Gün gelecek, devran dönecek; okullarımızı, sokaklarımızı, evlerimizi çocuklarımızın çalıp söylediği umut şarkıları çınlatacak
Prof. Dr. Özler Çakır
20 yılını dolduran AKP’giller iktidarında, 2021-2022 Eğitim ve Öğretim yılı da eğitimde Ortaçağcı-gerici gidişin hızla devam ettiği ve bu gidişin vahim sonuçlarının yaşandığı; hem öğrencilerimiz ve öğretmenlerimizin hem de velilerimizin kendi paylarına düşen sorunlarla, acılarla boğuştuğu bir yıl oldu.
Bir durum değerlendirmesi yapabilmek için, bazı rakamları bir kez daha anımsamakta yarar var. Aşağıda, TEDMEM 2021 Değerlendirme Raporu’nda aktarılan bazı verilere yer verilmiştir:
2020-2021 eğitim-öğretim yılında 5 yaş grubu çocukların okul öncesinde ve ilkokulda okullaşma oranı %58,53 olmuştur. TÜİK 2021 verilerine göre, Türkiye’de 5 yaşındaki çocuk sayısı 1.333.047’dir. 2020-2021 eğitim öğretim yılında 5 yaş grubundaki 552.815 çocuk eğitim öğretim sistemi dışında kalmıştır.
Zorunlu eğitim çağındaki yaklaşık 676 bin çocuk eğitim sisteminin dışında kalmıştır. Eğitim sistemi dışında kalanların büyük çoğunluğu 14-17 yaş aralığındaki çocuklardan oluşmaktadır. 4+4+4 kesintili eğitim ucubesinin sonucu olarak, okul terkleri en çok lise kademesinde olmuştur. Bu yaş aralığındaki her 10 çocuktan biri; toplamda 457 binden fazla çocuk zorunlu eğitimde olması gerektiği halde okul sistemine kayıtlı değildir.
LGS Sonuçlarına İlişkin Sayısal Veriler
LGS kapsamındaki merkezi sınav sonuçları, öğrencilerin önemli bir kısmının sekiz yıllık zorunlu temel eğitim sonrasında özellikle Matematik, Fen Bilimleri ve Türkçe alanlarında oldukça düşük bir performans sergilediğini göstermektedir. 2021 yılında yirmi soruluk matematik testinde öğrencilerin doğru cevap ortalaması 4,20’dir. Bu değer, son üç senenin en düşük değeridir (2019: 5,09-2020:4,89). Merkezi sınava katılan her iki öğrenciden biri matematik alt testinde 3 ve altında soruya doğru cevap verebilmiştir. Yirmi soruluk fen bilgisi testinde doğru cevap ortalaması 8,04’tür. Öğrencilerin neredeyse yarısının (%47,9) doğru cevap sayısı 0 ile 6 arasında değişmektedir. Yirmi soruluk Türkçe testinde ise öğrencilerin doğru yanıt ortalaması 9,41’dir. Öğrencilerin %61,09’u 10 ve altında soruya doğru yanıt verebilmiştir.
Temel Becerilere Yönelik Uluslararası Araştırma Sonuçları
PISA ve TIMSS gibi uluslararası araştırmaların sonuçları da öğrencilerimizin önemli bir temel becerileri kazanamadığını göstermektedir. Örneğin TIMSS 2019 bulguları, Türkiye’de 8. sınıf öğrencilerinin %20’sinin matematikte temel yeterlik düzeyine dahi erişemediğini göstermektedir. PISA 2018 bulguları da benzer şekilde 15 yaş grubu öğrencilerinin yaklaşık %37’sinin matematikte, %26,3’ünün okumada, %25,1’inin ise fende temel yeterlik düzeyinin altında olduğunu ortaya koymaktadır.
YKS Sonuçlarına İlişkin Sayısal Veriler
2021-YKS’de tüm adaylar içinde TYT’den 150 ve üzerinde puan alan aday oranı önceki yıla göre yaklaşık 10 yüzde puan azalarak %68 olmuştur. YKS’ye katılan her 10 adaydan üçü Temel Yeterlik Testinde (TYT) 150 puan barajının altında kalmıştır. 2021 yılında yaklaşık 2,5 milyon aday YKS’ye katılmış; sınava katılan 2,5 milyon adaydan yalnızca 1 milyonu bir yüksek öğretim programına yerleşebilmiştir.
TYT ve AYT’deki alt test ortalamaları incelendiğinde, önceki yıllarda olduğu gibi TYT’de öğrencilerin görece daha az başarılı olduğu alt testler temel matematik ve fen bilimleri olmuştur. Buna göre 40 soruluk matematik testinin doğru cevap ortalaması 5,11; 20 soruluk fen bilimleri testinin ortalaması ise 3,21’dir.
