Emperyalistler mi günah çıkarıyor?.. Yıldırım Koç mu?..
Av. Tacettin Çolak
Uzun yıllar, Türk-İş’te Genel Başkan Danışmanlığı, Yol-İş Sendikası’nda Eğitim Daire Başkanlığı ve Genel Başkan Danışmanlığı yapmış olan Yıldırım Koç; 2019 Haziran-Temmuz aylarında yayımladığı yazılarında; Türk-İş’i ve DİSK’i yerden yere vuran eleştiriler yaptı.
Muhtemelen arkası da gelecek.
Bu yazılarda, Türk-İş ve DİSK’in emperyalistlerden paralar aldığını teşhir etmekte…
Türk-İş Genel Merkez binasının yapıldığı tarihte 3.605.214 lira olan arsa ve inşaat maliyetinin; 1.948.030 TL’sinin aidatlarla karşılandığını, kalan miktarın da emperyalist ABD’nin devlet örgütü AID’den alındığını, böylece Türk-İş binasının tuğlalarını bile emperyalistlerin verdiğini… (https://odatv.com/genel-merkez-binasinin-parasini-bakin-kim-verdi-08061909.html)
Diğer yandan “Emperyalistlerle dans eden sendikacılar” diyerek ABD’ye götürülüp gezdirilen sendikacıları, ABD’nin Türk sendikalarına doğrudan para dağıtmasını ve sendikacıların bu paralardan yararlanmak için yarıştığını, Türk- İş’in ABD’li örgütlerden aldığı yardımın, üyelerinden topladığı aidattan fazla olduğunu yazdı. (https://odatv.com/kim-bu-abdde-gezdirilen-sendikacilar-10061930.html)
Başka bir yazısında ise; “DİSK’in kurucularından Basın-İş Sendikası Genel Başkanı İbrahim Güzelce’nin ABD’de 6 hafta kalıp 1966 Kasım’ında Türkiye’ye döndüğünü, Lastik-İş Genel Başkanı Rıza Kuas’ın ABD’de 13 hafta kalıp 1963 Ocak’ında Türkiye’ye döndüğünü, Türk Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Mehmet Alpdündar’ın da ABD’de 13 hafta kalıp 1962 Ekim’inde Türkiye’ye döndüğünü” yazarak, sanki bu sendikacılar DİSK kurulduktan sonra ABD’ye gitmişler gibi şaşırtmaca yapmakta. (https://odatv.com/solun-abd-gezisiyle-imtihani-11061948.html)
Y. Koç, başka bir yazısında; AB’den “Proje” adı altında para alan ilk örgüt olan Yeni DİSK’in ve bazı sendikalarının da Avrupa Birliği (AB) ve Soros fonlarından yemlendiğini de ileri sürdü.
“Yeni DİSK’in, Avrupa Komisyonu’nun “MEDA Demokrasi Projesi” kapsamında 1996-1997 yıllarında 150 bin avro tutarında aldığı parayı muhasebe kayıtlarına geçirdiğini,
“DİSK’in, Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa İnisiyatifi (European Initiative for Democracy and Human Rights) isimli bir yapılanma aracılığıyla da Avrupa Komisyonu’ndan 550 bin 128 avro hibe aldığını, Proje numarasının DDH/2001/0177 olduğunu, 2004 yılı Ocak ayından başlayarak 31 ay süren projenin toplam maliyetinin ise 704 bin 78 avroyu bulduğunu, DİSK’in ayrıca ülke içindeki bazı kuruluşlarla ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ASK) aracılığıyla çeşitli AB projelerinde yer aldığını,
“Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa İnisiyatifi kapsamında DİSK üyesi Dev Maden-Sen’in de Avrupa Komisyonu’ndan 83 bin 189 avro hibe aldığını, 2006 yılı Mayıs ayında başlayan ve 18 ay süren projenin toplam maliyetinin ise 123 bin 606 avro olduğunu (Proje numarası DDH/2004/085-345), Dev Maden-Sen’in ayrıca Avrupa Birliği’nin Türkiye İş Kurumu aracılığıyla gerçekleştirdiği projeler yoluyla Avrupa’dan 141 bin 950 avroluk bir hibe-bağış aldığını (Proje numarası TR0205.01-02/140).”
