Kamu mallarını satmaya, talan etmeye doyamadılar
Tayyipgiller, bildiğimiz gibi, yedi bin yıllık Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının siyasi plandaki temsilcileridir. Ve o sınıfın da en büyük özelliği, üretimle doğrudan ilişkisinin olmayıp üreticilerle tüketiciler arasında aracılık yapmasıdır. Yani alıp satıcıdır Tefeci-Bezirgânlar. Kim üretmiş, nasıl üretmiş, hangi şartlarda üretmiş, üretim yerli mi, yabancı mı onları hiç ilgilendirmez bunlar. Onlar sadece yaptıkları aracılık karşısında elde ettikleri kâra bakarlar o kadar. Yani satıcıdır bunlar. Tüm yaşantıları buna göre şekillenmiştir. Fiyatını buldu mu kendince anası-babası olsa tanımaz, satar. O kadar içselleştirmişlerdir bunu, ortaya çıkışlarından bu yana geçen bin yıllar boyunca.
İşte Tayyipgiller iktidarı bu sınıf yapılarının gereğini yerine getiriyorlar ve satıyorlar.
Neyi?
Ülkenin para getiren yeraltı yerüstü tüm üretim, kültür, tarih vb. varlıklarını. Kamu ya da özel fark etmiyor. Satıyorlar, sattırıyorlar… Tabiî her satıştan da komisyonlarını alıyorlar. Dünyalıklarını, sadece kendilerinin değil, çoluk çocuklarının değil, takım taklavatlarının da dünyalıklarını biriktiriyorlar böylece. Ve bir türlü doymuyorlar. Daha çok, daha çok istiyorlar. Dolayısıyla da satıyorlar, sattırıyorlar…
Birinci Kuvayimilliye’den hatta Osmanlı’dan kalan kamu malları bu satışlardan ilk nasibini alanlar oldu.
Sümerbank, Etibank, madenler, elektrik üretim ve dağıtımı, SEK, İletişim, … vb. kamu malları artık yerli yabancı Parababalarının elinde. Elde kalan birkaç kamu malı da satış aşamasında. Ha satıldı, ha satılacak…
Maliye Bakanı İngiliz Mehmet’in Şubat ayında açıkladığına göre, AKP iktidarı döneminde (2002-2014) 61.8 milyar dolarlık kamu malı özelleştirmesi gerçekleştirildi.
Tabiî kamu mallarının özelleştirilmesi süreci Tayyipgiller’le başlamadı. 1950’lerden başlayan süreç, özellikle 1980’li yıllarda Uluslararası Finans-Kapitalistlerin bastırması, zorlamasıyla hızlandı. 12 Eylül Faşist Diktatörlüğü, bir yandan sosyalistlerin ve sosyalist kültürün kökünü kazımaya çalışırken bir yandan da “Liberalleşme” adı altında özelleştirme politikalarını hayata geçirdi süngü zoruyla.
Bu uygulamaların da başını Turgut Özal çekti hatırlayacağımız gibi.
İktidara gelen (daha doğrusu ABD’ce getirilen) hükümetlerce birinci politika olarak uygulanmaya başlandı özelleştirme. IMF, Dünya Bankası yetkilileri emir üzerine emir verdiler, ülkedekilere yeterince güvenmediler, bizzat Kemal Derviş gibi kendi adamlarını gönderdiler ve özelleştirme politikaları sorunsuzca hayata geçirildi. AKP iktidarlarında ise “babalar gibi satıyoruz” diyen Kemal Unakıtan, Ali Babacan, İngiliz Kemal eliyle daha da hızlandırarak sürdürüldü bu halk düşmanı politikalar. Ve sonuç olarak aşağı yukarı satacak kamu malı kalmadı. Dediğimiz gibi kalanlar da satılma aşamasında.
