Dilruba’nın suçu ne?
Av. Tacettin Çolak
Tek kelimeyle cesaretli olmak…
Dilruba kardeşimiz ülkedeki keyfiliklere, kanunsuzluklara, haksızlıklara ve yolsuzluklara isyan ettiği için tutuklanmıştır.
Bu tutukluluk, aynı zamanda topluma gözdağı vermenin bir aracı olarak da kullanılmıştır.
Peki, Dilruba sokak röportajında ne demiş?
“Haniye suikastından sonra gece yarısı Instagram’ın kapatılmasına, kendisinin (Tayyip’in) instagram’ı kullandığı halde hiçbir gerekçe sunmadan insanlara yasaklamasına” itiraz etmiş.
“Bir gecede hayvanları katletmeye yönelik yasanın çıkartılmasını, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını” eleştirmiş.
İsim vermeden eleştirdiği yöneticinin “bu yaptıklarının darbe olduğunu, burasının babasının çiftliği olmadığını, 21’inci Yüzyıl’ın göbeğinde Parlamenter sistemden çıkılıp, koca bir Türkiye’nin yönetiminin tek adama verilmesinin yanlışlığına” vurgu yapıp, “tek bir kişiyi Allah’tan da üstün tuttuğunuz için geri zekâlısınız” diyerek ifade özgürlüğü kapsamında düşüncelerini açıklamış.
Vay sen misin bunları söyleyen?
Yeri-yurdu, evi-barkı belli olan birisini gece yarısı operasyonu ile hemen gözaltına alıp tutukladılar.
Suçlama; TCK m. 299 “Cumhurbaşkanına Hakaret”, diğeri de TCK m. 216 “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama”…
Her iki suçtan da tutuklama kararının verilmesi hukuken mümkün değildir.
Yani şu meşhur “katalog suçlar” kapsamında bile değil bu maddeler.
Esasen tutuklama nedenlerini düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanununun 100’üncü maddesine göre de; “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı ve bir tutuklama nedeninin bulunması” halinde ancak tutuklama kararı verilebilir.
Başka bir anlatımla; yasada, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı tutuklama için ilk şart olarak öngörülmüşse de tek başına yeterli kabul edilmemiştir. Ayrıca ikinci fıkrada yazılı olan “kaçma ve delilleri karartma” şüphesine yönelik somut olguların bulunması da tutuklama nedeni olarak öngörülmüştür.
Bu tutuklama nedenlerinin olmadığını bile bile Dilruba’yı tutukladılar ve 18 günlük esaretten sonra bir gece yarısında dağ başına bırakıverdiler.
Tabiî bu arada da aceleyle hazırladıkları bir iddianameyle TCK m. 216’da düzenlenen “halkın bir kesimini aşağılama” suçundan dava açıp 3 Eylül 2024 tarihindeki ilk duruşmada yıldırım hızıyla davayı sonuçlandırarak Dilruba’ya 7 ay 15 gün ceza verip işi kapatmış oldular.
Tutuklama nedeni yaptıkları “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasından yürüyen dosyayı da ayırarak “turpun irisini sona bıraktı”lar!
Bütün bunlar AKP’nin hukuk bürolarına dönüştürülen yargıdaki keyfilikler ve kanunsuzluklardır. Yoksa bu gözaltı, yakalama ve tutuklama kararını verenler bilmezler mi, bu isnatlar nedeniyle tutuklama verilemeyeceğini? Ya da aynı fiil nedeniyle birden fazla suçun işlenmesi halinde daha ağır ceza içeren maddeden hüküm kurmak gerektiğini… Yine verilecek cezanın yatarı olmadığını..
Elbette bilirler.
Bütün bu hızlandırılmış yargılama yukarıda da belirttiğimiz gibi Dilruba’nın şahsında tüm topluma bir gözdağı verme amacıyla yapıldı.
Dilruba, cesaretli bir çıkış yaptı. Doğru eleştirilerini gündeme getirdi. Kendisini bu cesur tavrından dolayı kutladık ve Aliağa-Yenişakran Cezaevi’nde de HKP avukatı olarak ziyaret ettik. Ziyaretimizde kendisinden vekâletname almaya falan gelmediğimizi Genel Başkan’ımızın selamlarını getirdiğimizi ve kendisini kutladığını ilettik.
