Site rengi

Tasarım

İşçi Sınıfının Tarihsel Misyonu ve Türkiye’de Sendikalar Faciası Üzerine

01.02.2025
240
A+
A-

Dr. Mustafa Şahbaz

 

Kapitalizm Artıdeğer Sömürüsü Üzerine Kuruludur

Kapitalist toplumda Geniş Yeniden Üretim yapılır. Geniş Yeniden Üretim kapitalizmin yaratığıdır. Ya da tersinden söylersek Geniş Yeniden Üretim Kapitalizmi doğurur. Yani biri olmadan diğeri olmaz. Ondan önceki toplum biçimlerinde Basit Yeniden Üretim yapılırdı.

Basit Yeniden Üretim demek; ihtiyaca yetecek kadar, ihtiyaçları karşılayacak kadar üretim yapmak demektir. Yani bir gün, bir ay, bir yıl içinde toplumun ihtiyaçları için tüketilen ürünün ertesi gün, ay, yıl için ihtiyaca yetecek kadar yeniden üretilmesidir Basit Yeniden Üretim.

Oysa Kapitalist Düzende ihtiyaca binaen yapılmaz üretim; piyasada satmak için, piyasaya sunmak üzere yapılır. O yüzden kapitalist, bu yıl hatta bu ay ürettiğinin daha fazlasını gelecek ayda ya da yılda üretmek ister. Ne kadar çok üretirse o kadar kâr eder çünkü.

Geniş Yeniden Üretim yapılabilmesi için birkaç elemanın bir araya gelmesi, kapitalist metotla üretim yapılacak ortamın yaratılması gerekir.

Kapitalizmin olabilmesi için önce bir kapitalistin olması gerekir elbette. Ama kapitalistin var olabilmesi de İşçi Sınıfının, bilimsel terimiyle söylersek Proletaryanın var olmasını gerektirir. Çünkü kapitalist, Ortaçağ’ın bir başına ya da birkaç kişiyle ve kişisel olarak üretim yapan küçük esnafı ve zanaatkârı değildir. O, kurduğu işletmede onlarca, yüzlerce, hatta binlerce kişiyi bir araya getirerek üretim yapmak durumundadır. Böylece kapitalizm, o güne kadar görülmedik bir biçimde üretimi sosyalleştirir. Kapitalist işini büyüttükçe ve kapitalizm ülke çapında geliştikçe İşçi Sınıfı nicelikçe yani sayıca daha da çoğalır. Kapitalistler, kapitalizmi yıkacak, yerine sömürünün olmadığı sosyalist toplumu kuracak, giderek sınıfsız toplum olan komünist toplumu hayata geçirecek Proletaryayı, bizzat kendi elleriyle gittikçe büyütürler. Kendi mezar kazıcılarını yaratırlar, yaratmak zorundadırlar.

Kapitalistin işçileri bir araya getirmekteki amacı, bir fabrikada bir araya getirdiği üretim araçlarının başına işçileri koyarak, onları çalıştırarak fabrikasına hammadde olarak soktuğu ürünlerin mamul maddelere, piyasaya sürülecek metalara dönüştürülmesini sağlamaktır.

Kapitalist, bir fabrika kuracaksa, o fabrikanın binasını, üretim araç gereçlerini, makinaları ve hammaddeyi bir araya getirmelidir. Bu elemanları bir araya getirebilmesi ise Paraya (kapitale, sermayeye) bakar. İşin ilginç yönü şudur ki, adı kapitalist yani sermayedar olan bu kişinin genelde parası (sermayesi) yoktur. Kapitalist bu parayı, kapitalizmin ilk yıllarında sarraflardan ya da bankerlerden bulurdu. Günümüzde ise bankalardan Borç alır. Tabiî banka kapitaliste bu parayı, kapitalistin kara kaşı kara gözü için vermez. Bu borç olarak verdiği para karşılığında bir Faiz talep eder. Ayrıca bankanın kapitaliste bu krediyi vermesi için bu parayı yeniden tahsil edebileceğine ikna olması gerekir. Bunun için de kapitalistin bu parayı faiziyle birlikte ödeyebileceğine dair çok sağlam karşılıklar göstermesini ister.

