Site rengi

Tasarım

ABD Emperyalizmi, şimdi de uzayı yağmalamanın peşinde…

06.05.2020
1.139
A+
A-

M. Gürdal Çıngı

Emperyalizm nedir?

Lenin, bundan 104 yıl önce şöyle yazıyordu:

“Mali sermaye, dikkatini sadece şimdiye kadar bilinen hammadde kaynaklarına çevirmiş değildir; muhtemel kaynaklarla da ilgilenir. Çünkü günümüzde, teknik dev adımlarla ilerlemektedir; bugün elverişsiz durumda olan bir toprak, yarın yeni bir buluş sayesinde birden değer kazanabilir. (Büyük bir banka bu amaçla mühendislerden, tarım uzmanlarından meydana gelen bir ekip kurabilir.) Yeter ki, önemli ölçüde sermaye yatırılsın. Zengin maden yataklarının araştırılması da, hammaddelerin işlenmesi ve kullanılması, yeni yöntemlerin bulunması da böyledir. Mali sermayenin ekonomik alanını, hatta bütün alanını genişletmek yolunda gösterdiği kaçınılmaz eğilim bundan doğmaktadır. Aynı şekilde, tröstler sahip oldukları şeylerin iki ya da üç katını hesaplayarak varlıklarını sermayeye çevirirler; bunu yaparken bugünkü kârları değil, gelecekteki “muhtemel” kârları, tekelin ilerideki sonuçlarını hesaba katarlar, aynı şekilde, mali sermaye, genellikle muhtemel hammadde kaynakları umuduyla, henüz paylaşılmamış dünya köşelerinin ya da paylaşılmış olup da yeniden paylaşılması söz konusu olan toprakların bölüşülmesi için yapılan çetin mücadelede, geride kalmaktan korkarak, nasıl olursa olsun, nerede olursa olsun, hangi araçlarla olursa olsun, bütün mümkün topraklara el koymak eğilimindedir.” (Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, Birinci Baskı, 1969, s. 104-105) (İtalikler bize ait)

Peki, kapitalistler-emperyalistler bunları niye yaparlar?

“Kapitalistler dünyayı paylaşıyorlarsa bunu kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma derecesi kâr sağlamak için kendilerini bu yola başvurmak zorunda bıraktığı için yapıyorlar. Ve dünyayı, mevcut “sermayeleri”, “güçleri” oranında paylaşıyorlar, çünkü kapitalizmin ve meta üretimi sisteminin mevcut olduğu bir ortamda daha başka bir paylaşma şekli söz konusu olamaz.” (age, s. 94)

Emperyalizmin 5 temel özelliğinden sonuncusu nedir Lenin’e göre?

“En büyük kapitalist kuvvetlerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır.” (age, s. 111)

Ne zaman?

Esas olarak geçen Yüzyıl’ın başında: tâ 1900’lerde…

Şimdi 2020’lerdeyiz. O zaman sıra nereye gelmiştir?

Uzaya!

Üstelik de bilim ve teknikteki gelişmeler de bunu olanaklı kılmıştır artık.

Evet, anlatmak istediğimiz, söz etmek istediğimiz konu da tam bu!

 

ABD, Uzayı da egemenliğine almak için harekete geçti

Son haberden başlayalım.

ABD Başkanı Donald Trump; “Uzay Kaynaklarının Çıkarılması ve Kullanılmasına Yönelik Uluslararası Desteği Teşvik” başlığını taşıyan 6 Nisan tarihli Başkanlık Kararnamesini imzalayarak, Mars’ta ve uzaydaki diğer gezegenlerde maden (hammadde) arama faaliyetini resmen başlatmış oldu.

ABD, kademe kademe, aşama aşama uzayı da ele geçirme, uzaydaki gökcisimlerindeki madenleri arama, bulma, çıkartma, dünyaya getirme ya da orada işleme dahil her türlü araştırma ve geliştirmeyi yapıyor. Obama döneminde, 2015 Kasımı’nda “Amerika Birleşik Devletleri Uzay Madenciliği Yasası”nı kabul etmişti Meclisinde. Böylece bu Kararnameyle bu işi somuta dökmüş oluyor.

Böylece uzaydaki maden arama faaliyetini bir adım daha ileriye götürmüş oldu ABD Emperyalistleri.

