Site rengi

Tasarım

Bir Kapitalistin Ağzından Kapitalizmin Veciz Anlatımı

10.04.2022
862
A+
A-

Mustafa Şahbaz

02 Mart Çarşamba tarihli Odatv’den bir haber:

Nevzat Aydın ile Cüneyt Özdemir birbirine girdi… Popülizm yapma, Utan…

“Yemeksepeti kurucusu ve eski CEO’su Nevzat Aydın, eski çalışanlarına yönelik ‘Bana kalsaydı ilk işim, o işi yavaşlatan nankörlerin tamamını göndermek olurdu.’ dedi. Cüneyt Özdemir Nevzat Aydın’a tepki gösterdi. Nevzat Aydın, Cüneyt Özdemir’e ‘Anlamadığın konularda popülizm yapıyorsun’ dedi.” (agy.)

“Yemeksepeti” adlı internetten yemek siparişlerini yerine getiren şirkette, Nakliyat-İş Sendikası önderliğinde işçiler direniyorlar, mücadele veriyorlar. Bilindiği gibi, Nakliyat-İş Sendikası, Genel Başkan Ali Küçükosmanoğlu’nun önderliğinde işkolu ayrımı yapmaksızın haksızlığa uğrayan, hakları gasp edilmek istenen tüm işçilerin mücadelelerinde onlara önderlik ediyor. Devrimci Sendikacılık neymiş, dosta da düşmana da gösteriyor. Saymakla bitmeyecek İşgal, Grev ve Direnişlerinden sadece son yıllarda ya da aylarda yürütülen ve halen devam edenlerinden birkaçını sayacak olursak:

– Pegasus Örgütlenmesi ve Direnişi, bugünlerde kazanılan davalar,

– Uzel Makine İşçilerinin 40 Ayı aşan şanlı Direnişleri,

– Neo Trend Direnişi,

– 1227’nci gününü dolduran Tüvtürk Şanlıurfa/Polçak Direnişi,

– Reysaş Taşıt Muayene İstasyonlarında 4 yıl süren Mücadelenin Toplu İş Sözleşmesinin imzalanmasıyla taçlanması,

– Real-Uyum/Makro Direnişi vb. vb…

“Yemek Sepeti” Nedir?

“Yemek Sepeti” denen şirket, son on yılların yaratığı olan bir dijital şirkettir. Bilindiği gibi, dijital teknolojinin ve özellikle internetin gelişimiyle sanal ortamda çok kazanç getiren birçok sanal şirket oluştu. En çok bilinenleri, Sosyal Medya Ağları diye anılan Facebook, WhatsApp, İnstagram, Twitter ve benzerleridir. İnternette satış yapan firmaların ticari anlamda kuruluşu ise 1994 yılına dayanmaktadır. Dünyada bu alanın en büyükleri de Amazon, E-Bay vb. kuruluşlardır. Bu tarz şirketlerin Türkiye’deki öncüsü ise “Yemeksepeti”dir denilebilir. 2001 yılında dört kişi tarafından kurulan ve 20 milyondan fazla müşterisi bulunan, günde 600 bin sipariş alan bir şirkettir ya da bir şirketti. (Bugünlerde Nakliyat-İş Sendikası’nın önderliğinde başlatılan boykot kampanyasıyla siparişlerde yüzde 70 kayıp yaşanmaktadır.)  Ve tabiî her başarılı, kâr getiren yerli şirket gibi, bu şirkette de uluslararası sermayenin iştahını kabartmış ve Alman Sermayesi tarafından ele geçirilmiş, yutulmuştur:

“2015 yılında Almanya merkezli global online yemek sipariş platformu Delivery Hero tarafından 589 milyon dolar karşılığında satın alındı. Bu satış GittiGidiyor’un eBay’a satılışının üstüne çıkarak Türk internet tarihin en yüksek değerli satışı oldu.” (Vikipedi)

Demek ki, GittiGidiyor da eBay tarafından yutulmuş. Ayrıca;

