Koronavirüs diye İşçilere, Emekçilere zulmediyorlar
Av. Tacettin Çolak
Hani diyorlar ya; Koronavirüs “eşitlikçi”…
Zengin fakir ayrımı yapmadan herkesi buluyor…
Tıbben gerçekten de böyle.
Ancak bir de işçiler açışından krizi değerlendirdiğimizde; sanki virüs sadece İşçi Sınıfımıza zarar vermeye gelmiş gibi…
Ya da tıbben herkese eşit sirayet eden Koronavirüs salgınında, nedense yoksullaşan, işsiz kalan, hep işçiler ve emekçiler oluyor…
Köylülük ve küçük esnaflarımız içler acısı duruma düşürüldü. Köylümüzün tarlasında ürünü elinde kalırken, kentlerde sebze ve meyve fiyatları karaborsaya düşmüş durumda. Ürünlerin toplanması ve yeni ekimler için tarım işçisi de bulunamıyor.
Evde kal dediklerinden bu yana traş olmak bile sorun oldu. Polis kaçak berber operasyonları yapıyor artık. Lokanta ve kahveler de öyle…
İşçi Sınıfımıza yönelik hak gaspları ise “gelen gideni aratır” nitelikte…
Koronavirüs salgınının resmen kabul edildiği ilk günlerde; hemen telafi çalışması sürelerini iki aydan dört aya çıkarttılar. Patronlar işçileri ücretsiz izne çıkartmaya başladı. Sözde biraz insaflı davrananları ise işçilere yıllık izinlerini kullandırdı, Bir kısmı da doğmayan yıllık izinlerinden mahsup etti.
AKP’giller’in açıkladığı “virüs salgınına karşı önlemler paketi”nde işçiyi koruyucu tek bir madde yoktu. Tamamen patronların çıkarlarını koruyacak kararlar aldılar. Öyle ki, patronlarla aralarındaki paslaşmayı saklama gereği bile duymadan Tayyip konuşmasında, Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı’na; “neşen yerinde” diyecek kadar pervasızlaştı.
“Evde kal sağlıklı ol” dediler, işyerlerinde hiçbir önlem almadan işçileri çalıştırmaya devam ediyorlar. 20 yaş altı, 65 yaş üstü insanlarımıza uyguladıkları sokağa çıkma yasağından işyerlerinde çalışanları bağışık tuttular. Yani çalışmıyorsan, “evde kal yaşa”, çalışıyorsan da “fabrika cehennemlerinde virüsten öl” dediler ve hâlâ diyorlar…
Hadi sağlık çalışanları neyse de; kargolar, marketler, PTT çalışanları, toplu ulaşım çalışanları, güvenlikçiler, taşıma işçileri vb. yaşamsal bir zorunluluk olmayan birçok alanda işçiler, virüs tehlikesine karşın, özel bir önlem alınmadan çalışmaya zorlanıyorlar.
Hep söylediğimiz gibi; yaşamsal gerekliliği olan işyerlerinin dışında tüm işyerleri kapatılmalı, çalışanlar ücretli izine çıkartılmalı, çalışmak zorunda olan işçilere de salgın sürecinde iş riski tazminatı verilmelidir.
Sağlık çalışanları ise doğrudan virüse maruz kalarak çalıştıkları halde devletin ayrımcılığıyla karşılaşıyorlar. Virüse maruz kalan ve yaşamını kaybeden onlarcasına rağmen, özellikle hasta bakıcılar ve aile hekimleri yok sayılmakta devlet tarafından.
Bakmayın siz Sağlık Bakanının kameralar karşısındaki sahte gözyaşlarına…
Samimi olan bu eşitsizlikleri ortadan kaldırır.
Ama nerede…
Onlar patronları memnun etmekle meşguller…
İşçi Sınıfına yönelik saldırıları yukarıdakilerle de bitmedi.
Çalışma Bakanlığının bir genelgesiyle, sendikaların Toplu İş Sözleşmesi (TİS) prosedürleri; “toplugörüşme, grev oylaması gibi faaliyetlerin salgın nedeniyle yürütülemeyeceği gerekçesiyle, İçişleri Bakanlığının Koronavirüs önlemlerinin geçerli olduğu süre boyunca”, durduruldu.
Yani herhangi bir işyerinde örgütlenen sendikanın TİS yetkisi alabilmek için bakanlığa yaptığı başvurusu işlem görmeyeceği gibi, TİS müzakereleri yürütülen işyerindeki görüşmeler de yine bu genelgeyle, bir anda kesildi. Uygulama günü belirlenmiş grev kararları bile durduruldu.
Örneğin; Nakliyat-İş Sendikası’nın Eskişehir Sarp Lojistik’te 1 Mayıs günü uygulamaya koyacağı grev kararı, işverenin kapsam dışı işçilere “grev oylaması” dilekçesi verdirmesi sonucunda sırf bu genelge nedeniyle grev oylaması durdurulduğundan, grev de pratik olarak yasaklanmış oldu.
Bu olaydaki en acıklı yan ise, bu uygulamanın Türk-İş, DİSK ve Hak-İş Konfederasyonları tarafından bakanlıktan talep edilmesidir.