“Dev Maden-Sen’in yayımladığı, Organik Tarım: Gelişimi ve İlkeleri isimli bir kitabın MATRA-KAP programı çerçevesinde Hollanda Devleti tarafından verilen 11 bin 500 avro karşılığında yapılan bir çalışma olduğunu,
“Soros’un Türkiye’deki doğrudan uzantısı, Açık Toplum Enstitüsü’nce; ‘Kısacası, Mutlak ve Total Doğrular Dışında Farklı Olana Açık, Çoğulcu, Demokratik, Özgür Toplum’ adı ile yayımlanan kitapta; Soros’un Türkiye’deki faaliyetlerinin çeşitliliğine yer verilmekle birlikte, DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’den de bahsedildiğini ve sendikanın Soros Vakfından 20 bin dolar civarında para aldığını” yazdıktan sonra şöyle bir doğru soru sormakta:
“Emperyalist devletler ve onların araçlarından doğrudan veya dolaylı olarak para alanlar, bu ‘yardım’ın karşılığında ne yaptı?
“Yoksa emperyalistler günah çıkartmak amacıyla sadaka mı dağıtıyorlardı?” (https://odatv.com/diske-bu-hic-yakismadi-01071919.html)
Emperyalistler değil Yıldırım Koç günah çıkarıyor
Emperyalistler neden günah çıkartsın?
Adamlar, parayı veriyor düdüğünü çaldırıyor.
Bu “yardım”ları alan bizdeki “Sivil Örümcekler” de İşçi Sınıfı içinde örgütlenme, hak arama, sermayenin ve devletin hak gasplarına karşı mücadele etme gibi asli görevlerinden uzaklaşıp “hayvan besiciliği, organik tarım” gibi işlerle kendilerini tatmin etmekte…
Yarım yüzyıl önce ABD bunu CIA eliyle yapıyordu, Sosyalist Kamp çöktükten sonra yanına bir de AB eklendi. Yani Batılı Emperyalistler görevlerini yapıyorlar. Bizim gibi geri ülkelerde sendikal ve siyasal hareketleri kontrolünde tutmak istiyor.
Haklarını teslim edelim; bunda da başarılılar.
Türk-İş’i yaklaşık 70 yıldır, sarı-gangster bir sendika olarak gerçek sınıf mücadelesinin dışında tutup iktidarların arka bahçesi olarak kullandılar.
12 Eylül’den sonra Yeni DİSK’i de (2008-2012 dönemi hariç) AB eliyle avladılar.
Başta DİSK ve KESK olmak üzere bütün “Sevr’ci Sahte Sol”ların 1 Mayıslarda İşçi Sınıfının Vatanı Taksim’den vazgeçmeleri boşuna mı sanırsınız?
Hiçbir işçi örgütlenmesi yapmayan, üyeleri adına imzaladığı hiçbir toplusözleşmesi olmayan ve ömründe bir gün bile işçi tulumu giymeyen hanımcıkların DİSK’in tepesine oturtulmalarını tesadüf mü sanırsınız?
Hak-İş ise zaten baştan itibaren Ortaçağcı gerici ideolojinin bayraktarlığını yapmak üzere kuruldu. Yerli-yabancı Parababaları ile hep uyuştu.
KESK dahil bütün Kamu Çalışanı Sendikaları da bu emperyalist projelerin kapsama alanı içindeler…
Bütün bu projeciler elbirliğiyle sınıf hareketini Amerikancı Kürt hareketinin yedeğine taktılar, kendileri de (Nakliyat-İş Genel Başkanı Sayın Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun deyimi ile); antiemperyalizmden fersah fersah uzaklaştılar.
Dolayısıyla, projeleri tıkır tıkır işleyen emperyalistler için günah çıkartılacak bir durum yok…
Bizce, (bu seri yazılarla) günah çıkartmak isteyen Y. Koç’un bizatihi kendisi…
Çünkü; Y. Koç bu bilgilere yeni vakıf olmadı ki…
Peki, şimdiye kadar neden yazmadı?