Bu kararname ile ABD; Ay ve diğer gök cisimlerinde bulunan su ve madenlerden özel uzay girişim ve araştırmalarını desteklemek üzere faydalanılabilmesini öngörüyor. Yine uzay kaynaklarını küresel varlık olarak görmüyor ve “Amerikalılar, dış uzaydaki kaynakların aranması, çıkarılması ve kullanılması konusunda teşvik edilmeli” denilerek, ABD’nin 1979’daki Ay Sözleşmesi’ne taraf olmadığına dikkat çekiliyor.

“Başkanlık kararnamesine göre ABD, Ay’da maden arama ve çıkarmasını engelleyen uluslararası hukukun kullanılmasına yönelik her türlü girişime karşı çıkacak, koşulların el vermesi durumunda Mars ve “diğer gök cisimlerinde” madencilik yapabilecek.” (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52212780)

Yine yasa; madenlerle sınırlı olup, uzayda biyolojik olarak canlı arayışını ve bu canlıları ticari olarak kullanmayı kapsamamaktadır.

Son madde için; tabiî şimdilik, demek gerekir…

ABD Emperyalizmi bu!

Eğer kendi düzenlerinin sürmesi için gerekirse, ya da kâr getirici bir işse hiç düşünmeden biyolojik canlı arayışına da girer, bu canlıları ticari olarak da kullanır. Ve hatta askeri olarak da kullanmaktan çekinmez… Ki şimdiden bunları yapıyordur.

Bakın, dünya, üstelik de şu anda Koronavirüs salgınının merkezi konumundaki ABD de içinde olmak üzere, salgınla uğraşırken, ABD Emperyalistleri çıkarlarını korumak için somut adımlar atıyor. Kuvveden fiile geçiriyor düşüncelerini, tasarılarını.

Yani onlar için, salgın esnasında böyle bir eylemde bulunmanın hiçbir ahlâki sakıncası yok. Varsa yoksa Para Tanrısının taleplerini yerine getirmek var.

Yani onlar, Lenin Usta’nın (işte biz Lenin’e, tâ bundan 104 yıl önce bu emperyalist sistemin iğrenç, insanlık dışı içyüzünü somut olgularla kanıtlayarak, bugünleri ve yarınları somutça görüp gösterdiği için Usta diyoruz.) yüzyıl önce çözümlediği gibi iğrenç amaçlarını gerçekleştiriyorlar:

Lenin’in; “Gelecekteki “muhtemel” kârları” için “muhtemel kaynaklarla” ilgili; “nasıl olursa olsun, nerede olursa olsun, hangi araçlarla olursa olsun” dediği şekilde projeler üretiyorlar, yatırımlar yapıyorlar.

Lenin Usta; “nasıl, nerede, hangi araçlarla”, derken aynen bunları kastediyor. Tabiî o günden bugünü birebir görmesi söz konusu değil. Ama kapitalist-emperyalist ekonominin işleyiş kanunlarını, emperyalizmin güdücü, harekete geçirici, motive edici gerçekliğini bilimsel olarak görüp kanıtladığı için, bunları söylüyor, söyleyebiliyor. Yoksa samimi Müslüman’ın her şeyin Kur’an’da bulunduğuna inanması gibi bir durum söz konusu değil. O, sadece inanç temelinde ve gözü kapalı itaat temelinde bu işi yapıyor. Oysa Lenin ve biz, bilimsel somut kanıtlarla bunu söylüyoruz…

 

Uzayla ilgili Birleşmiş Milletler Kararları ve Sözleşmeleri, Uluslararası Hukuk

Oysa ABD’nin bu “yasa”sı ve “kararname”si Birleşmiş Milletler’de imzalanan antlaşmalara ve Uluslararası Hukuka göre mümkün değildir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu uzayla ilgili olarak 18 Aralık 1958 tarihli ve 1348 (XIII) sayılı ilk kararında uzayın barışçıl amaçla kullanılmasının önemini vurgulamış ve bu amaçla da “Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi-United Nations Committee on the Peaceful Uses of Outer Space (COPUOS)”un kurulmasına karar verilmiştir. Bu komite 1959 yılında faaliyete geçmiştir. 1962 yılında “Hukuk Alt Komitesi” ve “Bilim ve Teknoloji Alt Komitesi” olmak üzere iki alt komite kurulmuştur.