“Türk oyun şirketi Peak 1,8 milyar dolara ABD merkezli Zynga’ya satıldı” (https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/abdli-dev-turk-oyun-sirketi-peaki-18-milyar-dolara-satin-aldi-5848662/);

“Geçtiğimiz günlerde Peak Games’in büyük exit’ına imza atan Zynga, şimdi de Türk oyun yayıncısı Rollic’in yüzde 80 hissesini alıyor. Türkiye’den 3. girişimini satın alan Zynga, Rollic’in 21 ay gibi kısa sürede exit başarısına da ortak oldu.” (https://turkishtimedergi.com/sirketler/turk-oyun-sirketi-rollic-168-milyon-dolara-zyngaya-satildi/)

“Trendyol’un 2018 yılında yüzde 75’i, 2021 yılında yüzde 86’sı Çin merkezli alışveriş sitesi ‘Alibaba’ tarafından 1 milyar 78 milyon dolara satın alındı. 2021 yılı itibarıyla Trendyol’un CEO’su Demet Mutlu iken şirketin ana hissedarı Çinli Alibaba firmasıdır.” (https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/trendyolun-sahibi-kim-ne-zaman-kuruldu-1628700)

“Özelleştirme” adı altında Kuvayimilliye yadigârı kamu sanayi kuruluşlarımız nasıl yağmalanmış ve süreç içinde yabancı sermayenin malı olmuşsa, dijital ortamda yaratılan şirketlerimiz de aynı akıbeti paylaşmışlardır. Tabiî bu durum yalnızca Türkiye’ye mahsus değildir. Tüm kapitalizmce az gelişmiş ülkeler bu sarmalın, bu sömürü çarkının içindedir.

Bir Masa, Bir Bilgisayar

“Yemeksepeti”nin satışından elde edilen para ortaklar arasında hangi oranlarda dağıtıldı, bilmiyoruz. Bilmemiz de gerekmiyor. Fakat 589 milyon dolar eşit dağıtılmış olsa bile Nevzat Aydın’ın payına 147 milyon 250 bin dolar düşüyor.

Pekiyi bu 589 milyar dolar ya da Nevzat Aydın’ın payına düşün 147 milyon 250 bin dolar olarak belirlenen değerin kaynağı nedir?

Bu sosyal medya hesabı denilen uygulamaların ve e-ticaret şirketlerinin ortak bir özelliği var: Bu şirketlerin ana sermayesi, dijital ortamda yazılmış bir programdır. Ama sıradan bir program değil tabiî. Bir yaratıcılığa dayanan, orijinal bir bakış açısı getiren ve özellikle genç nesillerin taleplerini karşılayan programlardır. Öyle ki yalnızca talepleri karşılamaz bu programlar; o güne kadar var olmamış, kimsenin akıl edemediği yeni taleplerin yaratıcısı da olurlar. Yani hem yeni tip talepler yaratırlar hem de bu taleplere cevap verirler.

Bu şirketlerin bir özelliği de kurucularının bilgisayarı üst düzeyde kullanabilen, yaratıcılıkları yüksek genç insanlar olmalarıdır. Bu kişiler “bir masa, bir bilgisayar” diyebileceğimiz bir sadelikte başlamışlardır, bu değeri yüz milyar dolarlarla ölçülen şirketlerini kurmaya. Bizim örneğimizde Yemeksepeti 4 kişi tarafından kurulmuştur. Biz buna “bir masa, dört bilgisayar” diyelim haydi. Haydi bilemedin “dört masa, dört bilgisayar” diyelim.

“Yemeksepeti” e-ticaret şirketlerini kopyalayarak ya da onlara özenerek, bizden kişilerin bir yazılımla yarattıkları bir e-ticaret şirketidir. Türkiye’de ilk olmanın ya da ilk başarılı şirket olmanın getirdiği avantajla alanında bir tekel olmuştur. Bu yüzden de bir Alman e-ticaret şirketi olan Delivery Hero tarafından 589 milyon dolar karşılığında satın alınmıştır.

