Elektrikte vurgun… (II)
Geçen sayımızda “elektrik üretim ve dağıtımının özelleştirilmesinin ve yerli Parababalarına peşkeş çekilmesinin üzüntü verici hikâyesini anlatacağız” demiş ve bu konuyu işlemiştik.
Bu sayımızda da elektrikte özelleştirmenin sonuçlarını ve yeni yılda (2015’te) bütün elektrik kullanıcıları için başlayacağı söylenen perakende satış konusunu inceleyeceğiz. Daha doğrusu özelleştirmenin ardından gelen perakende satışla nasıl yeni vurgun alanları yaratılacağını, yerli-yabancı Parababalarına nasıl yeni kârlar aktarılacağını göreceğiz.
Önce bir halk düşmanının portresi
Şimdi size bir eski bürokratı tanıtacağız. Elektrik Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) Kurucu Başkanı Yusuf Günay’ı. Biz okuduğumuzda gerçekten çarpıldık; bir insan nasıl bu hale gelebilir, nasıl bu kadar halk ve vatan düşmanı olabilir? diye! Çok düşündük. Ancak bulamadık bunun nedenini. Yani bir insanın bu kadar aşağılaşmasını anlayamadık. Bizim yetiştirilmemiz, eğitimimiz, yaşama bakışımız, bilincimiz böyle bir şeyi kabul etmemize olanak vermedi. Para, makam, koltuk, ün, şan, şöhret… bunların hepsi tamam da bütün bunlar bu kadar halk ve vatan düşmanı olmanızı sağlar mı? Sağlamalı mı?..
Duygularımızı bir yana bırakalım ve okuyalım Yusuf Günay’ı. Ekonomist Dergisi’nin 3-9 Ağustos 2014 tarihli sayısından aktaracağız söylediklerini. Bakın halk ve vatan düşmanlığını, özel sektör yandaşlığını nasıl sergiliyor:
“Fiyat politikası oturmadı
“Piyasada fiyatlar rekabet ortamının gerektirdiği şekilde belirlenmiyor. Bu nedenle kısa vadede sağlam bir piyasa oluşması zor. Türkiye, AB ülkelerine göre meskende ucuz, sanayide pahalı elektrik kullandırıyor. Bu durum bile piyasadaki çarpıklığı gösteriyor. Oysa daha çok tüketen tüketicinin daha az maliyetle elektriğe ulaşması gerekiyor. Bu elektrik piyasasındaki tercihlerin doğurduğu bir sonuç. Kamunun sektördeki ağırlığı nedeniyle fiyatlar serbest piyasa mantığı ile oluşmuyor. Elbette bunun nedeni politik tercihler. Yani mesken sahiplerinin de sanayicilerin de birer oyu var. Ancak bu tarz bir yaklaşım sektörün serbest rekabet ortamında sağlam bir piyasa haline gelmesini engelliyor. Perakende piyasasına kısa sürede 150’den fazla firmanın girmesi doğal. Sonuçta Türkiye büyük bir Pazar, bu ilgi normal. Ancak üretim özelleştirmelerinin tamamlanmaması ve EPDK’nin rekabet koşullarına göre fiyat belirlememesi halinde kısa vadede birçok şirket sektörden çıkacak ya da kapanacaktır.”
“Türkiye, AB ülkelerine göre meskende ucuz, sanayide pahalı elektrik kullandırıyor”muş, “Bu durum bile piyasadaki çarpıklığı gösteriyor”muş, “Oysa daha çok tüketen tüketicinin daha az maliyetle elektriğe ulaşması gerekiyor”muş…
Ne olması gerekiyormuş ona göre?
Meskende (evde, konutta) pahalı, sanayide ucuz elektrik kullandırmalıymış devlet. Çünkü sanayici çok tüketiyormuş… Ucuz elektrik onun hakkıymış.
Sanayici üretim yapıyor, satıyor kâr elde ediyor, para kazanıyor. Hem de öyle böyle değil. Çok kâr ediyor.
Ya halkımız?
O, işçiyse 891 TL’lik Asgari Ücrete, kamu çalışanıysa yüzde 3’lük zamlara, köylüyse yok pahasına satılan ürününün, ettiği masrafı karşılamayan gelirine mahkûm.