COPUOS, uzaya ilişkin hukuki ve teknik konuların Birleşmiş Milletler nezdinde tartışılmaya başlanacağı ve karara bağlanacağı ilk platform olarak kurulmuştur.

1962 yılında dış uzayın barışçı amaçlarla kullanımı bakımından devletler arası koordinasyon sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler nezdinde, “Birleşmiş Milletler Dış Uzay Dairesi (UNOOSA)” kurulmuştur. Ve 1967 yılında Uluslararası Uzay Hukuku’nun temelini oluşturan; “Dış Uzay Antlaşması/ Outer Space Treaty” ya da resmi adıyla “Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dâhil, Uzayın Keşif ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten İlkeler Hakkında Antlaşma-Treaty on Principles Governing the Activities of States in the Exploration and Use of Outer Space, including the Moon and Other Celestial Bodies” imzalanmıştır.

Bu antlaşma; 27 Ocak 1967’de ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nce imzaya açılmış ve 10 Ekim 1967’de Birleşmiş Milletlerce onaylanarak yürürlüğe girmiştir. 2015 yılının Eylül ayı itibarıyla 104 ülke sözleşmeye taraftır. 24 ülke ise antlaşmayı imzalamış ancak onaylama işlemini tamamlamamıştır.

Bu çok önemli bir anlaşmadır ve kimilerince “Uzayın Magna Cartası” olarak adlandırılmaktadır.

Türkiye de anlaşmayı Bakanlar Kurulu kararıyla 2 Ekim 1967 tarihinde onaylamış, anlaşma 23 Ekim 1967’de de Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

(Antlaşmanın tam metnine; https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/12732.pdf linkinden erişilebilinir.)

 

Başlıca ilkeleri şunlardır:

“1. Dış Uzayın keşfi ve kullanımı tüm ülkelerin yararı ve çıkarları gözetilerek yürütülür.

“2. Dış Uzayın keşfi ve kullanımı hususunda tüm ülkeler özgürdür.

“3. Dış Uzay bakımından egemenlik, işgal ve benzer iddialarda bulunulamaz.

“4. Devletler hem yörüngeye hem de dış uzaydaki gök cisimlerine veya istasyonlarına; nükleer silah ya da diğer kitle imha silahları yerleştiremez.

“5. Dünya’nın uydusu Ay ve diğer gök cisimleri yalnızca barışçı amaçlarla kullanılabilir.

“6. Devletler, ulusal uzay faaliyetlerinden ve bu faaliyetler esnasında verdikleri zararlardan dolayı sorumludurlar.” (https://www.kozmikanafor.com/uzay-kime-ait-uzayin-hukuktaki-yeri-nedir/)

Ayrıca bu konuyla ilgili 4 antlaşma daha vardır. Bunlar:

1- Kurtarma Anlaşması (Astronotların Kurtarılması, Astronotların ve Uzaya Fırlatılmış Olan Araçların Geri Verilmeleri Hakkında Antlaşma) 22 Nisan 1968,

2- Uzay Sorumluluk Sözleşmesi (Uzay Cisimlerinin Verdiği Zarardan Dolayı Uluslararası Sorumluluk Hakkında Sözleşme) 29 Mart 1972,

3- Tescil Sözleşmesi (Atmosfer Dışı Uzaya Gönderilen Cisimlerin Tescili Sözleşmesi) 14 Ocak 1975,

4- Ay Anlaşması (Moon Treaty) (Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Antlaşma) 1979.

COPUOS, işte bu söz konusu 5 BM Antlaşması ve Sözleşmesini denetlemekle yükümlüdür.

Bu 5 Antlaşma ve Sözleşmenin sonuncusu olan Ay Antlaşması, resmi adıyla; “Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Antlaşma” 18 Aralık 1979’da imzaya açılmış ve 11 Temmuz 1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu antlaşma, “Ay Sözleşmesi” diye anılsa da, çok açık bir şekilde, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde, ayın ve uzaydaki diğer gökcisimlerinin, insanlığın Ortak Malı olduğunu kayıt altına almaktadır. Ve uzayda hiçbir şekilde askeri faaliyet yürütülemeyeceğini, uzayda bulunan varlıkların hiçbir devletin mülkiyetinde olamayacağını belirlemiştir.