Yani sanal ortamın bu geldiği düzeyde kapitalist olmak, Parababası olmak böylesine kolay olabilmektedir. Bu, aynı zamanda kısa yoldan, az zamanda zengin olma hayalini de körükleyerek genç nesilleri zehirleyen bir ortam da yaratmaktadır. Milyarlarca insanın içinden, denk düşürerek bu yolla zengin olmuş üç-beş ya da üç yüz-beş yüz insanın başarısı, geride kalan milyonlarca insanın boş umutlara kapılmasına neden olmaktadır.

Kapitalizm nedir?

Sözün burasında bir ara vererek kapitalizmin ne olduğuna, kapitalistin kim olduğuna tarihsel süreç içinde kısaca bir göz atalım: Kapitalizm, önce serbest rekabetçi kapitalizm olarak doğmuştur, bildiğimiz gibi. Biz de daha anlaşılır olacağı için oradan hareketle bakalım Kapitalizme.

Kapitalizmin yaratıcısı elbette kapitalistlerdir, burjuvazidir.

Kapitalist üretim yordamında kapitalist, her ne kadar adı kapitalist ise de, kapital sahibi kişi değildi. O, başlangıçta zeki, yaratıcı bir girişken kişidir. Bir sermayesinden söz edilecekse, sermayesi bu girişkin kişiliğidir denebilir. Bu girişkin kişi yani Burjuva adlı işbilir kişi, yapacağı iş için Bankerden Para borç alır. Büyük Toprak ve Emlak Sahibinden ise İşyeri ya da Toprak kiralar. Bu iki şeyin yani para ve işyerinin varlığı ne kapitalizmi yaratmaya ne de o girişkin kişiyi kapitalist yapmaya yetmez. Üretim yordamına kapitalizm diyebilmemiz ya da kapitalist üretim yordamının ortaya çıkabilmesi için iki şeye daha ihtiyaç vardır: İşgücü ve Kâr. Böylece kapitalizmin dayandığı 4 ayak oluşmuş olur.

Kapitalistin becerisini başlıklarla verirsek:

1- Sermaye bulacak, bunun karşılığında bankere Faiz ödeyecek. Çünkü hiçbir banker babasının hayrına kimseye para vermez.

2- İşyeri sahibine İrat verecek,

3- İşçiye Ücret verecek,

4- Kendisi de Kâr edecek.

Bu çarkın dönmesi için kapitalistin sermayeyi ve işyerini-fabrikayı elde etmesi yetmez oraya bir de üretimde kullanacağı aletleri, makinaları getirmesi gerekir. Bu da yetmez bir de üretimde kullanacağı hammaddeleri, ilkmaddeleri temin etmesi gerekir. Zaten bankerden (giderek gelişen bankadan) parayı da tüm bunları sağlamak için almıştı. Aldığı sermayenin bir bölüğü ile bunları sağlar. Bütün bunlara Sabit-Değişmeyen Sermaye denir.  Fakat bütün bunların bir araya getirilmesi de kapitalist üretimin başlaması ya da var olması için yetmez. Kapitalistin, sermayenin bir kısmıyla da bu Değişmez Sermayeyi işletecek İşgücünü satın almaya ihtiyacı vardır. Yani işçinin işgücünü-emek gücünü… İşte buna da Değişen Sermaye denir. Değişmeyen Sermaye durduğu yerde hiçbir artıdeğer oluşturamaz. Üretim sürecinde ancak İşgücü onu işleyince, üretilen ürünün içinde işçinin yoğunlaşan emeği ona yeni bir değer katar. O yoğunlaşan emeği de Değişen Sermaye denilen İşçinin İşgücü oluşturur. Buna artıdeğer denir. Bu artıdeğerin yaratıcısı İşçidir ama sahibi İşverendir, Kapitalisttir.

Bu artıdeğerin oluşumu sürecinde, diyelim ki, 8 saatlik işgününde işçi, kendi ücreti karşılığı belki 3 saat çalışır. Geriye kalan 5 saati ise işveren için çalışır. Daha doğrusu o 5 saat boyunca işçinin yarattığı artıdeğere kapitalist el koyar. Buna da Kâr denir.