Varsın olsun! O az tüketiyor, daha çok tüketseydi…
Zaten de kabahat devlette. “Kamunun sektördeki ağırlığı nedeniyle” oluyor bu durum.
O zaman?..
Özelleştir gitsin! Sat gitsin! Parababaları kârlarına kâr katsın, halk ne olursa olsun… Canı çıkısın… Daha çok fakirleşsin…
Ah demokrasi!.. Senden oluyormuş bütün bunlar.
Niye mi?
“(…) mesken sahiplerinin de sanayicilerin de birer oyu var.”mış. Ah o olmasaymış da görsünlermiş günlerini mesken sahipleri… Bir zamanların, Antik Çağın Atinası’nda da olduğu gibi olmalıymış. Sadece Asiller (günümüzdeyse “daha çok elektrik tüketen sanayiciler”, patronlar, Parababaları) oy kullanmalıymış. Neymiş öyle sanayicilerle mesken sahiplerinin birer oyunun olması. Eşit oylarının olması. Hiç eşitlik olur muymuş…
Olursa?
“(…) üretim özelleştirmelerinin tamamlanmaması ve EPDK’nin rekabet koşullarına göre fiyat belirlememesi halinde” ise “birçok şirket sektörden çıkacak ya da kapanacak”mış ne yazık ki. Oysa “Türkiye büyük bir Pazar”mış. Ne olurmuş “birçok şirket” pazardan bu büyük payı alsalarmış…
Bütün bunları söyleyen ve 2001’de başladığı EPDK başkanlığından 2007’de görev süresi dolduğu için ayrılan Y. Günay’ın, EPDK Kanunu gereği 2 sene boyunca enerjiyle ilgili bir yerde çalışması yasaktı. Ancak bu yasak, “danışmanlık” adı altında delindi ve Y. Günay çalışmaya başladı. Kimin şirketinde, hangi şirkette derseniz, o da Y. Günay’in halk düşmanı, Parababası uşaklığından ibaret olan kişiliğini tamamlayan bir bilgi olarak karşımıza çıkıyor. Bunu da “Patronlar Dünyası” adlı dergi yazıyor:
“Türkiye’de rüzgâr enerjisinin mimarlarından olan Günay, Ağaoğlu’na Danışman olma haberini ilk kez Patronlar Dünyası’na açıkladı.
“Ali Ağaoğlu, Günay için, “Rüzgâr işinde büyümek istiyoruz. Bu işi en iyi bileni getirdik” dedi.
“Günay da, Ağaoğlu’nda şimdilik danışmanlık yaptığını, yasak süresi bitince kurumda görev alacağını söyledi.” ( http://www.patronlardunyasi.com/haber/Yusuf-Gunay-simdi-nerede/58946)
Pekiştirelim: nerede çalışacakmış Y. Günay?
Ali Ağaoğlu’nun enerji şirketinde!
Yani iki halk düşmanı birbirini bulmuş böylece.
- Ağaoğlu’nu tanıtmaya gerek var mı?..
Biz onu en çok, bundan 7-8 yıl önceki bir röportajında, 1970’li yıllarda deniz kumuyla yaptığı çürük inşaatlar konusunda işçileri suçlamasıyla tanıyoruz.
İşte bu ve bunlar gibi “insanlar”, ülkemizin enerji vb. politikalarını belirliyorlar.
- Günay konusunu çok uzattık bir iki bilgiyle daha bitirelim…
- Günay’ı bu göreve, EDPK başkanlığına, kim öneriyor, kim getiriyor?
Hüsamettin Özkan öneriyor DSP-ANAP-MHP hükümeti atıyor!
Hani Ecevit’i sırtından bıçaklayan Brütüs.
