Site rengi

Tasarım

Harbord Raporu, “Ermeni Sorunu” ve Ekim Devrimi – Kurtuluş Savaşı Dayanışması

13.05.2019
3.751
A+
A-

Hüseyin Ali

Türkiye’nin “Ermeni Sorunu”, aslında Ekim Devrimi ile çözülmüştü. Sovyetler Birliği döneminde emperyalizm, yapay Ermeni Sorunu’nu gündemde tutsa da etkili olamadı. Çünkü “sorun” gerçekten de çözülmüştü. Çünkü Türkiye coğrafyasında “geniş halk tabakaları içinde derin hareketler uyandıracak bir Ermenilik meselesi” mümkün değildi (Hikmet Kıvılcımlı, Yedek Güç: Ulus (Doğu), s. 24).

Aslında bu gerçek bugün için de geçerlidir. Ne var ki, artık Sovyetler Birliği yoktur ve emperyalizm eski “Ermeni Sorunu” yarasını sürekli kaşıyarak gündemde tutmaktadır.

Amaç, tıpkı İsrail gibi, Türkiye’nin, Rusya’nın, Kafkas halklarının ve Türki Cumhuriyetlerin başına bela olacak, emperyalist uşağı, kukla bir yapay devlet oluşturmaktır.

Bunun için “Ermeni Soykırımı” iddiası, birer birer emperyalizmin güdümündeki ülkeler tarafından kabul edilmektedir.

Trump Delisi de bu yıl, kendinden önceki ABD başkanlarından Obama’nın ve kendisinin de başkanlığı döneminde daha önce söylediği gibi 24 Nisan’ı “Büyük Felaket” olarak adlandırdı. Şöyle dedi: “(…) Büyük Felaket sırasında kaybedilen hayatları hatırlamada Ermeni halkının yanında duruyoruz…”

Bu yazımızda, ABD Emperyalizminin 1. Emperyalist Savaş sonrasında Anadolu’ya gönderdiği bir askeri komisyonun raporundan, Harbord Komisyonu’nun Raporu’ndan söz edeceğiz.

Savaştan hemen sonra, Ağustos 1919’da ABD Emperyalizmi, Ermeni Sorunu konusunda keşif yapmak üzere Kafkas ülkelerine ve ülkemize bir askeri komisyon gönderir. Komisyonun başkanı General James G. Harbord’dur ve komisyon da bu yüzden “Harbord Komisyonu” olarak adlandırılır.

Komisyonun amacı General Harbord tarafından yazılan ve “Yakındoğu’da Durum: Amerikan Askeri Misyonu’nun Ermeni Raporu” (Conditions in the Near East: Report of the American Military Mission to Armenia) adıyla Nisan 1920’de yayımlanan rapora göre şöyledir:

“Uygar dünyanın ilgisi, dehşeti ve sempatisi Ermenistan üzerine öylesine yoğunlaşmıştır ki, bu yüzden bu komisyonun amacı ve çalışmaları da bu kanla ıslanan bölgeye ve bölgenin geri kalan trajik Hıristiyan nüfusuna, aşağıdaki başlıklarla odaklanmıştır: (a) Ermeni halkının tarihi ve güncel durumu; (b) Yeniden düzenlenme için politik durum ve öneriler; (c) manda yönetimi için karşılaşılabilecek şartlar ve sorunlar;

 (d) manda yönetimi için olumlu ve zıt görüşler.”

(Harbord Raporu,  http://armenianhouse.org/harbord/conditions-near-east.htm)

Tabiî, asıl amaç henüz İngiltere’nin gölgesinde kalan ama palazlanmaya devam eden Amerikan Emperyalizminin, dünya pazarında Amerika kıtası dışında kendine yer aramasıdır. Aslında ABD Dışişleri Bakanı Robert Lansing, Harbord’un görevini şu öğütlerle özetler: “Politik, askeri, coğrafi, idari, ekonomik vb. bölgede Amerikan çıkarları ve sorumluluklarını kapsayan alanları araştırmak ve rapor etmek.”