Bu üretim yordamında İşçi Sınıfı yarattığı artıdeğerden daha fazla pay almak ister; işveren ise daha çok kâr elde etmek, artıdeğerden daha fazlasını kendine mal etmek istir. Bu yüzden kapitalist toplumda İşçi Sınıfı ile Kapitalist Sınıfı arasında uzlaşmaz bir çelişki oluşur. Bunun sonucu, Sınıflar Savaşıdır. Bu savaş kaçınılmazdır. Sosyalist Devrime kadar sürecek, Komünist Toplumda sınıfların ortadan kaldırılmasıyla son çözümüne kavuşacak bir savaştır.

Dijital Çağın Zamane Kapitalistleri

Kapitalizmin doğuşunda yani serbest rekabetçi çağında Kapitalist denen kişi, elini böylesine taşın altına sokan ve bu göze aldığı risklerden başarıyla çıkabilen kişiydi. Bu becerisiyle toplumu, Feodalizmin Dar (Basit) Yeniden Üretim kısır döngüsünden çıkarıp, Geniş Yeniden Üretim aşamasına (Kapitalizm aşamasına) sıçratıyordu. Nitekim bu büyük becerisiyle Birinci Toplumsal Tabakayı oluşturan Asiller ile İkinci Tabakayı oluşturan Ruhban (Kilise, Din Adamları) Tabakalarına karşı İşçilerin, Köylülerin ve Zanaatkârların oluşturduğu Üçüncü Toplumsal Tabakayı (Tiers Etat’) peşine takarak, 1789’da Büyük Fransız Devrimi’ni gerçekleştirdi. Böylece ilkin İngiltere’de gelişmiş olan kapitalizmi tüm Avrupa’da ve giderek tüm dünyada feodalizme üstün getirdi.

Demek istediğimiz günümüzün sanal ortam kapitalistleri böylesi zahmetli, kanlı girişimlere ihtiyaç duymadan, teknolojinin yarattığı tarihsel fırsatlarda parsayı kapmış uyanıklardır. Bu işi emperyalizm çağında yaptıkları için de Finans-Kapitalistler yani Parababaları olarak ortaya çıkarlar. Ve bu alanda da Emperyalizmin yani Tekelci Kapitalizmin kuralları işler. Büyükler küçükleri yutarak daha büyük tekelleri oluştururlar. Bunun küçük birkaç örneğini yukarıda Türkiye’den vermiştik. Daha büyük tekelleşmeyi Vikipedi, Facebook’u tanıtan bölümünde şöyle anlatır:

“Meta Inc. veya eski ismiyle Facebook Inc., Menlo Park, Kaliforniya merkezli bir Amerikan sosyal medya ve medya holdingidir. Mark Zuckerberg, oda arkadaşları ve Harvard Koleji’ndeki Eduardo Saverin, Andrew McCollum, Dustin Moskovitz ve Chris Hughes ile birlikte kuruldu. Facebook, dünyanın en değerli şirketlerinden biridir. Microsoft, Amazon, Apple ve Google ile birlikte en büyük beş teknoloji şirketinden (Big Tech) biri olarak kabul edilir.

“Facebook, Facebook Messenger, Facebook Watch ve Facebook Portal dahil sosyal ağ platformunun ötesinde başka ürünler ve hizmetler sunmaktadır. Aynı zamanda Instagram, WhatsApp, Oculus VR, Giphy ve Mapillary’yi satın aldı ve Jio Platforms’ta %9,9 hisseye sahiptir.

“2019 itibarıyla şirket 16 veri merkezi konumunu işletiyordu. Facebook, 2020 yılına kadar yüzde 100 yenilenebilir enerji satın almayı ve sera gazı emisyonlarını yüzde 75 azaltmayı taahhüt etti. Veri merkezi teknolojileri, daha büyük bölgeleri ve çeşitli trafik modellerini barındıran dağıtılmış bir ağ sistemi olan Fabric Aggregator’ı içerir.