Kapitalist bu parayı temin etti, bankadan gerekli krediyi buldu diyelim; fabrika kurabilmesi için geniş arazilere ihtiyacı vardır. Hatta bu araziler üzerine inşa edilmiş binalara ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyacı da Büyük Emlak ve Toprak Sahiplerinden temin eder. Büyük Emlak sahibi de arsasını ya da binasını yine kapitalistin kara kaşı kara gözü için ona kullandırtmaz. Karşılığında bir Rant, İrat, Kira ister. Bunları da sağladıktan sonra yani parayı ve fabrikanın binasını temin ettikten sonra, üretim araç gereçlerini, makinaları vb.ni bir araya getirmelidir kapitalist. Bu donanımlar sağlandıktan sonra hammaddelerin de fabrikaya getirilmesi gerekir doğaldır ki.

Bütün bunlara rağmen henüz ortada bir fabrika, bir kapitalist işletme yoktur. Bütün bu hazırlıkların işe yaraması, bu mekanizmanın işlemesi ve kapitalistin kâr elde edebilmesi için işçilerin bu aletlerle ve hammaddeyle buluşturulması; üretim sürecinin başlaması gerekir. İşte işçi teminine kadar saydığımız bölümler için kapitalistin yatırdığı sermayeye Sabit Sermaye ya da Değişmeyen Sermaye denir. Bu değişmeyen sermaye durduğu yerde herhangi bir artıdeğer üretemez.

Kapitalistin bir artıdeğer elde edebilmesi için işçilerin o aletlerin başına geçip fabrikaya gelen hammaddeyi işlemesi yani İşgücünü kullanarak Emeğini o hammaddeye aktarması, emeğinin üretilen metada kristalize olması gerekir. Fabrikada bu üretim sürecinin sonunda, işçinin bu faaliyetiyle ortaya piyasaya sürülecek ürünler-metalar çıkar. Artık bu ürünlerin değeri, fabrikaya girdiklerinde taşıdıkları değerin üzerindedir yani hammadde olarak taşıdıkları fiyatın-değerin üzerine işçinin emeğini aktarması ile, emeğinin o üründe kristalize olmasıyla bir Artıdeğer kazanırlar. İşte kapitalistin artıdeğer üreten bu yatırımına, işçinin işgücünü belli bir süreliğine satın almasına, Değişen Sermaye denir. Kendisine yatırılan sermayeden (verilen ücretten) daha fazlasını üreten sermayedir Değişen Sermaye yani işçinin işgücü. Bu söylem çok maddeci, çok itici gelebilir. Fakat kapitalist için işgücü de tıpkı diğer üretim elemanları gibi satın alınan bir metadır.

 

Kapitalist (Emperyalist) Düzende İşçi ile İşveren

Uzlaşmaz Bir Çelişki İçindedir

Bu kısaca özetlediğimiz kapitalist yöntemle yapılan üretim sürecinin sonunda ortaya çıkan artıdeğeri, gördüğümüz gibi, işçi üretmiştir. Ama bu emek ürünü işçinin kendisine ait değildir, patronun malıdır. Patron bu ürünü satacak; elde ettiği artıdeğerin bir kısmını bankaya Faiz, bir kısmını büyük emlak sahiplerine Rant (Kira) olarak ödeyecektir. Kalan kısmının az bir kısmını işçilere Ücret olarak ödeyecek, kalanını da cebine ya da kasasına Kâr olarak atacaktır.