Ay Anlaşması ayrıca ve özellikle, herhangi bir kuruluş veya özel şahıs tarafından herhangi bir dünya dışı mülkün mülkiyetini yasaklayarak, Dış Uzay Antlaşması’ndaki bir boşluğu da kapatmıştır.

Ancak bu Antlaşma, özellikle 11’inci Maddesi yüzünden, sadece 17 devlet tarafından imzalanmıştır. Ve ABD başta olmak üzere, AB Emperyalistleri, diğer emperyalist devletler ve Rusya, Çin de dahil olmak üzere büyük çoğunlukça imzalanmamıştır. Çünkü bu madde, Ay’ı ve Uzayı, yukarıda da söylediğimiz gibi, insanlığın ortak malı ilan etmektedir. Ve bu konuda hiçbir boşluk bırakmamaktadır.

İşte emperyalistler bu yüzden imzalamamışlardır. Diğer devletler de yine bu niyetleri yüzünden imzalamamışlardır.

Pekiyi o zaman Sovyetler Birliği hâlâ vardı. Onlar niye imzalamadı? denilebilir.

O da şu olabilir: Uzaydaki yarışta emperyalist devletlerin gerisine düşmemek. Alanı onlara terk etmemek.

Oysa, dış uzayda yapılacak faaliyetlerin genel çerçevesi; “Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi (COPUOS)”, tarafından; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Şartı ve Milletlerarası Adalet Divan Statüsü hükümlerine aykırı olmamalı, aksine bu hükümler uzayda da geçerli olmalıdır, şeklinde belirlenmiştir.

İşte ABD’nin bu kararları, bu girişimleri, anılan BM Kararlarına, Sözleşmelerine ve İlkelerine aykırıdır. Uluslararası Hukuk Kurallarına aykırıdır.

BM Kararları mı dediniz, Sözleşmeleri mi dediniz? Uluslararası Hukuk mu dediniz?

Geçin onları bir kalem…

Hukuk; onların lügatinde halkı cezalandırma aracıdır. Sadece bu işlevi görür, başka da bir şeye yaramaz.

Hukuk kuralları, yasalar, yönetmelikler, kararnameler vb.leri sadece halka karşı, halkı zapturapt altına alma kurallarıdır. Kim güçlüyse, ondan yana keser, işler hukuk kuralları.

Bakın, Lüksemburg Ekonomi Bakanı François Bausch ne diyor:

“Mevcut düzenlemeler uzay ve gök cisimleri ile ilgili bir mevzuat. Ancak uzaydaki minerallere dair bir düzenleme yok” diyor.

“Uzay madenciliğini uluslararası sularda balık avlamaya benzeten Bausch, “Balıkçılar avladıkları balığın mülkiyetine sahip olur ancak okyanusun mülkiyetini alamaz” hatırlatmasını yapıyor.” (https://www.bbc.com/turkce/ekonomi/2016/02/160204_uzay_madenciligi_luksemburg)

Görüyor musunuz Hukuk’un arkasından nasıl dolanıyor? Nasıl demagoji yapıyor?..

Bunlar böyledir, isterlerse deveyi iğne deliğinden geçirirler…

 

İştahlarını kabartan ne?

Olay, Jules Verne romanlarındaki hayallerden çıkıp gerçeğe dönüşmüştür. Uzaydaki madenleri çıkartıp dünyaya getirebilmek artık bilimsel ve teknolojik olarak mümkündür. İnsanlık o aşamaya ulaşmıştır.

Örneğin ABD’nin “California eyaletinde yeni kurulan OFFWORLD adlı şirket, Ay ve Mars’ta maden arayacak otonom robotlar geliştiriyor.

“Offworld şirketi eş kurucusu Jim Keravala, “OFFWORLD, dünyanın ilk akıllı robot kolonisini inşa ediyor. Bu robotlar kendi başlarına düşünüp hareket ediyor. Kendi kararlarını kendileri alıyor. Yüzlerce robot, madencilik, inşaat, altyapı onarımı, tünel kazma ve diğer karmaşık endüstriyel işlerle ilgili sorunları çözmek için işbirliği yapıyor,” diyor.”

Yani uzayda madenleri çıkartacak makinalar-robotlar hazır. Geriye kalan ne? Ya da gerekli olan ne?

