Kadınlarımızın her türlü sömürüye tepkisi “(…) bütün yasak edilmiş güçler gibi, yeraltında, gizli, sağır, derinden derine işleyen bir güçtür”
Prof. Dr. Özler Çakır
Ülkemizde Parababaları, harami saltanatlarını 19 yıldır da AKP’giller iktidarı eliyle sürdürüyorlar. Hele de son iki yıldır salgın bir yandan, salgını sömürüleri için fırsata çeviren Antika-Modern Sermayenin hiçbir yasa, hukuk tanımaz insanlık dışı uygulamaları bir yandan, yoksul halkımızın ocağına ateş düşürüyor. Yakıyor, kavuruyor tüm emekçi aileleri, insanlarımızı.
Bu aşağılık sınıflı toplum düzeninin yarattığı işsizlik, pahalılık ve yoksulluk cehenneminde işçi-emekçi halkımız iş bulabilmek için, evine ekmek-aş götürebilmek için, çocuklarının kursağına iki lokma da olsa bir şeyler girebilsin diye biçare kıvranıp duruyor. Her zaman olduğu gibi, bu sürecin en büyük mağdurları da kadınlar ve çocuklar oluyor. Birileri hamuduyla yutarken, aksırıncaya-tıksırıncaya kadar yerken, kamu mallarını cukkalarken; hemen her gün, semt pazarlarından arta kalan ezik-çürük sebze ve meyveleri toplayıp evine götürmeye çalışan annelerin, mutfağın yükünü çeken kadınlarımızın görüntüleri yansıyor basına.
Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı, İşsizlik ve Pahalılığı, bu kanser düzeninin mücadele edilmesi gereken en temel sorunları olarak belirlemişti. Kurucu Genel Başkanı olduğu “İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği”nin 1971 yılındaki kongresinde yaptığı konuşmada şöyle söylemişti:
” Aziz işçi kardeşlerim,
İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin kongresinde, hiçbirinize benim kalkıp, İşsizliğin ve Pahalılığın ne olduğunu anlatmama yer yoktur. Bunu her işçi, her köylü, her esnaf, her aydın vatandaşımız, her gün, her saat iliklerine, kemiklerine dek acıyla duyar, bilir.
Ancak, bu derneğin İşsizlik ve Pahalılıkla savaşı bu kadar yaygın bir kavga iken, onun küçümsenişi anlamına gelen, kimi kitaptan öğrenilmiş lâkırdılarla yorumlanışı var. Yani deniyor ki: Yahu, dünya artık kan gövdeyi götürmüş bir durum takınıyor. Siz de Pahalılık gibi, İşsizlik gibi, ufak tefek meselelerle savaşa kalkmışsınız. Bu tarzda bir küçümseme var. Yani, İşsizlikle ve Pahalılıkla savaş sanki en ufak meseleymiş gibi öne sürülüyor. Bununla, birçok arkadaşımızın, kardeşimizin bu savaşta gereği kadar enerjik davranmalarını kösteklemek istiyorlar.
Gerçekte, 100 kişimizde 99 kişimizi her gün, her saat ezen açık İşsizlik yahut onun yanında azgın Pahalılık nasıl küçük bir iş olur? Binde 999 insanımızı ezen böyle bir afet böyle bir illet, nasıl olur da bütün milletimizin, bütün yurttaşlarımızın her günkü en birinci baş belası sayılmaz? Ve ona karşı savaşa çıkmak, nasıl olur da bütün vatandaşlarımızın el birliğiyle girişmeleri gereken en muazzam, en ulu, en kutsal savaş olmaz?
Bunu ne yazık ki bazı kitap bülbüllerimiz-kendileri de belki ekmek elden, su gölden geçiniyorlarsa; evlerinde ekmek bekleyen, su bekleyen çocukları yoksa, kolayca: İşsizlik de neymiş, Pahalılık ta neymiş? gibi küçümseyebilirler ama, burada, salonun çoğunluğunu işçi kardeşlerimin teşkil ettiği bir ortamdayız. Burada hiç kimse, İşsizliğin ve Pahalılığın ne dehşetli bir afet olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Çünkü içimizde hazır yiyici yoktur.” (https://www.ipsd.org.tr/images/PSD-zmir-kongre-konuma-metni.-1971.pdf).