“28 Ekim 2021 tarihinde şirketin ismi Meta Inc. olarak değiştirilmiştir.” (Vikipedi)

Demek ki, Lenin’in 20’nci Yüzyıl başında tahlil ettiği Emperyalizm (Tekelci Kapitalizm), Dijital Çağda da tüm kurallarıyla yürürlüktedir. Birilerinin ona “Globalizm”, “Yeni Dünya Düzeni”, demesine; “ideolojiler çağı bitti” tarzındaki yutturmalarına aldanmamak gerekiyor.

Yemeksepeti Patronunun-Patronlarının Kârları Nereden Gelir

Yukarıda anlattığımız kapitalizmin serbest rekabetçi-yaratıcı olduğu dönemi örnek alarak ilerleyelim:

Yemeksepeti’nin yaptığı iş nedir?

Yemek dağıtım işi…

Yemek nerede üretiliyor?

Her biri kendi çapında hizmet sektöründe kapitalist işletme sayılabilecek lokantalarda-restoranlarda…

Burada artıdeğeri yaratan kimdir?

İşçiler…

Bu artıdeğerden işçiye düşen ücret çıkarılınca geriye kalan nedir?

Kâr…

Bir kişi gelip yemeğini lokantada yese bu kârın tamamı, lokanta patronunun cebine girecektir.

Lokanta patronu, bu üretilen yemeği Yemeksepeti kanalından müşterisine ulaştırınca ne olacak?

Yemeksepeti’ne bir komisyon ödeyecek… Yani ya kendi kârından fedakârlık edecek; kârının bir kısmını Yemeksepeti patronlarına verecek ya da bu farkı da yemeğin fiyatına yükleyecek. Yani son tüketici ödeyecek bu farkı.

Bu komisyon biçimine bürünmüş artıdeğeri yaratan eylem nedir?

Bir Kuryenin-İşçinin işgücüdür. O yemeği lokantadan alıp tüketiciye ulaştırana kadar Motokuryenin harcadığı işgücüdür. Haydi buna bir de Yemeksepeti’nin kurduğu dijital sistemin; bilgisayar vb.nin harcadığı elektrikten, yapılan yatırımdan ve personel giderlerinden, her sipariş başına düşen, küçük payı da ekleyelim. Ama onlar, bu işleyişte sabit sermayeyi oluşturur ve artıdeğerin yaratılmasında bir rol oynamazlar. İşçinin işgücü ise değişen sermayedir. Buradaki artıdeğeri (komisyonun ücret+kâr kısmını) oluşturan; yazın sıcak, kışın soğuk demeden çalışan Motokuryedir, onun işgücüdür. İşte işçinin yarattığı bu artıdeğerin çok az bir kısmını işçiye ücret olarak veren ve artıdeğerin büyük kısmına kâr olarak el koyan Nevzat Aydın ve diğer patronlar, buradan elde etmişlerdir o 589 milyon doları. Yani o paranın kaynağı, işçinin yarattığı, el konulan artıdeğerdir.

Yavuz Hırsızlık

Gerçeklik bu iken Nevzat Aydın kendisinin Delivery Hero’nun halen yönetim kurulu üyesi oluşundan bahisle bakın ne diyor hakkını arayan işçiler için:

“Yönetim kurulu Delivery Hero’da aktif bir görev değildir. Yakın bir zamanda o da düşecek zaten. Bu arada iyi ki Mert işin başında; bana kalsaydı ilk işim, o işi yavaşlatan nankörlerin tamamını göndermek olurdu.” (odatv, agy.)

Yemeksepeti’ni sattığı Alman firması Delivery Hero’da yönetim kurulu üyesi olarak belli ki büyük bir maaş karşılığı görev almış bu insan müsveddesi, onu anlıyoruz. Ama anlaşılan odur ki, yapılan anlaşma gereği bu musluk bir süre sonra kapanacakmış. Ama asıl önemlisi, eğer Mert değil de kendisi karar merciinde olsaymış ne yaparmış onu anlatıyor: “Bana kalsaydı ilk işim, o işi yavaşlatan nankörlerin tamamını göndermek olurdu.”

Dil Derneği’ne göre nankörün anlamı şudur: “Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen, iyilikbilmez.”