Ancak şunu açıkça belirtmeliyiz ki, Dilruba’nın bu cesur çıkışını siyasal reklam malzemesi yapanlar da oldu. Ya da bu cesur eylem siyasal rekabete dönüştürüldü. O nedenle hukuken ya da fiilen daha fazla destek vermek isteyenlerin önü kesildi. Dilruba’nın çevresi kuşatılarak bu desteklerden haberdar olması önlendi.
Biz her şeye rağmen Dilruba kardeşimize duruşma günü de dışarıda fiili desteğimizi sunduk. İçeride yani duruşma salonunda da hukuki desteğimizi sunmaya gittik. Fakat dosyanın avukatı arkadaşlarımız “fazladan cübbe giyilmesine gerek yok” dedikleri için biz de sadece gözlemci olduk.
En başta bu yanlış bir taktiktir.
Bugüne kadar onlarca toplumsal davaya katılmış biri olarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Dilruba daha güçlü bir avukat ekibi ile savunulmalıydı. Dar kadrodaki meslektaşlar muhtemelen beraat kararı alırız düşüncesiyle fazla “gürültü” çıkmasın istediler. Ama yanıldılar.
Çünkü bu davalar böyle yürümez ki…
Böylesi davalarda siyasal erkin müdahalesi kaçınılmazdır. Ve böyle olduğu da onlarca örneği ile sabittir.
Yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının olmadığı bir ortamda böylesi bir dosya önünde bulunan yargıcın, vicdanının sesini dinleyip yasaları uygulaması (şimdiye kadar ki birçok olumsuz örnekte olduğu gibi) hiçbir şekilde mümkün değildir. Zira bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyan yargıçların başına gelenler ortadadır. Onları burada saymakla yazının hacmini artırmaya gerek yok. Zaten herkes biliyor.
Dolayısıyla yargılama sürecinde çok titiz olmak gerekirdi. Taktik ve teknik hatalara düşülmemesi gerekirdi. Örneğin, esas hakkında mütalaada savcının cezalandırma istemesinden sonra esasa ilişkin savunma için süre istenmemesi önemli bir usul hatasıdır. Hele hele eğer yargıcın Berat vereceği anlayışıyla hemen esas hakkında savunma yapılmışsa; bu, daha da vahim bir durumdur.
Ayrıca Dilruba hakkında TCK 299’dan yürütülen soruşturma sonuçlanmış değildir. Bu soruşturmadaki gecikme ise davanın açılabilmesi için dava şartı olan Adalet Bakanlığından alınması gereken izin koşulunun yerine getirilme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Muhtemelen bu dosyada da önümüzdeki günlerde “cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla dava açılacaktır. Zaten aynı fiilde birden fazla suçun işlenmesi halinde yani eylemin tek olması nedeniyle verilecek ceza; TCK’de “içtima”yı düzenleyen 44’üncü madde uyarınca daha ağır hüküm içeren maddeden olacaktır.
Yani Dilruba olayında İzmir 35. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 7 ay 15 günlük cezanın bir kıymeti harbiyesi yoktur. Zira daha ağır hüküm içeren TCK m. 299’daki düzenlemeye göre hüküm kurulması gerekeceğinden zaten bu karar da bozulacak her iki dosya birleştirilecektir.
Dolayısıyla dosyaların birleştirilmesi sürecini de görmek bakımından İzmir 35. Asliye Ceza Mahkemesinde aceleyle yapılan yargılamada bu dosyanın bekletici neden yapılmasını istememek ya da esas hakkında mütalaa için süre alınmaması önemli bir taktik hatadır.
Ancak sonuç ne olursa olsun Dilruba kardeşimiz, ifade özgürlüğü hakkından hareketle siyasal eleştirilerde bulunmuştur. Ertelemeli de olsa TCK m. 216’da öngörülen “halkın bir kesimini aşağılama” suçundan ceza verilmesi hiçbir şekilde hukuka kanuna ve hakkaniyete uygun değildir. Dediğimiz gibi bu karar hükümsüzdür ve bozulacaktır kaçınılmaz olarak.
Kendisini cesur çıkışından dolayı kutlarız.
Fakat topluma örnek olan bu çıkışın burjuva siyaset arenasında heba edilmesine de üzülürüz. Dilruba kardeşimizden bu noktada uyanık olmasını da bekleriz.
Bakalım göreceğiz…
05.09.2024