğu her türlü vurgun ve hırsızlık, Cumhuriyet değerlerinin yok edilmesi ve Anayasal İhlal suçlarına karşı sürekli suç duyurularında bulunmuştur. 15 Temmuz sonrasında da başlatılan “FETÖ soruşturmaları”na Asli Fail olarak AKP’gillerin de dahil edilmesi için Suç Duyurusunda bulunulmuştur.
Belirtmeliyiz ki, Baro Genel Kurullarında kişisel olarak söz alan duyarlı avukatlardan bazıları bu sorunların üstüne gitmişlerdir. Bir de İstanbul Barosu Başkan Adaylarından Mehmet Durakoğlu, Ulusalcı-Kemalist çizgide de ülke sorunlarını içeren bir konuşma yapmıştır. Buradaki kastımız, gruplar adına aynı duyarlılık gösterilerek, Genel Kuruldan kararlar çıkartıp seçimler sonrasındaki eylem ve etkinliklerle kararlılığın gösterilememesidir.
Bir başka anlatımla; meslek örgütlerinin, sendikaların, derneklerin üyelerinin “kendi bencil çıkarları”na hapsolarak mücadele ufkunu sınırlaması toplumsal gelişimin önünde en büyük engeldir.
Baroların da, “mesleğin sorunları” edebiyatı ile “kendi bencil çıkarları”nın peşinde koşan bir avukat kitlesi yaratması, bu ülkeye büyük zararlar vermektedir.
“Modern toplulukta hiçbir sınıf, yalnız kendisini görmek ve düşünmekle meselelerini çözemez. Toplumsal sınıflar Milletin ve memleketin en geniş münasebetleri içinde, tesirli olabilecek davranış ve düşüncelerle rol oynayabilirler ancak.. İşveren sınıfı, toplumumuza ileri gidişi sağlamada başarı kazandığı ölçüde millet ve memleket kaderine hâkim olmuştur. İşçi sınıfımız da, ister istemez kendi bencilliğinden sıyrılıp, Millet ve memleket ölçüsünde ilerlemeyi ve yararlığı sağlayacağına inanır ve Halkımızı inandırırsa Milletçe tutulur.” (H. Kıvılcımlı, Ekonomik Mücadele Üzerine, s. 61)
Her ne kadar avukatlar bir sınıf değilse de Baroların siyaset üstü bir duruşu olamaz, olmamalıdır. Bu nedenle de Baroların “kendi bencilliğinden sıyrılıp” toplumda yaşanan haksızlıklar-hukuksuzluklar karşısında sesini yükseltmeleri asli görevlerindendir.
Esasen, Avukatlık Kanununun 76’ncı maddesinde; “(…) meslek düzenini, ahlâkını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, …” hükmü ve yine aynı yasanın “Baro Yönetim Kurullarının Görevleri”ni düzenleyen 95’inci maddesinin 21’inci fıkrasında öngörülen; “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak” hükmüyle Barolara bu görevler de yüklenmiştir.
Ancak, bu görevleri bilince çıkartmak ve toplumsal mücadelede yol gösterici olmak; ideolojik ve pratik anlamda net olmaktan, yalpalamamaktan, inanç erozyonuna uğramamaktan geçer. Bu tür sarsıntılar geçiren bir yapılanmanın, başarılı olması da mümkün değildir.
Bu sarsıntının en barizi ise İzmir Çağdaş Avukatlar Grubunda (ÇAG) görülmektedir.
Seçim Bildirgelerinin başında kendilerinin,
“1971 askeri muhtırası ve devamındaki hukuka aykırılıklar;
* İnsan haklarından yana olan,
* Ülkede ve dünyada barıştan ve emekten yana olan,
* (…)
* Dünya üzerindeki büyük güçlerin Türkiye üzerindeki müdahalelerine karşı olan”lar olarak biraraya geldiklerini söylemekteler.
Buradaki “emekten yana olmak” ilkesinin bilim dışılığını ve “emekten yana” olmanın işverenden yanayım demek olduğunu belirtip geçelim.
Ama asıl vahimi, bu arkadaşlar; Emperyalizme karşıyız diyememektedirler.
