Anadolu: Kısrağın Başı
Hüseyin Ali
Nazım Hikmet’in ünlü Davet şiiri şöyledir:
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim….
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…
Bizim ve belki başka pek çok kişinin devrimci ve yurtsever olmasına katkı sağlayan bir Nazım Hikmet şiiri…
Gür sesli sanatçımız Ruhi Su da bu güzel şiiri türküleştirmiştir.
Şiirde görüldüğü gibi Nazım Anadolu’yu kısrak başına benzetir.
Bir bakıma öyledir de… Koşmakta olan bir atın başı gibi uzanmıştır Anadolu ya da Küçük Asya batıya doğru. Gövde ise Asya’dır.
Nazım’ın bu benzetmeyi yaparken bir eski resimden esinlenmiş olabileceği söylenir. Bu resim sembolik bir haritadır aslında…
Bu harita, Hannoverli protestan bir papaz ve din bilimcinin (Heinrich Bünting, 1545-1606) 1581’de yayımladığı “Itinerarium Totius Sacre Scripture” adlı kitapta, İncil’de geçen coğrafi bölgelerin yer aldığı bir harita (Resim 1). Haritada Asya kanatlı bir at vücudu gibi gösterilir. Atın başı ise “Ön Asya” (Asia Minor) olarak adlandırılan Anadolu’dur. Harita ile Nazım’ın dizeleri arasındaki fark atın bir kısrak değil aygır görünümünde oluşudur. Nazım’ın kısrak sözünü kullanması hem şiiri daha anlamlı kılmış, hem de ses uyumu sağlamıştır.
Kanatlı at, hem Pegasus adıyla eski Yunan mitolojisinde, hem Tulpar adıyla eski Türk, Kırgız, Altay mitolojisinde yer alan bir figür. Tabiî, epik (destansı) öykülerle birlikte…
Anadolu, gerçekten de sadece Türkler için değil, tüm insanlık tarihi için bir kısrak başıdır. Tarihin başlangıcıdır. İnsanlık Orta Barbarlıktan (Göçebe Toplum) Yukarı Barbarlığa (Ziraat Toplumu) bu topraklarda geçmiş, ilk kentleşme Anadolu ile bağlantılı Mezopotamya’da olmuş, üstyapıdaki köklü sosyal dönüşümler (örneğin henüz tam aydınlatılabilmiş olmasa da Göbeklitepe örneği gibi) bu coğrafyada gelişmiştir. Hatti, Hitit, Frigya, Lidya, İyon, Urartu Medeniyetleri bu topraklarda doğmuş; Persler, Yunanlılar, Bizanslılar, Romalılar bu topraklarda at koşturmuştur. Biz Türkler ise, tıpkı Nazım’ın dizelerindeki gibi Asya’nın derinliklerinden dörtnala akıp gelmişiz. Ve bizden sonra da Moğollar…
Pek çok da direnişçi-yenilikçi kahraman çıkarmış bu topraklar: Babek’ler, Baba İshak’lar, Bedreddin’ler, Börklüce Mustafa’lar, İstanbul’u fethederek bir çağı kapatıp diğerini açan Fatih’ler, dünyanın ilk başarılı antiemperyalist savaşını yöneten Mustafa Kemal’ler…
Ve Heraklit’ler, Diyojen’ler, Hacı Bektaş’lar, Ahi Evran’lar, Taptuk Emre’ler, Yunus Emre’ler, adsız dervişler, abdallar gibi filozoflar, düşünce ve toplumsal örgütlenme önderleri; Pir Sultan Abdal’lar, Emrah’lar, Karacaoğlan’lar, Köroğlu’lar, Dadaloğlu’lar gibi ozanlar ve mücadele adamları…
Tarihsel ve kültürel olarak böylesine zengin Anadolu toprakları. Dünyanın hiçbir coğrafyasında böyle bir zenginlik yok.
Nazım, Anadolu toprağını ise “ipek bir halı”ya benzetir. Gerçekten de öyledir.