Bu noktadan sonra kapitalizmin uzlaşmaz çelişkisi başlamış olur. Kapitalistin amacı kâr etmektir. Ama Değişmeyen Sermaye, adı üstünde değişmeyen sermayedir, oradan bir artıdeğer elde edemez. Artıdeğerin tek kaynağı, Değişen Sermayedir. Kâr edebileceği tek alan budur. Bu artıdeğerin bir kısmını, işçinin hayatta kalabilmesi, dahası işgücünü devam ettirebilmesi için, işçilere ücret olarak ödemek zorundadır. Fakat burada ters orantılı bir denklem çıkar ortaya: Kapitalist, işçiye ne kadar az ücret verirse kârı o kadar artar. Kapitalist, işçinin yarattığı artıdeğerden en fazlasını kasasına aktarmak, işçiyi mümkün olduğu kadar çok sömürmekten çıkarlıdır. Diğer taraftan işçi ise yarattığı bu artıdeğerin en fazla kısmını almak, kendisini mümkün olduğunca az sömürtmek ister yani kendini sömürtmemekten çıkarlıdır.

Böylece kapitalistle işçi, birbirleriyle tümüyle zıt çıkarları nedeniyle, karşı karşıya gelirler. Uzlaşmaz, uzlaşması mümkün olmayan bir çıkar savaşına, Sınıflar Savaşına girmiş olurlar. Bu sınıflar savaşı bir tercih meselesi değil, kapitalizmin yarattığı kaçınılamaz bir olgudur.

Burada Kıvılcımlı Usta’ya bir kulak verelim:

***

Sosyal Sınıf: dedik mi, ilkin Modern ekonomi temelini ve onu belirlendiren Egemen Üretim yordamını göz önüne getiriyoruz. Her toplumun sosyal sınıfları, her şeyden önce, o toplumun “Egemen Ekonomi” ilişkilerinde Dolaysızca, yani Birinci Kertede görevli bulunan insan kümeleridir.

“Egemen Ekonomi” der demez şunu anlıyoruz: Demek her toplumda başkaca “Egemen Olmayan Ekonomi ve Üretim” biçimleri de vardır. Modern burjuva toplumunda egemen üretim biçimi Kapitalist Üretim yordamıdır. Kapitalist toplumun sosyal sınıfları, ancak Kapitalist Üretim Yordamı içinde Dolaysızca, yani Birinci Kertede görevli bulunan insanların kümeleşmeleridir. Ve ancak o kümelerin ilişkileri Modern toplum sınıfları bakımından düşünce ve davranış konusu edilebilirler.

Bir üretim yordamı üzerinde Dolaysızca görevli bulunan sosyal sınıflar başlıca iki karakterle birbirlerinden ayırt edilirler:

1- O sınıfların Durumları başka başkadır.

2- O sınıfların Çıkarları başka başkadır.

Modern toplumda İşveren sınıflarının durumu: Üst ve Güdücü sınıf olmak; İşçi Sınıfının durumu: Alt ve Güdülen sınıf olmaktır. Gene modern toplumda, İşveren sınıfının çıkarı: elinden geldiği kadar çok Artıdeğer koparmak, yani Sömürmek; İşçi Sınıfının çıkarı ise: elinden geldiği kadar az Artıdeğer koparttırmak, yani Sömürülmemek’tir.

Bu tanımlamaya göre, Modern toplumun başlıca Sosyal Sınıfları: İşveren ve İşçi Sınıflarıdır. İşveren sınıfı Üstte Sömürücü, İşçi Sınıfı Altta Sömürülen sınıflar oldukları için, durumları ve çıkarları bakımından iki zıt kutup olmuşlardır. Sonsuz gibi görülen önüne geçilmez bir savaş içinde bulunurlar. Buna Sınıflar Savaşı yahut Sınıflar Güreşi yahut Sınıflar Dövüşü adları verilir.

Sınıflar dövüşü denilen gerçekliği şu veya bu insanın dileği yahut kaprisi yaratmaz. Kapitalist düzenin ta kendisi sınıflar savaşını gerektirir.

Mesele böyle konulunca, Sınıflar Savaşını doğru bulmayanlar yahut istemeyenler varsa, o gibi kimseler ne dediklerine biraz dikkat etmelidirler. Onlar eğer zerrece sözlerinin eri iseler, sınıflar dövüşünü yanlış veya kötü sayarken, belki farkına varmayarak, her şeyden önce Kapitalizmi doğru bulmuyorlar ve istemiyorlar, demektir. (Hikmet Kıvılcımlı, Genel Olarak Sosyal Sınıflar ve Partiler, Derleniş Yayınları, İkinci Baskı, 2015, s. 16-17)

***

Demek ki kapitalizmde üretimle dolaysızca görevli iki sınıf vardır:

1-Kapitalistler, Burjuva Sınıfı;

2- Proleterler, İşçi Sınıfı.

