Site rengi

Tasarım

Yurt Gerçekleri Karşısında Bir Toplu İş Sözleşmesinin Düşündürdükleri (II)

07.10.2023
538
A+
A-

Hikmet Kıvılcımlı

Hikmet Kıvılcımlı’nın bu incelemesi, “Türkiye İdeal Mensucat İşçileri Sendikası” Yayınları arasında 1964 yılında yayımlanmıştır.
İncelemenin ilk bölümünü gazetemizin 180. sayısında yayımlamıştık.

İşçiyi Robotlaştırma Sistemi

Hayır Emek Meta’dır Diyenler

“Hizmete alınırken vasıfsız olduğu işveren tarafından beyan ve kabul edilen çırak işçilerin çıraklık süresi, işyerinde yapılan işlerin niteliğine göre azami bir senedir. Taraflar bu süre içinde çıraklık mukavelesini [sözleşmesini] ihbarsız, tazminatsız feshedebilirler.”

Bir defa taraflardan kasıt nedir? Sözleşmede taraf olanlar mı? Yoksa çıraklık mukavelesinde, diğer deyimle iş aktinde taraf olan işçi ile işveren mi?

Belli değil… Zira hangisini isterlerse onu kullanacaklar da ondan.

Sözleşmede taraf olan Sendikadan sormak lazım:

Sözleşme işveren ile işçi sendikası arasında yapıldığına göre, işçinin vasıfsızlığını beyan ve tayin etmek hakkı neden işverene terk ediliyor? Sendikanın üyesinin vasıflı olup olmadığını bilmesi gerekmez mi?

Mademki işçi vasıfsızdır, işçiliği de henüz meslek edinmemiş olması gerekir, bu kimseye meslek kazandırmak için tarafların düşündükleri nedir?

İşçinin vasıfsızlığını beyan ve tayin hakkı işverene terk edildiğine göre, sendikaya bu hususta söz hakkı tanınmadığına nazaran [göre], işyerindeki vasıfsız işçi sayısının miktarı ne olacaktır?

Bu hususta sözleşmede bir kayıt bulunmadığına göre, teminatsız [güvencesiz] çırak unvanı ile çalıştırılacak işçilerin yaşlarının en az ve en çok haddi [sınırı] ne olacaktır?

Bu vasıfsız denilen işçilerden sendika şu veya bu unvanla aidat alacak mıdır?

Kanunlarımız işçinin kim olduğunu, hangi haklardan faydalanacağını bir bir saydığına göre, mevzuatımızın işçilere tanıdığı hakların, aralarında anlaşarak toplu iş sözleşmesi dedikleri bir yazılı anlaşma ile yok edilmesi iyi niyet ve ahlâk kaideleriyle bağdaşabilir mi?..

“Disiplin hükümleri ve cezalar” diye başlayan ve sıralanan cezalar… Fakat işin içyüzünü ortaya çıkarması gereken konulardan hiç söz edilmiyor. Unutulmuş gösterilen veya ilgisinin olduğundan çekinilen konuya gelince, işyerinde uygulanmakta olan maliyet sisteminin uygulanacak olan ceza sisteminde lâfının edilmemesidir.

Halbuki bu kısımda işyerinde uygulanmakta olan maliyet sisteminin niteliğinden başlamak gerekir. Standart maliyet sisteminin uygulanmasında göz önünde tutulması gereken en önemli unsur, işçilerin çalışmaları dışında, işverenden, işverenin işçi saymadığı imtiyazlı [ayrıcalıklı] veya gözdelerin bulunduğu A listesinde bulunanların da dahil olduğu işveren tüzel kişiliğinin faaliyetlerine katılanların bütününün çalışmasıdır.

O halde, standartların uygulanmasındaki değişikliklerin meydana çıkabilmesi için ilk önce sorumlularının ortaya çıkarılmasına bağlılığıdır. Bu yüzden toplu iş sözleşmesinin ceza sisteminin düzenlenmesi sırasında gözetilmesi gereken prensipleri iki halde mütalaa etmek gerekirdi.

  1. Beşeri suçlar (3008 Sayılı Kanunun 16’ncı Maddesi),
  2. Standart maliyet sisteminin uygulanması sonucunda verilmesi gereken cezalar.