Bakın DİSK Başkanı bu acıklı durumunu nasıl açıklıyor; “Bin-iki bin işçiyle toplantılar yapıyoruz. Belli prosedürlerin yerine getirilememesinin ve sürecin uzamasının hak kaybı yaratmaması için Bakanlığa taleplerimizi iletmiştik. Bu doğrultuda düzenleme yapıldı. Düzenlemenin işçiler açısından hiçbir hak kaybına yol açmadan hayata geçirilmesi gerekiyor.”, diyor.
Bizzat işçi konfederasyonlarının, Bakanlıktan işçi düşmanı bir karar alınmasını isteyebilmesi de bize özgü bir durum olsa gerek.
Hikmet Kıvılcımlı Usta ne de güzel söylemiş; Türkiye’de bir “Sendikalar Faciası” var diye…
Esasen bu facia; günümüzde açık ihanete dönüşmüş durumda, yukarıdaki örnekte olduğu gibi…
Gelelim, AKP’giller’in son hak gaspına…
Hep yaptıkları “Torba Kanun” tekniği ile 4857 Sayılı İş Yasasına ekledikleri Geçici 10’uncu madde ile; yasanın yürürlüğe girdiği 17 Nisan 2020 tarihinden itibaren patronların, işçileri üç aya kadar ücretsiz izne çıkartabilecekleri öngörüldü.
Yani bu tarihe kadar “ücretsiz izine” çıkma işçinin yazılı onayına bağlıyken ve işçinin kabul etmediği ücretsiz izin hallerinde işverenlerin haksız feshin sonuçlarına katlanmaları gerekirken, şimdi işverenlere; “virüs salgınından etkilenip etkilenmediklerini kanıtlama yükümü”, dahi getirilmeksizin, sınırsız bir hareket alanı tanıdılar.
Bu, açıkça devlet eliyle ya da kamu gücüyle işçi hakkı gaspıdır.
Peki, karşılığı ne?
İşçiye her gün için 39,24 TL “nakdi ücret” desteği…
Yani asgari ücretin yarısı oranında bir ücret.
Bu ücreti de işveren değil devlet ödeyecek. Daha doğrusu “İşsizlik Sigortası Fonu”ndan ödenecek. Bu fon ki, tamamen işçilerden kesilen primlerden oluşmakta. Kaldı ki, fonda biriken 131 milyar liranın ne olduğunun hesabını dahi verememekte AKP’giller.
Diğer yandan, bu ücretsiz izin sürecinde işçinin sigorta primleri yatmayacağı gibi, bu süre kıdeminden de sayılmayacak. Yani işverenlere bir taşla birkaç kuş vurdurdular.
Yaptıkları bu saldırıyı bir de; “işten çıkartma yasaklanıyor”, yalanıyla topluma yedirdiler ki, evlere şenlik… Kendisine ilerici, solcu, muhalif diyen gazeteciler bile ilk anda bu zokayı yuttu. Oysa çıkardıkları yasada 4857 Sayılı İş Yasasının 25/II. maddesinde sayılan hallere göre işverenlerin tazminatsız olarak işçi çıkartabilecekleri hep korundu.
Patronlar, fırsat bu fırsat deyip, TİS’le kazanılmış olunan ve her ay nakit olarak işçiye ödenen Yemek ve Yol ücretlerinin de üstüne yatmaktalar. Dahası, sokağa çıkma yasağı koydukları şehirlerde işe gidemeyen işçilerin ücretlerinde de kesintiler yapmaktalar.
Hatta, kısa çalışma ödeneği alarak işçileri tam gün çalıştıran işverenler de var.
Yani patronlar hem devleti dolandırmakta hem de işçiyi…
İşte bütün bu hak gasplarına örgütlü bir şekilde karşı durmak gerekirken, maalesef İşçi Sınıfımız bu örgütlülükten yoksun, bugün için. Tek başına Nakliyat-İş Sendikası’nın yürüttüğü kararlı mücadele bütün işkollarında sonuca etkili olmuyor, maalesef. Ama kendi işkolunda başarılar elde ediyor Nakliyat-İş. Araç Muayene İstasyonlarının kapatılması, üyelerinin ücretli izinli sayılması talebiyle yürüttüğü kampanyada haftanın üç günü çalışıp, dört günü izin yapma kazanımını sağladı.
Ülkenin değişik şehirlerindeki direnişleri ve Samsun-Çorum Ambarı’ndaki Grevi de kesintisiz bir şekilde yürütüyor. Hemen belirtelim ki, bugünlerde ülkedeki tek grevdir bu Grev…
Eskişehir’de 1 Mayıs’ta başlayacak olan grevin nasıl engellendiğini yukarıda anlattık.
Sonuç olarak; kriz bahanesiyle patronlara yapılan kıyak şahane…
Parababaları devleti eliyle her geçen gün yeni bir hakkı gasp ediliyor İşçi Sınıfımızın ve Emekçi Halkımızın. Dünyada da benzer saldırılarla karşı karşıya İşçi Sınıfları. İşsizlik ve Pahalılık can dayanmaz noktaları çoktan aştı. İnsanlar; “virüs değil geçim sıkıntısı öldürdü beni”, diye not bırakıp intihar ediyorlar.
O nedenle biz de; “işçilerin-emekçilerin sağlığı patronların kârından daha önemli”, diyoruz. Ama bunu sağlamanın yolu da örgütlü olmaktan geçiyor. Sendikada örgütlü olmak yetmez, iktidar mücadelesi yapan partide de örgütlü olmak gerekir.
Unutmayalım, Örgütsüz İşçi Köle İşçidir, Örgütlü İşçi Yenilmez…