Uluslararası Parababaları açısından sadece kamu mallarını ele geçirmek yetmez. O ülke ekonomisine tümden sahip olabilmek için hasbelkader kurulmuş özel sektör yatırımları varsa onları da ele geçirmek isterler. Onları da ya ortaklık kurarak ya da tümden satın alarak kendi şirketleri, kurumları haline getirirler. Ve onların elde ettikleri kârları da ülkelerine alıp götürürler. O şirketlerin artık sadece adları yerlidir, sahipleri ise yabancıdır.
Bizim ülkemizde de aynen böyle olmaktadır. Alınacak kamu malı kalmayınca artık özel sektör şirketleri alınıp satılmaktadır günümüzde. Ve bu süreç öylesine hızlı işlemektedir ki neredeyse yerli şirket kalmamıştır ülkemizde.
Özel sektöre ait şirketlerin satışında da iki nokta dikkat çekmektedir:
Birincisi; özelleştirme sonucu bir kısmı yerli özel sektörce satın alınmış olan kamu malları ikinci bir satışa konu olmakta ve sahipleri yabancı Finans-Kapitalistler olmaktadır.
İkincisi: bizzat yerli Parababalarınca kurulmuş şirketler satın alınmaktadır yabancı Parababalarınca.
İşte biz birkaç örnekle bunu somutlayacağız. Ve böylece gazetemizin geçen sayısında da yazdığımız gibi Türkiye ekonomisinin hali pür melalini göstermeye devam edeceğiz.
Satılan özel sektör şirketlerini ve faaliyet yürüttükleri dalları duyunca, o alan da yabancıların eline geçti diye üzülüyor insan.
Evet biz yerli-yabancı bütün Finans-Kapitalistlere düşmanız ve onların zalim, insanlık düşmanı düzenlerini yıkacağız. Evet biz yerli-yabancı (ki etle tırnak gibi kaynaşıktırlar) Finans-Kapitalistlere ait bütün özel sektör şirketlerini iktidara gelince kamulaştıracağız.
Ama biz, yaban (tekel dışı) kapitalistlerce yapılan ulusal üretime karşı değiliz. En azından bu şirketlerin elde ettiği kârlar ülke dışına çıkmaz, üretime, yatırıma, istihdama dönüşebilir.
Kuracağımız Demokratik Halk İktidarında yerli sanayii yabancı sermaye karşısında koruyucu önlemler alacağız.
Hangi şartla?
Namuslu üretim yapması, çalışanlarının her türlü haklarını tam olarak tanıması ve kazandığı parayı yeniden üretimde, yatırımda kullanması ve dolayısıyla istihdam yaratması şartıyla…
Bunu böyle belirttikten sonra gelelim satılan özel sektör şirketlerine.
Kırtasiye alanında faaliyet yürüten NOKI’den Elektrikli küçük ev aletleri sektörünün önde gelen üreticilerinden Arzum Elektrikli Ev Aletleri’ne, Türkiye’nin en eski firmalarından birisi olarak 1915 yılında kurulan ve sirke ve sos alanında faaliyet yürüten Kemal Kükrer’den Türkiye’de elektrik anahtarları ve priz üretiminin en büyük şirketi olan Viko’ya, Türkiye’nin en büyük paketli ekmek markası olan UNO’dan Borsa İstanbul’a, Aras Kargo’dan Türkiye’nin önde gelen plastik boru üreticisi Hakan Plastik’e, Türkiye ısıtma sektörünün önde gelen kuruluşlarından olan 46 yıllık Baymak’tan Yapı Kredi Sigorta ve Yapı Kredi Emeklilik’e, Anadolu Grubu’na ait Abank’tan çorap, iç çamaşırı, iç giyim, mayo ve aksesuar pazarında güçlü bir konuma sahip olan Penti’ye, Türkiye’nin köklü kozmetik firması Flormar’dan Türkiye’de Damat ve Tween