Site rengi

Tasarım

AKP, Koronadan daha öldürücü! Zenginleri kayıran, yoksulları ayıran paket

08.04.2020
1.040
A+
A-

Bilimsel adı Covid-19. Günlük dildeki karşılığı Koronavirüs. Gün geçtikçe yaşamımızı daha fazla tehdit ederek bizleri evde kalmaya mahkûm eden salgının gittikçe ağırlaşan tablosuna her gün yeni kayıplar ekleniyor.

Çin’in Wuhan eyaletinde ortaya çıkan virüs, bugün itibarıyla pek çok ülkede can almaya devam ediyor. İlk vakanın Aralık ayında dünyaya duyurulmasının ardından yeterince önlem almayan ülkeler, bedelini çok ağır bir şekilde ödemeye başladılar. Ülkemizdeki durum ise dış dünyadan parlak sayılmaz. Salgının hangi boyutlara ulaştığını hepimiz artık yakından takip ediyor ve biliyoruz.

Bilhassa sorumluluğu olanların, bu süreci yönetir gibi görünüp aslında halktan gerçekleri sakladıkları, krizin başından beri belliydi. AKP’giller’in özel hastane sahibi “Özel Sağlık Bakanı”, kameraların karşısına geçip yuvarlak laflar etmeyi pek seviyor. Mart’ın başında Türkiye’de hiç vaka görülmemesini övünerek anlatan bakan, arka arkaya gelen enfekte olmuş kişiler, hasta sayısı ve ölümleri bildirirken aynı sevimliliğini sergileyemedi. Çünkü ilk günden beri kamuoyunu oyalayan bakan tabiî ki doğruları söyleyemezdi. 31 Ocak’ta “Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)”, küresel salgının ne denli büyük ölçekli olabileceğini gösterme adına “acil durum” ilan etti. Komşu ülkelerin her birinde vakaların artış göstermesi, salgının ülkemizde de görüleceğinin işaretiydi.

Bunun üzerine yeterli önlem alındı mı?

Tabiî ki hayır.

Üstelik bu süreçte 21 bin kişi umreye gönderildi. O da yetmedi, 27 Şubat’ta Kâbe’nin ziyarete kapatılmasına rağmen, Türk umreciler 2 hafta gibi uzun bir süre orada bekletildi. Sonra gerekli önlemler alınmadan yurda sokuldu. Büyük bir kısmı karantinaya alınmadan evlerine gönderildi. Gelen tepkiler üzerine bir kısım umreci karantinaya alındı. Üstelik öğrenciler gecenin bir yarısı yurtlardan çıkarılarak yapıldı bu karantina.

Peki, umre ziyaretçilerinden bir kısmı ne yaptılar?

Yurtları ahıra benzetip bizi burada tutamazsınız, diyerek polisin yüzüne tükürüp karantinadan kaçtılar.

İşte AKP’nin Korona ile sözde mücadelesi böyle başladı. 28 Ocak’ta “Korona Bilim Kurulu (KBB)” kuruldu. Başkanlığını, Medipol Hastanesi sahibi olma sıfatını taşıyan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın yaptığı kurulda, hekimlerin en üst birliği sayılan Türk Tabipler Birliği’nin ve Türk Eczacılar Birliği’nin temsilcilerine yer verilmedi. Yine sağlık emekçilerinin örgütlendiği sendika temsilcileri de kurulda yoklar.

Kimler var?

Elbette kurulda -haklarını yemeyelim- kendi alanında yetkin hocalarımız, bilim insanları vardır. Ama birçoğu; “insanların belli bir sayı üzerinde çoğalmaması için Allah’ın virüsleri yarattığını”, söyleyen Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Mehmet Ceyhan gibiyse vay halimize…

Halka yabancı, sermayenin dostu AKP’giller’in salgını yürütmek amaçlı oluşturduğu böyle bir Kurul, hiç halk sağlığını düşünüp halk adına faydalı adımlar atabilir mi?

Günlük hayatımızı sekteye uğratan ve yaşamsal mücadele verdiğimiz böylesi bir salgın karşısında virüsten korunmak mümkün ama asıl sorun kanımızı emmeye devam eden AKP’den nasıl korunacağımız ve kurtulacağımız?