Günümüz Türkiye’sinde (hatta tüm dünyada) artık Burjuva Sınıfı bütün bileşenleriyle iktidarda değildir. Sanayi, Ticaret ve Mali Sermaye ile Büyük Emlak ve Toprak Sahiplerinin en irilerinin bankalar kubbesi altında birleşmelerinden oluşan Finans-Kapital zümresi, hem ekonomi temelini hem de iktidar tekelini elinde bulundurur. Bu artık kapitalizmin Tekelci aşamasıdır; Lenin Usta’nın deyimiyle “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması-Emperyalizm”dir.

Türkiye’de Karşıdevrim Cephesi, Devrim Cephesi

Türkiye’de 40-50 aileden oluşan ve sayıları 300-500’ü aşmayan azınlığın azınlığı Modern Parababaları, Antika Parababaları olan Tefeci-Bezirgân Sermaye ile ittifak kurarak bu azınlık durumunu gizler. Hatta Tefeci-Bezirgân Sermayenin din sömürüsündeki ustalığından yararlanarak çoğunluk gibi görünmenin yolunu bulur. Bu Tefeci-Bezirgân Sermaye (ki, tâ 6000 yıl önce Mezopotamya’da Köleci toplumla birlikte ortaya çıkmıştır ve o günden beri) Doğu Toplumlarında varlığını hâlâ devam ettirmektedir. Üretimle hiçbir ilgisi olmayan asalak bir sınıftır. Bunların sayısı da 3000-5000 kişiyi geçmez. Yani 85 milyonda 5000 bilemedin 6000 kişi, ekonomiden, siyasete, kültüre, eğitime, ahlâka, dine varıncaya kadar her şeyi belirlemektedir. 85 milyondan oluşan Türkiye Halklarını yabancı Parababaları ile birlikte sömürmekte, güzelim ülkemizi cehenneme çevirmektedirler.

Bu zulüm düzeni, yalnızca İşçi Sınıfını ezmez. Tüm emekçi kesimleri İşsizlik Pahalılık Cehenneminde yaşatır, yakar.

Bu zulmü yaratan düzenin, Karşıdevrim Cephesinin önderliğini, uluslararası Parababalarıyla etle tırnak olmuş yerli Modern bir sınıf olan Kapitalist Sınıfının bir zümresi olan Parababaları (Finans-Kapitalistler) yapar.

Modern ve Antika Parababalarının dışında kalan tüm sınıf ve tabakalar ise Devrim Cephesini oluşturur. Parababaları düzeninin ezip sömürdüğü, cehennem hayatına mahkûm ettiği Halk, tüm sınıf ve tabakalarıyla Halk Kurtuluş Cephesini oluşturur.

Bu düzeni yıkacak, tüm emekçi halkımızı kurtuluşa, sınıfsız topluma (sömürüsüz düzene) götürecek olan mücadelenin, Devrim Cephesinin, Halk Kurtuluş Cephesinin önderi ise yine Modern bir sınıf olan İşçi Sınıfımızdır (Proletaryadır).

Çünkü İşçi Sınıfı, Tarihte hiçbir ezilen sınıfın sahip olmadığı bir Kolektif Aksiyon gücüne sahiptir. Bu özelliği onu ezilenlerin önderi olmaya çağrılı kılar. Tarihsel gelişim, en örgütsüz konumunda bile, potansiyel olarak Halk Kurtuluş Cephesinin Özgücü olmak zorunluluğunu İşçi Sınıfının omuzlarına yüklemiştir. Ve İşçi Sınıfı, hiçbir sınıfın emeğini sömürmekten çıkarlı da değildir, böyle bir olanağa sahip de değildir. O, yeryüzünden sömürüyü tümden kaldırmakla görevlidir.