2021 yılı 22 Mayısı itibarı ile de halkımızın baş belası olan bu yakıcı sorunu, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın düşünce kızları, Halkın Kurtuluş Partisi Kadın-Çocuk Komitesi üyeleri olarak düzenlediğimiz ve ülkemizin dört bir yanından hemen her kesimden emekçi kadınlarımızın katılımıyla gerçekleşen toplantımızda ele aldık.
Toplantıya katılan kadınlarımızın çok çarpıcı anlatım ve örneklerle bezeli konuşmalarından kesitleri siz okurlarımızla paylaşmak istedim. An oldu, bağlamanın telleri gibi yüreğimizi sızlattı paylaşımlar. An oldu her bir emekçi kadının yüreğinde çakan kıvılcımlar, yoldaşlığın ortak yüreğinde kor ateş oldu, alevlendi.
Toplantıya Ankara’dan katılan, yıllardır iki çocuğunun sorumluluğunu tek başına üstlenen, onları üniversitede okutan ve emekli maaşı ile geçinmeye çalışan kadınımız:
“Kadın umut doludur, en büyük umudu yetiştirdiği çocuklarıdır. Kadın terk edilir, ihanet yaşar ama o asla çocuklarına ihanet etmez. Çok zorluklar yaşadım ama direnerek bu zorlukların üstesinden gelerek çocuklarımın büyümesini, okumasını, yükseköğrenimi bitirmesini sağladım. Kızım üniversiteye günde 10 lira harçlıkla gitti. Bazen yol parası kalmıyordu.
O zaman iki şeyi çok iyi kavradım. Dayanışma ve paylaşım. Benim gibi emekli olan, iki kızıyla yaşayan arkadaşımla yiyeceklerimizi, paramızı ortak kullanıyorduk. Bazen sadece yoğurt ekmek yerdik. Ama gülerdik. Neden mi? Aç insanın yoğurttan ekmekten ne kadar zevk aldığını öğrendik.
Biz arkadaşımla boncuk dizer, kolye yapardık ek iş olarak. Yeter ki çocuklarımız okuyabilsin diye sabaha kadar üç kuruşa dizerdik.
Bir anne çocukları için yaptığı fedakârlık, emek ve sevgi için hiç pişmanlık duymaz. Ve gurur duyduğu en büyük eylemdir. Çünkü dünyanın en zor işinin çocuk yetiştirmek, insan yetiştirmek olduğunu anne bilir.
Biz biliyoruz ki tek başımıza çocuklarımızı sosyalist devlet güvencesiyle gerçek birer fert olarak yetiştirebiliriz. Onun için tek çözüm örgütlü mücadele ile sosyalizme geçmektir.”
Mersin’den aramıza katılan kadınımız; kamudan emekli, eşinden boşanmış, tek başına ayakta durmaya çalışırken, çocuklarına da nasıl kol kanat germeye çalıştığını paylaştı bizlerle:
“Malum torun olunca ona bakmak zorunda kaldım çünkü çocuklarım çalışıyordu, damat da çalışıyordu, kız da çalışıyor. O çocuğa bakmak zorundaydım. Biliyorsunuz o zamanlardan da ülkenin ekonomisi belliydi. Hep emekli olanlar torunlara bakmak zorunda kaldı. Çünkü yetmiyordu. Bunun üstüne bir de pandemi girince şirketler durdu, dünya durdu yani. Ben de bir emekli olarak yalnız yaşıyorum ama yine de çocuklarıma destek çıkmak zorunda kalıyorum.
Kendime bile inanın pazara gittiğimde hiçbir şey alamıyorum çünkü çocuklarıma alıyorum. Onlar diyorum, çocuklarım var, şirket bir ay para vermedi de. İkisi de aynı şirkette çalışıyor damat da çalışıyor kızım da. İkisi bu pandemiden önce de maaşlarını alamadı, çocukların durumu vahimdi. Ama pandemiden dolayı da daha kötü oldu. Pazara çıktığımızda bir şey alamıyoruz, gerçekten alamıyoruz. Yani yok, insanlar zor durumda.