markaları ile tanınan Orka Group’a, Denizbank’tan TAV Havalimanları Holding’e, Mustafa Nevzat İlaç Sanayii’den Koton Tekstil’e, Bahçeşehir Kolejleri’den Finans Emeklilik’e, Kazancı Ailesi’nin sahip olduğu granit sektörünün en büyüklerinden olan Graniser’den Türk sanayi tipi yapışkan film üreticisi Bento’ya, Hak Menkul’den İDAŞ’a, İskenderun Limanı’nından Türkiye’nin önde gelen spor sitelerinden biri olan mackolik.com’a, 1957’de kurulan Türk hidrolik ve endüstriyel hortum imalatçısı Polimer Kauçuk’tan Türkiye elektronik güvenlik sistemleri sektörünün önde gelen markalarından Pronet’e, Silk&Cashmere’den İstanbul Fuar Hizmetleri’ne, Life Media Fuarcılık’tan Tatilsepeti.com’a, Yapı sektöründe faaliyet yürüten Eczacıbaşı Yapı Grubu’na bağlı Vitra’dan Giyim sektörünün büyüklerinden Kiğılı’ya, Yemeksepeti.com’dan Yıldız Holding’e (Ülker Grubu) bağlı Ak Gıda’ya, Tekstilbank’tan…
Gördüğümüz gibi, sadece bir kısmını saydığımız, yerli sermayeye ait şirketler yabancı Parababaları tarafından peynir ekmek gibi satın alınıyor. Yerli üretim diye bir şey kalmıyor.
Zaten yerli diye bilinen büyük holdinglerin (Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Zorlu vb.) neredeyse tamamında ya yarı yarıya ya da çoğunluk olarak yabancı Parababaları hâkim.
Ki satılan bu şirketler, başta bölgemiz olmak üzere birçok coğrafyada (Ortadoğu’dan Afrika’ya, Kafkaslar’dan Balkanlara, Avrupa’ya, Çin’e) faaliyet yürüten şirketler. Üretim yapan, kâr elde eden şirketler. Bunları satın alan yabancı Parababaları böylece (eğer yoklarsa) o pazarlara da girmiş oluyorlar. Yani bir anlamda hazır pazarlara konmuş oluyorlar.
“Topu topu 3 markamız, 5 şirketimiz var. Onları da yabancılar alıyor. Yabancılar aldıkça da “işin vahametini tartışacağımız yerde” her satışta “ Oh… Oh… Bir markamızı, bir şirketimizi yabancılar satın aldı” diyerek bayram etmediğimiz kalıyor.
“Satış fiyatları da “at ile deve değil”. Bir AVM binası, İstanbul’un çevresinde bir rezidans kompleksi fiyatına markalar, şirketler gitti gidiyor.
“(…)
“Bu yılın sadece ilk 3 ayında değişik sektörlerden 60 firmada satın alma ve birleşme gerçekleşmiş. Bu 60 satın alma ve birleşmede yabancıların satın aldıkları ve birleştirdikleri Türk şirketi sayısı 28 olmuş.
“(…) Bu şirketleri satın alan yabancılar sadece dışarıdaki şirketlerin pazar paylarını satın almıyorlar, yurtiçi pazarını da satın alıyorlar.” (http://www.milliyet.com.tr/3-markamiz-5-sirketimiz-var-onlari/ekonomi/ydetay/2054731/default.htm)
Sözün özü; ekonomimiz yabancı Parababaları tarafından neredeyse tamamen ele geçirilmiş durumda. E, ekonomiyi ele geçiren, ekonomiye hâkim olan kaçınılmazca ülkemizin her şeyine de hâkim oluyor doğal olarak.. Artık ülkemizde onların dediği oluyor, onların boruları ötüyor. “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganı hâkim oluyor.
İşte ekonomimizin hali pür melali budur…
Ne zamana kadar?
Halkın Kurtuluş Partisi önderliğinde gerçekleştireceğimiz Halk İktidarına kadar! Daha fazla değil.
O günler de çok uzak değil!