Bu hale göre, “Disiplin hükümleri ve cezalar” diye hüküm koyarken, 3008 sayılı kanun hükümlerine göre verilecek cezaları ayrı, işyerinde uygulanmakta olan standart maliyet sisteminin gerektireceği cezaları ayrı düşünmek gerekirdi. Bu şekilde bir ayrım yapıldıktan sonra, maddeye ekli cetvelin mahiyetinin [listenin niteliğinin] de bambaşka olması gerekecekti. Zira bilinen bir gerçektir ki, standart maliyet sisteminin uygulanmasında başarıya ulaşabilmek için üç kategori prim düşünülmesi gerekir.

  1. a) İşçiler için prim,
  2. b) Ustalar ve postabaşılar için prim,
  3. c) Şefler için prim.

Primleri bu şekilde bölümledikten sonra da:

  1. aa) Standartları bozucu harekete ceza primi,
  2. bb) Standartlarda ayrılıklar gösterildiğinde ortaya çıkacak sonuçlar için ceza primi,
  3. cc) İşverenin programına uymamaktan doğan ceza primi…

Bu sınıflandırmalarda işçiler dışında kalanların hatalarının, yanlış hesaplarının ceremesini işçilere yükletilmesinin hakkaniyetle telif edilmesine [uzlaştırılmasına] imkân yoktur. Bu nedenden kurulmak istenen ceza sistemi esastan bozuktur, tek taraflıdır. İşyerindeki çalışma sistemine aykırıdır.

 

Ücretler ve Sosyal

Haklar Efsanesi

İşletmenin, sözleşmede ayrı ayrı bölümlerde düzenlenmesi gereken problemlerinin hemen tamamı “Umumi Hükümler” adıyla tek bir bölümde toplandığından, ücretler ve sosyal yardımlara ait gerçekleri ortaya çıkarabilecek ölçüler örtbas edilmiş bulunmaktadır. Kaldı ki işyerinde uygulanmakta olan maliyet sisteminin niteliği hakkında ön bilgiye sahip olmaksızın “Ücretler ve Sosyal Haklar” bölümünü değerlendirmek mümkün değildir.

Standart maliyet sisteminin uygulanması ve başarıya ulaşması için “Doğru Bilgi” şarttır. Bu sistemin uygulanmasında üretim araçlarının bünyelerine, kapasitelerine, hatta modellerine göre sınıflandırılması, bunların standartlarının tayininden sonra sistemin uygulanmasında iş masraflarının, hammadde, değişen imalat masraflarının, sabit masrafların ve işçilik masraflarının ayrı ayrı bölümlenmesi en azından şart olduğuna göre, işçi ücretlerinin istikrarını sağlayabilmek, işyeri programının niteliğine ve doğruluğuna bağlı kalacaktır. Piyasa hareketlerine göre izlenecek ve düzenlenecek bir standart maliyet sisteminin uygulanması esnasında, işçi ücretlerinin ve primlerin miktar bakımından kontrolünün tek taraflı kalması inandırıcı olamaz. Üretimin değerlendirilmesi yalnız işçilerin kıyasıya çalışmalarına da bağlı değildir. O kadar ki, işveren tüzel kişiliğinden başlamak üzere işçilere gelinceye kadar diğer katlarda, hatta iş programının hazırlanmasında esas olması gereken satış programının hazırlayıcısı olması lazım gelen satış servisinin dahi bunda rolü olacaktır. Bütün bunlar göz önüne alınmaksızın veya alınsa bile sebebiyet verdikleri standart değişmelerinin sonucundaki maliyet artışlarının sorumluluğunun işçilere yükletilmesini uygun gören bir zihniyetle [anlayışla] hazırlanmış olan ücret sisteminin sosyal adalet ve sosyal güvenlik esaslarına uymayacağı bellidir. Üretimin başlangıcı işçinin makinasının başında çalışması ile değerlenecek değildir. Ambarından, ham maddesinin mubayaasından [satın alınmasından] da önce ve daha satış programının doğru ve toplum yararına hazırlanması ve hepsinin bir bütün olarak düşünülmesiyle mümkündür. Aksi takdirde satış memurunun hatasını bile sezdirmeden işçilere intikal ettirmek [yüklemek, aktarmak] bu sistemin içinde işten bile değildir…