Çok yakın arkadaşımın çocuğu Tıp Fakültesinde okuyordu, adam iflas etti. Her şey kapandı, çocuğunu okutamadı ben de dedim ki: arkadaşım ben evde mantı yapar satarım o çocuğunun ben gönderirim harçlığını. Ve ben bunu yaptım. Hafta içi torunuma baktım. Hafta sonları da o çocuğa harçlık göndermek için mantı yaptım sattım, arkadaşlar. Yani durum gerçekten vahim. İnsanlar çok zor durumdalar. İşte bu da kapitalist sistemin bir getirisi. Böyle yapacaklar, bizleri böyle köle… köle durumuna düşürdüler. Hepinize kolaylıklar diliyorum.”
Ankara’dan katılan ev emekçisi kadınımız:
“Merhaba arkadaşlar. Yani çok teorik bilgilere girmeyeceğim, sadece geçenlerde karşılaştığım bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir marketin önünde 4-5 yaşlarında bir çocuk gördüm. Önümü kesti Türkçeyi de tam konuşamıyor. Muhtemelen ya Suriyeli ya da Kürt vatandaşlarımızdan biri. Türkçeyi konuşamıyor sadece işaretle anlatıyor. Marketin cam reyonunda da ürünlerin tanıtım reklamı var. Oradan işaret ediyor bir şeyler istiyor benden. Ben de çocuk 4-5 yaşlarında; sayıyorum çikolata alayım mı sana, şeker alayım mı sana? Bunları sayıyorum. Hayır diyor, kafasını sallıyor, işaret ediyor. Panoya bakıyorum, panoda gazlı içeceklerden bir tanesi, fıstık falan var. Ben sayıyorum bu içecek mi, bunu mu alayım, fıstık mı? Hayır diyor. Ve dedim ki bana göster, sen ne istiyorsan onu alayım. Düşünün 4-5 yaşındaki çocuğun istediği şey arkadaşlar, sıvı yağ gösterdi bana. Ayçiçek yağı. Yani bu sistem, çikolata istemeyen bir çocuk nesil var. Çocuklarımız da ne yazık ki bizlerle beraber bu sistemin içerisinde yanıp kavruluyor. Onlar oyuncak isteyecekken, çikolata isteyecekken ne yazık ki aileleri gibi geçim sıkıntısıyla Ayçiçek yağı istiyorlar.”
Antep’ten söz alan üniversite öğrencisi genç kızımız:
“Herkese Merhaba, ilk önce kendimi tanıtayım. Manisa’da üniversite öğrencisiyim. Asgari gelirli bir ailenin çocuğuyum. Ailemizde tek çalışan babam. Çünkü işsizliğin tam zirvesinde olan bir ülkeyiz. İş bulamıyoruz. Annem de bulamıyor, ben de bulamıyorum. Bulduğumuz işten iki gün sonra bahane edilip biz çıkarılıyoruz yerimize Suriyeliler alınıyor. Çünkü Suriyeliler daha az bir ücrete çalışabiliyor.
Devletten sadece 650 lira kredi alıyorum ve bu krediyi mezun olduktan sonra faiziyle beraber ödemek zorundayım. Okuduğumuzda atanamıyoruz. Çalıştığımız yerlerde mesela garsonluk yapıyorum 12 saat çalışıp 50 lira para alıyorum. Ben bu durumda bu parayı nasıl ödeyeceğim? Dediğim gibi ailede sadece babam çalışıyor. Ben iş bulduğum zamanlar gidip çalışıyorum fakat beş kişilik bir ailede üç kişi öğrenci olunca masraflar hayliyle iki katına çıkıyor. Benim aldığım kredi kitaplardı, ihtiyaçlardı derken o krediyi alma zorunluluğu hissediyorsun. Aileye bir katkı olsun, evde duruyorsun, hiçbir şey yapamıyorsun, elinden bir şey gelmiyor, işsiz bir ülkedesin, pahalılığın çok olduğu bir ülkedesin ve hiçbir şey yapamıyorsun. Şu an okullar açılsa bile benim yol masrafım, yurt masrafım, yurt çıkmaz ise ev masrafı derken babam çalıştığını tüm parayı eve harcamadan bana gönderir. Çünkü Türkiye’de işsizsen ve parasızsan ve öğrenciysen hayat senin için bir parkur… okul masraflarını yapamıyorsan diploma alamazsın, eğer okul masraflarıyla baş edebiliyorsan diploma alırsın ama atanamazsın, okumuş garson olarak tekrar çalışırsın. Zaten öğrenciler olarak işsizlikten, pahalılıktan sömürü altına alınmış bir şekildeyiz. Bu yüzden hani sadece hayallerimiz bizim, paramız, işimiz. Ben hayallerde kalmasını istemiyorum açıkçası o yüzden bu partideyim.”