Hani “15 günde 15 yasa” emriyle Türkiye’ye gelen ve Bakan olan Kemal Derviş döneminde…
Ona, Y. Günay’a, sorarsanız K. Derviş’le göreve gelmesinin ilgisi yok. O, K. Derviş bakan olmadan önce atanmıştır…
- Günay için daha fazla söze gerek yok sanırız. Bu kadarı bile midemizi bulandırmaya yetti arttı…
Peki niye bu kadar uzun yazdınız derseniz, şunu söylemek isteriz: Y. Günay vb.leri, kamu mallarının özelleştirilerek yerli-yabancı Parababalarına yeyim edilmesi süreçlerinde ortaya çıkmış-çıkarılmış bürokrat tipleridir. Halkseverlik, yurtseverlik, kamu malı koruyuculuğu söz konusu değildir bu tipler için. Tam aksine, kamu malına düşman kişilerdir. Bu yönde eğitilmişlerdir. Ve büyük bir çoğunluğu, İngiltere Kraliyet Kamu Yönetimi Enstitüsü’nde Modern Kamu Yönetimi Teknikleri ve Avrupa Topluluğu Hukuku konusunda eğitim görmüşlerdir. Yani tezgâhtan geçirilmişlerdir. Kişiliklerini, ruhlarını satmışlardır oralarda ve gelip uygulamışlardır oralarda öğretilenleri.
Özelleştirme ve sonuçları
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), internet sitesinde; “ÖZELLEŞTİRME AMAÇLARI”nı şöyle belirtiyor:
“Varlıkların verimli işletilmesi, maliyetlerin düşürülmesi
“Elektrik enerjisi arz güvenliğinin sağlanması ve arz kalitesinin artırılması
“Kayıp/kaçakta azaltma sağlanması
“Yenileme ve genişleme yatırımlarının özel sektör tarafından yapılması
“Rekabet sonucu sağlanan faydaların tüketicilere yansıtılması”.
Okuduğunuzda kulağa gayet hoş geliyor. İyi diyorsunuz. Madem bunlar olacak, özelleşsin o zaman. Ama hemen ardından aklınıza şu sorular geliyor: Yukarıda sayılanları devletin kendisi niçin yerine getirmiyor da kamu malını (elektrik üretimini-dağıtımını-satışını) özelleştirerek özel sektöre açıyor? Madem bunlar gerekli ve devlet bütün bunları biliyor da niye kendisi bunları yapmıyor? Üstelik de bütün bunları bilen, yapan ve şimdi de (özelleştirildikten sonra) denetleyecek olan kendisiyken?..
Bu sorularımıza cevabı son maddede var gibi.
Nedir o?
“Rekabet sonucu sağlanan faydaların tüketicilere yansıtılması”.
Yani?
Elektrik alanında rekabet yokmuş. Kamu tekeli varmış. Şimdi özelleştirmeyle rekabet yaratılacakmış. Böylece varlıklar verimli işletilecek, maliyetler düşürülecek, elektrik enerjisi arz güvenliği sağlanacak ve arz kalitesi artırılacak, kayıp/kaçakta azaltma sağlanacak ve yenileme ve genişleme yatırımları özel sektör tarafından yapılacakmış. Mış mış mış…
Peki özelleştirme sonucu öyle mi oldu?
Hayır. Aksine. Devlet tekeli yerine, özel sektör tekeli geldi.
Devlet, elektrik üretiminden tamamen çekilmek üzere, dağıtımdan ise tümden çekildi. Geçen sayımızda yazdık:
“Toplam 4 şirket ve ortaklık toplam 40 şehrimizin elektrik dağıtımını üstlenmiştir. Ve aldıkları bu bölgeler-şehirler, elektrik kullanımının en çok kullanıldığı, sanayileşmenin ve nüfusun yoğun olduğu yerlerdir. Yani bu özelleştirmenin de kaymağını yerli yabancı Finans-Kapitalistler yemektedir. Ve yine aynen üretimde olduğu gibi Sabancı’nın EnerjiSA’sı dağıtım işinde de lider konumdadır.
“Diğer 9 şirket de kalan 41 ilimizin elektrik dağıtımını almıştır. Tabiî bunların da çoğu Finans-Kapital şirketleridir, Akenerji, Çalık gibi…” diyerek.
Yani Devlet tekeli yerine Özel Sektör tekeli gelmiş.
E, hani rekabet yaratılarak faydaları tüketicilere yansıtacaktı?..