Nitekim, Harbord’un ekibindeki görev dağılımı da işin kapsamının ne kadar geniş olduğunu ortaya koymaktadır. Harbord şu alanlarda görev dağılımı yapar: (A) Politik etkenler ve sorunlar; (B) Türkiye ve Transkafkasya’da hükümetler; (C) Türkiye ve Transkafkasya’nın kamu ve özel maliyesi; (D) Türkiye ve Transkafkasya’da ticaret ve sanayi; (E) Halk sağlığı; (F) Nüfus, sanayi ve diğer özelliklerin sürdürülebilirliği; (G) İklim, doğal kaynaklar, hayvancılık ve tarım; (H) Coğrafya, madencilik ve sınırlar; (I) Türkiye ve Transkafkasya’da basın; (İ) Manda yönetimi bakımından askeri sorunlar; (J) Küçük Asya ve Transkafkasya arasında taşımacılık ve iletişim.

Harbord Komisyonu 50 kişiden oluşmaktadır. Gezi (aslında keşif demek daha doğru) İstanbul’dan 1919’un Eylül ayı başlarında başlar ve 30 gün sürer. Önce trenle Adana, Halep ve Mardin’e gidilir. Daha sonra otomobil ile Diyarbakır, Harput, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Etchmiadzin’e ve son olarak da Tiflis’e gidilir. Ayrıca, bir yan grup da Karadeniz kıyısında Samsun-Trabzon arasını inceler. Bitlis ve Van vilayetlerindeki durum da araştırılır.

Görüldüğü gibi, sayılan bütün bu bölgeler, çoğunlukta olmasalar da Ermenilerin yaşadığı bölgelerdir.

Raporun tarihçe kısmı beklendiği gibi “Ermeni Soykırımı” iddiasını kabul ederek, emperyalist ağzıyla aktarmalar yapıyor. Ancak, şurası ilginç: Türkiye’yi paylaşmak için emperyalist ülkelerin gizli bir anlaşma yaptığı ve Ekim Devrimi’nin bunu ifşa ettiği gerçeği vurgulanıyor.

“(…) Türkiye’nin savaşa girişiyle birlikte (Ermeni Sorunu konusunda) daha ileri bir anlaşma iptal edildi – bu anlaşma dizisinin sonuncusu İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılan gizli anlaşmaydı, ki bu anlaşmanın varlığı Bolşevik otorite tarafından açıklandı, anlaşmaya göre Ermenistan; Rusya ve Fransa arasında bölüşülüyordu.” (Harbord Raporu)

Harbord Raporu, düzmece Ermeni Soykırımı iddiasını kabul ediyor görünmekle birlikte, bazı gerçekleri de ortaya koyuyordu. Örneğin, bu coğrafyada Ermenilerin hiç çoğunlukta olamaması gibi… Raporda şöyle yazılıyor:

“Savaştan önce bile, Ermenilerin bir iki yer dışında Türkiye Ermenistanı’nda iddia edildiği gibi çoğunlukta olmaları gerçek dışıdır. Bugün Türk nüfusun büyük kayıplar vermesine ve bunun durumu bir ölçüde dengelemesine rağmen, katliam mağdurları ve sınır dışı edilenler geri dönmüş olsa bile, Ermenilerin tek bir toplulukta çoğunluk olmalarına kuşkuyla bakıyoruz. Bugün Türkiye Ermenistanı’nda muhtemelen 270,000 Ermeni var. Yaklaşık 75,000 civarında Ermeni Suriye ve Mezopotamya bölgesinden geri döndü; diğer bölgelerden de yavaş yavaş dönüşler oluyor; bir kısmı ise şu veya bu nedenle ülkede kalmış. Transkafkasya’da, Türkiye Ermenistanı’ndan muhtemelen 300,000 sığınmacı var; ayrıca birkaç bin kişi de tüm Yakın Doğu’ya dağılmış durumda.” (Harbord Raporu)

Görüldüğü gibi, Ermeniler bu topraklarda ne savaş öncesinde, ne de onca Türk kaybına rağmen savaş sonrasında çoğunluk olamamıştır, deniliyor. Gerçekten de, Ermeniler bütün bu geniş coğrafyada seyrek bir şekilde dağılmışlardır. Harbord Raporu bu gerçeği doğrulamaktadır.