Yaklaşık çeyrek yüzyıl çanak yalayıcılığını yaptığı Türk-İş ve Yol-İş sendikalarından nemalanırken bunları yazamazdı da ondan…
Zira kendisinin buralardaki, eşinin de Demiryol-İş’teki kurulu düzenleri bozulurdu.
Şimdi bu sendikalarla ilişkisi kalmayınca, atış serbest…
Eleştiriler doğru
Hemen belirtelim ki, hepsi iki ay içinde yayımlanmış yazılardaki eleştirilere katılmamak elde değil. Hepsi yerden göğe kadar doğru bilgiler ve haklı eleştiriler.
Fakat Y. Koç, yukarıda linkleri verilen yazılarının bazı yerlerinde bilimsel dürüstlükten, aydın namusundan uzaklaşmakta.
Örneğin; kendinden elli yıl önce Türk-İş’in Amerikancılığını görüp gösteren Hikmet Kıvılcımlı’yı susuşa getirmekte. Yazılarında geçen, Türk-İş’in 1964 Bursa Kongresi çalışma raporundaki mali konularla ilgili eleştirileri Kıvılcımlı’nın; Türk-İş’in teşkilat işlerini ve para işlerini kaleme alıp Türk-İş’in gelir trajedisini, eğitim trajedisini, bütçe trajedisini ayrıntılı bir şekilde ve rakamlarla teşhir ettiğini bilmez mi?
Elbette bal gibi ya da zehir gibi bilir…
Ama geri toplum aydını olarak, kendinden öncekileri yok sayarak ya da susuşa getirerek Tarihi kendisi ile başlatacak ya…
Hikmet Kıvılcımlı; çeşitli yazılarından oluşan “Ekonomik Mücadele Üzerine” adıyla yayımlanan kitapta bulunan, 1964’de kaleme aldığı yazısında bakın neler diyor?
“Rapor: “Devre içinde Türk-İş yarattığı ortamla mali yardımlara mazhar olmuştur” diyor. Gerçekte Türk-İş’i “Mazhar Osmanlık” eden iki anormal yardım var:
“1- Çalışma bakanlığından 310 bin lira,
“2- Ecnebilerden: 2 milyon 487 biri 355 lira (55 kuruş).
“Raporcular mı, “ORTAM” yarattı, yoksa “ORTAM” mı raporcuları yarattı?
“Orasını Bakırköy diplomalıları dahi bilir. Çünkü bu yol: Bakanlığın verdiği para işçilerden kesilmiş cezalardır. Türk-İş bu lanetli paraların her yıl çoğalıp kasasına akmasını isteyebilir mi?
“Sendika görevinin başlayacağı: işçilerden, firavunca kesilen para cezalarını azaltmaktır. Türk-iş, işçilerin gözyaşı sinmiş geliri işverenle birleşip arttırmak isteyemez. Böyle gelir eksik olsun.
“Ecnebi yardımlarına gelince: Onlar da iki yıl için verilmiş görünüyor. Demek her iki anormal gelir kaynağı da, Raporcuların poz alarak Hükümete yaraştıramadıkları “günlük politika” yatırımlarıdır.
“Dahası var: İki buçuk milyonluk yabancı parasının yalnız 733 binini ICFTU (İşçi teşekkülü), öteki milyonları Ecnebi devletler veriyor. ICFTU da, AİD de, dünyayı parmaklarında oynatan bal gibi siyasi kurumlardır. Siyasete her oturup kalktıkça “Tü-Ka-ka” diyen Raporcuların, böylesine kökü dışarıda siyasi paraya nasıl “MAZHAR” oldukları kendi bilecekleri iştir. Bizi üzen şu gerçektir: Ecnebi parası alınırken hoş gelir. Ama, hiç tekin değildir. Türkiye tarihinde denenmiştir: Kırım Harbi’yle, müttefiklerimizin akıttıkları dış yardımlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun ipliğini pazara çıkarıp, Türkiye’yi sömürgeleştirmiştir. İkinci Cihan Harbi’nden sonra açılan dış yardımlar da, tesadüf, Türkiye’nin DP yıkımı ve bugün herkesin “çıkmaz” dediği durum ile paralel düşmekte Osmanlı borçlarından aşağı kalmamış görünüyor. “Koskoca ülkeler için o denli uğur taşımayan ecnebi parası, Türk-İş için taşır mı?
