Çağdaş Galileo; Rennan Pekünlü Hoca
Galileo Galilei 17’nci Yüzyılda teleskopik astronominin kurucularındandı. “Dünya güneşin etrafında dönüyor” dedi, Ortaçağ Kilisesinin tepkisini çekti. Engizisyon yargılamaları sonunda idama mahkûm edilerek susturuldu.
Rennan Hoca da astronomi bilimi profesörü. Ege Üniversitesinde, siyasal İslam’ın simgesi Türbana karşı çıktığı için günümüz Ortaçağcılarınca hapse atılarak susturulmaya çalışılıyor. Ancak ziyaretine gittiğimiz Foça Cezaevi’ndeki duruşu ile Rennan Hoca’nın susturulamadığını gördük.
Neymiş Rennan Hoca’nın suçu?
Sözde türbanlı öğrencileri derse almamış ve “eğitim-öğretim hakkı”nı engellemiş.
Oysa Hoca’nın yaptığı; derslere türbanla giren öğrenciler hakkında Anayasa’da yazılı Laiklik ilkesi, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararları uyarınca tutanak tutup dekanlığa bildirmekti.
Öyle ki; “Eğitim hakkı engellendi” denilen ve Ortaçağcılar tarafından yönlendirildikleri çok açık olan bu zavallı kızların hiçbirisinin devamsızlığı olmadığı gibi, derslerinde herhangi bir başarısızlıkları da bulunmamaktadır. Fakat Mazlum-Der ve Zaman Gazetesi’nce yönlendirilen organize bir hareketle; “kendilerinin derse alınmadıklarını” iddia ederek Hoca’yı şikâyet etmeleri sağlandı. Aynı organizasyonun bir ayağı olan mahkeme tarafından da kasıtlı bir şekilde yasal alt sınır aşılarak verilen cezayla Hoca’nın hapse atılması sağlanmış oldu.
Oysa bunların inandıklarını söyledikleri İslam dini, yalan söylemeyi günah saymaktadır. Bunlar gerçek İslam’a değil de CIA, Pentagon İslamı’na inandıklarından hasmını bertaraf etmek için her yolu mubah saymaktalar. Ergenekon sürecinde de aynı yalanlar, sahtecilikler ve düzenbazlıklarla yüzlerce insanı zindana tıkan-tıktıran da bunlar değil miydi?
Suriye’de, Irak’ta şeriat devleti kuracağını söyleyen IŞİD’ci ruh hastası yaratıklar da tekbir sesleriyle insan kafası kesmiyorlar mı?
Bu canilerin, “Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka kimse alamaz” diyen gerçek İslam’la ne ilgisi olabilir?
Ortaçağcı güçler; başta üniversiteler olmak üzere tüm okullara türbanın girmesini sağladılar. Artık İlk ve Ortaöğretimde de türban serbesttir. Oysa yürürlükteki Anayasal-Yasal düzenlemelere ve Anayasa Mahkemesi (AYM), Danıştay ve AİHM kararlarına göre okullarda türbanın hâlâ yasak olması gerekir.
Zira Anayasa’nın Laiklik İlkesi ile ilgili düzenlemeler içeren; “Başlangıç” Bölümü, “Cumhuriyetin Nitelikleri”ni düzenleyen 2. maddesi, “Eğitim ve Öğretim Hakkı ve Ödevi”ni düzenleyen 42. Maddesi ve “Devrim Kanunlarının Korunması”nı düzenleyen 174. maddesi halen yürürlüktedir.
Evet, bu Anayasa 12 Eylül Faşizmi tarafından hazırlanmıştır. İçeriğinde birçok gerici, antidemokratik hüküm bulunmaktadır. Ancak kırıntı babından da olsa Laiklikle ilgili bu düzenlemelere sahip çıkmak bile bizlere kalmaktadır ne yazık ki…
Esasen 12 Eylülcüler de Laiklikle ilgili bu düzenlemelerde samimi değillerdi. Bilindiği gibi, 82 Anayasası ile Üniversite öğrencilerini cendere altına almak için YÖK’ü getirdiler. İşte bu YÖK tarafından 80’li yılların ilk yarısında “türbanı” yükseköğretim kurumlarında serbest bırakmak için bir yönetmelik değişikliği yaptılar. Ancak Danıştay, 1984 yılında verdiği bir kararla, yapılan değişikliği “Anayasa’nın laiklik ve eşitlik ilkeleri ile Devrim Yasaları’nın korunması amacına aykırı olduğu” gerekçesiyle iptal etti.