Bursa’dan aramıza katılan işsiz gencimiz:
“Ben de işten çıkarılan bir kişiyim. Oradaki yaşadığım sıkıntıyı sizle paylaşacağım. Çalışma gücü ve arzusunda ve asgari ücret düzeyinde çalışmaya razı olup, iş bulamayan kişiyim. Dört yıl bir tekstil firmasında kartelacı olarak çalışmaktaydım. Orada kartela dışında sevkiyat, temizlik, yemek ve servis işlerini de yapıyordum. Bu duruma itiraz etmeme rağmen eleman almıyorlardı. Bütün resmi tatillerde, buna 1 Mayıs da dahil çalıştım ve asgari ücret dışında hiçbir ücret almadım. Patronumuz sert ve kaba bir kişiydi. Diğer çalışma arkadaşlarım ondan çok korkuyorlardı. Ben bu duruma itiraz ettiğim için patronum beni hiç sevmiyordu. Hastalanmamı ve koronaya yakalanmamı patronum bir fırsat bilmişti ve benim ağzımdan bir istifa metni hazırlayıp bana imzalatmak istediler. Ben de hakkımı aramak için yasal yollara başvurdum ve hakkımı arıyorum.
Bu süreç devam ederken bir tekstil firmasında kısa bir süre olsa da işe başladım. Paketleme ve ayakçılık işlerinde çalıştım. Son çalıştığım yerde de daha iyi anladım ki tekstil işçisi örgütsüz ve bilinçsiz olduğunu gördüm. Eski elemanlar yeni gelen elemanları aralarına almıyor ve onlarla hiçbir şekilde muhatap olmuyordu, konuşmuyordu. Benim gibi yeni giren arkadaşlarla birlikte hareket etmeye başladım. Birbirimizi koruyor, savunuyor, hiçbir haksızlık karşısında susmuyorduk. Yemek yerken sandalyemiz yoktu, o yerine getirildi. Tuvaletin kapısı yoktu, o takıldı. Sayı çıkarmak için eski elemanlar birbirleriyle savaş içindeydi ve yeni giren arkadaşlarım daha saygı çerçevesinde daha temiz işler yaparak onların duyarlılığını keşfetmeye başladılar ve bizim doğru yolda ilerlediğimizi gördüler ve yanımıza gelmeye başladılar. Ama bir süre sonra bu durum patronumuzun hoşuna gitmedi, beni işten çıkardı. Patrona şu sözleri söyledim:
Hiçbir zaman hak arama mücadelemden vazgeçmeyeceğim. Bizim gibi mücadele eden kişiler bu sisteme karşı hep savaşacaklar. Asla boyun eğmeyeceğiz diyerek noktayı koyup, kapıyı vurup çıktım.”
Antep’ten söz alan işsiz kadınımız:
“Merhaba, bir yıldır çalışmıyorum, evdeyim. Temizlik işçisiydim. Çocuğum tek kaldığı için, evde bakan olmadığı için çıkmak zorunda kaldım. Dün markete gittim korkunç fiyatlar, girmeye korkuyorum kapısından. Girsem mi girmesem mi, marketin içerisinde elimi bir şeye uzatamıyorum. Bir şey aldığım zaman bu sefer vicdan azabı çekiyorum, çocuğumun ihtiyacından alıyormuşum gibi. Bir temizlik ürünü falan o şekil oluyor hiçbir şey alamaz oldum. Özellikle giyim olsun çocuklarımdan kesiyormuş gibi her şeyi.”
