2021-2022 eğitim-öğretim ve akademik yılı Cumhuriyet, Laiklik, Bilim ve Halk düşmanı AKP’giller’in eğitim alanında yarattığı tahribat ve sorunlarla başladı
Prof. Dr. Özler Çakır
Kovid-19 salgını nedeni ile Türkiye’de 16 Mart 2020 tarihinde okulların kapatılarak yüz yüze eğitime ara verilmesinin ardından, MEB’e bağlı okullar ile tüm üniversitelerimizde 2021-2022 eğitim-öğretim ve akademik yılında yüz yüze eğitime başlandı.
Ama bu başlayış, Cumhuriyet, Laiklik, Bilim ve Halk düşmanı AKP’giller’in, ülkemizi özlemini çektikleri Faşist Din Devletine dönüştürmek için gerçekleştirdikleri hainane uygulamalarının eğitim alanındaki acı sonuçlarını, yarattığı tahribatları tüm çıplaklığı ile bir kez daha ortaya koydu.
Salgın öncesinde de iktidarları sürecinde, Laik Cumhuriyet’in çok önemli bir kazanımı olan Laik ve Bilimsel eğitimi, Öğretim Birliği Yasası’nı ortadan kaldırmak ve tüm eğitim kurumlarımızı Ortaçağcı tarikat ve cemaatlerin cirit attığı kurumlar haline getirmek için ellerinden geleni yaptı bu Muaviye-Yezid, CIA-Pentagon İslamcısı AKP’giller. Tüm okullarımızı İmam Hatiplere çevirdiler.
Yıllardır halkımıza kan kusturan, onu iliklerine dek sömüren Tefeci-Bezirgân + Finans-Kapital ittifakının AB-D Emperyalistleri tarafından devşirilerek iktidar koltuğuna oturtulan günümüzdeki temsilcisi AKP’giller, efendilerinin acımasız sömürü düzenlerini devam ettirebilmek için bu salgını nasıl fırsata çevirdiler yaşadık, biliyoruz. İşçi Sınıfımıza, emekçi yoksul halkımıza ölümlerden ölüm beğendirdiler. Patronlar kârlarına kâr katarken, yolsuzluklar ayyuka çıkarken işsizlik, yoksulluk ve açlık cehenneminde yandı insanlarımız.
Benzer biçimde, salgın sürecini Laik ve Bilimsel eğitimi son zerresine kadar ortadan kaldırmak için fırsata çevirdiler. Uzaktan eğimi Ortaçağcı-Gerici içerik ve uygulamalarla doldurdular. Salgın bahanesiyle örgün eğitimden uzaklaştırılan çocuklarımızı ve gençlerimizi Kur’an Kurslarına, yılan yuvası cemaat-tarikat evlerine mahkûm ettiler. Buralarda çocuklarımızın zihinlerini, bedenlerini ve ruhlarını onulmaz biçimde tahrip ettiler.
Eğitim alanına yapılan tüm yatırımlar durdu. Zaten yetersiz ve sağlıksız fiziki altyapıları olan okullarımız kaderine terk edildi.
İşte devlet okullarımız bu koşullarda, hem de salgının son hızla devam ettiği süreçte yüz yüze eğitime başladı.
Okullarımız salgın sürecinde iyiden iyiye gözden çıkarıldığı için dökülüyor. Sınıflarımız seyreltilmiş değil; eski tas eski hamam, yine kalabalık. Dersliklerin havalandırma sistemleri yok. 35-45 mevcutlu 30 metrekarelik sınıflarda ve ders aralarında mesafe kurallarına uyabilmek olanaksız. Hijyenin zerresinin olmadığı derslik, lavabo ve tuvaletlerin basında yer alan görüntüleri ortada. Kısacası hijyenin temel koşulu olan temizlik sağlanamıyor eğitim kurumlarımızda. Çünkü yıllardır daimi kadroda temizlik personeli atanmıyor buralara Bakanlık tarafından. Öğrencilere maske ve dezenfektan bile sağlayacak koşullar yok. Tüm bunlara ek olarak, toplumda bağışıklığı oluşturacak aşılama oranına erişilemediği gibi, aşılama neredeyse durmuş halde. Sonuç, okullarda hızla ortaya çıkan vakalar ve kapanan sınıflar. Öğretmenlerimizin ve velilerimizin bu hastalık ve ölüm saçan ortamlara yönelik isyanları, yükselen feryatları.