Ardından Özal iktidarı döneminde YÖK yasasına eklenen yeni bir madde ile; “Dini inanç nedeniyle boyun ve saçların başörtüsü ya da türbanla örtülmesi serbesttir.” düzenlemesi getirdiler. Bu da “Anayasa’nın laiklik, hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine” aykırı bulunarak 1989 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Yine pes etmediler, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na ek 17. madde ekleyerek; “Yasalara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir” şeklinde bir düzenleme daha yaptılar.
Buna karşı 1991 yılında açılan davada, Anayasa Mahkemesince verilen kararla; “Kanunlara aykırı olmama koşulundaki ‘kanunlar’ sözcüğünün Anayasayı da kapsadığı, Anayasa Mahkemesi’nin 1989 yılında verdiği kararında, yükseköğretimde türbanın Anayasaya aykırı olduğunun kabul edildiği, dolayısıyla yükseköğretimde türban yasağını sürdürdüğü” gerekçesiyle bu düzenleme de iptal edildi.
Bu karar aynı zamanda, “yükseköğretim kurumlarında türbanı yasaklayan bir yasa kuralı yok” iddiasında bulunan Ortaçağ özlemcisi gericilere ve bazı akılsız liberallere de çarpıcı bir yanıt oldu. Çünkü Anayasa Mahkemesine göre, türbanı Anayasa yasaklamaktadır.
Daha sonra, (1996 yılında) Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu; önüne gelen bir dava nedeniyle “türban” konusundaki hukuksal durumu yorumlamış; Anayasa’nın başlangıcı, 2, 42, 174. maddeleri ve Anayasa Mahkemesinin yukarıdaki kararlarına dayanarak, “Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan, boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılmasının, kılık kıyafet serbestisi dışında olduğuna” karar vermiştir.
Konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne taşınmış ve bu mahkeme de farklı tarihlerde verdiği birden fazla kararında, “laik üniversitede okumayı seçen öğrencinin konulan kılık kıyafet kurallarına da uymak zorunda olduğu”, “öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma özgürlükleri ile dinsel simgelerin ve törelerin sergilenmesinin sınırlandırılabileceği” gerekçeleriyle; türban yasağının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve inanç özgürlüğü ile eğitim alma hakkına ilişkin düzenlemelerine aykırı olmadığına karar vermiştir.
Derken 2002 yılında Ortaçağcı Tayyipgiller Hükümeti kuruldu ve iktidarlarının ilk gününden başlayarak Yükseköğretimde türbanı serbest bırakmak hiç akıllarından çıkmadı. Ellerindeki iktidar gücüyle ve MHP’nin de desteğiyle 2008 yılında Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerini değiştirdiler. Özellikle 42. maddeye “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez” kuralını getirdiler. Ancak bu kural da, aynı yıl içinde, Anayasa’nın değiştirilemez laiklik ilkesini zedeleyici bulunarak Anayasa Mahkemesince iptal edildi.
Bunları niçin yazıyoruz?
Görüldüğü gibi, 2010 yılına gelene kadar yargı daha AKP’nin hukuk bürosuna dönüşmemişti. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi de Danıştay da yürürlükteki Anayasal kurallara uygun kararlar verebilmekteydi. Ortaçağcı güçlerin Laiklik ilkesinin etrafından dolanılması için gündeme getirdiği binbir türlü oyunu boşa çıkartıyordu. Böylece Ortaçağcı irticacıların türban malzemesini kullanmaları biraz zayıflamıştı.
Fakat Sorosçu Kılıçdaroğlu, gerici seçmenin oyunu alma hevesiyle, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu konuşmalarında hiç gündemde yokken; “türbanı biz çözeriz” diye bir çıkış yapınca, Ortaçağcı güçler ayaklarına gelen bu nefis pası kaçırmadılar. Böylece türban bir anda gündemin en önemli maddesi haline geldi. Ortaçağcılara gün doğdu. Başta Tayyip olmak üzere tüm Ortaçağcılar sabah akşam türbanı serbest bırakmayı konuşmaya başladı. YÖK başkanı üniversitelere yazdığı yazı ile “Türban yasağının uygulanmamasını” istedi.