Geçiniz bunu… Kapitalizmin en yüksek aşaması olan Emperyalizm çağındayız yüz yıldır. Bundan yüz yıl önce serbest rekabetçi kapitalizm yeni bir aşamaya sıçradı ve tekelci kapitalizm haline dönüştü. Artık ortada yeni bir durum, yeni bir düzen söz konusu idi. Rekabet tümden reddediliyor, tekelcilik egemen kılınıyordu. Bu da kişilere ya da devletlere bağlı bir şey değildi. Aksine kapitalist üretimin kaçınılmaz sonucuydu. Bir üretim dalında 20 şirket kalmışsa o üretim dalında artık tekelcilik hâkim olmuş demektir ekonomi bilimince. Bizim ülkemizde ise bırakalım 20 şirketi, esas olarak 4 şirket, toplamda 13 şirket hâkim olmuş elektrik piyasasına. Bu 2000’li yılların sonunda Türkiye’de de (kaçınılmazca, zorunlu olarak, eşyanın tabiatına uygun olarak) gerçekleşiyordu gördüğümüz gibi. Üstelik de bizatihi devlet yapıyordu bunu. Yani özelleştirme sonucu yeni bir tekel yaratıyordu devlet. Kısacası ÖİB’in söylediği “serbest rekabet” mavalı gerçekleri yansıtmıyor.
Peki asıl gerçek ne?
O da şu:
Uluslararası Parababaları ve onların finans örgütleri olan; IMF, Dünya Bankası böyle istiyor da ondan. Onların emirleri doğrultusunda bu özelleştirmeler yapıldı. Üstelik de bildiğimiz gibi sadece elektrik alanında değil, tüm sanayi dallarında böyle yapıldı-yaptırıldı. Ülkemizde kamunun elinde birkaç parça şey dışında özelleştirilmedik bir şey, bir alan kalmadı. Sümerbank’tan Etibank’a, SEK’ten madenlere, otoyollardan köprülere, limanlara kadar aşağı yukarı her şey özelleştirildi ve bir avuç yerli-yabancı Parababasına peşkeş çekildi, birkaç yıllık kârları ya da arsaları karşılığında…
Bu süreç sadece bizim ülkemizde mi böyle oldu? Başka ülkelerde farklı mı oldu?
Hayır. IMF ve Dünya Bankası’nın emirlerini yerine getiren her ülkede (ister metropol, ister yarısömürge ülke olsun) bu böyle oldu.
Bunun böyle olduğunu, İngiltere Greenwich Üniversitesinden Prof. Steve Thomas bize açıklıkla anlatıyor, Elektrik Mühendisleri Odası (EMO)’nun 17-18-19 Kasım 2012 tarihlerinde düzenlediği; “Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye” başlıklı Sempozyumda.
Prof. Steve Thomas’ın verdiği bilgilere göre, İngiltere’de de süreç aynen bizim ülkemizde olduğu gibi işliyor. Amaçlar, hedefler ve sonuçlar aynen, neredeyse birebir tekrarlanıyor.
Elektrik dağıtımındaki vurgun noktaları
Elektrik üretim ve dağıtımındaki özelleştirmelerin sonuçlarını yani elektrik piyasasında yaşanan değişiklikleri somut olarak anlayabilmemiz için:
1- Elektrik Enerjisi Tüketim Bedelleri (Elektrik Tarifeleri)
2- Elektrik Enerjisi Hizmet Bedelleri,
3- Elektrik Dağıtım Tesisi Yatırımları ve
4- Elektrik Dağıtım Tesislerinin Bakım Onarımı gibi faaliyetleri incelememiz gerekmektedir.
EMO’nun düzenlediği Sempozyum’da, TMMOB’den Olgun Sakarya, bu başlıklar altında yaptığı sunumda (özetleyerek aktarıyoruz) şunları tespit etmektedir:
1- Elektrik Enerjisi Tüketim Bedelleri;
- A) Perakende satış enerji bedeli,
- B) Dağıtım sistemi kullanım bedeli,
- C) İletim sistemi kullanım bedeli,
- D) Kayıp/kaçak (K/K) bedeli,
- E) Perakende satış hizmeti (PSH)-Faturalama bedeli,
- F) Perakende satış hizmeti (PSH)-Sayaç okuma bedeli bileşenlerinden oluşmaktadır.