MEB’de durum böyle de üniversitelerimizde nasıl?
Üniversitelerin de yüz yüze eğitime başlamasıyla birlikte öğrencilerimizin en temel haklarından olan barınma sorunu salgın sürecinde daha yakıcı bir biçimde gündeme geldi.
Halkımıza düşünce özgürlüğü; işçimize, köylümüze, gençliğimize ekonomik ve siyasi alanda örgütlenme hakkı getiren 27 Mayıs Politik Devrimi’nin ürünü olan 1961 Anayasası’nın 50. Maddesinde “Devlet maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin en yüksek öğrenim derecelerine kadar çıkmalarını sağlamak amacıyla burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar” hükmü yer alır.
İşte bu hüküm gereği, halk çocuklarının da üniversite eğitimi alabilmesinin önünü açmak amacı ile 22 Ağustos 1961 tarihinde yürürlüğe giren 351 sayılı Kanun ile Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu kurulmuştur.
Ancak ne yazık ki süreç içerisinde Parababaları iktidarlarının elinde KYK de işlevsizleştirilmiştir. Özellikle de 19 yıllık AKP’giller iktidarı döneminde, işçi-emekçi çocuklarına yükseköğretim sürecinde bir nebze de olsa nefes aldıran KYK’nin yurt sayılarında ve kapasitelerinde bilinçli bir şekilde artış yapılmamıştır. İşçi-emekçi dar gelirli ailelerden gelen gençlerimiz İki Ortaçağcı Amerikancı Gücün -AKP’giller ve FETÖ’nün- 15 Temmuz Ganimet Paylaşım sürecine kadar FETÖ’nün abi-abla evlerine, bu sürecin ardından da diğer cemaat ve tarikat yurtlarına-evlerine mahkûm edilmişlerdir. Üniversitelerin kayıt günlerinde, üniversite yerleşkelerinde stantlar açan bu tarikat ve cemaatler, evsiz-yurtsuz kalan biçare halk çocuklarını kolayca tuzaklarına düşürebilmişlerdir. Tabiî bu gidişatta, bizim Sevrci Soytarı Sahte Sol dediğimiz grupların ve CIA Sosyalisti Bin Kalıplılar Tekkesi’nin Özgür-Der, Mazlum Der gibi, Abdurrahman Dilipak gibi Ortaçağcı-Gericilerle el ele, başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere, üniversite kapılarında ‘Ortaçağcı Demokrasi!’ ye destek, “Türbana Özgürlük” eylemlerinin de çok büyük katkısı olmuştur.
2008-2009 yılları arasında üniversite öğrencilerinin barınma sorununa yönelik çok önemli bir kampanya ve mücadele başlatan HKP Gençliği, “Ne Cemaat Yurdu, Ne Tarikat Evi. YURTKUR Uyuma, Yurt Kur” adlı imza kampanyası yürütmüştür. İktidarın tüm baskı ve engellemelerine karşın başta Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa gibi iller olmak üzere pek çok yerde günler süren stantlar kurmuş, afişler yapmış, bildiriler dağıtmış ve binlerce imza toplamıştır. Kampanyaya, “Ne Cemaat Yurdu, Ne Tarikat Evi Yurt-İnsanca yaşanılacak Yurtlar İstiyoruz” pankartı ile İstanbul Taksim Meydanı’ndan başlayıp Kocaeli, Bursa ve Eskişehir’den geçerek Ankara Yurt-Kur Genel Müdürlüğünün önünde sonlanan 3 günlük yürüyüşle devam edilmiştir. Genel Müdürlük önünde, toplanan binlerce imzanın teslim edilmesi sürecinde AKP’giller’in kolluk güçleri pankart açılmasını bahane ederek gençlerimize saldırmış ve 43 yoldaşımızı gözaltına almıştır. Yetmemiş, dava açmıştır.