İzmir’den söz alan işçi kadınımız:
“Sabah işe gitmek için 6.30 da kalkıyorum. Akşam ise eve geliş saatim 20.00. Toplamda 12 saat çalışıyorum. İşyerinde ise sürekli koşturmak zorundayım. Dinlenme saati yok, yemek saati 15 dakika ve oturduğunu gördükleri an ‘sürekli bir şeylerle meşgul olun, boş durmayın’ uyarısı yapılıyor. İşverenlerin bu sömürü düzeni özellikle bu pandemi döneminde daha da arttı. ‘Benim şartlarım bu işinize gelirse çalışın, işinize gelmezse işçi çok, siz bilirsiniz’, deniyor. Aldığımız maaş 2825 lira. Bununla bırakın ayın başını getirmeyi, dört kişilik bir ailenin iki haftalık giderini bile karşılamıyor. Kira, elektrik, su, telefon faturası derken elimizde hiçbir şey kalmıyor. Bu ücretle nasıl insanca yaşayacağız? İki tane öğrencisi olan bir aile, masrafları siz düşünün. İnsanlar açlık ve sefalet içinde yaşıyor. Her gün her şeye zam üstüne zam geliyor. Bize dayatılan asgari ücret her geçen gün daha da çabuk eriyor.”
İstanbul’dan katılan emekli kadınımız:
“Asgari ücretin bile altında maaş alan biz emeklilerin insanca yaşıyor olduğu söylenebilir mi ya da düşünülebilir mi? Maaşlarımızı bir elimizle alıyoruz, öbür elimizle dağıta dağıta geliyoruz. Şöyle bir etrafımıza bakalım, ne bir tiyatro, ne bir sinema, ne bir etkinlik, ne bir gezi. Böyle bir bütçe ayıracak geliri yok emeklinin. 2 ay memleketimize gitsek belimizi doğrultamıyoruz. Zaten içinde bulunduğumuz zalim Parababaları düzeni açısından emekliler bir an önce ölmesi gereken, ekonomiye yük, yani maliyeti fazla olan insanlar olarak görülüyor. “Mezarda Emeklilik Yasası”nı da bu yüzden çıkarmadılar mı?
Bize düşen görev bu zalim düzene karşı örgütlü mücadeleye atılmak. Bulunduğumuz konum neyi ve nereyi gerektiriyorsa; sendikalarda, kooperatiflerde, derneklerde mücadele örgütlerinde örgütlenmemiz gerekli. Türkiye’de haramilerin saltanatını yıkacak en bilinçli, en kararlı örgütlülük olan Halkın Kurtuluş Partisi saflarında yüreğimiz, bilincimiz ve tüm varlığımızla mücadeleye atılmaktır.”
Toplantıya Muğla’dan katılan, Türkiye’nin devrimci sınıf sendikacılığı yapan tek sendikası Nakliyat-İş önderliğinde 3 yıl boyunca gece-gündüz, yaz-kış demeden direnen TÜVTÜRK direnişçisi kadınımız:
“Herkesin sorunu ortak, paylaşılanlar da ortak. Tabiî benim umudum var. Herkesin de umudu vardır mutlaka içerisinde. Biz 2018 yılının Ağustos ayında Nakliyat-İş Sendikası’na olumsuz çalışma koşulları, düşük ücret ve çok fazla baskı olması nedeniyle üye olduk. Üye olmamızın sebebi örgütlü bir şekilde işyerimizde örgütlü bir şekilde daha fazla ücret talebiydi. Ama bunu geçekleştiremedik. Bu süreçte bize Halkın Kurtuluş Partisi ve Muğla TÜVTÜRK Dayanışma Platformu maddi ve manevi olarak çok destek sağladı. Bizim amacımız sendikalı ve örgütlü bir şekilde işimize geri dönmekti. 3 yıldır Direniş alanlarında 3 çocuğumla beraber bu süreci takip ettim. Benim için çok büyük bir deneyim oldu bu. Bir kadın direnişçinin orada beklemesi hem maddi, hem manevi hem ailesi için çok uzun bir süreç. Salgın dönemindeyiz. İşsiziz çünkü kendi yandaşlarından bize sıra gelmiyor. Hayat çok pahalı çünkü üreten bir toplumu yok ettiler. Onlar satıp yok etmeye ve paraları kaçıran bireyler olmaya devam etmekteler. Tek umudum toplumumuzun bir an önce eşit, demokratik, bilinçli birer birey olması. Ve çocuklarımız için iyi bir gelecek sağlamak.