“Milli birlik ve beraberlik” yalanlarıyla İşsizlik-Pahalılık-Zam-Zulüm cehennemine çevirdikleri memleketimizde hayatımızın her alanını vergiye bağlamakta tereddüt etmeyenler, Koronavirüsü de fırsata çevirmeyi başardılar. Açıkladıkları ekonomik tedbir paketinde dost ve yandaş müteahhitleri korumayı “beka” meselesi olarak gördüklerinden, onları koruyucu ve kollayıcı maddeler ilk sırada yer alıyor. Yandaşlara koruma kalkanı vazifesi gören paketten geçim sıkıntısı çeken milyonlarca emekçiye yönelik hiçbir önlem yok.

Yıllarca FETÖ ile birlikte yol alıp “15 Temmuz Ganimet Paylaşım Savaşını” “Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren Kaçak Saraylı, bugün de Koronavirüsün esir aldığı ülkemizde aynı bezirgânlığa devam ediyor. Paketi açıklarken, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’na; “Neşen yerinde”, diyerek, kimleri kayırdığını açıkça dile getirmiş oldu.

Patronlara kaynak aktaran Tayyip, vatandaşlara ise; bol bol dua etmelerini ve sabretmelerini salık verirken yaşlıları da kolonya ile serinleteceği müjdesini verdi!

Ülkemizi uzun bir süre OHAL’le yöneten Tayyip, Temmuz 2017’de yabancı yatırımcılara yönelik bir toplantıda; “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye ilan ediyoruz. Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek hemen müdahale ediyoruz.”, deme cüretini göstermişti. O nedenle Kaçak Saraylıdan bugün dar gelirliler, emekçiler adına bir şey bekleyemeyiz.

18 Mart’ta açıklanan ekonomik pakette işini süresiz olarak kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan çalışanlara yönelik hiçbir önlem alınmazken, yaşanacak büyük istikrarsızlığın yükü yine işçi ve emekçilerin sırtına yüklendi. 100 milyarlık TL olarak duyurdukları pakette neler var peki?

Konut alımlarına teşvik var. Çok ilginç, bu kriz ortamında ev almayı kim düşünebilir?

Konaklama vergisinin Kasım ayına kadar ertelenmesi öngörülmüş. İyi de evden dışarı çıkmadığımız bir ortamda bu vergi indirimi ne anlama geliyor?

Seyahatlerin kısıtlandığı, uçakların kalkmaz olduğu bir ortamda havayolu biletlerinde KDV indirimi yapıldı.

Pakette ne yok?

Hizmet sektöründe çalışan ve zor şartlarda işe devam etmek zorunda kalan milyonlarca emekçiye destek ödemeleri yok mesela. Merkez Bankası (TCMB) İhtiyat Akçesi ve birçok işçinin işsiz kaldığı bu dönemde İşsizlik Sigortasında biriken paralar (ki en az 131 milyar TL olduğu söyleniyor)  bu zor günler için kullanılabilirdi, hortumlanmasaydı eğer.

İspanya, Almanya, Fransa gibi Koronavirüsünden ağır şekilde etkilenen Avrupa ülkeleri hükümetleri, yara alan ekonomilerini ayakta tutabilmek için peş peşe ekonomik yardım paketlerini açıkladılar. Krizin vatandaş üzerinde yarattığı baskıyı azaltmayı amaçlayan bu paketlerin aksine, Kaçak Saraylı Reisin açıkladığı pakette, bırakalım çalışanların üzerindeki baskıyı azaltmak, Korona Krizinin faturası emekçilere çıkartılıyor. Yani Şark cephesinde değişen bir şey yok. Olan yine İşçi Sınıfımıza, Kamu Emekçilerine, Yoksul Halkımıza oluyor.

Salgının yayılma hızını yavaşlatmak ve kesmek için “Evde Kal” sloganıyla kampanya başlatan iktidar, ne hikmetse bu süreçte işyerini kapatmak zorunda kalan küçük esnaf ile işini kaybeden emekçileri görmezden geliyor.