Kısacası, sorun yeni değildir. 19 yıllık AKP’giller iktidarı döneminde, üniversite öğrencilerinin barınma sorunu, ülkedeki Ortaçağcı-Gerici gidişe hizmet etmesi için bilinçlice tırmandırılmıştır.
ÖSYM’nin 2019-2020 yükseköğretim istatistiklerine göre, önlisans ve lisans düzeyindeki öğrenci sayısı 7.541.890’dır. Salgın döneminde büyükşehirlerde kiralar da çok artmış ve bu nedenle KYK’ye bağlı yurtlara başvuran öğrenci sayısında da artış olmuştur. 2020 yılı sonunda Türkiye genelinde Kredi Yurtlar Kurumu bünyesindeki yurtların 698 bin 289 olan kapasitesi, 2021 yılı itibariyle 696 bin 966’ya gerilemiştir. 30 Aralık 2020 itibarıyla 781 olan yurt sayısı, bu yılın Temmuz ayında 772’ye düşmüştür. Bu rakamlara göre devlet yurtlarının toplam kapasitesinin üniversite öğrencisi sayısına oranının ne kadar düşük olduğu aşikârdır. (https://t24.com.tr/haber/kyk-nin-yurt-kapasitesi-artacagina-azalmis,980175)
Asgari ücretin net 2.825.90 TL olduğu ülkemizde, KYK yurtlarına kayıt yaptırabilme şansını yakalayan üniversite öğrencilerimizin ödediği ücretler ne kadar peki?
KYK yurtları için 1-6 arası sınıflama yapılmış ve 1. tip yurtlardan 6. tip yurtlara giderek artan ücretler ve depozitolar belirlenmiş. Burada en düşük ve en yüksek rakamları vermekle yetinelim. Buna göre 1. Tip yurtlar için depozito 230, ücret 390 TL; 6. Tip yurtlar için depozito 314 ve ücret 533TL’dir. Görüleceği üzere, en düşük yurt ücreti bile asgari ücret ile karşılaştırıldığında durumun vahameti ortaya çıkmaktadır. Tabii bir de kalma koşullarının üstünlüklerine göre sınıflandırılarak ücretler belirlenmiş. Daha kalabalık odalarda ve daha kötü koşullarda kalmaya razı olursanız daha az para ödersiniz. Yok, daha az kişinin daha iyi koşullarda barınabileceği yurtları seçerim derseniz ücretle artar. Ne acı değil mi? Hele de şu salgın sürecinde!
Tüm bunlar oladursun, AKP’giller daha neler planlıyorlar, neler yapıyorlar halkımızın alın terinden lüpledikleri paralarla, babalarının çiftliği gibi kullandıkları, yeyim ettikleri kamu mallarıyla? Eğitim alanında daha başka neler yapıyorlar Laik Cumhuriyet’i yıkıp, Faşist Din Devletini kurabilmek için?
2021 yılı için, MEB dahil 7 bakanlığın bütçesini geride bırakan Diyanet, örgün eğitim kurumlarında yüz yüze eğitimin yapılamadığı salgın sürecinde Kur’an Kurslarını son sürat devam ettirmiş ve Ortaçağcı Ali Erbaş büyük bir iştahla: “Bu yıl düzenlediğimiz yaz Kur’an Kurslarımızda 1 milyon 906 bin 615 evladımız Kur’an-ı Kerim ile buluştu. Kurslarımıza katılan evlatlarımızı tebrik ediyor, değerli velilerine ve büyük özveri gösteren hocalarımıza en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum” açıklamasını yapmıştır.