Son üç yılda AYT barajını geçen öğrenci oranları incelendiğinde, 2021 yılında TYT ile AYT sözel ve eşit ağırlık puan türlerinde barajı geçen öğrenci oranlarının en düşük değerde olduğu görülmektedir.
Öğretmen İstihdamı
2021 yılında yaklaşık 1,2 milyon öğretmen görev yapmaktadır. 2021-2022 eğitim öğretim yılında görev yapan kadrolu öğretmen sayısı 774.536, sözleşmeli öğretmen sayısı ise 114.001’dir. Ataması yapılmayan öğretmen sayısı bir milyonu bulmuştur.
2021 yılında MEB, 21.407 öğretmen ataması yapmış ve bu sayı son 16 yılın en düşük sayıdaki öğretmen ataması olmuştur.
Eğitim Harcama ve Yatırımları
Toplam eğitim bütçesinin dağılımına bakıldığında, 2021 yılında yaklaşık 147 milyar TL’nin Millî Eğitim Bakanlığına, 45 milyar TL’nin YÖK ve üniversitelere, 19 milyar TL’nin Kredi ve Yurtlar Kurumuna, 643,5 milyon TL’nin ÖSYM’ye ayrıldığı görülmektedir. MEB bütçesinin yaklaşık %81’ini personel giderleri oluşturmaktadır. Bütçenin zorunlu harcamalarını oluşturan personel ve SGK prim giderleri haricinde, eğitim öğretim için kullanılabilecek kaynak, MEB bütçesinin yalnızca %19’unu oluşturmaktadır. (https://tedmem.org/yayin/2021-egitim-degerlendirme-raporu)
OECD’nin “Bir Bakışta Eğitim 2021 Raporu”na göre Türkiye’de öğrenci başına yapılan harcama, OECD ortalamasının yarısından daha azdır. OECD ortalamasında ilkokuldan yükseköğretime kadar olan kademelerde öğrenci başına yapılan eğitim harcaması 11.680 dolar iken Türkiye’de yapılan harcama 5.723 dolardır. Raporda yer alan verilere göre Türkiye, OECD ülkeleri arasında öğrenci başına en az harcama yapan ülkeler arasındadır. (Education at a Glance 2021. https://doi.org/10.1787/b35a14e5-en).
Eğitimdeki hal-i pürmelalimize ilişkin önemli bir veri de OECD Sosyal ve Duygusal Beceriler Araştırması’ndan gelmiştir. (https://www.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2021_09/07170836_No19_-_OECD_Sosyal_ve_Duygusal_Beceriler_Arastirmasi.pdf)
MEB’in yayınladığı “Türkiye Ön Raporu”’nda, “Öğrencilerin kendi duygularının farkına varması ve başkalarının duygularını anlaması, sorumlu olması, kendi ilgi ve kararları dışında diğer insanları ve canlıları da ilgilendiren konulara ilgi duyması ve bu konularda adım atması, risk ve fırsatları değerlendirebilmesini gerektirmektedir. Öğrencilerin duyarlı olması ise kendileri dışında bir dünya olduğunun ve bu dünyadaki bireylerin endişelerine ortak olabilmesi, bir toplumun ya da grubun parçası olabilmesi, ortak değerlere sahip insanlarla işbirliği yapabilmesi gibi birçok beceriyi gerektirmektedir (Elias vd., 1997). Görüldüğü üzere, bu ana becerileri kazandırmak için öğrencilerin sahip olması gereken beceriler çoğunlukla sosyal ve duygusal özelliklerdir.” denilmektedir.
OECD tarafından 2019 yılında başlatılan araştırma, sosyal ve duygusal becerileri odağına alan ilk uluslararası çalışmadır. Araştırmada 10 ve 15 yaş düzeylerindeki öğrencilerin sosyal ve duygusal becerilerinin ölçülmesi ve bu becerilerin farklı yaş grupları arasındaki değişiminin belirlenmesi hedeflenmektedir. Türkiye, araştırmanın ilk döngüsüne katılan dokuz ülkeden biridir. Dokuz ülkeden 10 şehrin katıldığı araştırmada, Türkiye örneklemi İstanbul ile temsil edilmiştir. Araştırmada, öğrencilerin başkalarıyla etkileşimde olma, açık fikirlilik, işbirliği, duygu düzenleme ve görev performansı becerilerine odaklanılmıştır.
