Zalimin Zulmüne Karşı Mazlumun Direnişi Bir Haktır
Tayyibistan Diktatörlüğü; adı “hukuk devleti” olan bir polis devletidir.
Temel insan haklarıymış, demokrasiymiş, özgürlüklermiş; bu devlette hak getire…
Bu devlette, bizzat diktatörün kendisi için özgürlük vardır.
Başkaları için ise; sormama, sorgulamama, konuşmama, hakkını aramama “özgürlüğü” vardır.
Tayyibistan Diktatörlüğünde; kimin kaç çocuk doğuracağını, genç kızlarımızın etek boyunu, okullarda okutulan kitapların içeriğini diktatör belirlemektedir. Resim-heykel gibi eserlerin “sanatsal” değerlendirmesi dahi diktatörün tekelindedir.
Kişilerin hangi dine inanacaklarına da diktatör karışmaktadır bu devlette…
Kendileri gibi CIA Dini, Yezit-Muaviye İslamı’na inanmayanlar aforoz edilmesi gereken kişilerdir. Kendilerinin vurguncu, talancı, müsrif yönlerini gören ve itiraz eden, Hz. Muhammed’in ve Dört Halife döneminin gerçek İslamı’nı savunanlar da bunların düşmandırlar.
Bunlar Allah’la “kafadan gayrı müsellah” kılarak mecnunlaştırdıkları ve yarattıkları İşsizlik ve Pahalılık cehenneminde inin inim inleyen taraftarlarını ise; “bu dünya imtihan dünyasıdır, burada çektiğimiz acılar öbür dünyada ödül/sevap olarak size geri dönecek” diye kandırarak ekonomik ve siyasi zulümlerine onay verdirmektedirler.
Oysa kendileri Kaçak Saray’larında lüks ve şatafat içinde günlerini gün etmekteler…
İşçi Sınıfımız; Grev Hakkı’nı mı kullanacak, “genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu nitelikte” dersin yasaklarsın.
Geliyorum diyen iş cinayetlerinde işçi kardeşlerimizin katledilmelerindeki sorumluğu; “işin fıtratında var” diyerek, ilahi güçlere havale edersin. Bu katliamların gerçek sorumlularını teşhir edenler hakkında ise davalar açtırırsın.
Kamu Çalışanlarımız Laik Demokratik Eğitim mi istiyor; TOMA’yla, gazla, copla, gözaltı ile dağıtırsın.
Kadınlarımızı; erkekle eşitlenmesi “fıtrata ters” diyerek aşağılarsın.
Gençlerimiz itiraz mı etti, eleştirdi mi? Hemen atarsın içeriye… Verirsin polisine emri, hedef gözeterek katlettirirsin. Ardından da “destan yazdınız” diye taltif edersin.
Katilleri yargılayan mahkemeleri baskı altına alırsın, duruşmalarını binlerce kilometre uzaklara taşıtarak, şehit ailelerine ikinci bir işkence yaparsın.
Hangi birini sayalım?..
Velhasıl zulüm bu ülkenin dörtbir yanında gece gündüz kol gezmektedir.
Sözde bu ülkenin yasalarında toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma, protesto etme, düşünceyi açıklama hakkı tanınmıştır. Oysa günlük yaşamda diktatörü eleştiren, protesto eden hiçbir toplantı ve basın açıklaması davasız geçmemektedir.
Son günlerde ise “Cumhurbaşkanına Hakaret” suçu, doğrudan tutuklamayı gerektiren “katalog suç” halini almıştır yandaş yargıçların uygulamasında.
Bilindiği gibi TCK’deki bu hüküm Cumhurbaşkanı’na hakareti yaptırıma bağlamıştır.
Oysa ülkede Cumhurbaşkanı yoktur.
Ya kim vardır?
Üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için çalışacağına namusu ve şerefi üzerine ettiği yemine rağmen, seçildiği günden itibaren parti genel başkanı gibi davranan, mitingler yapan, seçim işlerine karışan, muhalefet partilerini ve kendisini eleştiren her kesime (alçak, şerefsiz gibi sözlerle) hakaretamiz dille cevaplar yetiştiren bir siyasi parti lideri vardır.