Bu Parababası işçileri işe almakla onlara iyilik yapmış(!) Ama onlar iyilikbilmezlik yaparak, hak aramaya kalkışmışlar. Tamamı derhal kapı dışarı edilmeliymiş. Adamda vicdanın zerresi yok. İşçileri kapı önüne koyunca onların çoluk çocuklarıyla açlığa, yoksulluğa mahkûm olmaları, onu hiç ilgilendirmiyor, etkilemiyor. Onu anladık… Fakat hak hukuk denen şeyin de zerresi yok. Ücretlerine zam istemeleri, çalışma koşullarının düzelmesini istemeleri, işçilerin en doğal haklarıdır. Burjuva hukuku bile bunu tanımış ve yasalarla düzenlemiştir. Sözün gelişi adam dedik de… bu yaratığın, buna da zerre saygısı yok. Tam sıfır numara halk-işçi düşmanı…

“Nankör” kelimesinin kökeni Farsçadır. “Nan” (ekmek) ve “kur” (kör) kelimelerinden türetilmiş birleşik bir kelimedir. Kürtçede de aynı anlama gelmek üzere aynı köklerden türetilmiş “nankor”dur aynı kelime.  “Nan”ın yani artıdeğerin yaratıcısının kim olduğunu yukarıda kısaca belirttik. “Kur-Kor-Kör”ün kim olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Kısacası, bir “nankör” varsa o da kendisidir. Binlerce işçinin alınterinden sömürerek yaptığı servetin yaratıcısı olan işçilere en büyük nankörlüğü kendisi yapmaktadır.

İtirafa bak!

“Kopan yaygaranın sebebi ise; benim 3 yıl önce ‘kuryeler de bunu hak ediyor diyip’ onları da tıpkı hepimizin olduğu gibi kendi bordromuza alalım’ diye ısrar etmemdir. Taşeron olarak hiçbir ekstra imkânları -mesela özel sağlık sigortası- olmadan çalıştırsak sorun yoktu. Bu, bu konudaki son tweetimdi. İsteyen istediğine inanır.” (odatv, agy.)

Bu kişi, şirketini 2001 yılında kuruyor. İşçileri yani Motokuryeleri üç yıl öncesine kadar (2019’a kadar) taşeron olarak çalıştırıyor. “3 yıl önce ‘kuryeler de bunu hak ediyor diyip’ onları da tıpkı hepimizin olduğu gibi kendi bordromuza alalım’ diye ısrar”, ettim diyor.

Bundan ne anlıyoruz?

Motokuryeler, Yemeksepeti’nde de diğer şirketlerdeki gibi, taşeron olarak çalıştırılıyorlar.

Bunun anlamı ise şudur: Motokuryeler bu şirketlerin ücretli işçileri olarak istihdam edilmiyorlar. Her biri sanki bir esnafmış-kendi işini gören bağımsız ticari işletmeymiş gibi görünüyorlar. Mokoturyeler, motosikleti kendileri temin ediyor, mazotunu kendileri dolduruyor, motosikletin tamir giderlerini kendileri karşılıyor, vergi veriyorlar, Bağ-Kur primlerini kendileri yatırıyorlar vb. bütün masrafları kendileri görüyor. Taşıdıkları siparişler karşılığı ise bir prim ya da ücret alıyorlar. Yani bir ay boyunca koşturacaklar, önce bu masraflarına denk düşen bir gelir elde edecekler, daha sonra ise kazanabilirlerse geçinebilecekleri bir gelir elde edecekler. Kendiliğinden anlaşılacağı üzere, ne kadar çok sipariş götürebilirlerse o kadar para kazanabileceklerdir. Uzun sözün kısası, ekmek paralarını kazanabilmek için kelle koltukta, ulaşım altyapısı bozuk şehirlerimizde, en az zamanda en çok sipariş taşıma çabasında olacaklar. Ve sonuç:

