Kadınların Haykırışları Yankılanıyor Ülkemin Dört Bir Yanından, Duyuyor musunuz?
Prof. Dr. Özler Çakır
Daha 8 sekiz yaşında bir kızımızın, Narin’inimizin canhıraş çırpınışları duyuluyor Ortaçağcı gericiliğin, Muaviye-Yezid İslamı’nın kol gezdiği Diyarbakır Bağlar İlçesinin Tavşantepe mahallesinden. Tayyipgiller’in 22 yıllık iktidarının yarattığı toplumsal çürümüşlüğün, ahlâksızlığın, insan sefaletinin karanlık eli çöküyor o küçücük bedene, olanca gücüyle kapatıyor ağzını, kesiveriyor nefesini! O gün bugündür, Narin’in ciğerlerine dolan çığlıkları yankılanıp duruyor Diyarbakır’dan.
Sonra, daha yeni doğmuş bebelerini kucaklarına alamadan, koklayamadan, süt dolu memelerindeki sızıyı dindiremeden yavrularını toprağa koyan anaların çığlıkları yükseliyor. Tek Tanrısı Para Tanrısı olan, insanlıklarından çıkmışların iktidarının çökerttiği sağlık sisteminde palazlanan “Yenidoğan Çetesi”ne gül kokulu bebelerini kurban veren, kimilerininki katledilen, kimilerininki yaşam boyu engelli bırakılan kadınların çığlıkları! O gün bugündür, anaların feryatları yankılanıp duruyor boş beşiklerin, engelli çocukların yataklarının başından!
Kadın düşmanı AKP’giller iktidarı ülkeyi kadın salhanesine çeviriyor, kadın kanı akıyor her yerde. 2024’ün Ekim ayında eşleri, sevgilileri, en yakınlarındaki erkekler tarafından katledilen tamı tamına 48 kadınımızın feryadı geliyor evlerden, işyerlerinden, sokaklardan.
Bugünlerde de Kazdağları’ndan yükseliyor kadınlarımızın haykırışları. Ama bu sesler bir başka çıkıyor. Bu sesler, zalimin zulmüne direnişi haykırıyor.
Bu sesler, Halk düşmanı, Doğa düşmanı, Yüzyılın Felaketi AKP’giller’in cennet Kazdağları’nı, Beşli Çetelerinden Cengiz Holding’in, Halilağa Altın-Bakır Madeni vurgun projesi için Kazdağları Çanakkale-Bayramiç Hacıbekirler Köyü Ormanlık alanında bir milyon ağacı yok etmek üzere başlattığı katliama karşı çıkışı haykırıyor.
Bu sesler; “Vatan toprağımız, dağımız, ormanımız, suyumuz, börtümüz, böceğimiz”, diyor! “Kazdağları bizimdir, Cengiz Defol!”, diyor.
Her yaştan emekçi kadınlarımızın sesleri, katledilen doğanın, “Bunlar ağlıyoo, biz de ağlıyoruz” diyerek kesilen ağaçların, Kuvayimilliyeci atalarımızın bağımsızlık ülküsünü Kazdağları’nda haykıran kadınların sesi oluyor. Yaşamın insanıyla, doğasıyla, hayvanıyla, ormanıyla, suyuyla bir bütün olduğunu haykırıyor yaşam nefeslerini kesen insanlıklarından çıkmış sömürgenlere. İşte o sesler:
***
“Hani kesmecedin? Hani kesmecedin? Yalancı, yalanında boğul. Hani dün geldik de teyze kesmecez dedindi. Neden kestin benim bu dallarımı, neden?
Ben ne uyuyabiliyorum ne yatabiliyorum. Ben kanser hastasıyım. Bu çamdan düzeldim ben. Ben dört sene öncesi ölecektim. Doktorum, teyze ne yaptın, dedi. Hiçbir şey yapmadım oğlum, dedim. Çamın dibinde yattım, çam pürçüğü yedim, dedim. Çam sakızı yedim, dedim. Bi de ısırgan yedim, dedim. Aynısını yap teyzem, dedi.