“Bizi başka gezegenlere götürecek ulaşım konusunu” çözmek. (https://www.amerikaninsesi.com/a/ay-ve-mars-ta-maden-arayacak-robotlar-yolda/5241453.html)

Dolayısıyla da Paraya, Sermayeye sahip olan ve daha çok kazanmak isteyen Parababaları bu alana yatırım yapmaktadırlar artık. Bugün için henüz hemen kâr getirecek bir şey söz konusu değilse de orta vadede çok büyük kârlar getirecek bir alandır ve girişimci tekelci kapitalistler bu alana yoğun bir sermaye yatırmaktadırlar. Yani yine Lenin’in deyişiyle; “gelecekteki ‘muhtemel’ kârları” için “muhtemel kaynaklar”a yatırım yapmaktadırlar. Ve bunlar gerçekten Tekelci büyük Gruplardır, Holdinglerdir…

Bu tekelci Grupları, Holdingleri, Yatırımcıları hareke geçiren, motive eden güç nedir?

Uzayda (Asteroitlerde, Ay’da, Mars’ta vb.lerinde) “(…) Hiç dokunulmamış, el değmemiş, çok kolay lokma olarak bizim ulaşmamızı bekleyen madenler…”in varlığı… (https://www.isyatirim.com.tr/tr-tr/bizi-taniyin/hakkimizda/basin-odasi/Documents/genis-aci/Genis_Aci_Ocak_2017.pdf)

Ve onların getireceği yüksek kârlar var… Öyle böyle değil, trilyon dolarları bile geçecek kentilyon dolarlarla ifade edilen kârlar var:

Örneğin Bennu asteroitinin yüzeyinden 60-2000 gram arası bir numune getirilse, bu numunenin değerinin bile yaklaşık olarak 1 milyar dolar olacağı hesaplanıyor.

“33 kilometre uzunluğunda ve 13 kilometre genişliğinde olan, 79.2 trilyon ton kütlesindeki 433 Eros asteroitinde, tahminlere göre Dünya’da şimdiye kadar çıkarılandan daha fazla altın ve platin vardır. İnsanlık tarihi boyunca çıkarılan altın miktarı 2012 yılında yaklaşık olarak 174.000 ton olarak kabul edilirken ve platinin bundan çok çok daha az olduğu bilinirken, bu tahmin oldukça isabetlidir. Üstelik yine Eros’ta bulunan magnezyum, alüminyum, silikon, potasyum ve demir gibi hammaddeler, Dünyadaki ekonomiyi altüst edecek kadar bol olacaktır.

“Başka bir örnek; boyutları 200 kilometre üzerinde olan metal yüklü 16 Psyche asteroidinde, Dünya ihtiyaçlarına binlerce yıl yetecek nikel-demir bulunduğu tahmin edilmektedir.

“Sadece 1 km çapındaki bir metalik asteroidin bile hammadde olarak günümüzdeki değeri, trilyon dolarlar ile ifade edilmektedir ve yine sadece 10 metre boyutların S-tipi bir asteroid, 650.000 kilogram kadar metal içerir, bunun 50 kilogramını altın ve platin benzeri nadir metaller oluşturur.” (https://www.kozmikanafor.com/asteroid-madenciligi-gelecegin-altina-hucumu/ )

Ve uzayda, Planetary Resources’ın kurucusu ve CEO’su, Chris Lewicki’nin verdiği bilgiye göre, 60 milyon asteroitin olduğu düşünülüyor.

Düşünebiliyor musunuz?

60 milyon asteroit!

Ve 50 bin göktaşı toplanmış. Laboratuvarlarda derin araştırmalar yapılmış. Nelerden oluştukları, yapıları çözülmüş. Yani artık neleri barındırdıkları tam olarak biliniyor. Somut bir olgunun varlığı söz konusu.

Dolayısıyla ne büyük kârlar var değil mi bu alanda?

Parababalarının ağzının suyu nasıl akmasın? Nasıl buraya yatırım yapmasınlar?..