“Bu bileşenlerin toplamından oluşan tüketici tarifeleri son dört (2008-2011) yılda; tek zamanlı mesken (ev) abonelerinde % 91,3 (Kalkınmada Öncelikli İllerde mesken (ev) aboneleri içinde % 104,6) oranında, tarımsal sulama ve alçak gerilim sanayi abonelerinde ise % 84,7 oranında artmıştır.”
Aynı şekilde Türkiye Kızılay Derneği, Türk Hava Kurumu, Darülaceze vb. ile Yeşilay Derneği, Müzeler, Resmi Okullar, Resmi Yurtlar, Resmi Üniversite, Resmi Yüksek Okullar, Resmi Kuruluşlar, Resmi Sağlık Kuruluşları vb.lerinde İçme-Kullanma Sularına ait aboneliklerde de ortalama % 108 oranında artmıştır.
Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş. (TETAŞ), dağıtım şirketlerine yaptığı toptan satışlarda zaman zaman indirim yapmakta ancak bu indirimler tüketicilere yani bizlere yansıtılmamaktadır dağıtım şirketlerince. Bunun sonucu olarak dağıtım şirketleri büyük kârlar elde etmektedirler bizim kesemizden.
Aynı şekilde Kayıp/Kaçak oranları da çok yüksektir bildiğimiz gibi.
“Kayıp enerji teknik bir sorundur. Elektrik enerjisi, üretim noktasından tüketim noktasına gelene kadar elbette bir miktar kayba uğramaktadır. Bu kaybın sıfır olması veya bir başka deyişle enerjinin kayıpsız nakli elbette mümkün değildir. Ancak bu kaybın minimum seviyeye çekilmesi dağıtım şirketlerinin sorumluluğunda ve dağıtım şebekelerinde tekniğe uygun olarak yapılması gereken periyodik bakımlar (bakım ve onarım) ve şebeke için yapılacak yeni (yenileme, genişleme ve kapasite artırma gibi) yatırımlar ile ilgilidir. Dağıtım şirketlerinin 2011-2015 yıllarında yapacakları yatırımlar bir önceki döneme (2006-2010) göre 3,08 kat artmış ve tarifelere de yansıtılarak bir anlamda tüketici zaten bu işe ortak edilmiştir.”
Yani dağıtım şirketlerinin bizzat kendilerinin yapması gereken yatırım bedelleri-paraları da biz tüketicilerden çıkarılmaktadır.
Kaçak elektrik konusu ise elektrik özelleştirmelerinin önemli gerekçelerinden birisidir. Ve faturalarımızda da “Kayıp/Kaçak Bedeli” kalemi olarak yer almaktadır. 10 yıldan bu yana dağıtım şirketlerinin kasasına para akmaktadır bu kalemden. Geçtiğimiz günlerde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu konuda önemli bir kararın altına imza atmış ve bu konuyla ilgili açılan bir dava dolayısıyla “Elektrik Kayıp/Kaçak Bedelinin Tüketiciden Tahsil Edilmesinin Hukuk Devleti ve Adalet Düşüncesi ile Bağdaşmadığı” gerekçesiyle iptaline ve alınan paraların iadesine karar vermiştir. Yani milyonlarca lira dağıtım şirketlerince usulsüz ve hukuksuz olarak alınmıştır yıllardır. İade edilse bile bu büyük kaynağı şirketler sermaye olarak kullanmışlardır yıllardır. Ve devlet de buna göz yummuştur.
“2011-2015 yılları için belirlenen yeni kayıp/kaçak hedefi oranları üzerinden; ulusal ölçekte 14,07 KRş/kWh olan 2010 yılı Türkiye Ortalama Elektrik Toptan Satış Fiyatı dikkate alınarak hesaplama yapıldığında kayıp/kaçak hedef yükseltmesi nedeniyle tüketiciden fazladan yapılacak tahsilâtın en iyimser tahminle yaklaşık 1,13 milyar TL olması beklenmektedir.”