Söz konusu açıklamada, 5 Temmuz 2021-20 Ağustos 2021 tarihleri arasında, 68 bin cami ve 13 bin Kur’an Kursu olmak üzere toplam 81 bin noktada gerçekleştirilen kurslarda, 110 bin “din adamı”nın(!) görev yaptığı, 4-9 yaş grubu öğrencilere yüz yüze eğitim verilirken 10-15 yaş grubundakilere yüz yüze ve çevrimiçi, 16-22 yaş grubundakilere ise yüz yüze eğitim verildiği, 1 milyon 32 bin 615’i erkek, 874 bini kız olmak üzere toplam 1 milyon 906 bin 615 öğrencinin, Kur’an-ı Kerim ile itikat, ibadet, ahlâk ve siyer derslerinden oluşan temel dini bilgiler konusunda eğitim aldığı ayrıntıları yer almıştır (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diyanet-universite-kampusleri-yurt-ve-hastanelerde-kuran-kursu-acacak-1868723).
Tabiî bu kurslar da kesmemiştir AKP’giller’i. Eylül ayında, Ali Erbaş, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “TDV öğrenci yurtları, gençlik merkezleri, cezaevleri, hastaneler, YURT-KUR, üniversite kampusları vb. yerlerde D grubu Kur’an Kursları açıyoruz. Cenab-ı Hak hayırlı ve bereketli eylesin” demiştir. Daha sonra bu din alıp din satmayı, Halkımızı Allah ile aldatmayı hızlandıracak olan şeytani planın ayrıntıları ortaya çıkmıştır.
Diyanetin 2021 Yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nun “Eğitim Hizmetlerine Yönelik Planlanan Faaliyetler” bölümünde:
Kur’an Kurslarının örgün eğitim sisteminin bir parçası olmasının somut bir hedef olarak belirlendiği;
4-6 yaş grubu Kur’an Kurslarının okulöncesi zorunlu eğitimden sayılmasına yönelik olarak MEB ve ilgili akademisyenlerle çalışmaların başlatıldığı;
13-18 yaş grubunun ilgi, ihtiyaç ve seviyelerine uygun müstakil yaz Kur’an Kursları programı hazırlanması çalışmalarının tamamlanacağı;
Yaygın din eğitimi bağlamında erken çocukluk dönemi din ve değerler eğitiminde gelecek perspektifi konulu çalıştay düzenleneceği;
Çalışan gençliğe yönelik yaygın din eğitimi içerik ve planlama çalışmaları yapılacağı;
“Gençlere Yönelik Yaygın Din Eğitimi” başlıklı bölümünde ise örgün eğitime devam eden gençlere yönelik yaygın din eğitimi faaliyetleri kapsamında yaş gruplarına göre uygun sınıflar oluşturularak İhtiyaç Odaklı Kur’an Kursları Hafta Sonu Öğretim Programı ile Camilerde Kur’an Öğretimi, Hafta Sonu Kur’an Kursları Programının öncelikli olarak uygulanacağı yer almıştır. (https://www.dw.com/tr/diyanetten-okul-%C3%B6ncesi-kuran-kursu-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1/a-59206209)
Yani artık AKP’giller, Faşist Din Devletinin harcını oluşturacak Muaviye-Yezid, CIA Pentagon İslamı’nı, devletin örgün eğitim kurumlarında yasal haline getirme sürecini tamamlamaya çalışıyor. Çocuklarımızın ve gençlerimizin sağlıklı koşullarda Laik-Bilimsel-Demokratik-Parasız-Eşit Eğitim alması için kullanılması gereken para kaynakları Diyanet eliyle oluk oluk Ortaçağcı gericiliğe akıtılıyor.