İşte o yüzden de, “Planetary Resources, Sir Richard Branson, Larry Page, Eric E. Schmidt, Ram Shiram gibi kendini dünya kaynaklarını geliştirerek insanlığın gelecek yüzyıllarda refah içinde yaşamasına adamış, çığır açan vizyonerler tarafından finanse ediliyor.” (agy)

Yine Google’ın kurucu ortağı Larry Page, Google Yönetim Kurulu Başkanı Eric Schmidt, Ünlü Yönetmen James Cameron, Microsoft Uygulama Yazılımları Grup Direktörü Charles Simonyi, Google Yönetim Kurulu üyesi K. Ram Shriram, Perot Systems Yönetim Kurulu Başkanı Ross Perot gibi girişimciler, kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyerek,  Planetary Resources (Gezegen Kaynakları) şirketine büyük yatırımlar yaptılar. Ve dünyadaki ilk dolar trilyonerlerinin uzay madenciliğine yatırım yapanlar olacağı söyleniyor.

 

Uzayla ilgilenen sadece ABD Emperyalistleri mi?

Tabiî ki hayır. Avrupa Birliği ülkeleri, Japonya, Kanada başta olmak üzere Batılı emperyalist devletler ve Hindistan, İsrail, İran, Brezilya, Güney Kore vb. devletler; Çin, Rusya gibi yeni emperyalist devletler de aktif bir şekilde ilgilenmektedir uzayla ve uzaydaki madenlerle. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti de uzay programları yürütmektedir, özellikle ABD Emperyalistlerine karşı, sosyalist bir ülke olarak.

Hatta Türkiye de “Türkiye Uzay Ajansı”nı kurarak bu konuda girişimlerde bulunuyor.

Çin geriden gelmenin verdiği etkiyle hızla teknolojisini geliştiriyor ve çok hızlı adımlar atıyor. Öyle ki uzaya ilk insanlı uçuşunu gerçekleştirdi ve Uzay İstasyonu kurdu. Ayrıca Ay’ın karanlık yüzüne araçlar indiriyor, kendi üssünü kurmak için çalışmalara başlıyor.

Ancak ABD’nin uzay araştırmaları için ayırdığı rakam 2018 yılı rakamlarıyla 19,5 milyar dolar. Çin’inki ise Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) verilerine göre 2013 yılında 6,1 milyar dolardan 2018 yılında 11 milyar dolara çıkmış olsa da ABD şimdilik bu konuda çok daha önde.

Rusya, Sovyetler döneminden itibaren bu konuda çaba harcıyor. Uzaya ilk aracı onlar gönderdi. İnsanlı ilk uçuşu onlar gerçekleştirdi. Ama bildiğimiz gibi, ne yazık ki artık Sovyetler Birliği yok. Rusya Federasyonu var. Ve o da artık emperyalist bir ülke. O da bu büyük yarış içerisinde başı çeken aktörlerin en önemlilerinden, ABD ve Çin’le birlikte..

Yani Lenin Usta’nın dediği gibi; “(…) dünyayı (biz, artık başta ay olmak üzere uzayı diyeceğiz.), mevcut “sermayeleri”, “güçleri” oranında paylaşıyorlar, çünkü kapitalizmin ve meta üretimi sisteminin mevcut olduğu bir ortamda daha başka bir paylaşma şekli söz konusu olamaz.”

 

Emperyalist güçler arasındaki savaş, şimdi de uzayda sürüyor

Ve bu girişimler sonucu aslında yine BM Kararları, Sözleşmeleri ve Uluslararası Hukuk kuralları bakımından yasak olmasına rağmen uzay hızla askerileşiyor. Emperyalist ülkelerin yeni savaş alanı haline geliyor.

Ne diyor Trump açıkça ve netçe?

“Uzayda sadece Amerikan varlığının olması yetmez, Amerikan hâkimiyeti de olmalı.”

Ve yine ne diyorlar?

Artık sadece okyanuslara hâkim olan dünyaya hâkim olmaz. Uzaya da hâkim olması gerekir…

Dolayısıyla süreç hızla bu yönde ilerliyor. Emperyalistler arası savaş, yeni bir yönde, yeni bir alanda, yeni araç gereçlerle ve çok hızlı bir şekilde ilerliyor.

İşte bu yüzden de ABD, Kara, Hava, Deniz, Deniz Piyadeleri ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarından sonra yeni bir ordu kuvveti, ordu komutanlığı kurdu; 6. Savaş Ordusu olarak “Uzay Kuvvetleri Komutanlığı”nı kurdu 2019 yılı sonunda. Ve bu kuvvete, 16 bin askeri de atadı.