Faturalarımıza bir de Perakende Satış Hizmet ve Sayaç Okuma bedeli eklenmektedir her ay. Oysa elektrik dağıtımı kamunun elindeyken tek kalemdi bu. Özelleştirmeyle birlikte ayrı iki kalem haline getirilmiş ve iki ayrı para eklenmektedir faturalarımıza. Üstelik de;
“2010 yılı sonuna kadar tek bileşen olarak tarifeye yansıyan bu faaliyet ayrıştırıldıktan sonra % 157 oranında zamlanmıştır. İki faaliyet toplam olarak, tarife içinde % 2-2,5 oranında bir pay oluşturmaktadır.
“Perakende satış hizmeti faaliyetinin ayrıştırılması ile birlikte, aynı özelliklere/konuma sahip tüketicilere fatura edilen sayaç okuma bedelinde çok önemli bir eşitsizlik ortaya çıkmıştır. Örneğin 20 daireli bir apartmandaki sayaç odasında (panosunda) toplu olarak yer alan sayaçların aynı kişi tarafından okunmasıyla aynı (sayaç okuma) hizmeti alan tüketiciler, farklı tüketim miktarlarından dolayı aynı hizmete farklı bedeller ödemek zorunda bırakılmaktadırlar. Dolayısıyla bu uygulama ile 4628 sayılı Yasa ve ikincil mevzuatta özellikle vurgu yapılan “eşit taraflar arasında ayrım yapılmaması” ilkesi de bir anlamda göz ardı edilmektedir. Bu durum yapılan hizmetten bağımsız olarak fiyatlandırma yoluna gidildiğini, asıl amacın hizmetin bedelini tüketicilerden tahsil etmek değil, özelleştirilen dağıtım şirketleri için yeni ve garantili bir gelir kapısı yaratmak olduğunu göstermektedir.
“Kaldı ki, tüketicinin bedel ödeyerek satın aldığı bir mal ve hizmetin ölçülmesi için de ayrıca bedel ödenmesinin mantığını anlamak mümkün değildir. Dağıtım sistemine sunularak tahakkuku yapılan elektrik enerjisi miktarının 2009 yılı verilerine göre 135 milyar kWh, güncel tarifede de PSH (Sayaç okuma) bedelinin 0,104 KRş/kWh olduğu göz önüne alınarak yapılan hesaplamada; tüketiciler, sayaçlarının okunması için dağıtım şirketlerine yıllık olarak yaklaşık 140 milyon TL ödemektedirler.”
2- Elektrik Enerjisi Hizmet Bedelleri
Evlerine, işyerlerine elektrik bağlatmak için yeni abone olan tüketicilerden dağıtım şirketleri; bağlantı, kesme/bağlama ve güvence bedeli adı altında ücretler almaktadırlar. Ve bu bedeller her yılın son aylarında EPDK tarafından belirlenmektedir.
“a) Bağlantı Bedeli: Tüketicinin dağıtım sistemine ilk bağlantı aşamasında bir defaya mahsus olmak üzere tahsil edilen bedeldir. 2005 yılına kadar her abone için güç (kWh) hesabıyla tahsil edilen bu bedel 2006 yılından sonra bağlantı başına alınan sabit bir bedel olarak tarifelendirilmiştir.”
2006-2011 yılları arasındaki bağlantı bedelleri yıllık artış oranları ile aynı yıllar arasındaki enflasyon oranları karşılaştırıldığında, bağlantı bedellerinin 2006’ya göre % 131,53 oranında arttığını görüyoruz. Aynı yıllardaki resmi enflasyon artış oranı ise % 67,97 olmuştur. Yani bağlantı bedeli artış oranı enflasyon oranının iki katıdır. Bu da dağıtım şirketlerinin yıllık olarak fazladan milyonlarca lira kâr ettiklerini göstermektedir. Her yıl yaklaşık 1-1,2 milyon yeni abone olduğu göz önüne alındığında bu yıllık olarak fazladan 29 milyon TL’nin dağıtım şirketleri tarafından iç edilmesi, haksız kazanç elde edilmesi demektir.