Bu arkadaşlar, başta Çağdaş Hukukçular Derneği’nin kuruluşu olmak üzere Barolardaki Çağdaş Avukat Gruplarının çıkış ilkeleri olan Antifaşist, Antiemperyalist, Antişovenist ilkelerini yok sayıp, Emperyalizmi “Dünya üzerindeki büyük güçler” derekesine indirmişler.
Yine aynı ÇAG’cılar; “Ülkemizin toplumsal sorunlarının, ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı bir ortamda öncelikle yurttaşların temsilcilerinin katılımı ile TBMM çatışı altında çözülebileceği”ne inanmaktalar.
İşte buna; güler misin, ağlar mısın? denir ancak…
Yahu, ülkede güçler ayrılığı mı kalmış? TBMM’de bulunan komisyonların, muhalefet partilerinin etkinliği mi kalmış? İktidar partisinin bile Tayyip’in ağından çıkmayan hiçbir yasa tasarısını Meclise getiremediğini siz bilmiyor musunuz? Sözde seçilmiş Başbakanların, Bakanların Tayyip tarafından bir gecede azledildiklerini siz görmediniz mi?
11 Ocak 2014 günü, HSYK’ye ilişkin düzenlemelerin yer aldığı Yargı Paketi’nin görüşüldüğü sırada Yargıçlar Sendikası Başkanı Ö. Faruk Eminağaoğlu’na bu TBMM’nin Anayasa Komisyonu’nda saldırılmadı mı?
Hangi “yurttaşların temsilcilerinin katılımı”ndan bahsediyorsunuz?
Bizce bu savrulmaların nedeni; Amerikancı Kürt Hareketinin İHD, KESK, TMMOB, TTB, DİSK’te olduğu gibi ÇAG’a da sirayet etmesindendir. İstanbul ve Ankara’da yılların “Çağdaş” isminden vazgeçerek “Özgürlükçü Çağdaş” ismiyle seçimlere girmeleri bile bu etkinin açık kanıtıdır.
Tabiî, bu savrulmalar anılan grubun tabanında değil, yürütmesinde ve teorik hattını çizenlerde yaşanmaktadır ve bilinçli bir tercihtir. Zira bunlar, Yargının AKP’nin Hukuk Bürolarına dönüştürüldüğü 12 Eylül 2010 Referandumundaki “yetmez ama evet”çilerle de hareket etmekten çekinmemiştiler. Bu grubun tabanında bulunan ve bulunduğu yerin hâlâ eski ÇAG olduğunu sanan iyi niyetli arkadaşlarımızı tenzih ederiz.
İzmir Barosu Genel Kurulunda bir de İP’li (ya da Sahte VP’li) avukatların konuşmaları vardı. Bunlar ise önderleri “Bin Kalıplı” gibi, 15 Temmuz kanlı kapışmasını bile “Türkiye’de iyi şeyler oluyor, Amerika yenildi, ordumuz Irak ve Suriye’ye girdi, bunlar bir devrimdir.”, diye yutturmaya kalktılar. Ama anında karşılıklarını aldılar. Kendilerinin AKP’giller’in hınk deyiciliğine soyundukları, kürsüden suratlarına haykırıldı.
Öte yandan, İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa Barolarının Genel Kurullarında Halkçı Avukatlarca dağıtılan bildiriler ve yapılan konuşmalarda; Avukatlar, mesleğin sorunları ile birlikte ülke ve dünya sorunlarına duyarlı olmaya çağrıldılar.
Halkçı Hukukçular, bununla da yetinmeyecek, bugüne kadar cesaretle yaptığı aktif mücadeleye kesintisiz bir şekilde devam edecektir.
Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişovenist ilkeler çerçevesinde, demokratik-laik-sosyal hukuk devleti mücadelemizi sürdürürken, yargının tüm sorunlarını, genç meslektaşların fakültedeki öğrenciliklerinden başlayarak mesleğe başladıktan sonraki ekonomik, özlük sorunlarının, işçi avukatların içinde bulundukları cenderenin bu düzenden kaynaklandığının bilinci ile mücadele edilecektir.
Evet, Halkçı Hukukçular bugün için az sayıdadır. Ama yarın dalga dalga büyüyüp sel olacaktır. Çünkü gerçekler devrimcidir. Barolarda da gerçekleri ve doğruları söyleyenler er geç hak ettikleri yere gelecektir.
İzmir’den
Halkı Hukukçular