Çelişki dolu açıklamalarıyla baştan beri halk sağlığını hiçe sayan sözde Sağlık Bakanı, salgından korunmak için evden çıkılmaması gerektiğini her akşam ekranlardan bıkmadan söylüyor. Ancak bu durumda çalışmak zorunda bırakılanların taşıyacağı virüs tehlikesiyle ilgili olarak neden sokağa çıkma yasağı getirilmiyor sorusu sorulduğunda verdiği yanıt ise manidar; “Herkes kendi OHAL’ini uygulasın”.

Daha düne kadar her fırsatta vatandaşın en temel insan haklarını kısıtlayarak, antidemokratik faşist uygulamalarını kılıfa soktukları OHAL’le ülkeyi yönetenler, bugün krizi yönetmekte aciz kaldıkları için, salgının olası büyük sonuçlarını vatandaşa fatura etmek istercesine insanları bile bile ölüme itiyorlar. İşte bu yüzden Korona değil, bizi AKP’nin din, ticaret kokan zihniyeti öldürür ve de öldürüyor.

Bu şu demek oluyor: Devletin kasasını özelleştirmelerle, vurgun ve talanlarla el birliğiyle boşalttılar. Patronların bu krizden 3-5 kuruş bile olsa zarar görmesini engellemek için çarkın dönmesi şart. Bu uğurda hayatını kaybedecek işçinin bir değeri yok onların gözünde.  Korona’ya rağmen çalışmaya devam!

Kısaca sorumluluk almadıkları gibi sorumsuzluklarını da işçiye yüklüyorlar. Üstelik işçileri hangi sağlıksız şartlarda çalıştırdıkları da malum… Koruma önlemlerinin alınmadığı inşaat ve hizmet sektörleri başta olmak üzere (hatta sağlık emekçileri bile) koruyucu maske ve eldiven gibi ekipmanları bulmakta zorlanıyor.

Hal böyleyken 65 yaşın üzerindekilere getirilen sokağa çıkma yasağı hiçbir anlam taşımıyor. Yaşı ilerlemiş insanlarımıza devlet zoruyla uygulanan tecrit, onları hem rencide ediyor hem de virüsten korumuyor aslında. Çünkü koruma altına aldıklarını sandıkları o insanların yakınları illaki sokağa çıkıyor, kimisi de çalışmak zorunda. Nerede kaldı karantina ve koruma?

Çalışmasa evde bekleyen çocuklarına ekmek götüremeyecek işçi, evden çıkıp işe giderse virüsü kapıp hem kendini hem de sevdiklerinin canını tehlikeye atacak. Bundan emin ama şimdi ne yapsın bunca insan? Paraları yok diye ölsünler mi? Asıl soru, onlarsız bizim nefes almamız mümkün mü?

Değil elbet.

Görüldüğü üzere suya sabuna dokunmayan paket, sermayenin çıkarlarını korumak için hazırlanmış. En düşük emekli aylığını 1500 TL’ye çıkardıklarını gururla söylüyorlar ama bu tutarın asgari ücretin de altında olduğunu unutturmaya çalışıyorlar. İşten çıkarılma durumunda kalanlara ödeneceği duyurulan kısmi çalışma ödeneği de en az o işyerinde geriye dönük 600 gün çalışma şartını taşıyor ki, gündelik işçilere bir düzenleme yok.

Olağanüstü günler yaşadığımız şu günlerde Milli Eğitim ve Sağlık Bakanının Koronavirüs salgını ile ilgili yaptıkları toplantı AKP’nin krizi yönetemediğini bir kez daha ortaya koydu. Yaklaşık 1 saat süren açıklamada dağ fare doğurdu desek abartmış olmayız. Sağlıktan ve eğitimden sorumlu iki bakanın kamuoyunu yanıltmak üzere gerçekleştirdikleri toplantı özetle şu anlama geliyor:

Bu süreçte insan hayatı önemli değil. Biz göstermelik önlemleri alıyoruz. Gerisi size kalmış!

Toplumun sağlığından ve eğitiminden sorumlu iki bakanı özel sektörden seçerek o koltuklara bilinçli olarak oturtan AKP’giller, devleti şirket yönetir gibi yönettikleri için bugün kriz üstüne kriz yaşıyoruz. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal tüm hizmetleri özelleştirip piyasanın emrine sundukları için bizim hissettiğimiz kriz ile AKP’giller’in anladığı kriz başka.