- b) Kesme-Bağlama Bedeli: Abonelerin çeşitli (parasızlık, geç kalma vb. gibi) nedenlerle elektriğinin kesilmesi ve tekrar bağlanması sonucu alınan bedeldir. 2005 yılında 6,65 TL olan kesme/bağlama bedeli, yıllar içinde artırılarak gelinmiş, 2011 yılında ise bir seferde yapılan % 57,7’lik artışla 15,3 TL’ye çıkarılmıştır. 2011 yılı için yapılan artış sonucunda tüketiciler üzerinden dağıtım şirketlerinin kasasına fazladan aktarılacak kaynağın da yıllık olarak yaklaşık 25-27 milyon TL olacağı hesaplanmaktadır.
Bu konuda geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir haber yukarıda söylediklerimizin somut kanıtıdır:
“3 ABONEDEN 1’İ GECİKTİRİYOR
“Vatandaş, mevcut uygulamada doğalgaz faturasını ödeyemediğinde yaklaşık 30 lira, elektrikte 20, suda 30, telefonda 40, internette 20 lira açma parası ödemek durumunda kalıyor. (…)
“Bu kapsamda hazırlanan Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği ile yeni yıldan itibaren şirketlerin bu keyfi uygulamaları sona erecek. Yönetmelikle birlikte dağıtım şirketleri, tahsilât yapan şirketler tüketiciden faturası dışında herhangi bir bedel isteyemeyecek.
“Buna göre, 1 aylık gecikmenin ardından kesme ihbarı yapıp, hemen ardından şalteri indiren firmalar, bu işlem için para talep edemeyecek. Yapılan incelemelere göre, elektrikte 4 aboneden 1’i, doğalgazda 3 aboneden 1’i, suda her 5 aboneden 1’i faturasını geciktiriyor.”
Gördüğümüz gibi Açma/Kapama bedeli adı altında bizlerden alınan-çalınan para böylesine büyük oranlara ulaşmaktadır. Ve dağıtım şirketlerinin haksız, hukuksuz yere çok büyük oranlarda kâr etmelerine neden olmaktadır. Yönetmelik değiştirilecek, bu soyguna son verilecekmiş. Şimdiye kadar neredeydiniz? Vurgunu vuran vurdu şimdiye kadar değil mi? Bir de umarız, “miş” olarak kalmaz. Hayata geçer.
Haa dağıtım şirketlerinde oyun biter mi?
Bitmez tabiî… Onlar yeni vurgun kalemleri üreteceklerdir en kısa sürede. 5-10 yılda onlardan vurgun vururlar kârlarının eksilmesine fırsat vermezler.
- c) Güvence Bedeli: Kullanım yerinin değişmesi ve/veya perakende satış sözleşmesinin sona ermesi veya sözleşmenin feshi halinde, müşterinin elektrik enerjisi tüketim bedelini ödememesi ihtimaline karşılık olarak, borcuna mahsup etmek üzere güç üzerinden alınan bir bedeldir.”
Sadece 2011 yılını baz alsak; enflasyon oranı % 5,50 iken güvence bedeli artış oranı % 27,10 olmuştur. Yani dağıtım şirketleri bu kalemden de milyon TL’lik kârlar elde etmektedirler.
Olgun Sakarya’nın araştırmasında yer almayan ancak 2014 Aralık ayı faturasında görülen kalemler de var dağıtım şirketlerinin para aldığı. Bunlar:
- d) İletim Sistemi Kullanım Bedeli,
- e) Dağıtım Bedelidir.
Bunlar da haksız olarak alınan paralardır.
Bir de:
- f) Enerji Fonu
- g) TRT Payı
adıyla para tahsil edilmektedir dağıtım şirketlerince.
3- Elektrik Dağıtım Tesisi Yatırımları
“Elektrik dağıtım tesislerinin tüketicilere ihtiyaç duydukları elektrik enerjisini kaliteli ve sürekli olarak sunacak kapasiteye sahip olarak iyileştirilmesi, genişletilmesi ve yenilenmesi gerekmektedir. Bu nedenledir ki, yapılacak yatırımlar doğru planlanmalı ve doğru zamanda yapılmalıdır. Yapılacak yatırımların; arz güvenliği sıkıntısı yaratmayacak kadar erken, kaynak israfı yaratmayacak kadar da geç yapılması esastır.”
