Fırsatçılık, ikiyüzlülük, ihanet üzerine kurulu bir kanser düzeni: AKP’giller iktidarı
Ey Tayyip! Ne kış bıraktın, ne de yaz
Hırsına kurban ettin güzelim vatanı
Giderek toplum olma özelliğini yitiriyoruz. Yaşamı bu topraklarda ortak idealler üzerine kurulu milyonlarız belki ama neşede ve kederde ayrı düşeli çok oldu. Artık benzer duygudaşlık sergileyemiyoruz bile. Birbirimize düşman edileli öfkeliyiz bir hayli zamandır. Bir bakıyorsunuz otobüste bir kadına tekme atılmış ya da hakkını arayan işçi polis copu altında ezilmeye çalışılıyor. Hayatta kalabilmek için bir lokma yiyeceğe muhtaç sokak hayvanları hunharca zehirlenerek katledilmiş. Yıkıcı öfkenin giderek nasıl davranış biçimine dönüştüğünü anlamak zor değil. Tayyip’in; “evdeki yüzde elliyi zor tutuyorum”, diye adlandırdığı güruhu ve ayrıca “Yenikapı Ruhu”nu hatırlayalım. Toplumsal refleks hallerine dönüşen öfke nöbetlerimizin kökeninde bir şiddet döngüsünden söz edeceksek, o ruhla söylediği; “hadi şahlanıyoruz”, demesinin bir ilgisi olup olmadığını sormamız gerekir.
Çubuk’ta bir şehit cenazesinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na atılan yumruk ve linç girişimi bu öfke selinin son örneği. Üstelik 15 Temmuz Ganimet Paylaşımı Savaşı sonrası kurulan Yenikapı tezgâhına Kılıçdaroğlu gönüllü katılıp alet olmuşken. Çubuk’ta ona atılan yumruk ve tekmeler, o günkü ruhun devamı olması niteliğini taşıyor sadece. Artık Tayyip’in elinde kalan son koz bu strateji üzerine kurulu: Bir düşman yaratıp söylemlerini bunun üzerine kurmak. Baskı aygıtlarını oluşturan yazılı ve görsel medyanın aktörleri, maaşlı trolleri, bakanları, milletvekilleri, muhtarları 31 Mart seçimleri öncesi seferberlik haletiruhiyesi içinde Saraya hizmet ettiklerini hep bir ağızdan beyan edip “beka sorunu var”, dediler.
Herkes kendini bitmek bilmeyen bir gerilim ve kavga hikâyesinin içinde buluverdi. Sürekli tırmandırılan düşmanlaştırma politikaları bugün de “Tek Adam”ın bekasına hizmet etmeye devam ediyor. AKP’giller’in başı, freni patlamış kamyon gibi yerel seçimler öncesi gezmedik şehir, köy, kasaba bırakmadı. Sanki kendi aday oluyormuşçasına. Kampanyasını, AKP’yi desteklemeyen tüm güçleri hain ve terörist ilan ederek başlatan Erdoğan; devletin tüm olanaklarını kullanarak toplumu sürekli terörize etmeyi başardı. Yeri geldi bir günde 8 ayrı yerde miting düzenlediği oldu. Kendisine yönelik en ufak bir eleştiriyi “Cumhurbaşkanına hakaret” kabul ederken, meydanlardan herkese hakaret edip, tehditler savurmaktan geri kalmadı. Gittiği her noktada sürekli “ezan ve bayrak” istismarı yaparak beka masalını nefret söylemiyle birleştirdi. Erdoğan’daki bu kin ve nefret kusma halleri, mobilize ettiği yandaşlarında ete kemiğe büründü sonunda. Kin ve nefret tohumlarının Tayyip eliyle topluma ekilmesine tanık oluyoruz nicedir. AKP Genel Başkanını bu derece öfkelendiren ilk kırılma 31 Mart seçimleri olmadı tabiî. Gezi Direnişi’nden sonra ilk travmasını yaşamıştı Tayyip. O günden bugüne saltanatının ufak bir sarsıntıyla devrileceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle en ufak bir karşı sese tahammülü kalmadı. Ancak ne kadar kaos yaratırsa yaratsın çözülme ve dağılma sürecine çoktan girdi.
Son açıklamalara bakılırsa, AKP’nin iktidar sarhoşluğu içinde MHP ile kurduğu ittifak, seçim sonrası dağılma sinyalleri vermeye başladı. “Cumhur İttifakı” adını verdikleri bölücü-hain işbirlikçiler çetesi seçimlerden istediği sonucu alamayınca, asfalta ve betona gömülmeye mahkûm oldu bir anlamda. Tıpkı yeşili yok edip griye boyadıkları güzelim şehirlerimizde yaptıkları gibi. Evet, sıra kendilerine geldi hiç kuşkusuz. Adaletin değil, gücün hâkimiyetini egemen kılıp mahkemeleri birer enkaz yığınına dönüştürdükleri için. Kendilerini ülkenin ve devletin vazgeçilmez sahibi olarak gören AKP-MHP kanser illetinin çöküşü başladı. Siyaseti siyaha boyayan AKP’li “Reis”in “demiri soğutma” çabaları da beka söylemlerini yaşatmaya yetmiyor artık.
Seçimlerden umduklarını bulamayan halk düşmanı, beka masalına “Türkiye İttifakı” diye yeni bir isim bulurken sarayın kapıcısı Bahçeli ise başka telden çalıyor. Toplumun tüm kılcal damarlarına kadar uzanmış yapılarıyla adeta metastaz olmuş bir vücudun kanserle mücadelesine benzer AKP karşıtı olabilmek. Öncelikle bu illetin vücuda yaydığı kanser hücrelerinin haritasını ortaya sermektir ilk adım.