Bu itibarla işyerindeki stok ve maliyet sisteminin hususiyetleri [özellikleri] açıklanmadan, açıklıktan uzak bir ücret ve prim sistemini ciddiye almamak gerektir. İşçiye elbette ki bir ücret ödenecektir, şu kadar ki bu ücretin, yeterliğine ve işyerinin kazancına göre düzenlenmesi gerekirdi. Hele, sözleşme öncesi devrelerde uygulanan ücret sistemiyle sözleşmede düzenlenen ücret sistemini karşılaştırmadan işçilerin bu ilişkiyle fayda sağlayıp sağlamadıkları anlaşılamaz. Bilhassa A listesinde bulunan imtiyazlı veya gözde kişilere ödenen ücret ve ikramiyelerin sözleşme dışında düşünülmesi, işletmenin gerçek durumunu ortaya çıkaracak belgeler üzerinde inceleme yapılmaksızın, stoklar, maliyet muhasebesi, tüzel kişiliğin kâr ve zarar cetvelleri, amortisman hesapları incelenmeksizin saat ücretlerine yapılan ancak kuruşla ifade edilebilen ilave ücretleri başarı diye ilan etmek doğru olamaz.

Evinden veya gecekondusundan [gelen], yeter kazanç sahibi olmayan işçilerin, maliyet standartlarının bozulması ihtimalini önleyebilmek için işyerinde karınlarının doyurulması konusundaki sözde fedakârlıkları maliyetlere intikal ettirmekten [aktarmaktan] başka ayrıca kâr miktarını düşürücü unsur olarak kullanmak imkânını da kazanan işveren için bir fedakârlık olarak kabul edilmesi düşünülemez. İşçinin evine, ailesine intikal eden [aktarılan] unsurların gösterilmesi başarının başlangıcı olarak kabul edilebilir ancak…

 

Sendikacılar ve Saltanatları

Toplu iş sözleşmesi, başından sonuna kadar iş aktinin yapılması, uygulanması ve denetlenmesi suretiyle işvereni işçi ücretlerinde baskı yapmak veya aracı kılmakla, kötü bir rekabeti işletmenin dışına yöneltmeye ait hükümlerle bezendirilmesi dururken, bütün hak ve yetkileri tamamıyla işverene bırakan işçi sendikası; işçilerin ve üyelerinin işlerinde devamlı, yeter ücretle çalışmalarını sağlayamamış iken, Sendikaya gelir, sendikacılara çıkar ve seyahat elde edebilmek için gerçekten çok evvelden bilim kurulları aracılığıyla pazarlıktan haklı çıkmanın, kazanç sağlamanın yollarını aramışlar ve sağlama bağlamışlar… Bunu kabul etmek gerek.

Sendikaya her nasılsa girmiş olanın bir daha çıkmaması için tedbir almakla işe başlamışlar:

“Sendika üyeleri istifa ettiklerini Sendikadan alacakları bir vesika [belge] ile ispat etmedikçe aidatları kesilmekte devam edecek.”

Tasavvur edilsin ki, sendikalı bir işçi noter aracılığıyla istifa ediyor ve muhatap sendikaya da istifasını tebliğ ettiriyor. Bu hususta sendikaya istifasını tebliğ ettirdiğini tebellüğ ilmühaberiyle işverene ispat ve ibraz ettiğinde işverenin; “Hayır olmaz, sözleşme var. Git sendikadan da vesika getir.” cevabı ile karşılaşacaktır. İşçi bu vesikayı getirene kadar da istifa ettiği sendikaya aidat ödemekte devam edip duracak.

Ama diyecekler ki; “Her ayın 20’sinde sendikadan istifa edenlerin listesi işverene sendika tarafından bildirilecek, işveren de aidatları artık kesmeyecek.”

Halbuki uygulamada nice imzaların ne gibi maksatlarla toplanıp nerelerde kullandığını bilenler için buna inanmak mümkün mü hiç?..

Eğer zerre kadar iyi niyetleri olsaydı; “İstifa ettiğini sendikasına tebliğ ettirdiğini yazılı olarak bildiren işçiden sendika aidatı kesilmez.” demeleri yeter de artardı bile. Ayrıca Sendikadan vesika getirmesi gibi uygulanması imkânsız bir şartı işçiye koşmazlardı.