Hinci ben burda nasıl yaşıycan?
Yaşayamam, çam havası olmadan ben yaşayamam. Diri diri beni mezere gömdü.
Hani guş sesi va mı?
Yok. Bak bir tek guş geliyo, bu guşla nerde yaşaycak? Böcekleri nerde yiycek?
Biz köyümüzü hiçbir zaman vemek istemiyoruz. Vermeycez. Direne direne direne alacağız. Bütün Türkiye bizi duysun!
Duymadılaa! Altı seneden beri uğraşıyoruz. Bi tek sesimizi bile duyuramadık. Duysunlaa, ne olur!
İki araba candarma, üç araba candarma. Benim de va iki tene oğlanım. Yapmasın.
Biz gavgaya gelmedik. Köyümüzü vemek istemiyoz. Köyümüzden gitsin, gitsin toprağımızdan. Havamıza, suyumuza, toprağımıza dokunmasın.
Hani guş sesi?
Kaç aydır yağmur yağmıyor. Bu dallar, bu çamlar kesildiği için.
Nerde yiycek?
Mantarımız vaadı, bağımız vaadı, her şeyimiz vaadı. Hepsini yok etti.
Hinci bu çamlar kesildikten sonra nerde yaşeycek bu gurt, guş? Yaşeybilecek mi? Altın yinmez, susuz, havasız yaşanmaz!”
***
“Dağlarımızı toprağımızı Cengiz’e vermek istemiyoruz! Çölde yaşamak istemiyoruz. Biz çakırdikenin, toprağın, taşın üstünde keklikler gibi, guşlar gibi, arılar gibi huzurlu olmak, sizlere yiyecek yemek, ekmek kazanmak istiyoruz. Alınterimizi bize Türkiye’m ne olursun çok görmeyin!”
***
“Bizim iman var göğsümüzde, biz onlara teslim olmayacağız. Sen Cengiz, Türk değil min? Sende iman yoh mu?
Bizim dedelerimiz, benim babamın dedesi, İngilizlere esir düştü Çanakkale harbinde, aç susuz ölmüş. Biz onların torunlarıyız.”
***
“Eyy halk, kendi ülkelerinden bi dal bile goparttırmıyolaa, geri galan ülkeleri yedilee, sıra Türkiye’ye geldi.”
“Kazdağı, hem anamızdın hem babamız, hem ekmeğimiz hem aşımız, hem canımız can yoldaşımız. Kazdağı, altından, zümrütten, yakuttan, inci mercandan daha değerlisin halkın yanında. Yoluna başkoyduk, senin yoluna!
Kazdağı, uzanınca göklere değiyor başın. Kışın karından yol vermezsin, baharda bir cennet gibisin. Her ağacında kuşlar ötüşür.
Eyy güzel Kazdağı, ne desem sana az gelir, yaşam seninle güzelleşir.
Denizin suyu acıdır içilmez, Çanakkale’nin boğazı dardır geçilmez, bu bayraklar oldukça bu vatan bölünmez!”
***
İşte bu sesleri çoğaltmak gerek.
Çoğalacak!
Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın tanımladığı gibi; “bütün yasak edilmiş güçler gibi, yeraltında, gizli, sağır, derinden derine işleyen bir güç” olan,
Ruhlarının en derinlerine Anacıl düzenin özgürlük, eşitlik, kardeşlik, cesaret değerleri kazınmış olan Anadolu kadınının onurlu sesi,
Kuvayimilliyeci atalarının bıraktığı mirasa sahip çıkan emekçi kadınların sömürgenlerden hesap soran kararlı sesi çoğalacak.
Ve bu cesur kadın sesleri İkinci Kurtuluş Bayrağı altında örgütlenecek. Örgütleyeceğiz!
Kadınların haykırışları yankılanacak ülkemin dört bir yanından:
“Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız!”