Bugünkü bilgilere göre, kültürü yapılan pek çok bitkinin ana vatanı Anadolu’dur: Buğday, arpa, çavdar, nohut, bakla, bezelye, soğan, sarımsak, lahana, havuç gibi tahıl ve sebzeler; ceviz, badem gibi yemişler; elma, armut, kavun, üzüm, kiraz, vişne, nar gibi meyveler hep Anadolu kökenlidir.
Aslında kutsal kitaplardaki Cennet’tir bu topraklar. Cennet, verimli, sulak Doğu Anadolu topraklarıdır. Kıvılcımlı, “Cennet Nedir?” adlı eserinde Tarih bilimine ve tarihsel maddeciliğe dayanarak kutsal kitaplarda yer alan Cennet’in Van Gölü havzasında olacağını belirtir. Barbar, kandaş, ilkel sosyalist Semitler’in Mezopotamya’da Sınıflı Toplum (Medeniyet) içine girince, sınıflı toplumun eşitsizlikleri, sömürüsü karşısında bin yıllar içinde hep eski ilkel sosyalist yaşamlarını, verimli, sulak, zengin ülkelerini özlediklerini ve Cennet kavramının böyle ortaya çıktığını yazar:
“Tevrat’ın insanlığa aktardığı gelenek uydurma değildir. Semit geleneğinde Cennet Özlemi bu tarihsel durumlarda doğmuştur. Âdem’in (ilk Semit Ata’nın) dört ırmak kaynağı Van Gölü çevrelerinde yaşadığı mutluluk, medenîleşen Semit’in gözünde tütmüştür. Çünkü, Semit Barbarın “Medeniyete Giriş”i, hem maddî (Coğrafya), hem manevi (Sosyal) bakımdan tam bir “Cennetten Kovuluş” olmuştur.
1- MADDÎ-COĞRAFYA bakımından: Meyvalık ve sulak Doğu Anadolu yaylaları, kızgın kum çölü Irak ovası yanında gerçekten bir Cennet iklimdi. O yüksek yayla Cennetinden güney aşağılara, Cehennem gibi zift kaynayan sıcak petrol toprağı Irak düzüne inmek, göklerdeki Cennetten katı yere düşmekten acıydı. Semit insan, başına gelenleri bu iklim farkından daha güzel maddeleştirecek sembol bulamazdı.
2- MÂNEVÎ-SOSYAL bakımdan: Barbarın bir türlü unutamadığı, boyuna dönüp dolaşıp tekrar yaşadığı Öntarih toplumu ne kadar ilkel ve geri bir ekonomi düzeni olursa olsun, sosyal insan münasebetleri yönünce, medeniyetle kıyaslanamayacak kertede temiz ve yüksek bir kardeş rejimi, kankardeşliği sosyalizmi idi. Barbarlıkta Medeniyetin imrendirici maddî zenginlikleri yoktu, ama Medeniyetteki korkunç sınıf uçurumları, Kölelik-Efendilik rezillikleri de yoktu. İlkel Sosyalizmin eşit kardeşlik Cennetinden çıkıp, petrollü Irak’ın katran kazanları gibi kaynayan medeniyet tezatları içine girmek, göklerdeki Cennetten “Hayır ve Şer Bilimi Ağacı”nın kazığı ile kazıklanmaktan ayırtsızdı.” (Hikmet Kıvılcımlı, Cennet Nedir?)
Evet, Anadolu cennettir. Ama aynı zamanda, sınıflı toplumun eşitsizlikleri ve sömürüsü nedeniyle cehennemdir.
Nazım da bunu kastederek “bu cehennem, bu cennet bizim” diyor.
Günümüzde bu cennet vatanı halkımıza cehennem kılanlar emperyalistler ve onların satılık yerli ortaklarıdır. El ele vererek vatanı cehennem kılmakla yetinmiyorlar, Nazım’ın sözünü ettiği kısrağın başını parçalamak niyetindeler. Emperyalizmin “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” budur. Emperyalizm ile Din Bezirgânlarının dinci-faşist diktatörlüğünün amacı budur.