Bursa’dan söz alan kamu emekçisi kadınımız:
“Çok geniş kesimlerden arkadaşlar söz aldı ve çok da net bir şekilde işsizliğin, pahalılığın yansımasını aktardılar.Dolayısı ile benim kafamda da şöyle bir şekillenme oldu: bu işsizliğin ve pahalılığın sonucunda en bariz olarak görülen ne oluyor? Birincisi hastaneler doluyor, ikincisi de adliyeler doluyor. Ben kamu çalışanıyım, adliyede çalışıyorum. Sağlıkçı arkadaşımız söyledi, önleyici tıp. Önleyici tıbbın herhalde en önemli maddelerinden biri de sağlıklı beslenmedir. Dolayısıyla bu işsizlik ve pahalılıkta halkımız sağlıklı beslenemiyor. Bu birincisi. İkincisi, ekonominin adliyeler çok ciddi bir şekilde yansıması var. İşsizlikle beraber maalesef en bariz bir şekilde, bir örnek vermek istiyorum: Bir çocuğun ifadesini alıyoruz. Çocuk hırsızlıktan getirilmiş, 11 yaşında. İnşaattan pimapen pencere çerçevesi çalmış. İfadesinde çocuk şöyle diyor: ‘Babam böbrek hastası, çalışamıyor. Annem ev hanımı çünkü evde kardeşlerim var, küçük.’ Yani çocuğun bu pahalılıkta, bu işsizlikte, bu yoksullukta tek çaresi hırsızlıkla evine para götürmek. Çok acı bir tablo bu. Bu İşsizliğin ve Pahalılığın çok çok önemli, kangren olacak derecede önemli bir sonucudur. Günümüzde son dönemlerde en çok görülen şudur: Birincisi icra dosyalarının patlamasıdır, oranlarını şu anda bilemiyorum, istatistik veremeyeceğim ama icra dosyaları patlamasıdır; ikincisi de aile içerisindeki çatışmalara sebep olup, boşanmaların artmasıdır. Bu akşam yine haberlerde vardı, devlet koruması altındaki 2021 de son 4 ayda koruma altındaki 10 kadın öldürülmüş. Tabii bu koruma altında olmayan kadınların öldürülme oranı daha fazla ama, 10 kadın, devlet koruması altındaki 10 kadından bahsediyoruz. Yani bu da en bariz olarak dönüp baktığımızda neyin sonucudur? Elbette ki işsizliğin, pahalılığın insanların psikolojisini ne noktaya–tabii başka nedenleri vardır mutlaka ama-bu ekonomik koşulların da insanları hangi noktaya taşıdığının göstergesidir maalesef. Adliyelerde bu işsizliğin ve pahalılığın patlaması var, bu bariz biçimde görülmektedir.”
Bursa’dan söz alan otomotiv sanayiinde çalışan işçi kadınımız:
“Fabrikadayım şu an, vardiyadayım. Ben metal işkolunda yaklaşık 600 kişinin çalıştığı bir işyerinde çalışıyorum. Tabiî ki bu pandemiyle birlikte bile bize dur durak yok. Genel olarak büyük, uluslararası bir şirket olmasına rağmen pandemiyle ilgili bütün şeyler yerine getirilmedi. Bu ülkenin diplomasız hafızı diyor ya işşizlik var ama bu bizim istihdam yaratamadığımızdan dolayı değil, diyor. Ama öyle bir durumdayız ki Kod-29 diye bir bela var, bu eski 4857 nolu İş Kanunun 25. Maddesinden daha kötü bir şey. Kod-29’da işten atılmalarda, sen yüz kızartıcı bir suç işlemiş kabul ediliyorsun, altı her türlü doldurulabilir. Bizim işyerinde de yaşanan bir şey. Kod-29 dan atılıyorsan ama ney; tecavüz mü, hırsızlık mı? Adı olmayan, tamamen insanların mimlendiği bir madde getirilmiş oldu. Bununla ilgili başka işlerde de mücadele edenler var.