“Raporun rakamlarına göz atalım. Tekrar edelim: Ecnebi verdiği 2 buçuk milyonu “Eğitim” adına reklamın dışında harcatmamıştır. Fakat, havadan kudret helvası yerine dolar gören ve bunu kendi “Ortam yaratma” kerametine veren Türk-İş yöneticilerine olanlar oldu. Açtılar kesenin ağzını, bakın ne masraflar çıkardılar İşçi Sınıfımıza:
“393.644 lira 66 kuruş: Devlet ve Bankalara.
“524.519 lira 99 kuruş/ Ücretlerle yolluklara (Ne sana ne bana).
“642.233 lira 36 kuruş: Vesair masraflara…
“Türk-İş’in “ÖZGELİR”i aidatı 682 bin, masrafları 642 binle kapanıyor. Yolluk, ücret, Devlet, banka harcamaları 917.164 lira. “Umumi ödeme”: 1.560.398 lira 01 krş. Demek Türk-İş yiğitleri, az gelişmiş ülke devletlerinin dış yardımla milletini “yönettikleri” uçurumdan daha derinine “MAZHAR” olmuşlardır. Şimdi bu sayın “yönetici”ler, İşçi Sınıfımızın toplusözleşme, asgari ücret, mesken, sağlık, grev vs. gibi entipüften işlerine mi bakacaklar, yoksa, köşe başına mendil serip, iftar topu beklerce 1 gelire karşı 2-3 giderle iflas topunu beklerken “Ortam yaratma” remili mi atacaklar?
“Elbet, kumda çelik oynayacaklar ki bir yerlerine batmasın!” (H. Kıvılcımlı, Ekonomik Mücadele Üzerine, s. 119-121)
Gördünüz değil mi Kıvılcımlı Türk-İş’i yöneticilerini nasıl suçüstü yakalamış?
Aradan geçen elli yıl sonra, Türk-İş’in emperyalistlerden para aldığını teşhir ederken, işte bu kapsamlı değerlendirmeyi yok saymak dürüstlük değildir.
Kıvılcımlı bununla da kalmıyor.
DİSK’in kuruluşundan hemen sonra kaleme aldığı ve Sosyalist Gazetesi’nin 4 Mart 1967 tarihli 3. sayısında yayımlanan makalesinde de;
“İkinci Evren Savaşı bittiği gün; “Demokrasi” sözcüğünü ciddiye alan tek sosyal kümemiz İşçi Sınıfımız oldu. Ansızın, ortalığı (zamanın İçişleri Bakanının dediği gibi) “Yerden mantar biterce” işçi sendikaları kapladı. İktidar ürktü. Hepsini baskınla kapattı. Milli Emniyet kanalından “işçi liderleri” sağladı. Belirli ve bezirgân partilerin o gölgeleri altında İşçi Sendikaları kurdu. O sendikaların ve “lider”lerin, yabancı ve başta CIA ajanları öğüdü ile derlenip yükseltilişleri, en sonra: Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu biçimine sokuldu.
“Konfederasyonu’n kısa adı TÜRK-İŞ idi. Bu sözcük daha söylenişinde bile, Sarhoş bir Amerikan ağzından çıkmışa benziyordu. Gavurcuklar Türkiye ile ilgili anlamını “Türk-İş” sözcüğü ile deyimlendirirler. Türk-İş: Türk’e ait demektir, Batıcada. Hitler zamanı Türkiye’yi faşizme yakıştıran Almanca gazetenin adı: “Türkişe post” idi. Velhasıl, Türk-İş’in adı bile Türkçe değildi.