YÖK Başkanı Ortaçağcının bu kanunsuz emrini üniversitelerde kayıtsız şartsız uygulayan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen “kürsü ötülgenleri” kadar, ülkemizin Yeni Sevr’e götürülmesine karşı çıkan, Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından olan Laikliğe sahip çıkan dürüst, namuslu, cesur Biliminsanları da vardı. İşte Rennan Pekünlü bu nitelikle bir Hoca’dır.
Hakkını yemeyelim, o zamanlar Amasya Üniversitesi Rektörü Zafer Eren de “Ben 2547 sayılı yasaya göre görev yapan özerk bir kurumun başındayım. Bana hiçbir kanun üniversitede türbanı serbest bırakmam konusunda bir yetki vermemiştir. YÖK Başkanı’na da vermemiştir.” diyerek tepkisini göstermişti. O da Rektörlük seçimlerinden çekilmeye zorlanarak tasfiye edildi.
Bu arada yapılan 12 Eylül 2010 Referandumu ile AYM ve Yüksek Yargı’nın yapısı tamamen değiştirildi. Artık yargı AKP’nin hukuk bürosu haline gelmişti.
Rennan Hoca da Mazlum-Der, Zaman Gazetesi gibi Ortaçağcıların örgütleyip uygulamaya koydukları haksız suç isnatlarıyla bu “hukuk büroları” önüne çıkartıldı. Ceza Usul Kanununda öngörülen; Erteleme ve Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması sınırının üstünde, 2 yıl 1 ay ceza verilerek, Hoca’nın hapis yatması amaçlandı. Öyle ki, İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesinin kararını temyiz merci olarak inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesi hızını alamamış, “bir kat daha ağır ceza verilmeliydi” diyerek bir de yerel mahkemeyi fırçalamıştı.
Kararı inceleyen AYM ise bizzat kendisine ait yukarıda belirttiğimiz kararlarına ve bu kararların verildiği Anayasal düzenlemelerin aynen yürürlükte bulunmasına karşın, Hoca’nın davasında “hak ihlali yapılmadığı”na karar verebilmiştir.
Bu durumda AYM kararlarının hangisi doğrudur?
Eğer son kararı doğruysa, önceki kararların ortadan kaldırılması ya da bu dosyaların imha edilmesi gerekir.
“At binicisine göre kişner” diye bir halk sözümüz vardır. AB-D Emperyalizminin Yeni Sevr planı doğrultusunda ülkemizi hızla Ortaçağın karanlığına götürmek isteyen siyasal iktidar, artık kendine direnç noktası olacak kesimleri, kurumları tasfiye etmiştir. Dolayısıyla referandum sonrasında doldurdukları şeriatçılarla yapısı değiştirilen AYM’nden; önceki gibi özgürlükçü, laik, hukukun üstünlüğünü savunan kararlar beklemek saflık olur. Artık bunların görevi geçmişin intikamını almaktır.
İşte bu nedenle Rennan Hoca’yı cezaevine gönderdiler. Bununla diğer öğretim üyelerine de gözdağı vermekteler.
Bizzat bu yargılamayı takip eden Mazlum Der’li avukatlardan biri; “Bu demokratik ortamda hakimler daha cesur davrandılar ve bu kararı verdiler. Karar, 28 Şubat darbesine karşı verilmiş bir zaferdir” diye basına açıklama yaparak bu amaçlarını açık etmiştir.
Artık bunlar için “demokratik ortam”; kadınlarımızın bırakalım türbanı, kara çarşaf ve peçeye büründürüldüğü ve bir erkeğin 4 eşinden biri, hatta sayısız cariyelerinden biri olduğu, yanlarında bir erkek olmadan sokağa çıkmalarının yasaklandığı bir düzendir.
Bizzat Tayyip’in kendisi; “kadın erkek eşitliği yaradılışa ters” diye bu Şeriat özlemini dile getirmekten çekinmemektedir, bildiğimiz gibi.
Sonuç olarak; Ortaçağcı İrticacıların gemi iyice azıya aldıkları, yasa, mahkeme kararı gibi hiçbir kural dinlemedikleri bu zor günlerde, Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından olan ve kadınımızın toplumsal yaşama katılmasını sağlamada en önemli unsuru oluşturan Laikliğe sahip çıkan Rennan Pekünlü Hoca’ya sahip çıkmak bir yurtseverlik görevidir.