Öyle bir sistem var ki, insan ne işsiz, ne işçi. İnsanlar açık bir izne gönderiliyor. Bu işyerinde de var. Üç ay oldu, yanımdaki insan izne gönderildi, hâlâ gelmiyor.
Niye?
Yasadan. Ne çıkartılabiliyor, çıkarılsa sosyal hakları daha fazla olacak. En azından tazminatlarını alacak, işsizlik ödeneği alacak. Ama birçok insan 3-4 aydır sadece 1500 liraya yakın bir parayla geçinmek durumunda. Çünkü işten atılmadığı için başka bir işte de çalışamıyor ve bunlar son TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre işsiz de sayılmıyor, ama işçi de değil. 1500 lirayla, biraz önce işsiz arkadaş söyledi markete gidiyorum elim hiçbir şeye uzanmıyor bu hayat pahalılığında diye. Marketi geçtim, kiradır, diğer faturalar, gerçekten insanlar nefes alamaz durumdalar. Biz göçmenlerle birlikte bu ülkede 90 milyona yakın insanız ama bu var olan pastadan nasiplenen çok az bir kesim mutluluğu yaşıyor.
Derdimiz çok, sorunlarımız çok. Sarı sendikaların çoğunlukta olduğu bir dönemde birkaç tane sendika var Nakliyat-İş gibi, gerçekten şu pandemi sürecinde de işçinin yanında olan. İlimizde özellikle sarı, gangster Türk Metal Sendikası şu pandemi sürecinde insanlar işten atıldı, kapıda duruyor, sahip çıkmıyor. İşçi sınıfının, işçilerin gerçekten güveneceği, hele ki bizim işkolumuzda, güvenip gideceği sendikalarımız da yok. Ama umutsuz değiliz tabii, bizler Kurtuluş Partililer olarak şuna inanıyoruz, hele ki son dönemlerde ne olursa olsun, sayımızın azlığına bakmadan cesareti kendisine vatan bellemiş yiğit önderlerimiz var. Bizler bu önderlerimize layık bir şekilde bulunduğumuz alanlarda mücadele ettiğimiz sürece bu karanlık günleri yıkacağız.”
Genç bir anne olan ve toplantımıza İstanbul’dan katılan işçi kadınımız:
“(…) Ben de anlatıma birkaç soru ve cevapla başlayım. Sizce İşsizlik ve Pahalılık diye bir şey var mı? İşsizlik varsa bunun nedeni işçiler iş beğenmediği için mi yoksa Korona Virüs pandemisinden dolayı mı işsizlik var? Parababaları işçilere nasıl bir çalışma koşulu dayatıyor? Kaç işçi asgari ücretle çalışıyor? Asgari ücret kaç lira? Kadınlar işsizlik ve pahalılıkla nasıl mücadele ediyor ya da edebiliyor mu?
Hepimizin de bildiği gibi Parababaları bu süreci fırsata çevirdi, devlet de hep onlara çalışır oldu. Yaptığı teşvik ve destekler, vergide erteleme. İşçiye de asgari ücreti reva gördü, zam üstüne zam.
İş ilanlarına bakarak iş arayan, iş görüşmelerine giden insanlara: bilgisayar kullanmayı biliyor musun? Önceden bir tecrüben var mı? Mesaiye kalır mısın? Kadın işçilere ise evli misin, çocuğun var mı? Çok soru soracaklar işsize. Ve ‘biz sizi ararız’ denecek.
Ama işsiz olan size, şu soruları sordurmayacaklar: İşbaşı kaçta? Çıkış saatimiz belli mi? Haftalık 45 saatlik çalışma düzeni var mı? Kaç saat çalışıyoruz? Ücretimiz ne olacak? Kendileri hızlı bir biçimde anlatıp geçecekler: ‘Bizde ücretler zamanında ödenir. Yol, yemek var, mesai olur fakat çok değil’ derler. Ama gece 24:00 e kadar çalıştırırlar. Sen bu soruları sorunca, ‘bu işçi de iş beğenmiyor, yoksa iş var’ derler. İnsanın aklıyla alay ediyorlar, bir de bunu lütuf gibi sunuyorlar.