“Pandemide motokurye ölümleri 10 kat arttı

“Tüm Anadolu Motosikletli Kuryeler Federasyonu’na göre Türkiye’de ilk corona virüs vakasından bu yana 190 motokurye trafik kazalarında hayatını kaybetti. Pandemiden önceki sene ise bu rakam 19’du.” (https://www.ntv.com.tr/turkiye/pandemide-motokurye-olumleri-10-kat-artti,Fl2GXqwyQk-5_3NPv9cktQ)

İşte beyefendinin aklına 3 yıl önce bu rezaleti ortadan kaldırmak gelmiş; bunları da bordrolu yapalım, demiş; lütfetmiş… Her şey de bundan sonra başlamış. Yani demek istiyor ki, biz bu hakları vermeseydik, işçiler hak arama mücadelesine girmeyeceklerdi. Kölelik şartlarında çalışmaya razı olacaklardı.

Kazın ayağı öyle hiç de değil!..

İşçi Sınıfı, ne İlk Çağ’ın kölesi ne de Orta Çağ’ın serfi-toprakbendi-toprağın kölesi değildir. Sömürüye, zulme karşı örgütlenme, mücadele etme yeteneği en yüksek sosyal sınıftır. Nitekim Motokuryelerin hak mücadelesi yalnızca Yemeksepeti Direnişiyle sınırlı değildir. Bilindiği gibi Trendyol İşçileri etkin bir mücadeleyle kısa sürede haklarını kazanmışlardı. Geçtiğimiz günlerde onları izleyen HepsiJet, Scotty, Aras Kargo, Sürat Kargo, Yurtiçi Kargo gibi kuruluşlarda çalışan Motokuryelerin eylemleriyle çalkalandı başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye. Yemeksepeti’deki örgütlenme ve mücadele daha önceden başlamıştı ve halen devam etmektedir. Yani sömürü ne kadar katmerli olursa İşçi Sınıfının tepkisi de o denli sert olur.

İşçinin Alınteri Nerelere Harcanabiliyor

Bu Nevzat Aydın denen insan müsveddesi işçilerin sırtından kazandığı milyon dolarları bakın nasıl harcıyor?

“Nevzat Aydın düğünü için ada kapattı!

“Yemeksepeti’nin kurucusu ve eski CEO’su Nevzat Aydın’ın Maldivler’de ada kapattığı düğünü gerçekleşti. Nevzat Aydın, 150 arkadaşını özel uçakla taşıdı.” (https://odatv4.com/magazin/nevzat-aydin-dugunu-icin-ada-kapatti–231089)

Üç gün üç gece süren bu düğün için Nevzat Aydın tam 5 (beş) milyon dolar harcıyor.

Ve bu hazret Cüneyt Özdemir’e verdiği cevapta bir de şöyle bir inci yumurtluyor:

“Yine her zaman olduğu gibi hiç anlamadığınız konularda popülizm yapıyorsunuz. Ben son kuruşuna kadar vergisini verdiğim helal para ile istediğimi yaparım. Kimsenin de sırtından para kazanmadım hayatım boyunca. Yazık.” (odatv, 02 Mart 2022)

Burada sözü uzatmaya gerek yok. Her Kapitalist gibi Nevzat Aydın da bu paraları işçilerin alınterinden aşırarak, onların yarattığı artıdeğeri sömürerek, onların “sırtından” kazanmıştır. Yoksa kendisine bu paralar, gökten yağmamış, yerden bitmemiştir. Ve zaten alınteriyle kazanılmış bir servet olsaydı (hiçbir servet alınteriyle kazanılamaz) böylesine har vurup harman savuramazdı. Emekçilerin asgari ücretle geçinebilmek için nasıl ince hesaplar yapmak zorunda kaldıkları düşünülsün; o zaman bu insan sefaletinin sefillik derecesi daha bir netlikte anlaşılır olur.

Bir de hiç ölçüp biçmeye gerek görmeden, binlerce işçinin sofrasından çaldığı bu servetine, hiç utanmadan “helal para” diyebiliyor.

Ve Utanmazlığın, İşçi Düşmanlığının Zirvesi

“Utanacağım bir şey yapmadım ben, dikkatli konuş. Hak arayışındaki insanları değil, iş yavaşlatanları nankör olarak değerlendiriyorum. Dışarıda o şartlarda o iş için bekleyen binlerce insan var.” (odatv, agy.)