Çünkü Anadolu, Çanakkale Savaşı ve Kuvayimilliye ile pek çok Doğu ülkesine önder ve örnek olmuştur. Emperyalistler bu yüzden Anadolu’yu, kısrağın başını parçalama niyetindeler.
Yaklaşık 20 yıldan beri Din Bezirganları iktidarının yaşamın her alanında yaptığı gerici uygulamalar bu projenin ürünüdür: Ekonomide rant getirecek soygun inşaatları (köprüler, otoyollar, HES’ler, en son Kanal İstanbul), özelleştirme ve soygun süreci; uygulanan hain politikalarla tarım ve hayvancılığın çökertilmesi; eğitimde Ortaçağ kafası (tüm okullarda mescitler, müfredatın din üzerine oturtulması, okulların imam hatip okullarına dönüştürülmesi, türbanın ortaokullara da girmesi, cemaat okulları, yurtları ve Kur’an kurslarının yaygınlaştırılması, devlet işlerinin dine dayandırılması, her yanın camilerle donatılması, Diyanete ayrılan kaynağın pek çok bakanlığın bütçesini aşması gibi); ordu ve yargıda gerici ve dinci örgütlenme; sağlıkta popülist politikalarla sağlık siteminin içinin boşaltılması ve şehir hastaneleri uygulaması; dış politikada Amerikancı, emperyalist uşağı çizgi (Suriye’de dinci çakalların örgütlenmesi ve Esat yönetimine karşı emperyalistlerle işbirliği, Libya’da İhvan ile işbirliği ve Türk Ordusu’nun Libya’ya sürüklenmesi, böylece Türk Ordusu’nun saygınlığının sıfırlanması, Adalarımızın Yunanistan’a peşkeş çekilmesi, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta uşakça politika); iç politikada dinci örgütlenmenin yanı sıra görünürde “Eyy Amerika vb.” sözlerine rağmen, özde Kürt Sorunu’nda emperyalistlerce dayatılan bölücü yolda yürünmesi…
Bütün bunlara ve daha burada sayamadığımız uygulamalara rağmen, emperyalist-din bezirgânı ittifakı bu amaçlarına ulaşamayacaklar. Çünkü bu topraklardaki insanların direniş gelenekleri var.
Birinci Kuvayimilliye ve Kurtuluş Savaşı’mız buna örnektir. Ancak, Birinci Kurtuluş Savaşı’mız sömürücü sınıfların tasfiyesiyle sonuçlanmış bir demokratik devrim değildir. Bu yüzden gericilik yıllar içinde, özellikle son 15-20 yıl içinde karşıdevrimi hayata geçirdi.
Şimdi biz devrimcilere düşen, İkinci Kurtuluş Savaşı’mızla emperyalizmi bu topraklardan defetmek, gericiliğin ekonomik gücünü Finans-Kapital + Tefeci-Bezirgân ittifakını tasfiye etmek, demokratik devrimi hayata geçirmek ve din bezirgânlarından hesap sormaktır.
Anadolu coğrafi konumuyla, teorik ve pratik birikimiyle, halkıyla bu görevi başaracak güçtedir. Nazım’ın dediği gibi; “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamak mümkün.
Yazımızı Âşık İhsani’nin söylediği bir türkünün sözleriyle tamamlayalım:
Bu memleket bunca emek
Bizim bizim, hepsi bizim
Yabancıya yer ne demek
Bizim bizim, hepsi bizim
İş arayan açlar bizim
Yaban ele göçler bizim
Alınacak öçler bizim
Bizim bizim, hepsi bizim
Aracının aldığı fark
Gürül gürül işleyen çark
Hırsından çatlayan toprak
Bizim bizim, hepsi bizim
Düzenin ezdiği beller
Kilide vurulan diller
Kazmayı kavrayan eller
Bizim bizim, hepsi bizim
Meydanlara doluş bizim
El ele bir oluş bizim
Dayanış, kurtuluş bizim
Bizim bizim, hepsi bizim