“Adı bir yana, Türk-İş sahiden Türkiye İşçi Sınıfının başına geçirilmiş bir alaturka Amerikan külahı olmakta gecikmedi. Türk-İş’te; Amerikan casus teşkilatlarının resmen ödedikleri milyonlarla (yılda beş on milyon), kendilerine Türk ve işçi pozu veren işçi düşmanı kollar besleniyordu. Ayrıca, Türk işçisinin dişinden tırnağından artırdığı birkaç milyonu da diş kirası yapıyordu. Türk-İş’in tepesine çıkarılanlar, o milyonları Kontvâri yaşamak için deve etmekle kalmıyorlardı. Türkiye işçi Sınıfının ikinci Milli Kurtuluş Savaşını baltalamak için de sistemlice kullanıyorlardı.
“Türkiş’çilere ne denebilirdi. Mademki, paralarının çoğunu Amerika veriyordu, düdüğü de Amerika çalacaktı. Mademki, Sendikalar Kanununun yasakları atlatılarak, yabancı parasıyla Türkiye içinde Türk-İş’in ajanlar ağı olarak çalışmasına Hükümet bir şey söylemiyordu: Demek Hükümete böyle ecnebi casus parası ile döndürülen bir ağ lâzımdı. Bu ağ, Türkiye İşçi Sınıfının her davranışını baltalamakla görevliydi. İşçi Sınıfımız, Devlet eliyle kesilen aidatlarını Sendika ağalarına haraç olarak kaptırıyordu. Ve buna, ko desinler “Sendikacılık” adı veriliyordu. Daha namuslusuna müsaade edilmediği için ise, sosyalizme yapıldığı gibi Türk-İş’çiliğe de, sakın dokunmayın, bölücülük olur, deniyordu.” (age, s. 167-169)
Görüyorsun Y. Koç efendi, sen daha Türk-İş batağına dalmadan yirmi sene önce, Kıvılcımlı, bunların ciğerini okumuş; görmüş ve göstermiştir. Ama sen, 70’li yılların ikinci yarısında DİSK’e bağlı sendikalarda çalışırken, 12 Eylül Faşizminden sonra hemencecik kapağı Türk-İş’e attın ve tam 23 yıl bu sarılarla canciğer kuzu sarması oldun.
Bunları kimseye unutturamazsın.
Bu arada Y. Koç’un bir hinliğine de değinelim.
Yukarıda alıntıladık, DİSK’in kurucusu üç sendikacının da ABD’de kaldığını yazıyor. Oysa bu sendikacılar, DİSK’in kuruluşundan önce, 60’lı yılların başında Türk-İş üyesi olarak ABD’ye gidiyorlar. DİSK, 1967 yılında kuruldu. Kurulduktan sonra 12 Eylül Faşizmine gelene kadar (eleştirilecek çeşitli politikaları olsa da) DİSK’in emperyalistlerle ilişkili olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Zaten Y. Koç’un yazısında da böyle bir iddia yok. Ancak tarih karmaşası yaratarak, DİSK’i de Türk-İş’in yanına çekmek istemektedir.
Y. Koç yakın Tarihten bahsederken de kendinden öncekileri yok sayıyor
Y. Koç’un; Yeni DİSK’in projeciliğini, Soros ve AB vakıflarından fonlanmalarını eleştirirken de kendinden önce, Nakliyat-İş ve Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu tarafından, genel kurul konuşmaları, basın açıklamaları vb. her platformda yapılmış eleştirilere, teşhirlere değinmemesi de bilimsel namustan uzaklaşmaktır.
Ali Başkan’ın, DİSK’te görev yaptığı 2008-2012 arasındaki dört yılda Yeni DİSK’in de emperyalistlerle hiçbir ilişkisi olmamıştır. O yıllarda DİSK’in devrimci 1 Mayıs’ların önderliğini yaparak Taksim Vatanını kazandığı da ayrı bir gerçektir. Tabiî görmek isteyen gözler için…
Y. Koç; Ali Başkan’ın DİSK içindeki Devrimci Sendikal Mücadelesini bilmez mi?
Elbette, bunu da bilir. Ama yazmak elini yakar.
Y. Koç’un kendisi de emperyalist ajan örgütlerde görev almış
Başkalarını eleştirirken kendisi de aynı yanlışı yapanlar için halkımız; “dinime küfreden bari Müslüman olsa” der.