Okullarımız can çekişirken, kadrolu-ücretli öğretmenlerimizin aldıkları maaşlar ortadayken ve atanmayan öğretmenlerimizin sayısı resmi rakamlara göre dahi 700 bini aşmışken, ABD-AB Emperyalistleri ve CIA tarafından devşirilmiş TÜGVA, ÖNDER, ENSAR, İlim Yayma Cemiyeti gibi Ortaçağcı tarikat-cemaat örgütlenmelerinin has adamlarının yönetim organlarında yer aldığı Türkiye Maarif Vakfı’na milyarlar aktarılıyor. Vakfın Yurtdışı personele ödediği aylık ücretin alt sınırının 2 bin 887 dolar, üst sınırının ise 6 bin 637 dolar olduğu açıklanıyor. (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/maarif-personeli-ile-turkiyedeki-ogretmenin-maasi-arasinda-9-kat-fark-var-1872076) Devlet bütçesinden çok büyük miktarda paralar aktarılarak ülkemizdeki Ortaçağcı gidişe “yurt dışı okullar” adı altında Afganistan-Pakistan gibi ülkelerde organize bağlantılar, Taliban’la ilişkiler kotarılıyor. Bunun en somut örneği İnönü Üniversitesine Taliban militanının kabul belgesi almasıyla yaşanıyor.
Emine Erdoğan’ın yazdığı iddia edilen “Asırlık Tariflerle Türk Mutfağı” kitabı için yaklaşık 1 milyon TL tutarında para, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yandaşlara peşkeş çekiliyor.
AKP’giller’in Reisi, Ali Erbaş ile birlikte dualar eşliğinde adli yıl açılışı yapıyor. Ortaçağcı gerici Resul Tosun Laikliğe karşı tüm nefretini yekten dile getiriyor ve Anayasadan kaldırılsın, diyor. Bu Ortaçağcı gidişin payandalığını yapan Sorosçu Kemal ise, 2010 yılında “Ben bugün için laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Eğer tehlikede dersek bunun altını doldurmak lazım, askıda kalır, gerekçelendiremem. Din alanında özgürlükleri daha da genişletmek gerektiği de görülüyor” (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bugun-icin-laiklik-tehlikede-diyemem-15837090) diyerek Y-CHP’nin Mustafa Kemal’in CHP’si ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını somutça kanıtlıyor. Kılıçdaroğlu, 2021 yılı Şubatında da aynı teraneyi tekrarlıyor, hem de bu 11 yıl içinde olagelenlere rağmen: “Laiklik ilkesinin Anayasa’dan çıkartılacağını tahmin etmiyorum. Bu, Erdoğan ya da Devlet Bahçeli tarafından dillendirilmiş değil. Önemli olan bunun onlar tarafından dillendirilmesi.” diyebiliyor. (https://www.birgun.net/haber/biden-in-onunde-taklaya-hazirlar-334022)
E pes doğrusu. Bırakalım hayatın diğer alanlarını, Okulöncesinden Üniversitelere kadar tüm eğitim kurumlarımız Ortaçağcı gericiliğin, cemaat-tarikat militanlarının ellerine teslim edilmiş. Laik ve Bilimsel eğitimin esamisi kalmamış, o hâlâ tahminlerle(!) uğraşıyor.
Sonuç olarak, Ortaçağcı Din Devletine giden yolda kendilerine en büyük engel olarak gördükleri Laikliği “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmek hedefine yönelik olarak en hızlı biçimde eğitim alanında ortadan kaldırdı AKP’giller. 2021-2022 yılı eğitim- öğretim yılında yaşanan tüm sorunlar, bu ideolojik hedefin yaşam bulması için yapılanların ürünüdür.
Sorunun çözümü ise bin yıllardır din bezirgânlığı yaparak, insanları Allah ile aldatarak sömürü düzenlerini sürdüren Tarihin bu en asalak sermaye sınıfının, Tefeci-Bezirgân Sermayenin egemenliğini ortadan kaldıracak olan Demokratik Halk İktidarıdır.
Bizler, Halkın Kurtuluş Partisi olarak tüm inancımız ve kararlılığımızla bunun için mücadele ediyoruz. Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz ekmek kadar gerekli olan Laiklik, Demokratik Halk İktidarında gerçek anlamıyla yaşamın her alanında uygulanacaktır. İşte o zaman geleceğimiz olan çocuklarımız, gençlerimiz, halkımız, aldıkları Laik-Bilimsel-Demokratik-Parasız eğitim yoluyla bilimsel düşünen ve davranan; yaratıcı ve üretken insanlar olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşayan yurttaşlar olacaklardır.