İşte böylesine boylu boyunca siyasal tartışmaların merkezinde yer almaya devam eden bir kişinin Cumhurbaşkanı dokunulmazlığından yararlanması mümkün değildir. Yerleşik yargı içtihatlarına göre konumu gereği ağır eleştirilere de katlanmak durumundadır.
Ama ne yazık ki, böylesi objektif yorumu yapacak yargıçlar bulmak da artık olası değildir, bu ülkede. Bizzat kendi hukuk bürolarına dönüştürdüğü yargı içinde de “durumdan vazife çıkaran”lar çoğunluktadır. Krala yaranmak için hukuka bin takla attırmak vaka-i adiyeden olmuştur. Hukukçu yetiştiren Fakültelerden, öğretim üyelerinden tık çıkmamaktadır. Ancak başta İstanbul Barosu olmak üzere üç büyük il barosu ile bazı baroların cesur çıkışlarını da burada anmamız gerekir.
Bütün bunlara karşın diktatörümüz rahat değildir.
Kendisi de çok iyi biliyor ki, bu böyle gitmez.
Halkı ne kadar sıkarsan, keyfiliği, zorbalığı, haksızlığı, yolsuzluğu, vurgunu, talanı ve çalmayı ne kadar alenileştirirsen aynı oranda da tepki ile karşılaşırsın.
Şimdi sessiz duran yığınların; “Yeter Be!” dedikleri anda her şeyin tersine döneceğini kendisi göremiyorsa bile, birilerinin kulağına fısıldadığı kesin.
İşte bu nedenden “İç Güvenlik Paketi” adını verdikleri, esasında ise kendi güvenliklerini sağlamaya yönelik düzenlemelerle Valiye, Kaymakama ve polise geniş yetkiler getirmekteler. Daha yasa çıkmadan Polislerle, Muhtarlarla, Valilerle toplantılar yapıyor. Yakında Kaymakamlarla da yapacağı olası. Böylece kendisine bağladığı bu görevlileri motive etmeyi amaçlıyor. Bunda da başarılı olduğu kesin. Şimdiden bazı karakollarda polisler; “hele şu iç güvenlik yasası bir çıksın, o zaman size göstereceğiz” tehditlerini savurmaya başladılar bile…
İlk uygulamalarını Mecliste kafa göz yara yara milletvekilleri üzerinde denedikleri bu yasa ile şimdiye kadar polisin gayrı resmi olarak yaptığı tüm fiiller (telefon dinlemeleri, keyfi gözaltılar, işlemleri ağırdan alarak karakolda keyfi olarak bekletme işkenceleri) alenileştirilip yasal zırha büründürülmektedir.
Ergenekon, Balyoz, Casusluk vb. davalarla “site güvenlikçisi” durumuna düşürdükleri Ordu’’yu iyice etkisizleştirince, bu düzenlemelerle birlikte diktatöre bağlı “Polis Ordusu” ile İslamcı-faşist düzenin yasal dayanaklarını oluşturmaktalar.
Anlaşılan o ki, önümüzdeki günler çok daha çetin geçecek.
Çünkü diktatörümüz çok iyi biliyor ki; ya iktidarın doruklarında kalıp bütün yetkileri elinde tutacak ya da kollarına geçirilmiş çelik bilezikle gideceği nemli zindanlarda bundan sonraki ömrünü geçirecek. Bu iki ucun ortasında bir yaşam söz konusu değildir artık kendisi için…
İşte bu nedenden zalimin zulmü artacak, artmakta…
Ancak zulmün olduğu yerde direniş de haktır.
Uzaklara gitmeye gerek yok. Şanlı 15-16 Haziran Direnişi ve Gezi İsyanı’mız; bu hakkını kullanan kitlelerin neleri başarabileceklerinin en yakın ve somut kanıtıdır. Tabiî merkezi, birleşik ve siyasi bir önderlikçe örgütlenip, yönetilip, yönlendirilmesi kaydıyla…