İşte kanser düzeninin belli başlı tümörleri:
Bir yanda Soma’da 301 işçinin ölümüne sebep olanların serbest bırakılması…
Öte yandan çocuklar ölmesin dediği için tutuklanan Ayşe öğretmen.
Kadrolu gözüken ama hiçbir işe gitmeyip yıllarca bankamatik memuru olan hırsız Ak-trollerden…
Yıllarca okuyup sınavdan sınava koşarak mesleğine kavuşmayı beklerken umudu tükenip intihara sürüklenen onlarca öğretmene…
Yıldızları AKP iktidarında parlayan Cengiz İnşaat, LİMAK, Kalyon İnşaat gibi ülkenin tüm kaynaklarını sömürüp zenginleşerek Finans-Kapitalistleşmiş Tefeci-Bezirgânlardan,
Ekonomik iflasın faturasını ödemeye mecbur bırakılıp tazminatsız işten atılan binlerce işçiye kadar…
Hamili kartında AKP yazmasının yeterli görüldüğü liyakatsiz koltuk sürüngenlerinden,
Antidemokratik KHK’lerle işlerinden atılıp sivil ölümlere mahkûm edilen binlerce ailenin yaşadığı bir iklimden söz ediyoruz.
Haksızlığın, zalimliğin, fırsatçılığın hâkim kılındığı AKP’nin Yeni Türkiye fotoğrafı bu.
1 Mayıs’ta Taksim’de kanser düzenini yıkmaya geliyoruz!
17 yıldır tek başına iktidarda olan AKP’giller’in ülkemize kaybettirdikleri, hiçbir siyasi dönemle kıyaslanamayacak kadar büyük hasarlara yol açtı. Bir şahıs partisine dönüşen bu eli kanlı çetenin aldığı her nefes, dünyadaki oksijen dengesini bozmaya yetecek ölçüde tehlikeliyken, bu gücü kırmanın yolu yine her fırsatta zalimlere karşı sesimizi daha güçlü çıkarmaktan geçiyor. Kurdukları saadet zincirlerini yıkmanın en güzel yeri ve zamanıdır 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak.
Korkularımızdan, kâbuslarımızdan besleniyorsa bu kan emici kanser illeti; 1 Mayıs’ta öfkemizi haykırmanın adresidir Taksim Meydanı.
“Taksim gösteri yeri değil”, diyerek adeta alay edercesine bu ülkenin gerçek sahipleri olan işçilere Bakırköy, Maltepe gibi başka adresler gösteren AKP’giller’e;
Nazım Usta’nın;
Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler
Dalga dalga aydınlık oldular,
Yürüdüler karanlığın üstüne,
Meydanları zapt ettiler yine.
sözleriyle karşılık vermenin anlamıdır; 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak.
AKP’nin vahşi kolluk kuvvetlerince dövülen, yerlerde sürüklenip gözaltına alınan yoldaşlarınla kol kola, omuz omuza direnişin adıdır 1 Mayıs Taksim.
Evet 1977’de Kontrgerilla tarafından haince katledilen 34 işçinin kanıyla sulanan Taksim, o günden bu yana 1 Mayıs’ların tek ve vazgeçilmez adresi olmuştur. İşçi Sınıfının kanıyla kızıla boyanan Taksim Meydanı’nın anlamı bu yüzden çok büyüktür. Bizler asla şehitlerimizi unutmadık ve unutmayacağız. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Halkın Kurtuluş Partisi olarak;
Uluslararası İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs’ta Taksim’deyiz, diyoruz.
Çünkü;
Soma’da 301 maden işçisinin ölümüne sebep olanların serbest kalmalarına yardımcı olanlardan;
Ve bu ölümleri; “bu işin fıtratında var”, diyerek geçiştirenlerden;
Ekmeğini kazanırken iş cinayetlerine kurban giden işçilerimizin hesabını sormak için;
Kıdem tazminatlarımıza göz dikip alınterimizi Yerli-Yabancı Parabalarına peşkeş çekenlerden;
Çocuklarımızın geleceğini karartanlardan;
Acıları hâlâ içimizi kavuran Gezi Şehitlerimizin anılarına sahip çıkmak için;
Sonsuzluğa uğurladığımız Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan’ı hiç unutmadık.
Biliyoruz hepinizin katili bugünkü kanser düzeninin yapıcıları…
Ethem’i katleden devlet kurşununu; “Emri ben verdim. Benim polisim destan yazar.”, diye savunanlardan;
19 yaşında sokak ortasında dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın katillerine kol kanat gerenlerden;
Abdullah’ı, Mehmet’i, Ahmet’i, Medeni’yi, Hasan’ı hayattan koparanlardan;
14 yaşındaki Berkin’i ekmek almaya giderken gaz fişeğiyle başından vurarak öldürenlerden;
Hesap sormak için Taksim’deyiz…
“Büyümez ölü çocuklar” diye bağırıyor sen gideli Taksim yüzümüze;
Her rüzgâr annenin çığlıklarını, haykırışlarını taşırken,
Bahar gelmiyor artık babanın suskun gözlerine,
Güneş eskisi kadar ısıtmıyor içimizi,
Yüreklerimiz hep buz kesti,
Girdiğin komadan çıkamayınca karakaşlı güzel çocuk…
Bizlere veda ettiğinde sadece 16 kiloydun.
Gözleri gözlerimizde asılı kalan Berkin…
Borçluyuz sana koca bir yaşam.
Her şeyi çalan gözü doymaz hırsızlar çetesi
Senin hayatını da çalmışlardı.
Ölüm fermanını veren katillerin başı bir de utanmadan
Gözü yaşlı anneyi; “terörist annesi”, diye binlerce insana yuhalattıranlarla
Hesabımız bitmedi daha…
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Ankara’dan bir Yoldaş