Çalışmanın Türkiye açısından önemli bir bulgusu, Türkiye’de hem 10 yaş hem de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin hayatlarından memnun olma derecelerinin bir ölçüsü olan yaşam doyumunun uluslararası ortalamanın altında olmasıdır. 10 yaş grubunda uluslararası ortalama 8,23 iken Türkiye’de 8,10’dur. 15 yaş gurubunda ise uluslararası ortalama 7,18 iken Türkiye’de 6,30’dur. Türkiye, araştırmaya katılan dokuz ülke arasında, 15 yaş grubu öğrencilerinin ortalama yaşam doyumlarının en düşük olduğu ülkedir. Araştırma sonuçları, 15 yaş grubu öğrencilerinin yaklaşık yarısının (%46,35) düşük veya orta yaşam doyumuna sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu sonuç şaşırtıcı mı?
AKP’giller’in Ortaçağcı gerici eğitim uygulamalarıyla laik ve bilimsel eğitim sistemi çökertildikçe, çocuklarımız-gençlerimiz sorgulayamaz, düşünemez, akıl yürütemez hale geldiler. Öte yandan, bu din bezirgânlarının hayâsızca sürdürdükleri vurguncu-talancı halk düşmanı ekonomi politikaları sonucu ana-babaları işsizliğe, pahalılığa, yoksulluğa mahkûm edilen halk çocuklarımız okullarına aç-açık gittiler. Beslenme-barınma gibi temel gereksinimleri karşılanamayan; defter, ders kitabı, çanta, kalem vb asgari okul malzemeleri alınamayan, sağlıksız, kirli, hiçbir estetiği olmayan ve bilimsel anlamda kesinlikle elverişli olmayan fiziki ortamlarda, okullarda eğitim gören çocuklarımızın kendilerini okula ait hissetmesi, öğrenebilmesi, akademik başarı sağlayabilmesi, mutlu olabilmesi mümkün olabilir miydi?
Elbette hayır!
“Hayır” Yanıtını Perçinleyen Önemli Bir Etmen
2021 yılında atanan 21.407 öğretmen içinde, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği, 1805 atama ile en yüksek ilk 4 içinde yer almıştır. Buna karşın, atanan müzik öğretmeni sayısı 458 olmuştur. İlkokul ve Ortaokul (4+4) programları haftalık ders çizelgesinde, zorunlu ders olarak yer alan müzik dersi haftada 1 saat olarak yer almaktadır. Yani ilk 8 yıl boyunca haftada 1 saattir müzik dersi. Zorunlu ders olarak yer alan Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi ise, ilkokul 4. Sınıftan başlayarak ikinci 4 yıl da dahil olmak üzere, 5 yıl boyunca haftada 2 saat olarak yer almaktadır. Yani, programda zorunlu din dersine ek olarak, seçmeli dersler kategorisinde konulan ama öğrencilere empoze edilen din dersleriyle birlikte tüm eğitim ortamlarının her düzeyde cemaat-tarikat örgütlerine teslim edildiği gerçekliği de dikkate alınırsa, bu yaptığımız karşılaştırma daha anlamlı olacaktır.
Yaklaşık bir hesap yapacak olursak, MEB, bir ders yılını ortalama 182 işgünü olarak belirlemiştir. Bu durumda, bir ders yılı ortalama 36 hafta olmaktadır. 8 yıllık eğitim süreci 288 haftaya karşılık gelmektedir. Bu durumda ilk ve ortaokulda öğrencilerimizin zorunlu müzik dersi 288 saat; buna karşın zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi, aynı hesapla, ilk ve ortaokul sürecinde 360 saattir. Kısacası öğrencilerimiz, hem bilişsel hem de duyuşsal yeterliklerinin gelişimini etkileyecek çok önemli bir değişkenden mahrum bırakılmaktadır AKP’giller iktidarı tarafından.
Alan yazınında, müzik eğitiminin, bir müzik aleti çalmanın, öğrencilerin kısa süreli bellek ve bilişsel gelişimlerini olumlu yönde etkilediği vurgulanmaktadır. Araştırma sonuçları, müzik notalarının kodunu çözmeyle ilgili alanlarda, beyindeki gri madde yoğunluğunda da fark olduğunu ortaya koymakta, müzik aleti çalanların zaman içinde hem görsel-uzaysal hem de sözel kısa süreli bellekte daha fazla gelişme gösterdiğine ve müzik pratiği ile bilişsel performans arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir.
(https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2948283/, https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fnhum.2013.00926/full)
Yukarıda değindiğimiz etkileri dışında, araştırmalar, müzik eğitiminin bireylerin sosyal duygusal alandaki becerilerinin gelişimine önemli katkılar sunduğunu ortaya koymaktadır. Çalışmalarda, duygu tanıma, empati, toplum yanlısı davranış ve özgüven gibi sosyal-duygusal yeterliliklerle müziğin bağlantısını ortaya koyan kanıtlar yer almaktadır.