Onlar için krizin anlamı; yerli-yabancı sermayenin kârlarındaki ufak bir azalma.

Onların krizi; örgütlü işçilerin çoğalması, grevlerin artması. Gerçek Devrimci Sınıf Sendikacılığının İşçi Sınıfımız içerisinde etkin bir duruma gelmesi. AKP’giller, yerli-yabancı Parababalarının çıkarlarını korumak ve kollamak için taşındılar iktidara. Gerisi laf-ü güzaf.

İşte bu yüzden küresel ölçekte bir salgınla karşı karşıya kaldığımız şu günlerde halk bir yandan can derdine düşerken bir yandan da işsiz kalıp açlıkla boğuşuyor. Sağlık Bakanı kendi sahibi olduğu (kâğıt üzerinde kendisi yönetimde gözükmüyor ama sülalesi orada yönetimde, kimse de yemiyor tabiî ki, kendi “hüloogcu”ları dışında) hastanede doktor, hemşire ve temizlik çalışanları dışındaki sağlık emekçilerini ücretsiz izne çıkardı örneğin. Her gece ekranlara çıkıp krizi başarıyla yönetiyor havası yaratmak isteyen Koca, krizi fırsata çeviren sayısız patron gibi, hastanesinden işçi çıkarırken onları nasıl bir cehenneme ittiğini halka anlatamıyor.

İşçileri sefaletin kucağına itenler alınması gereken önlemleri kontrollü bir şekilde zamanında almadıkları için ülke çapında salgın daha çok yaygınlaşıyor ve kayıplar hızlı bir şekilde artış gösteriyor. İlk kaybın yaşandığı 11 Mart’tan yazının kaleme alındığı 27 Mart tarihine kadar Koronadan hayatını kaybedenlerin sayısı 92’ye ulaştı. Resmi olmayan rakamlar ise kayıpların daha fazla olduğu yönünde. Halkın sağlığından sorumlu olması gereken bakanın durumu ortada…

Peki, eğitimin başına getirilen Ziya Selçuk nasıl bir tablo çiziyor salgın günlerinde?

Koltuk arkadaşı Fahrettin Koca’yı aratmıyor, Uzaktan Eğitimin patronu. Göreve getirildiği ilk günlerde şakşakçılar tarafından yıldız ilan edilmişti. Gerçek ve acımasız yüzünü bugüne kadar çok defa gösteren Selçuk, 80 bin ücretli eğitim emekçisinin açlığa terk edilişinden birinci derecede sorumlu. Okulların 30 Nisan’a kadar uzaktan eğitimle devam edeceğini duyuran Selçuk’a göre, ücretli öğretmenler ve aileleri bu ülkenin vatandaşı değiller. Çünkü böylesi felaket günlerinde devletin sorumluluğu, her yurttaşını ekonomik ve sosyal açıdan korumak ve kollamaktır. Dün Ziya Selçuk’a övgüler düzenler, bugün ücretli öğretmenler açlığa terk edilirken hiçbir insani duygu göstermeyen bu zat hakkında ne düşünüyorlar acaba?

Eğitimi piyasa şartlarına açıp özelleştirmenin de en büyük savunucusu olmuş bir kişinin, ağır ekonomik şartlar yaşadığımız bugün için ücretli öğretmenleri düşünmesini bekleyemeyiz. Ayrıca okullarımızı tarikat ve siyasal dincilerin belirlediği müfredatlarla donatan gerici Ziya Selçuk, “Uzaktan Eğitim” adı altında çocuklarımızın zihinlerini kirletmeye devam ediyor. TRT-EBA’da, ilkokul çocuklarına Tarih, birbirini bıçaklayan ve kafa kesen animasyonlarla anlatılırken, ortaokul çocuklarına da Menderes’in idam sahnesinin görüntülerinin izlettirilmesi AKP’giller’in ne denli çürümüş, insanlıktan çıkmış olduklarının en büyük kanıtı.

Bu nedenle eğitim ve sağlık başta olmak üzere, ülkemizin tüm kamusal alanları bu talancı, gerici, vatan satıcısı hainlerle doluyken Koronavirüsün vereceği zarar, AKP’nin yarattığı ve bundan sonra yaratacağı zarardan daha azdır.

 

Ankara’dan Bir Yoldaş