AKP iktidarı, ülkemizin tüm kaynaklarını tükettiği için son yıllarda her zamankinden daha fazla ezilen kitlelerin ekmeğine göz koyar olmuştur. En son 2025 yılı için belirlenen 22.104 lira asgari ücret, 14.469 lira emekli aylığı, Bağ-Kur ve İşçi Emeklisine yüzde 15,75, memur ve memur emeklisine yüzde 11,54 zam, bu kitleler için bıçağın kemiğe dayandığı anlamına gelir. Ve bu kesimlerin tamamından bu soygun düzenine tepkiler yükselmektedir.

AKP, bugüne kadar kamudan yaptığı talanı, kitleleri Allah’la aldatarak gizleyebilmiş; emekçi kitlelerin en ağulu düşmanıyken onların dostu gibi görünmeyi başarabilmiştir. Oy hırsızlıklarıyla ve devşirilmiş muhalefetin sözüm ona muhalefet yapıyor olmasıyla seçim üzerine seçim kazanarak iktidarını sürdürebilmiştir.

Allah’la aldatmanın yetmediği noktada ise Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen gibi adında “sendika” ibaresi bulunan ama gerçekte iktidarın amigosu olmaktan öte bir iş yapmayan, emekçileri Parababalarına peşkeş çekmekten başka bir marifeti bulunmayan ve tamamen AKP’nin güdümündeki sarı sendikalar aracılığıyla kitleleri tepkisiz bırakmayı bugüne kadar başarabildi.

Örneğin;

Memur örgütleri içinde en yüksek üye sayısına sahip olan Memur-Sen, bildiğimiz gibi tamamen AKP’nin güdümünde örgütlenmiş bir konfederasyondur. Bir taraftan Tayyipgiller’in kendi yandaşlarını memur olarak atamaları sayesinde bu sendika sayıca büyümüştür. Diğer taraftan devrimci sendikalara üye olanlar üzerinde estirilen zılgıttan dolayı, işinden olmak istemeyen çok sayıda kamu çalışanı ise kerhen (istemeye istemeye) bu sendikaya üye olmuştur.

Tabiî bu şekilde kurulan ve büyütülen sendika, Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde yetkili sendika olmuş; o günden beri de hiçbir zaman kamu çalışanlarının çıkarlarını savunmamıştır. Tam tersine kamu çalışanlarının Tayyipgiller hükümetlerinin istekleri doğrultusunda ücretlendirilmesini sağlayarak bütçeden kamu çalışanlarına verilmesi gereken kaynakların yandaş müteahhitlere, daha doğrusu Tayyip ve avanesine aktarılmasını sağlamıştır.

En son Ocak 2025 zammında görüldüğü gibi, Memur-Sen’in bağıtladığı Toplu İş Sözleşmesi gereğince yapılan zam, Toplu İş Sözleşmesi bağıtlama olanağı olmayan SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yapılan zammın gerisinde kalmıştır.

Sözde bu sendika devletle Toplu İş sözleşmesi yapıyor bu Toplu İş sözleşmesi gereği memur maaşlarında ve memur emeklilerinin maaşlarındaki artış %11,54 oluyor yani devletle Toplu İş sözleşmesi yapmamış olan SSK ve Bağ-Kur emeklileri yüzde 15,75 zam alırken Toplu İş sözleşmesi yapmış olan memurların maaşlarındaki artış %11.54’te kalıyor. Yani kitleler AKP iktidarı ve o iktidara bağlı sendikalar tarafından Parababalarına peşkeş çekiliyor. Kitlelere adeta keşke örgütlü olmasaydık dedirtiliyor.

Oysa biz hep ne diyoruz?

Örgütsüz halk köle halktır! Örgütlü halk yenilmez!