Patronlar işçilerden ne istiyor?
Asgari ücrete en azından bir işim var diyerek razı ol. Asgari ücretin altında kayıt dışı çalışmaya da sesini çıkarma. Fabrika cehenneminde sigortasız güvencesiz sendikasız düşük ücretlerle çalıştırılan işçilere dayatılan kölece çalışma koşullarını kabul etmesini istiyorlar işçilerin.
Peki iş ve ücret beğenmeyen! işçiler ne istemiyor?
14-15 saat çalışmayı istemiyor ama çalışıyor.10 milyona yakın işçi asgari ücret düzeyinde çalışmak istemiyor ama çalışıyor. Üç beş işçinin yapacağı işi tek bir işçi yapmak istemiyor ama çalışıyor. Ücretini zamanında almak istiyor, alamıyor ama çalışıyor. Bu arada, bu koşullarda çalışmak istemeyen işçi, Kod 29’dan dolayı da işten atılıyor. Bu süreçte işçilerin Kovid-19 olduğu, yoğun bakımda kaldığı ve en çok işçi ve emekçilerin öldüğü unutulmamalı.
Peki bu böyle gelmiş böyle gitmekte midir?
Yani bize çok basit bayağı bir olaymış gibi görünen İşsizlik ve Pahalılık, gerçekte İşveren Sınıfının kurduğu soygun ve çapul düzeninin önüne geçilmez bir hastalığıdır. O düzen ortada durdukça, falan beyefendinin iktidarda olması yahut düşmesi, filan tedbirin alınmış olmaması ne İşsizliği kaldırır ne de Pahalılığı.
Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle ‘yarımız olan kadın’ larımız, Parababaları düzeninin bu insanlık dışı sömürüsüne, insanın yük hayvanı konulmasına karşı çıkmalıdır. Kadının kurtuluşu İşçi Sınıfının kurtuluşundan bağımsız değildir. İşsizliği ve pahalılığı yaratan sermaye düzenine karşı mücadeleyi yükseltmek için sizleri Halkın Kurtuluş Partisi saflarında örgütlü mücadeleye davet ediyorum.”
***
Değerli okurlarımız;
Kanıt ortadadır:
Kadınlarımız mücadelecidir,
Kadınlarımız direngendir,
Kadınlarımız onurludur, yiğittir!
Kadınlarımızın her türlü sömürüye tepkisi “(…) bütün yasak edilmiş güçler gibi, yeraltında, gizli, sağır, derinden derine işleyen bir güçtür” (Hikmet Kıvılcımlı).
Bir kez inanmaya görsün ve buluşsun kurtuluşu gerçekleştirecek önderlikle, örgütlülükle! Ölümüne savaşır zalimle, asla vazgeçmez. Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda tüm cephelerde en önde savaşmadı mı kadınlarımız?
“Ya İstiklal Ya Ölüm!” şiarının arkasında saf tutmadılar mı?
Kağnılarda cephane taşırken donarak ölen Şerife Bacı, 21 yaşında başından vurularak şehit olan Gördesli Makbule, erkek kılığında cepheye koşan Halime Çavuş, Yörük Ali Efe çetesinde bağımsızlık mücadelesine katılan Efe Ayşe, 300 kişilik bölüğe komuta eden Nezahat Onbaşı olmadılar mı?
Kadınlar olarak yine başkaldıracağız zalimlerin zulmüne!
İkinci Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirmek için “Vatan Aşkını Söylemekten Korkar Hale Gelmektense Ölmek Yeğdir” diyenlerin, Cesaret Vatanı’nı asla terk etmeyenlerin arasında saf tutacağız!
Yerli-Yabancı Parababalarının sömürü düzenine son vermek ve Demokratik Halk İktidarını Kurmak için Halkın Kurtuluş Partisi’nde, en ön saflarda yer alacağız!
Elimizden hiç düşürmediğimiz şanlı mücadele bayrağımızı ant olsun ki göndere çekeceğiz!