Trump, bu Ordu Komutanlığının kurulmasıyla başlayan süreci de: “Yeni bir Çağ”ın başlangıcı olarak adlandırdı ve “bir sonraki savaş alanı uzaydır”, dedi. (https://sptnkne.ws/9EF7)

Yine Fransa da 2019 Temmuz’unda “Uzay Kuvvetleri Komutanlığı” kurdu.

Çin ve Rusya aynı şekilde uzay kuvvetlerini ayrı birer ordu olarak yapılandırdılar.

Yani bütün büyük emperyalist devletler hızla askeri güçlerini de yapılandırıyorlar, uzay savaşlarına hazırlık amacıyla.

Hindistan, geçtiğimiz yıllarda uzaydaki bir uyduyu vurdu yerden fırlattığı füzeyle. Batılı Emperyalistler bunu çok tehlikeli bir girişim olarak adlandırdılar, Hindistan’ı kınadılar, Uluslararası Uzay Hukuku’ndan dem vurdular ama kendileri “Yıldız Savaşları” vb. adlarla, lazer ışınlarıyla bu tür denemeleri on yıllardır yapıyorlar. Yani kendileri yapınca iyi, doğru, başka güçler yapınca yanlış oluyor. Onlar istiyorlar ki hep kendileri üstte olsunlar, kendi teknolojileri en ileride olsun.

 

Parababalarında demagoji bitmez…

Parababaları, dünyayı ve uzayı yağlamak için davranışa geçtiklerinde hep “insanlıktan”, “insanoğlunun iyiliğinden” söz ederler. Kendileri için bir şey istiyorlarsa namerttirler, rahmetli S. Demirel’in deyişiyle…

Planetary Resources’ın kurucusu ve CEO’su, Chris Lewicki de aynı demagojiyi yapıyor:

“Son bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: Aslında uzaydaki en önemli kaynak biziz. Sınırsız refahın insanoğlu için devam etmesini istiyorsak, yapabileceğimiz en iyi şey büyümeye uzayda devam etmek. Herkesin hayatını uzaydaki kaynakları kullanarak daha da iyileştirmek.”

Yokmuş aslında para kazanma hırsları, kâr elde etmek istemeleri…

Çünkü onlar; “kendini dünya kaynaklarını geliştirerek insanlığın gelecek yüzyıllarda refah içinde yaşamasına adamış”larmış…

Gel de inan!

Yani aslında amaçları neymiş?

İnsanoğluna “Sınırsız refahı” sağlamak için, “Herkesin hayatını uzaydaki kaynakları kullanarak daha da iyileştirmek”miş, “insanlığın gelecek yüzyıllarda refah içinde yaşamasın”ı sağlamakmış…

İ. İnönü Paşa’nın çok güzel söyleyişiyle söyleyelim: “Hadi canım sen de!”

Biz de yedik öyle mi?..

 

İnsanlık, İşçi Sınıfı yanından kurtulacaktır

“Yerküre (Dünya) insanlığın beşiğidir, ama insanoğlu beşikte sonsuza kadar kalamaz.”

Evet, böyle diyordu Rus Füze Biliminin babası olarak kabul edilen Konstantin Eduardovich Tsiolkovsky.

Doğru, kalamaz ve de kalmamalı. Ama nasıl büyüyecek? Gelişimini nasıl tamamlayacak?

Önemli olan bu sorulara yanıtlar vermektir. Ve de insancıl yanıtlar vermektir. “İnsanlık” bakış açısından yanıt vermektir.

“İnsanlık” bakış açısı nedir?

“İşçi Sınıfı yanından” bakmaktır olaylara ve gelişmelere.

Niye İşçi Sınıfı yanından bakmak gerekir?

Çünkü o İşçi Sınıfı ki; Fabrikaları, Yolları, Çiftlikleri, Sarayları; Şehirleri, Gecekonduları yapan ve işletendir. Yani hayatı yaratandır.

İşçi Sınıfı İnsanlığı kurtaracak olandır.

Niye?

Çünkü İşçi Sınıfı, insanın insanı ezmediği, sömürmediği, zulmetmediği, aşağılamadığı İnsancıl toplumu kuracaktır.

Paranın, kârın sözünün geçmediği, sadece insanlığın yararına işlerin düşünüldüğü ve yapıldığı toplumu kuracaktır.

O toplumda, insanları motive eden, harekete geçiren güç; İnsanlık Davası olacaktır.