“Temsilcilerle işveren arasındaki toplantılar sekiz saatlik normal mesai dışında her iki tarafın rızasıyla devam edecek olursa, temsilcilerin fazla mesai yaptıkları kabul edilerek fazla mesai ücreti ödenir.”

İşyeri belli, işveren belli, sendikanın işyerindeki temsilcisi A listesinde adı, soyadı yazılı olan kimse belli… İşverenin bu mutemed [güvenilir] adamı, her zamanın ve devrenin adamı, öteden beri işverenin lütuflarını dağıttığı el olabilmenin yolunu bulabilen imtiyazlı veya gözde eski işçi baş temsilcisi A listesinde olmakla zaten çıkar, hak, ücret ve ikramiye bakımlarından toplu iş sözleşmesi dışında bulunmaktan sağladığı yetişmiyormuş gibi bu sefer de; “müzakereler devam ediyor, sizin haklarınızı korumak için iş saatlerinin dışında da çalışıyorum.”, gerekçesiyle fazla çıkar sağlamanın yolunu Sendika aracılığıyla elde etmiş bulunuyor. Nimetsiz külfet olur mu hiç?.. Bu bilinen kimse artık Sendikanın işyerlerindeki devamlılığını kontrolü altında tutacak ya.

“Sendikanın yurt dışında eğitim, seminer ve staj gibi geçici faaliyetlerde bulunmak üzere muvakkaten [geçici olarak] işyerinden ayrılmasını uygun gördüğü(!) işçiler, adedi iki kişiyi geçmemek şartıyla ücretli olarak izinli sayılır.”

Görülüyor ki sözleşmenin en göze çarpan karakteri, işverenin kendi çıkarları bakımından sendikaca tam yetkili tanınması, işçi sendikasının da kendi çıkarlarında çok kârlı olması için işverenin tam hoşgörüsünün oluşmasıdır.

İşçileri sendikada toplamaya, Sendikalıları da idarecilerine körü körüne bağlı tutmaya, Sendikayı da işverenin dilediği gibi harekete mecbur etme çareleri inceden inceye düşünülmüş ve sözleşmeye yerleştirilmiş bulunmaktadırlar.

Sendika işyerinde çalışmakta olan binlerce işçiden ikisini, ücreti işveren tarafından ödenmek şartıyla, her yıl için Avrupa’ya göndermek hakkını sağlamış kendisine, işveren de bağışlamış İşçi sendikasına. Kim sendikanın kusurlarını, hatalarını ve işçinin zararına olan faaliyetlerini incelemez ve eleştirmezse o işçiyi sendika işverene bildirecek, işveren de o işçiyi bir sene izinli ve ücretli sayacak… Görünür sebep, Yurtdışında bilgi arttırmak olduktan sonra kim ne diyebilecek?..

Sözleşmede taraf sendikanın Sendikacılığımıza kazandırdığı, toplumumuza kaybettirdiği nelerdir:

1) Sendikalarda açıktan geçinenleri çoğaltmak, başkan ve yöneticilerinin saltanatlarını tam sürebilmeleri için, çevrelerinde tıpkı işverenler gibi bendeler [kullar, köleler] ve mensuplar avanesinin yetişmesine fırsat ve imkân vermek,

2) İşçileri Sendikadan soğutmak, lüks sendikacılık ve bunu yaşatmak için yüksek aidatlar, bağışlar, brüt kazanç üzerinden sendika vergisi meydana getirmek, işçi ile sendikacı arasındaki fark karşısında işçiyi sendikadan soğutmak,

3) Halkımızı işçilerden soğutmak, Millet içinde örgütlü halk sınıfı olan işçilerin örgütü de, işveren partilerinden farksız bir külah kapma ve tahakküm etme cihazı durumuna düşünce, Milleti ümitsizliğe düşürmek, her türlü işçi davasına iyi gözle bakmamayı sağlamak…

Zaten işverenlerin istediği de bu değil mi?