Tabiî bu sonuçta bir slogan; tek başına her şeyi izah etmesi, açıklığa kavuşturması beklenemez. Örgütlü halk deyince de gerçek halk örgütlerinde örgütlenmiş örgütlü halkı anlamak gerekiyor. Yoksa Ortaçağcıların eliyle örgütlenmiş sözüm ona sendikaların, Ortaçağcı tarikatlardan herhangi bir farkı olmuyor görüldüğü gibi. Tarikatlar halkımıza sabır öneriyorlar boyuna. Bu dünyayı kaybettiniz ama gelecek dünyayı kazanacaksınız; Cennete ilk girenler yoksullar olacak, gibi Allah ile aldatma yöntemleriyle halkımızı kafadan gayrimüsellah (silahsız) kılıyorlar. Aynı şeyi bu gerici sarı sendikacılar da yapıyor. Bileği hakkına emekçilerin haklarını söke söke almak yerine “Tayyip’in yapacağı kıyakla”, kitleleri oyalıyorlar. Halkımızı örgütlenmekten, örgütlü mücadeleden soğutuyorlar.

Ne yazık ki, Yeni DİSK de pek farklı bir hat izleyemiyor. İşçi Sınıfımızı örgütlemekten, kitleleri örgütlü mücadeleye sokmaktan çok uzak bir konumdadır Yeni DİSK de.

Fakat 23 yıla dönen AKP iktidarı boyunca devrimci sendikacılık ilkesinden bir milim şaşmadan mücadele veren, “İşgal, Grev, Direniş, Yaşasın Nakliyat-İş” sloganını Türkiye çapında duyurmuş, en gerici yönetimlerin bile İşçi Sınıfı mücadelesi karşısında nasıl kâğıttan kaplan olduklarını göstermiş ve İşçi Sınıfımıza ve tüm halkımıza yol gösteren deniz feneri olmuş Nakliyat-İş, mücadele bayrağını hep yükseklerde tutmuştur. Avusturya İşçi Sınıfı Marşı’nın söylemiyle; “Kara deryalarda bir fener”, olmuştur Nakliyat-İş. İşkolu farkı gözetmeksizin her işkolunda haksızlığa uğrayan işçilerin yanında olmuş; şanlı direnişler, grevler, işgallerle İşçi Sınıfına nasıl bir güç olduğunu göstermiş, yolunu aydınlatmıştır.

Son zamanlarda AKP’nin ekonomik zulmünün iyice azıtması karşısında Nakliyat-İş’in mücadelesinden ilham alan yeni grevler, direnişler karşısındayız.

Yemeksepeti Motokuryelerinin, Fernas Maden İşçilerinin, Polonez İşçilerinin yürüyüşleri, direnişleri, Birleşik Metal İşçilerinin grevleri vb.leri bu ruhla hayata geçirilmiştir.

Yağmalaya yağmalaya neredeyse yağmalanacak kamu malı bırakmayan Tayyipgiller iktidarı, topladıkları vergilerle yani halktan devlet zoruyla aldıkları haraçla; yağmalarını, vurgunlarını sürdürmek istemektedir. Yani bütçenin büyük kısmını kendi vurgunlarına aktarabilmek için emekçilerin sofralarından yaptıkları hırsızlığı daha da büyütmüş, Mahsuni Şerif’in deyişiyle; yiğidi kuru soğana muhtaç hale getirmiştir.

Ama bugüne kadar halka ettikleri zulüm artık yürütülemez hale gelmiştir. Bunun belirtilerinden biri, bütün zübüklüğüne rağmen CHP’nin 2024 Yerel Seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasıdır.

Daha da önemlisi kitleler meydanlara çıkmaya başlamıştır.

Daha da önemlisi İşçi Sınıfındaki hareketlenme, mücadeleler ve eylemlerdir.

Olaylar, İşçi Sınıfına tarihsel görevini hatırlatmakta; onu göreve çağırmaktadır.

Her şeyden daha önemlisi ise olayların, biz İşçi Sınıfı Devrimcilerini; İşçi Sınıfımızı ekonomik, ideolojik ve siyasal alanda bilinçlendirip örgütleme, devrime hazırlama görevine çağırıyor olmasıdır.

Gelişmekte olan toplumsal olaylar, bizi hazırlıklı olmakla yükümlü kılmaktadır!..

Görevimiz bu kadar önemlidir, kaçınılmazdır.