Doğa Katliamları Vatana İhanettir!
Av. Tacettin Çolak
Batılı Emperyalistler, projelendirip iktidara getirdikleri Ortaçağcı AKP’giller eliyle yirmi iki yıldır ülkemize çökmüş durumda.
Daha doğrusu 1950’den bu yana ülkemizin ekonomisine, siyasetine, kültürüne, sanatına ve hatta ordusuna müdahale eden-el koyan bu emperyalistler; kanunsuzlukta sınır tanımayan AKP iktidarı eliyle her türlü vurgun ve talanı rahatça yapmaktalar. Geçmişte de ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, tarihi eserlerini ülkelerine taşıyorlardı, şimdi daha bir pervasızca aynı soygunu yapmaktalar.
Lenin’in deyimi ile Emperyalistler; “Geri, ölü ve Ortaçağ kalıntısı ne varsa hepsinin destekçisi”dir. O nedenle sömürmek için girdikleri ülkelerde en gerici sınıf ve zümrelerle ittifaka girerler. Ama bu ilişkide yabancı emperyalistler hep Efendi, yerli işbirlikçileri de Uşak durumundadır. Dolayısıyla bizdeki Modern-Antika Parababaları; iktidarda kalmak, vurgun ve talanlarını sürdürmek için Halkına her türlü ihaneti yapmaktan çekinmezler.
Bu nedenle Emperyalizmin güdümündeki bütün siyasi iktidarlar ülkemizin yeraltı-yerüstü kaynaklarını yerli-yabancı Parababalarına yok pahasına peşkeş çekerler. Kendilerine de kırıntı babından komisyon bırakılır tabiî…
Bu peşkeşlerin en yoğun yaşandığı alanlardan birisi de Madencilik sektörüdür.
Sözde Anayasanın 168’inci maddesinde; doğal kaynak ve servetlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, Devletin bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzel kişilere devredebileceği, bu kişilerin hangi servet ve kaynağın arama ve işletmesini yapabileceklerinin kanunun açık iznine bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır.
Anayasadaki bu kuralların benzerlerine 3213 sayılı Maden Kanununda da yer verilmiştir. Fakat anılan yasadaki 21 değişiklikle hemen her maddesine yeni eklemeler ve çıkarmalar yapılmış, bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişikliklerin yanında çıkartılan yönetmeliklerle de maden arama, ruhsatlandırma, işletme vb. alanlarda şirketlere ciddi ayrıcalıklar getirilmiştir.
Öyle ki, maden çıkartılan yerlerde bu şirketler, Maden Kanunundan önce gelen Uluslararası Sözleşmelere, Anayasa ve diğer yasalara uymamaktalar.
Örneğin ruhsat verilen bölgelerde Maden Mevzuatından önce çıkartılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Toprak Koruma Kanunu, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılatılması Hakkında Kanun, Orman Kanunu gibi kanunlarla çelişen durumlarda, şirketler siyasal iktidarın da desteğiyle sanki bu mevzuat yokmuş gibi davranmaktalar.
Böylece madenlere çöken şirketler buralardan maksimum faydayı elde ettikten sonra çevreye ve doğaya verdikleri zararla birlikte madencilikle oluşan pislikle uğraşmak yöre halkına kalmaktadır. Hal böyle olunca, yerin altındaki değerle yerüstünde verilen zarar karşılaştırıldığında her koşulda bir avuç Parababasının devasa kârlarına karşılık kamuya büyük zararlar yüklenmektedir. Tabiî işletme aşamasında yaşanan doğa-çevre ve işçi katliamlarını da unutmamak gerek…
Geçmişte bu tahribatların çok somut örnekleri yaşandı.
Son aylarda ise Kazdağları’nda bulunan Çanakkale Bayramiç Hacıbekirler Köyü’nün Halilağa bölgesindeki bakır/altın işletmesi öne çıkmış durumda.
AKP’giller’in “Beşli Çete”sinden biri olan Cengiz Holding’e ait Truva Bakır Madencilik’in yürüttüğü bu katliam projesinde; yaklaşık 6000 dönümlük maden sahası için 5200 dönümlük Karaçam, Meşe, Kızılçam ormanı yok ediliyor. Bu alanda yaklaşık 1 milyon ağacın katledileceği kesimler başlamış durumda.
En az üç köyün ortadan kaldırılma, 55 köyün su kaynağının kurutulması, 600 dönüm tarım arazisinin yutulması tehlikesi bulunmakta.
Başlangıçta Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları olumsuz çıkarken, siyasi iktidarın kurumlara ve yargı mekanizmasına yaptığı etki ile kamu yararı yok sayılarak ÇED raporları tersine çevrilmekte. Hatta hukuksuz kararlar ve mevzuat düzenlemeleriyle “ÇED gerekli değildir” raporları dahi verilmektedir.
Bölgedeki çevrecilerin verdiği bilgilere göre; Halilağa bölgesindeki işletme izni ÇED Raporu’na uygun değil. Revize İşletme Projesi yapan şirket yeniden ÇED Raporu hazırlamamış. O bölgede özel mülkiyet izin süreci tamamlanmadan işletme izni verilmiş. Öyle ki, işletme izni verilen arazinin ortasında 1. Derece SİT alanı bulunmakta.
Bu uygulamalara karşı açılan davalar yine siyasal müdahale ile köylülerin aleyhine sonuçlandırılmaktadır. Şu anda Halilağa’daki katliama karşı 95 vatandaşla birlikte çeşitli çevre örgütlerinin açtığı dava ilk derece mahkemesinde bire karşı iki oyla reddedilmiş, dosya Danıştay önünde Temyiz incelemesindedir. Fakat Cengiz Holding, yargı kararlarının kesinleşmesini beklemeden orman katliamını hız kesmeden sürdürmekte.
Tıpkı Milas Akbelen’de olduğu gibi Kazdağları’nda da büyük bir acımasızlıkla ağaç katliamı yapılmakta. Açık ocak işletmesine geçildiğinde patlatılacak dinamitler çevre köyler için büyük tehlike içermekte. Üretimde kullanılacak “siyanür liçi” yöntemiyle de dünyanın ve ülkemizin oksijen deposu Kazdağları’nda çevresel kirlilik ve su kaynaklarının kuruması kaçınılmaz olacaktır.
Bilim insanlarının açıkladığı gibi iklim krizi koşullarında, aşırı kuraklığın ve erozyonun önlenmesi bakımından; yangınlarla, bu ve benzeri rantsal nedenlerle kaybedilen ormanlarımızı korumak yaşamsal bir öneme sahiptir.
Anayasanın 56’ncı maddesine göre; herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Yine çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Ama devlet, bu görevini yapmadığı gibi bu anayasal hakkını kullanan ve görevini yerine getiren vatandaşlara yerli-yabancı Parababalarının çıkarları için polisiye yöntemlerle müdahale etmektedir.
Öte yandan Kazdağları’nda, Bayramiç Hacıbekirler Köyü Halilağa Mevkii’nde yaşanmakta olan fiziki kesimin yanı sıra, altın üretiminde kullanılacak kimyasalların yüzlerce, binlerce yıl toprakta kalarak eko-kırıma neden olacağı da son derece açıktır.
Dolayısıyla bu katliamlar aynı zamanda vatana ve gezegene ihanettir…
Soma, Ermenek, Kozlu, İliç katliamları ve felaketlerinin bir benzerinin yaşanmaması ve Ormanlarımızın savunulması için Bayramiç ve Çan Halkının verdiği mücadelenin yanında olmak zorundayız.
Biz de oradayız ve orada olmaya devam edeceğiz…
13 Kasım 2024