Türklerin kaybı ise çok büyüktür. Şöyle denilir raporda:

“Savaşa giden Türk köylülerinden geri dönenlerin oranı yüzde 20’yi geçmez. Yaşları 20-35 arasındaki erkeklerin yokluğu hemen fark edilmektedir. Sadece tifüsten altı yüz bin Türk askerinin öldüğü belirtilmektedir, yetersiz hastane hizmeti ve malzeme eksikliği ölüm oranını büyük ölçüde artırmıştır.” (Harbord Raporu)

Ermeni iddiaları, “Ermeni Soykırımı”nı 1915 ile sınırlı tutmayıp, Kurtuluş Savaşı dönemini de kapsayacak şekilde uzatır.  Harbord Komisyonu, başlangıçta önyargılıdır. Ancak uğrananılan bütün haksızlıklara, batıda Yunan işgalinin zulmüne rağmen Ermenilere hiçbir kötü muamelede bulunulmamıştır. Bu durum şöyle belirtilir.

“Türkiye’de evlerine geri dönen Ermenilerin yaşamlarının tehlikede olduğuna dair tek bir kanıt yoktur.” (Harbord Raporu)

Çünkü Ermeni ve Türk Halkları bu coğrafyada yüzyıllardır bir arada kardeşçe yaşamışlardır. Emperyalizm, tıpkı Balkanlar’da yaptığı gibi, Ermenileri örgütleyip silahlandırarak Türk ve Müslüman kırımı yaptırır.  Amaç; Türkleri Ermeni Halkına karşı kışkırtarak, Osmanlı’yı dünya halklarının gözü önünde haksız duruma düşürmek, parçalamak ve Ermenistan’a toprak kazandırmaktır.

Ancak, Rapor’da Ermeni ve Türk Halklarının kardeşliği de vurgulanmaktadır. Ve bu da emperyalist oyununu bozan bir unsurdur.

“Şunu belirtmekte büyük yarar var, şimdiye kadar Türkler ve Ermeniler resmi teşvik olmadan kendi hallerine bırakıldıklarında barış içinde yaşamışlardır. Beş yüzyıldır aynı toprakta yan yana var olmaları, birbirlerine bağımlı oluşlarının ve karşılıklı çıkarlarının göstergesidir.” (ay.)

Böylece bu iki halkın normalde kardeş oldukları, birbirlerine muhtaç oldukları vurgulanır. Ancak; “Ermeni de kan dökmede suçsuz değildir; hafızası güçlüdür ve eğer fırsat bulursa misillemede bulunacağı kesindir”, denilerek Ermenilerin kini de vurgulanmadan geçilmez.

Harbord Raporu, bu aktardığımız kısımları bakımından nispeten gerçekçidir. Sonuçta, Amerikan Emperyalizminin manda tezgâhının pek de kolay olmadığı, pahalı olacağı şu cümlelerle belirtilir.

“(…) Komisyon belirtilen nedenlerden dolayı Ermenistan’da manda yönetiminin aynı zamanda Anadolu, Rumeli, İstanbul, Transkafkasya bölgesinde de manda yönetimini gerektirdiğine inanmaktadır; Ermenistan’ın Türkiye vilayetleri ve Anadolu ile Rusya Ermenistanı, Gürcistan ve Azerbaycan sınırları bugünkü gibi kalmalıdır.” (ay.)

Bu boyutta bir Amerikan mandasının yapılabilmesi mümkün olmasa gerek… Ayrıca, bu işin bir de mali portresi çıkarılır. Buna göre Amerikan Emperyalizminin üç yıllığına masrafı 756 milyon 14 bin dolardır. Bu meblağ, doların dolar olduğu günlerde çok yüksek bir kaynak anlamına gelir. Doların o dönemdeki alım gücü bugünkünün en az 20 katı civarında olsa gerek. Öte yandan, Amerika Emperyalizmi bölgede 25,000 ile 200,000 arasında asker bulundurmak zorunda kalacaktı. Bütün bunlar caydırıcıydı emperyalizm için.