Oysa yaşanan sürece baktığımızda, bu ilke göz ardı edilmiş ve dağıtım şirketleri yeni yatırımlar yaptıklarını-yapacaklarını beyan ederek bu maliyeti de tüketicilere yani bizlere fatura etmişlerdir. Gerçekleştirilen yatırımlar ne kadar ihtiyaca binaen yapılmıştır bir soru olarak ortada durmaktadır. Ki bunun gerekli olmadığını Maliye Bakanı Mehmet Şimşek dağıtım bölgelerinin birinin özel sektöre devri için düzenlenen törende yaptığı konuşmada “İngiltere ve İtalya’da yapılan bu tür özelleştirmelerden sonra elektrik kesintilerinin yüzde 40 azaldığını, yatırım ihtiyacının da yine yüzde 40’lar seviyesinde düşüş meydana geldiğini” söyleyerek itiraf etmiş olmaktadır. Bizde yatırımlar azalmamış aksine azaltılmıştır. Sakın yanlış anlaşılmasın, bir kez daha tekrarlayalım, zorunlu yatırımlar elbette yapılmalıdır. Hem de en yeni teknolojiler kullanılarak. Ama gereksiz, verimsiz, eski teknolojiler kullanılarak şişirme yatırımlar yaparak değil…
4- Elektrik Dağıtım Tesislerinde Periyodik Bakımlar
“Elektrik dağıtım tesislerinin (varlıklarının) verimli işletilmesinin en önemli ayağını periyodik bakımlar oluşturmaktadır. Periyodik bakımların zamanında, ehil kişiler tarafından ve tekniğine uygun olarak yapılması, arz oluşumuna karşı önemli kazanımlar sağlamakta ve dağıtım şebekesinin ekonomik ömrünü uzatarak gereksiz yatırımların da bir anlamda önüne geçilmektedir.”
Yine EMO, dağıtım şirketlerinin ilan ederek yapmış olduğu programlı elektrik kesintilerini yaklaşık 2 yıllık bir sürede günlük olarak izlemiş ve yapılan bakım ve onarımlar için ne kadar kesinti yapıldığını tespit etmiştir. Yapılan izleme sonucu, “bazı yerleşim yerlerindeki periyodik bakım onarım çalışmalarının çok yetersiz kaldığını, buna karşılık yeni tesis yatırımı için elektrik kesintilerine gidildiği” saptanmıştır.
Sonuç Olarak
Yukarıda yazdıklarımızın toplamından bakacak olursak araştırmamızın, incelememizin bu bölümünde şu sonuçlara ulaştığımızı görüyoruz.
Özelleştirmenin amacı olarak kamuoyuna pompalanan ucuzluk, verimlilik, süreklilik vb.lerinin tamamen yalan ve özelleştirmeyi meşrulaştırmak için halkı kandırmaya, aldatmaya yönelik açıklamalar olduğu ortaya çıkmıştır. Ne ucuzluk sağlanmış (aksine her kalemde pahalanmış), ne verimlilik sağlanmış, ne kalite sağlanmıştır. İş güvencesi tamamen ortadan kalkmıştır.
Yani, elektrikte özelleştirme, kamunun bu işi başaramadığını söyleyerek kitleleri özel sektöre yöneltme çabalarına, verimli, ucuz enerji sağlanacağı yalanlarına karşılık tam aksi sonuçları doğurmuştur.
Özelleştirme sonucu bir yandan stratejik öneme sahip elektrik enerjisi alanı yerli-yabancı Parababalarına aktarılmış, diğer yandan üretim ve dağıtımı ele geçiren özel sektör şirketleri vasıflı, kalifiye, sendikalı uzman personeli ya işten çıkarmış ya da sendikaları etkisiz hale getirerek, işçi çıkarmayla tehdit ederek ücretlerini düşürmüştür. Ve bu personelin yerine de vasıfsız, uzman olmayan ve asgari ücretle çalışan, sendikasız işçiler almıştır. Taşeronlaştırma uygulaması hızla çoğaltılmıştır. Yani özelleştirme her açıdan halkımızın, İşçi Sınıfımızın zararına olmuştur. Ne elektriğe ödediğimiz ücretler düşmüş ne de verimli bir sektör olmuştur.
Gelecek sayıda: Perakende satış ve yeni vurgun alanı