Y. Koç; Türk-İş’in emperyalist örgütlerle girdiği ilişkileri eleştirirken, bakın kendisi hangi emperyalist örgütlerde görevler almış.
Özgeçmişinden okuyalım:
“1985-2008 döneminde (1990 Şubat-1991 Nisan dönemi dışında) 23 yıl süreyle Türkiye Yol-İş Sendikası Eğitim Dairesi Başkanlığı görevini üstlendi. Bu görevini sürdürürken, 1993-2003 döneminde 11 yıl Türk-İş genel başkan danışmanı olarak da çalıştı; Türk-İş’in Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ile ilişkilerinden sorumlu oldu. Bu 11 yıllık süre boyunca ILO Uluslararası Çalışma Konferanslarında Standartların Uygulanması Komitesi’nde Türkiye işçilerini temsil etti; ETUC Yönetim Kurulu yedek üyeliği yaptı.”
Gördüğümüz gibi, kendisi de ICFTU, ETUC gibi Batılı Emperyalistlerin İşçi Sınıfı içindeki ajan örgütlerinde görevler almış.
Zira bu sendikalar, Uluslararası Finans-Kapitalin küresel çaptaki vurgun ve talan politikalarını “sosyal diyalog ya da sosyal barış” adı altında İşçi Sınıfına yedirmekle görevli sarı-gangster örgütlerdir.
Bu ajan örgütlerden ICFTU; 1949 yılında, “Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU)”nun, sınıf temelli politikalarının önünü kesmek için, emperyalist ajanların kışkırtmalarıyla kurdurulmuştur.
Yani adı sendika olan bu örgütler, dünyanın birçok ülkesindeki İşçi Sınıfları içinde burjuva sınıfının ajan örgütleri olarak, Kıvılcımlı’nın deyimi ile “dünyayı parmağında oynatan siyasi örgütlerdir.”
Hiç uzağa gitmeden, Mayıs 2019’da toplanan ETUC Genel Kurulu’nda kimlerin yönetime geldiğini, Yunanistan’da faaliyet gösteren Militan İşçiler Birliği PAME’nin 10 Haziran 2019 tarihli açıklamasından okuyalım;
“ETUC’un sekretaryasına seçilen 5 kişi; hepsi toplasan 5 yıllık gerçek iş yaşamı olmayan Brüksel bürokratlarından-yöneticilerinden oluşmakta. Bunların tek iş tecrübesi; Avrupa Komisyonu ya da AB’nin çeşitli komitelerinde yer almak olan, AB tarafından atanan işçi aristokrasisi bile denilemeyecek, işçi sınıfının haklarını korumakla ilgisi olmayan, asla fabrikada çalışmamış Avrupa Komisyonu’nun hizmetindeki yüksek maaşlı bürokratlarından” oluşmuştur.
Y. Koç da bu örgütlerde uzun yıllar yöneticilik yapmakla, “ortaklık bozulduktan sonra” eleştirdiği Türk-İş yöneticileriyle aynı suçu işlemiştir.
Kaldı ki, Türk-İş ve Yol-İş’te çalıştığı dönemlerde Türk-İş yöneticilerinin ve bağlı sendikaların birçok yolsuzlukları ve vurgunları karşısında hiç sesini duymadık hazretin…
Son tahlilde günah çıkartma amaçlı yazıldığını düşündüğümüz bu yazılar; her şeye rağmen olumlu olmakla birlikte, kendinden önceki eleştirileri yok saymakla biraz alavere-dalavere kokmakta.
Ne diyelim, bizdeki burjuva aydının yoğurt yiyişi böyle olur…
O zaman son söz yine Kıvılcımlı Usta’nın olsun:
“Bu dünyanın, namuslu kalmaktan başka hiçbir ama hiçbir menfaati bulunmayan tek sosyal sınıfı İşçi Sınıfıdır. Çünkü, nereden kalkar, nereye varırsa varsın, her dalavere, malaverenin ardında işçi Mehmet nöbete çıkar. Onun için biz dalavere istemiyoruz. Dalaverenin ne büyüğünü, ne küçüğünü, ne kendimiz için, ne başkaları için istemiyoruz. Dalavereden işçiye hayır gelmez.” (age, s. 133)