İşte kapitalizm budur. Milyonlarca işçiyi işsiz bırakır. Onları yedek işgücü olarak bulundurur. İşçi Sınıfı, hak arama mücadelesine girince de önce işçileri aynı bu; “Dışarıda o şartlarda o iş için bekleyen binlerce insan var”, tehdidiyle yola getirmeye çalışır. Bu tehdidin yetmediği yerde her türlü hileye hurdaya başvurarak işçileri işten atar; yerlerine bu yedek işçi ordusundan insanları, bazen daha düşük ücretlerle işe alır.

Hakkını yemeyelim; Nevzat Aydın biraz insaflı konuşmuş. “O şartlarda o iş için bekleyen binlerce insan var”, demiş. Bu sözün işverenler jargonunda tam karşılığı; “bu ücretin yarısına çalışacak milyonlarca insan var”, biçimindedir. Hele de ülkemizde 5 milyonu Suriyeli olmak üzere 8 milyon mültecinin varlığında, bu söz şuraya kadar varır: “Bu ücretin üçte birine, dörtte birine çalışacak milyonlarca yabancı işçi kapıda bekliyor.” Ve de bu insanlık dışı, insaftan, merhametten yoksun sözü söylerken hiçbir işverenin yüzü kızarmaz. Kendi işçisine yaptığı zulümden utanmadığı gibi, zavallı mültecilerin işgücünü yok paraya sömürmekten de vicdanı hiç rahatsız olmaz, sızlamaz. O yüzden halkımız o yüce yargısıyla der ki, “kâr eden ar etmez.” Yine bir halk deyimiyle, kâr edende, “ar namus tertemiz”dir.

İnsanın en zoruna giden ise dönek solcuların başı çektiği, her türden gericinin de bu koroya katıldığı “Globalizm”, “Yeni Dünya Düzeni” şakşakçılığı ve pelesenk ettikleri “ideolojiler dönemi bitti” yaygaralarıdır. Yani bununla demek isterler ki, Sosyalizm, Komünizm ideolojileri artık geçersizdir. İnsanlık Kapitalizmle yaşamak zorundadır. İnsanlığın kaderi budur.

Bu, gerçek enflasyonun yüzde 180’lere, 200’lere çıktığı, gerçek işsizliğin yüzde 45-50’lerden aşağı olmadığı, resmi sayılara göre bile her üç gençten birinin işsiz olduğu düzen, kaderimiz öyle mi?

İnsanlığı bu denli aşağılayan bir düzen insanlığın kaderi olamaz, değildir. Sosyalizm Düşüncesi, Sosyalist Kamp’ın yıkılışından sonra, şimdilik insanlığı yeterince çekemiyor olabilir. Ama bilimin de bize iki kere iki dört ederce gösterdiği gibi, arada bir geriye savruluşlar olsa da insanlık hep daha iyiye doğru yol almaktadır.

Yukarıdan beri hiç de detaya girmeden anlatmaya çalıştığımız bu düzen; işçilere, diğer emekçi kesimlere zulmeder. Ama daha beteri hâkim sınıf insanlarını da, Nevzat Aydın gibi, insanlıktan çıkarır. Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Yoldaş’ın adlandırmasıyla (İnsan, Hayvan, Bitki türlerinin dışında ve hepsinden aşağı bir konakta bulunan bu türü anlatabilmek için kullandığı terimle) Dördüncü Tür haline dönüştürür. Bu Dördüncü Türün en dibinde de vicdanlarını ve inançlarını bu Parababalarına üç kuruş çıkar için satmış dönek solcular yer alır.

İnsanlık, insanın gerçek insan olma yolunda uğramak zorunda kaldığı bu son hayvanlık konağını (Kapitalizmi-Emperyalizmi), hiç kimseyi sömürmekten çıkarı bulunmayan İşçi Sınıfının önderliğinde yıkarak İnsanlık Konağına (Modern Sosyalizme-Komünizme) mutlaka ulaşacaktır.