Caydırıcı asıl unsur ise raporda şöyle belirtilmektedir:

“Bu bölge asırlardır militarizm ve emperyalizmin savaş alanı olmuştur. Tutkulu devletlerin bölgeyi kontrol etmek için manevralar yapacağı kesindir. Bu durum bizim pozisyonumuzu Monroe Doktrini’ne göre (Monroe Doktrini, Amerikan kapitalizminin “Amerika Amerikalılarındır” diyerek diğer kapitalistleri Amerika kıtasından uzak tutma çabasıdır – H. A.) zayıflatmaktadır ve sonuçta muhtemelen yeniden yapılanan Rusya ile birlikte bizi de kapsayacaktır.” (agy.)

Evet, burada en önemli unsur Ekim Devrimi ile yapılanan Sovyet Rusya’dır. Ama daha öncesinde Türkiye’nin Çanakkale Zaferi ve hemen sonra ortaya çıkan Kuvayimilliye hareketi de bir o kadar önemlidir.

Sonuç: Emperyalizmi gerileten Ekim Devrimi ve Kuvayimilliye dayanışmasıdır!

Ekim 1917 Sovyet Devrimi, Kuvayimilliye hareketine, Kuvayimilliye hareketi Ekim Devrimi’ne destek olmuştur. Bu durum belgelerle kayda girmiş, yaşanan gerçeklerle kanıtlanmıştır.

Örneğin antikomünist paşa Kazım Karabekir bile Anadolu ve Kafkasya’daki durumla ilgili Nisan 1920’de Ankara’ya şöyle görüş bildirmiştir:

“Bugün Anadolu’nun halası (kurtuluşu) için Bolşevik ordularıyla el ele vererek hareketten başka bir çaremiz kalmamıştır…” (Emel Akal, Moskova-Ankara-Londra Üçgeninde İştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri. İletişim Yayınları, 2013)

Mustafa Kemal ise çok kısa bir süre sonra Kazım Karabekir eliyle Moskova’ya şu mektubu gönderecektir:

“1. Emperyalist hükümeti aleyhine harekâtı ve bunların taht-ı tahakküm ve esaretinde bulunan mazlum insanların tahlisi gayesini istindaf eden Bolşeviklerle tevhid-i mesai ve harekâtı (birlikte çalışmayı ve harekâtı) kabul ediyoruz.

  1. Bolşevik hükümeti Gürcistan üzerine harekât-ı askeriye yapar (…) içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere bunlar aleyhine harekâta başlamasını temin ederse Türkiye hükümeti de emperyalist Ermeni hükümeti üzerine harekâtı askeriye icrasını ve Azerbaycan hükümetini de Bolşevik zümre-i düveliyesine idhal etmeyi taahhüt eder (Bolşevik devletler zümresine katmaya söz verir).
  2. Evvela milli topraklarımızı taht-ı işgalinde bulunduran emperyalist kuvvetleri tart ve atiyen emperyalizm aleyhine vuku bulacak mücadelat-ı müşterekemiz (ortak mücadelemiz) için kuva-yı dahiliyemizi taazzuf ettirmek (dahili kuvvetlerimizi biçimlendirmek) üzere ilk taksit olarak 5 milyon altının ve …cephane ve vesait-i fenniye-i harbiye ve malzeme-i sıhhiyenin ve yalnız Şark’ta icrayı harekat edecek kuvvetler için erzakın Rus Sovyet Cumhuriyetince temini lazımdır.” (agy.)

Demek ki, doğru bir çizgi tutturulursa, emperyalizm canavarı ne kadar güçlü görünürse görünsün yenilmeye mahkûmdur. En azından saldırganlığı kırılacaktır.

Günümüzde de bu coğrafyada yapılması gereken ilk iş bu antiemperyalist çizgiyi yakalamaktır.