“Biz yarım yüzyıldır; değil işçi hareketlerini, işçinin varlığını bile kabul etmedik… Bir devletçiliktir tutturduk, serbest rekabeti kanun dışı ettik. Böylece Milli kalkınmamızın iki kanadını da koparıp attık. Sonra, neden Avrupa gelişimine eremediğimize şaştık kaldık. Hem (Devletçilik) parolası arkasından en israfçı ve en mirasyedi işveren tekelciliğini, özel sermaye çapulculuğunu memleket çapında imtiyazlandırma ile öğündük. Hem de, “Neden Avrupa’ya benzemiyoruz” diye yerindik. Bu durumumuz yaban için komedi, kendimiz için dram oldu…

“Gerçekleri olduğu gibi görmekten korkmayalım… Bu batakçı gidiş elbette ki işverenlerimizin işine gelir. Onların iktisadi yararları ve anlayışları için bu gidiş cenneti âlâ’yadır. Ama artık vatanseverlik ölçüsü, yalnız işveren menfaati olmaktan çıkmıştır. Kimse kimseyi aldatamaz artık. Sendikacılarımız, İşvereni ve onun kurt politikacılarını, “Ortak menfaat” hikâyesiyle yumuşatarak, işçi taraftarı yapacaklarını sanıyorlarsa, (Cin) olmadan adam çarpmaya kalkıyorlar demektir. Yok, işçileri durdurmak için böyle bir oyalamaya giriyorlarsa, ürkmesinler. Modern İşçi Sınıfımız Kabakçı Mustafa esnafı değildir. Ortaçağ ayaklanmalarıyla makinalarını kırmak ve memleketi çöle çevirmek hiçbir işçinin işine gelmez…

“Uzatmayalım, Batı’da ekonomi kalkınışını da, demokrasiyi de getirip gerçekleştiren şu iki dinamo oldu;

“1- İşçi mücadelesi, 2- Serbest rekabet…

“Biz işveren devletçiliğiyle her iki zembereği birden kırdık. Onun için ekonomik kalkınışımız da, demokrasimiz de gerçekleşemedi. Hem işverenler arasındaki serbest rekabet, devlet ölçüsünde tekelleştirilmiş imtiyazlarla [ayrıcalıklarla] öldürülsün, hem de demokrasi kurulsun… Bu olamaz. Nitekim olmadı, olmuyor. Hem işverenle işçi arasındaki demokratik mücadele yerine hafiye kılıklı “Ortak menfaat” teranesi geçirilsin, hem de Türkiye’mizde Modern kalkınma ve ekonomi yükselişi beklensin. Bu da olmaz, nitekim olmuyor, olmadı.

“İşveren istedi mi, zarar iddialarını, vereceği verginin miktarını kendi eliyle hazırladığı defterlerini öne sürerek ispat ediyor. Bu tutmazsa sermayesini sağ cebinden çıkarıp sol cebine koyuyor -firma değiştiriyor- vb. Böylece de beğendiği lokavtı, istediği zaman ve dilediği gibi yapıyor. Bunu önleyecek kanun var mı? “Var” denilse bile de uygulanıyor mu?..

“Beri yanda işçinin (Grev) yapması, bir saniye içinde -sanki elektrik çabukluğuyla polisinden Çalışma Bakanlığına kadar bütün Devlet cihazını işçinin karşısına dikiveriyor. Tıpkı vergi kaçakçıları bir türlü yakalanamazken, işçi ücretlerinden her verginin peşinen ve hemen kesilmesi gibi…

“Gerçeklerin gerçeği bu değil mi? Çalışan her işçi gibi, doğrusever her sendikacı da bu gerçeği her gün görüp bilmiyor mu?” (Türkiye İdeal Mensucat İşçileri Sendikası bülteninden. 26 Ağustos 1962)

Gerçeklerimiz ortada iken, sözleşmede taraf sendikanın çok evvelden pazarlıkta hak kazanabilmek için bilim kurulları aracılığıyla hazırlıklarını tamamlayarak görüşmelere öyle başladığı hakkındaki iddiasının gerçekliğine inanmanın zorluğunu, iddia olunan çalışmaların ise Sendikaya menfaat sağlamak bakımından gerçekten başarılı olduğunu, işçilere, sendikalılara ve toplumumuza hiçbir yarar sağlamadığını da belirtmek isteriz.