(https://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1177/2059204318815421, https://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1177/21582440211068501)
Ya Sosyalizmde Müzik Eğitimi?
Küba’da müzik eğitimini anlatan bağlantısını verdiğimiz kısacık tanıtım videosunda, okullarda müzik eğitiminin 12 yıl boyunca haftada 8 saat verildiği ve bu süre zarfında öğrencilerin yaklaşık 3600 saat müzik eğitimi aldıkları dile getiriliyor. Müzik eğitiminin öğrencilerin beyin gelişimine ve duygusal gelişimine olumlu etkilerine değiniliyor. (https://www.youtube.com/watch?v=960nLgllGKk)
Yukarıdaki verileri Türkiye ile kabaca karşılaştırılabilir duruma getirmek istersek; Küba’da 8 yılda verilen müzik eğitimi, 2400 saat eder. Yani bizim sekiz katımız! İşte sosyalizmin nimeti!
İngiltere ve Galler’deki en büyük öğretmen sendikası olan Ulusal Öğretmenler Sendikası NUT’ın resmi delegasyonu tarafından 22 Ekim-29 Ekim 2016 tarihleri arasında Küba’ya yapılan ziyarete ilişkin gözlemlerini yansıtan eğitim raporu, İngiltere’de bulunan Küba Dayanışma Kampanyası tarafından 2018 yılında yayımlanan belgede sunulmuştur. (https://cuba-solidarity.org.uk/resources/upr%20csc%20submission%202017.pdf)
Küba’da eğitimle ilgili önemli gözlemlerin yer aldığı raporda, sanat ve müzik eğitimi ile ilgili olarak şunlar yer almaktadır:
“Küba okullarında sanatın varlığı, ziyaretimiz boyunca dikkat çekiciydi. Ziyaret ettiğimiz hemen hemen her okulda öğrenciler bizim için gösteri yaptı, şarkı söyledi veya dans etti. Çizim, resim, heykel, müzik ve dansa ayrılan zamanla sanat, sadece programa tam olarak entegre edilmekle kalmamakta, aynı zamanda çocuklar sınıflarında ve oyun alanlarında sanat eserleri ve müzikle çevrilmekteydi. Ziyaret ettiğimiz bazı okulların dış duvarları devasa duvar resimleriyle süslenmişti.
“Bunların çoğu, eğitim sistemine toplumsal katkı olarak ünlü Kübalı sanatçılar tarafından yapılmıştı. Ayrıca biri müzik okulu, diğeri sanat okulu olmak üzere iki uzmanlık okulunu ziyaret ettik. Bu okullardan öğretmenler, müzik veya sanata ilgileri ve/veya yetenekleri varsa öğrencileri başvurmaya teşvik etmek için ilkokulları ziyaret etmekteydi. Öğrencilerin ikiye bölünmüş uzun bir okul günü vardı. Yarım gün boyunca yaşıtlarıyla aynı hızda normal programı işliyorlardı. Diğer yarısı için, küçük gruplar halinde veya bire bir eğitim veren uzmanlar eşliğinde müzik veya sanat dersleri vardı. Öğrenciler daha sonra üniversiteye veya teknik eğitime devam etme veya Sanat alanında kariyer yapma seçeneğine sahip olmaktaydı. Uzmanlık okullarının sağlanmasının yanı sıra, normal okullardaki sanat ve müzik standardı inanılmaz derecede yüksekti ve eğitim programında bu konuları çalışmak için verilen süre oldukça fazlaydı.”
Küba neden müzik eğitimine bu kadar önem veriyor?
Çünkü insana, insanın her yönden gelişimine değer veriyor. Çocuklarının her yönden sağlıklı ve mutlu olması önemli sosyalist Küba için.
Sosyalist Küba’da çocuklar, insanlar mutlu, özgüvenli. Sokaklarda dans ediyor, şarkı söylüyor, dünyanın Başhaydudu ABD Emperyalist Çakalının tüm saldırılarına göğüs geriyor, “Feleğe Meydan Okuyor”lar. Küba halkı eğitim ve bilim alanında sosyalizmin tüm nimetlerinden yararlanıyor, gelişiyor, insanlığa katkı sunuyor.
Ülkemiz çocukları, halkımız ise Faşist Din Devletine giden yolda inim inim inliyor; Ortaçağcı gericiliğin kıskacında mutsuz, özgüvensiz, geleceksiz.
Ama gün gelecek, devran dönecek, AKP’giller çocuklarımıza yaptıkları zulümlerin de hesabını verecekler. İşte o gün geldiğinde okullarımızı, sokaklarımızı, evlerimizi çocuklarımızın çalıp söylediği umut şarkıları çınlatacak.